Press ESC to close

Tekâsur Sûresi

Giriş

İnsanları, Zatına kulluk yapmaları için, fiziki ve ruhi olarak en güzel şekilde yaratan yüce Allah (cc), onların, kendilerine verilen güzelliklerini yeryüzünde sürekli kılmaları için söz ve davranışlarının ilahi kurallarını da bildirmiştir. İnsanlar, kendilerine bildirilen ilahi kurallar doğrultusunda hareket ettikleri sürece, dünya hayatında en güzel bir şekilde yaşayacaklar ve ahirette kendi güzelliklerine yaraşan güzellikler yurdu cennetlerde en güzel hayatı sürdüreceklerdir.

Rab'lerinin kendilerine bildirdiği ilahi kuralların aksine hareket edenler, hem dünya hayatlarında en kötü bir hayat yaşayacaklar, hem de işledikleri kötülükler nedeniyle aşağılık yaratıklar olarak en kötü azaba duçar olacaklardır. İyi ve kötü bir hayat sürüp sonunda hak edilen karşılığı almak tamamen insanların kendi iradelerinde ve ellerindedir.

Şeytan (aleyhillane)nin, yüce Allah’ın doğru yolu üzerine oturup insanları saptıracağına ahdetmiştir. Yüce Allah (cc), şeytanın insanlara düşman olduğunu bildirmesine rağmen insanlar, bu konuda hassasiyet göstermemiş, şeytan (aleyhillane)nin kendileri için kurduğu tuzaklara düşmüşlerdir.

“Ey insanlar, yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yeyin, şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 168)

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur, ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf vaat ediyor. Şüphesiz Allah geniştir, bilendir.” (Bakara, 268)

Şeytan (aleyhillane)nin vesveseleri ve ilahi mesajdan uzaklaşılması sonucunda insanlar, vahyin belirlediği esaslar dışında, kendi arzularını ölçü alarak hareket etmişlerdir. Kendi arzularını her şeyin üstünde tutan, kendilerini diğer insanlardan üstün gören bu bencil ve egoist kimseler, tüm değer yargılarını da buna göre belirlemişlerdir.

Bu psikoloji ve duygu ile ilahi mesajdan uzaklaşan kimseler, ben merkeziyetçiliği, doyumsuzluğu ve bencilliği yaşam tarzı olarak almışlar, dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanarak yalnızca kendilerini düşünmüşler ve kendilerinden başkasını düşünmemişlerdir. Bu düşünceleri sonucunda ihtirasları artmış, helal haram demeden mal biriktirmeye başlamışlar ve başkalarının haklarını gasbetmeyi kendileri için meşru görmüşlerdir.

“O ki mal yığdı, onu saydı durdu; malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanıyor.” (Hümeze, 2-3)

Mal biriktirme hırsı, insanları, Rab'lerinden kendilerine yapılan uyarılara karşı kör ve sağır yapmış, Rab'lerine karşı onları nankörlüğe, isyan ve şirke sürüklemiştir. Kur'an’da adları verilen Karun, Kalem suresindeki bahçe sahipleri ve Kehf suresindeki bahçe sahibi adam ile peygamberlere karşı çıkan zengin müstekbirler, hep doyumsuzluklarının kurbanı olmuşlardır. Bu kimseler, kendilerine hatırlatılan Rab'lerinin uyarılarını da dinlemeyerek isyanlarında sınır tanımamışlardır.

“Mal ve oğullar sâhibi olmuş diye, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman: ‘Eskilerin masalları’ der.” (Kalem, 14-15)

“Allâh'ın sana verdiği (bu servet) içinde âhiret yurdunu ara, dünyâdan da nasibini unutma, Allâh sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme, çünkü Allâh bozguncuları sevmez.” (Kasas, 77)

Vahyi esaslar, insanda yaratılışta varolan güzel hasletlerin korunmasını ve daha çok geliştirilmesini sağlamakta, insanın, insanı kamil olmasına yardımcı olmakta, Tevhidi ilkeler de insanın onurlu bir kişilik kuşanmasına neden olmaktadır. İnsan, vahyi esaslardan uzaklaştıkça güzel hasletlerini ve insanlığını, Tevhidi esaslardan uzaklaştıkça da onurlu kimliğini kaybetmektedir. Bundan sonra öyle kimseler, ya kula kul olmakta ya da malı ilah edinerek ona tapmaktadırlar.

Edindikleri mal ve sermayenin verdiği enaniyet, bu mal ve sermaye ile kiraladıkları kişilerle edindikleri güçle böbürlenen kimseler, kendilerini herkesin üstünde görmüşler, insanları hor görerek küçümsemişlerdir. Günümüzde ve tarihsel süreçte birçok örneği görülen bu kimseler, edindikleri yanlı ve batıl bilgilerle hiçbir zaman azaba uğramayacaklarını düşünmüşler, düşünmektedirler.

“Dediler ki: ‘Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azâba uğratılacak değiliz." (Sebe, 35)

Günümüzde de birçok örneği bulunan bu kimseler, varlığını kabul edip indirdiği Tevhidi esaslarını reddettikleri yüce Allah (cc) üzerine iftira atmaktan da geri durmamışlardır. Bu kimseler, helal haram demeden elde ettikleri haram mallarla yüce Allah’ın kendilerini sevdiğini iddia edip “Allah sevdiği kuluna yürü dermiş” diyerek azgınlıklarını ortaya koymuşlardır. Bunlar, yüce Allah’a karşı yaptıkları nankörlük, isyan ve küfürlerine bakmadan bir de kendilerini yüce Allah’ın seçkin kulları sanmaktadırlar.

“Onlara şu iki adamın misâlini anlat; ikisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrâfını hurmalarla çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik. Her iki bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şey eksik etmemişti. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık. Onun (başka) ürünü de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona; ‘Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm.’ dedi.

Kendisine yazık ederek bağına girdi: ‘Bunun yok olacağını hiç sanmam’ dedi. Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Şâyet Rabbime döndürülsem bile bundan daha güzel bir sonuç bulurum.” (Kehf, 32-36)

Mal çoğaltma, sermaye biriktirme sınır tanımaz bir doyumsuzluğu da beraberinde getirir ve insanlarda bu doyumsuzluk, bitmez tükenmez bir hırs doğurur. Yüce Allah’ın emirlerini tutmayan ve Rab'lerine isyan eden bu kimseler, bir de utanmadan Rab'lerinden mallarının daha da artırılmasını istemektedirler.

“Benimle şu adamı yalnız bırak ki ben onu tek olarak yarattım. Ona uzun boylu mal, göz önünde oğullar verdim. Kendisine bir döşeyiş döşedim. Hâlâ daha da artırmama göz dikiyor. Hayır, çünkü o bizim âyetlerimize karşı bir inatçı kesildi.” (Müddessir, 11-16)

Mal, sermaye ve güçleriyle böbürlenip azgınlaşan müstekbirler, kendilerine gelen vahyi esaslara, Tevhidi ilkelere rağmen iman etmemişler, bu azgınlıklarını öldükleri ya da bir azapla helak oldukları güne kadar sürdürmüşlerdir. Müstekbirler, mali ve insan güçlerini üstünlük vesilesi olarak görmüşler ve bununla övünmeyi, öldükleri güne kadar devam ettirmişlerdir.

“Çokluk yarışı sizi oyaladı, nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz.” (Tekasür, 1-2)

Yüce Allah (cc), hak etmedikleri halde kendilerini övüp böbürlenen kimseleri sevmez. Özellikle bu kimseler, Rab'lerinin kendilerine bildirdiği esaslara uymayıp isyan edenlerden iseler, yüce Allah (cc) tarafından bunlar, her iki dünyada şiddetli bir azaba uğratılırlar.

“Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her âyeti görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.” (A’raf, 146)

“O ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övülmeyi sevenlerin, azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için acı bir azap vardır.” (Al-i İmran, 188)

Yüce Allah (cc), insanca yaşamanın kurallarını ve insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğini bildirmiş, bu kurallara uyulmasını emretmiştir. İnsanın acziyetini, yaratılışını hatırlatarak ortaya koyan yüce Allah (cc), mal ve mülkün kendisi tarafından insanlara verildiğini, bu nedenle bu verilenlerin nasıl kullanılacağını belirtmiş, hak sahiplerine haklarının verilmesini istemiştir.

Bütün uyarılara rağmen hak sahiplerine haklarını vermeyip Rab'lerine isyan edenlerin nasıl cezalandırıldıklarının örneklerini veren yüce Allah (cc), sonradan gelen toplumları da bu konuda uyarmış, aksine hareket edenlerin, daha önce helak edilen müstekbirlerin akıbetine uğrayacaklarını bildirmiştir.

“Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna baksınlar. Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; toprağı (kazmış) alt-üst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da elçileri, deliller getirmişti. Allâh onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Rum, 9)

İnsanlık tarihi, gönderilen ilahi mesaja rağmen azgınlaşıp böbürlenenlerin, mal ve güçleriyle övünüp haddi aşanların sonlarının nasıl olduğunun örnekleriyle doludur. İlahi mesaj, bu konuda Müslümanları da uyarmaktadır.

“Ki elinizden çıkana üzülmeyesiniz, (Allâh'ın) size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allâh, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez. Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) Allâh, zengindir, övgüye lâyıktır.” (Hadid, 23-24)

Kur'an, Lokman (as)’ın, oğluna yaptığı nasihati, Müslümanlara örnek olarak vermiş ve yeryüzünde böbürlenmenin, diğer insanlar üzerinde üstünlük taslamanın yüce Allah (cc) tarafından sevilen bir hareket olmadığını bildirmiştir.

“İnsanlara yanağını bükme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allâh, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez.” (Lokman, 18)

Yüce Allah (cc), kim olursa olsun, övünüp böbürlenen kimseleri sevmez ve bunları mutlaka bir şekilde cezalandırır. Şayet bu böbürlenme, nankörlük şeklinde ortaya konulmuş ve yüce Allah’ın uyarılarına rağmen sürdürülmüşse bu nankörler, hem dünya hayatında, hem de ahirette şiddetli bir şekilde cezalandırılır. Karun, Kalem ve Kehf surelerindeki bahçe sahipleri ve İrem halkı, Kur'an’da verilen örneklerden sadece birkaç tanesidir. Bunlar ve benzerleri, her iki dünyada da cezalandırılacak kimselerdir.

“Allâh, dünyâ hayâtında onlara rezillik tattırdı. Âhiret azâbı ise daha büyüktür, keşke bilselerdi!” (Zümer, 26)

İnsanın, kendisinin yoktan varedip elde edemediği, kendisine emaneten verilen ve bir gün geri alınacağı bilinen mal, sermaye ve insani güçle övünmesi ve hele bunları çoğaltmak için hayatını boşa harcaması büyük bir cehalet, gaflet ve nankörlüktür.

Müslümanlar, övünmekten, böbürlenmekten ve hele nankörlükten kesinlikle uzak durmalıdırlar. Çünkü en küçük bir böbürlenme telafisi zor bir sonuçla insanı yüzyüze getirebilir, insanın helak olmasına neden olabilir. Nitekim yüce Allah (cc), Müslüman da olsalar, övünüp böbürlendikleri anda nasıl bozguna uğrayacaklarını Huneyn savaşını örnek vererek açıklamaktadır.

Mekke’yi fethetmiş, çok az sayılarına rağmen Bedir’de müşrikleri bozguna uğratmış İslâm Ordusu, en güçlü olduğu bir dönemde, düzenli bir orduya sahip olmayan ve çeşitli kabilelerden oluşmuş, Havazinliler Taifli Sakifoğulları ve diğer müşrik Arap kabileleri karşısında Huneyn vadisinde bozguna uğramıştı.

“Andolsun Allâh size birçok yerlerde, Huneyn gününde de yardım etmişti. Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti, nihâyet bozularak arkanızı dönmüş(kaçmağa başlamış)tınız.” (Tevbe, 25)

İslâm ordusu, 12000 kişilik büyük bir güçle Huneyn civarına geldiğinde bazı Müslümanlar, böyle büyük bir ordunun asla yenilemeyeceğini düşünmüş ve böbürlenmişlerdi. Bu duygularını Rasulullah (as)'a söyleyenler bile oldu. Rasulullah (as) bu söylenenlerden hiç hoşlanmadı. Çünkü, Rasulullah (as), şimdiye kadar elde ettikleri zaferlerin, sayıları ve güçleri ile değil, Allah'a olan imanları ve O’nun lütuf ve yardımıyla olduğunu biliyordu. Bu nedenle bu Müslümanların böbürlenmeleri onu oldukça üzmüştü.

Savaşın başlamasından hemen sonra Halid b. Velid komutasındaki öncü Müslümanların, tuzağa düşürülmeleri sonucunda bozguna uğramaları, İslâm ordusu içerisinde büyük bir kargaşaya neden olmuştu. Havazinliler, Rasulullah (as)’a oldukça yaklaşmış ve onu öldürebileceklerini düşünüyorlardı. Ancak yüce Allah’ın yardımının yetişmesi sonucunda Rasulullah (as)’ın başında bulunduğu Müslümanlar, toparlanmış ve zafere ulaşmışlardı.

“Sonra Allâh, Rasulünün ve mü'minlerin üzerine sekinetini (güven) indirdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi ve kâfirlere azap etti. İşte kâfirlerin cezâsı budur!” (Tevbe, 26)

Mal ve insani çoklukla övünüp böbürlenmek ve bu duyguları sürekli kılmak, insana dünya ve ahirette azap getirici bir durumdur. Müslümanlar, bütün güç ve kuvvetin yüce Allah’ta olduğuna iman etmeli ve O’nun yardım ve inayetine sığınmalı, her konu ve durumda ölçülü ve mütevazı hareket etmelidir. Aksi halde gidilecek yer, cehennemden başka bir yer olmayacaktır.

Surenin Tefsiri

1-2- Çokluk yarışı, sizi oyaladı; nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz.

İnsanın, dünyevi kimi değerlerle övünmesi, halk dilinde görgüsüzlük, sonradan görme gibi, kınayıcı ve küçültücü sıfatların söylenmesine neden olduğu gibi, yüce Allah (cc) indinde de kınanmakta ve bu kimselerin müşrik oldukları bildirilmektedir. Dünyevi değerlerle üstünlük kompleksine girip övünen kimseleri, insanlar sevmediği gibi yüce Allah (cc) da sevmemekte ve bunların dünya ve ahirette şiddetli bir azaba uğrayacaklarını haber vermektedir.

İnsanlar, amaçlarını ve ulaşmak istedikleri hedeflerini yaratılış fıtratlarına göre düzenlemeyince, ister istemez, sapıklığı yol edinecek ve amaçlarından saparak dünyevi kimi değer peşinde koşmaya başlayacaklar. Öyle ki, ölümün gerçek olduğunu bilmelerine, öldüklerinde beraberlerinde hiçbir şey götürmeyeceklerine birçok kez şahit olmalarına rağmen, sapık amaç ve hedefleri peşinde koşmayı sürdürecekler, ta ki, kabirleri tabutlarıyla ziyaret edip oraya girecekleri ana kadar.

Mal ve sermayeyi çoğalmak için çalışmak ve bunlarla övünmek, cehalet ve nankörlükten başka bir şey değildir. Çünkü insanlar, hiçbir şey değillerken Rabb’leri tarafından kendilerine güç, güzellik, sağlık, mal ve evlat verilerek zenginleştirilmişlerdir. Kendilerine emaneten verilen bu nimetlerle övünmek, bunları daha çok çoğalmak için çalışmak yaratılış amacından sapmaktır ki bu, yüce Allah’a, bu nimetlerle eş koşmaktır.

Yüce Allah’tan, O’nun gönderdiği Tevhidi esaslardan ve indirdiği ilahi mesajdan başka bir şeyin daha değerli görülmesi ve onlara meyledilmesi şirktir. Yüce Allah (cc) bu gerçeği indirdiği Tevhidi esaslarla kullarına bildirmiş, ancak bazı kimseler bu gerçekleri görmezden gelerek hevalarını razı edecek fiilleri işlemişlerdir. Bu kimseler, başlarına bir felaket geldiğinde bu gerçekleri çok iyi anlıyorlar ancak o durumda iş işten çoktan geçmiş oluyor.

“Derken ürünü yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan(bağ)ın karşısında ona harcadıklarına acıyarak ellerini oğuşturmağa başladı: ‘Âh ne olaydı, ben Rabb’ime kimseyi ortak koşmamış olaydım!’ diyordu.” (Kehf, 42)

Bu kimseler, başlarına gelen dünyevi azap sonucunda ahirette karşılaşacakları çok daha büyük bir azabın olacağını anlıyorlar, ancak o durumda yolun sonuna gelindiğinden yapılacak bir şey kalmıyor. Onlar, kendilerine bildirilen ilahi uyarıları iyi değerlendirip onlar doğrultusunda hareket etmiş olsalardı, Rab’lerini razı etmiş olacaklardı ve dünya ve ahiretteki azaplardan kurtulacaklardı.

“İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allâh'ı sever gibi onları severler. İman edenler ise en çok Allâh'ı severler. Zalimler, azâbı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a âit olduğunu ve Allâh'ın azâbının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi!” (Bakara, 165)

Mal, sermaye ve diğer dünyevi değerlerle Rab’lerine eş koşanlar ve hevalarını ilah edinenler başlarına gelecek felaketi yakında çok iyi bileceklerdir. Ancak onların bu bilgileri, çok süratli araba kullanıp kaza yapan bir kimsenin, korkunç bir kaza yaptıktan sonra süratli araba kullanmanın tehlikeli olduğunu bilmesindeki bilgi gibi kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır.

3-4- Kesinlikle yakında bileceksiniz! Yine kesinlikle, yakında bileceksiniz!

Kısacık dünya hayatında, kulluk görevlerini ve Rab’lerini razı etme amaçlarını unutan kimseler, yanlış yaptıklarını ve bu yanlışın kendilerine neye mal olacağını elbette bileceklerdir. Bilecekler, ancak bu bilgileri onlara bir fayda sağlamayacak ve onları acı azaptan kurtaramayacaktır.

“Ve cehennem de getirildiği zaman. İşte o gün insan anlar, ama artık anlamanın kendisine ne yararı var?” (Fecr, 23)

Pişmanlık, zamanında yapıldığı zaman bir anlam ifade eder, zamanı geçtikten sonra yapılan pişmanlığın kişiye hiçbir faydası dokunmayacaktır. Oysa dünya hayatlarında, kendilerine bildirilen Tevhidi esasları bilip onun gereğince amel etselerdi, işte o zaman kurtulma şansları olabilirdi. Tevhidi esasları çok iyi bilmenin yolu, Kur’ani kavramları iyi bilmekten ve yalnızca Tevhidi esaslardan hareket etmekten geçmektedir. Bunun dışındaki yol ve yöntemler, kural ve metodlar, insanları ancak yanlış yollara ve sapıklığa sürükleyecektir.

Yüce Allah (cc), Kur'an’da ne bildirmişse insan mutlaka onunla karşılaşacak ve onu görecektir. Yüce Allah (cc) ne buyurmuş ise o, kesin bilgidir ve insan bu kesin bilgi ile hayatını düzenlerse kendisine vaat edilen sonuçları elde edecektir. Kur'an’da kapalılığa, karışıklığa ve tereddüde yer yoktur. Kur'an, gereğince okunduğu, kavramları asıllarına uygun öğrenildiği zaman kişiler, kesin bilgi ile Tevhidi esasları, şirki ve küfrü bileceklerdir.

5- Elbette kesin bilgi ile bilseydiniz;

Elbette kesin bilgi olan Kur’ani esaslar gereği gibi bilinseydi, bu durumda Rab’lerine eş koşan kişiler, kendilerini ateşe götürecek, şiddetli azaba sürükleyecek her şeyi bilecek ve karşılaşacakları durumları göreceklerdi. İnsanlar, kesin bir bilgi olan Kur'an'ı kesin bilgi ile bilselerdi, yüce Allah’ın dininde olmayan uydurmaları, bu din üzerine uydurulmuş yalanları çok iyi bileceklerdi.

İnsanlar, kesin bilgi olan Tevhidi esasları bilselerdi o zaman, kendilerine Rab’leri tarafından verilen nimetler ile övünmenin, bunları çoğaltmak uğruna kulluk görev ve sorumluluğunu unutmanın, insanı cehenneme götüren kuru ve boş kuruntular yüzünden Rab’lerine şirk koştuklarını göreceklerdi. İşte o zaman Rab’lerine karşı yaptıkları aşırılıkları ve koştukları eşlerin karşılığında hak ettikleri cezaları da göreceklerdi.

6-7- Mutlaka cehennemi görürdünüz. Sonra onu kesin olarak gözle göreceksiniz.

Yüce Allah’ın bildirdiği her şey en doğru ve kesin olan bilgidir. Bu doğru ve kesin bilgi ile donanan insanlar, yüce Allah’ın bildirdiği her şeyi bizzat görüyor ve yaşıyor gibi hareket edeceklerdir. İşte bu imandır. İman, inanılan esasları, bilgi bağlamından çıkarıp hayatın içerisinde canlı olarak yaşamaktır. İşte o durumda insanlar, cenneti de cehennemi de adeta gözleriyle görecekler ve davranışlarını ona göre düzenleyeceklerdir.

Kesin bilgi olan ilahi mesajdan hareket eden kimseler, aynel yakin gördükleri cennete girmek, oradaki güzelliklere ulaşmak için canla başla daha çok çalışacaklar ve hayatları pahasına da olsa Tevhidi ilkelerden taviz vermeyeceklerdir. Aynı şekilde cehennemi aynel yakin gördüklerinde de ondan uzaklaşmak, ona girmemek için azami dikkat gösterecekler ve Rab'lerine şirk koşmaktan kaçınacaklardır.

Cehennemi kesin bir gözle gören kimseler, ister istemez, Rab'lerinin kendilerine bildirdiği ilahi mesaj doğrultusunda hareket edecekler, düşünce, söz ve davranışlarını Tevhidi ilkeler doğrultusunda düzenleyeceklerdir. Onlar, aksine bir hareketin kendilerini, aynel yakin gördükleri cehenneme sürükleyeceğini çok iyi bilirler. Bu nedenle azami dikkat göstererek Rab'lerinin kendilerine bildirdiği ilahi mesajın gereğini yapmaya çalışırlar. Çünkü o gün bu ilahi mesajdan sorgulanacaklardır.

8- Sonra o gün, nimetten sorulacaksınız.

Kıyamet gününde insanlar, elbette Rab'lerinin dünya hayatında kendilerine verdiği her şeyden sorgulanacaklardır. O gün insanlardan, kendilerine verilen nimetleri nasıl kullandıkları, bu nimetleri ne yaptıkları konusunda sorular sorulacaktır. Şayet verilen nimetler, nimeti veren yüce Allah’ın belirlediği kurallara göre kullanılmamışsa bu durumda insanlar, gözleriyle görmüş gibi, çok iyi bildikleri cehenneme sürükleneceklerdir.

İnsanlar, öncelikle Tevhidi ilkelerden ve ilahi mesajdan sorgulanacaklardır. Çünkü en büyük nimet hiç kuşkusuzdur ki yüce Allah’ın gönderdiği Tevhidi esaslardır, yani İslâm nimetidir. İslâm, dünya hayatında insanca yaşamanın esaslarını ortaya koyan, verilen dünyevi maddi nimetlerin nasıl kullanılacaklarını belirten, insanın kendi nefsine, diğer nefislere ve Rabb'ine karşı sorumluluklarının ne olduğunu açıklayan en büyük nimettir.

İnsanlar, Rab'lerinden kendilerine indirilen en büyük nimet olan ilahi mesaja uymuşlar, İslâmi kurallar doğrultusunda hayatlarını düzenlemişlerse bu durumda Rab'lerinin kendilerine müjdelediği ve kesin bir bilgi ile bildikleri ve dünyadaki nimetlerden çok daha iyi olan cennetteki nimetlere kavuşacaklardır. Ancak insanlar, Rab'lerinin kendilerine bildirdiği kurallar doğrultusunda yaşamamış, verilen dünyevi nimetleri, bu esaslara göre kullanmamış ve üstüne üstlük kendilerine verilen nimetlerle şımarıp azmışlarsa bu durumda aynel yakin bildikleri cehenneme gireceklerdir.

Rabb’imizden dileğimiz yalnızca şudur:

“(Ey Rabb’imiz), Nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet, kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.” (Fatiha, 7)

“Beni (ve bütün Müslümanları) nimet cennetinin varislerinden kıl.” (Şuara, 85)

 

Kurani Mücahede: 2011-05-03

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir