بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
Sünnetullah=Allah’ın Yasası
“Vel hamdülillahi Rabb’il âlemin”
Hamdolsun âlemlerin Rabb’ine! O ki, ilk insandan son insana kadar hepsini eşit kıldı ve aralarında hiçbir farklılık gözetmeden hepsini aynı yasadan sorumlu tuttu.
Ve Selamun a’lal mürselim,
Selam olsun Rab’lerinin bildirdiği esaslardan zerre kadar taviz vermeden, hayatları pahasına mücadelelerini sürdüren rasullere!
Ve Selamun a’la Rasulina Muhammed’in ve a’la alihi ve ashabihi!
Ve Selam olsun, Rasulümüz Hz. Muhammed (as)’a, aline ve ashabına ki, nice baskı, zulüm ve işkencelere rağmen iman ettikleri Tevhidi esaslardan zerre kadar şüpheye düşmeden Asr-ı Saadet dönemini oluşturdular, bizlere Tevhidi esasların ulaşmasına sebep oldular.
“Ve Selamun a’la i’badihillezinestefa!
Ve selam, O’nun seçkin kulları Tevhid erleri Müslümanlara ki, bulundukları küfür ve şirk toplumlarını her türlü baskı ve zorbalıklarına aldırış etmeden Tevhidi esasları insanlara duyurdular.
Sünnetullah=Allah’ın Yasası
Yüce Allah (cc), gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları yarattığı ilk andan itibaren her şey için bir hareket stratejisi, bir hayat düzeni takdir etmiştir. Yüce Allah’ın takdir ettiği bu düzen, Sünnetullah denilen temel yasadır ve bu yasa, yaratılanlar var oldukça kıyamete kadar devam edecek, hiçbir şekilde bir değişikliğe tabi kılınmayacaktır.
“Allah'ın önceden beri gelen sünneti öyledir; Allah'ın sünnetinde değişme bulamazsın.” (Fetih, 23)
Sünnetullahın sürekliliği ve değişmezliğinin nedeni, kâinat düzeninin sağlanması, yaratılan şeylerin hepsinin yüce Allah (cc) indinde aynı seviyede olmasındandır. Bu nedenle gökyüzü, güneş, ay ve yıldızlar, yağmurun yağması, nebatın bitirilmesi için belirlenen ilahi yasa nasılki ilk yaratılışlarından bugüne kadar değişmeden gelmişse, aynı şekilde insanlar için belirlenen ilahi yasa da, ilk insandan son insana kadar aynıdır, aynı kalacaktır.
“Önceden geçenler arasındaki Allah'ın sünnetidir; Allah'ın sünnetinde değişme bulamazsın.” (Ahzab, 62)
Yüce Allah (cc), elbette kişiden kişiye, devirden devire değişik yasalar göndermez. İnsan, yaratılış itibarı ile aynı mayadan yaratıldığı sürece, ilk insandan son insana kadar aynı yasaya bağlıdır. Bu, yüce Allah’ın, Adil sıfatının gereği Sünnetullahın değişmezlik ilkesidir.
“Allah, sizin için açıklamak ve sizden önceki kimselerin sünnetine sizi iletmek ve sizi bağışlamak istiyor; Allah bilendir, hâkimdir.” (Nisa, 26)
Sünnetullahın değişmezlik ilkesi, rasullerin gönderilmesinden vahye muhatap olanlara, iman edenlerden inkâr edenlere, verilen mükâfatlardan, helak edilme nedenlerine, kıyamet günü verilecek mükâfat ve azaplara kadar her şey için aynıdır.
Tüm rasuller, aynı yasaya bağlı olarak gönderilmişlerdir
Yüce Allah (cc), her topluma bir rasul ve onlarla beraber o toplumların tabi olacakları ve sakınacakları durumları belirten hükümlerini göndermiştir. Sünnetullahta rasullerin gönderiliş nedenleri ve davetlerini üzerine bina edecekleri temel açıkça belirtilmiştir.
“Rasullerimizden senden önce gönderdiğimiz kimselerin sünnetidir; Bizim sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.” (İsra, 77)
Bütün rasuller, Sünnetullahta belirlenen yasaya uygun gönderilmişler; her gönderilen rasul, aynı mesajı getirmiş, aynı ortak mesajı duyurmuştur. Bu temel mesaj, insanların öncelikle tabi oldukları tüm sahte ilahları terk ederek Bir olan Rab’lerine iman etmeleridir.
“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir rasul gönderdik; Allah, onlardan kimine hidayet etti, onlardan kimi üzerine de sapıklık hak oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Tağut reddedilmeden yüce Allah’ı Birlemek mümkün değildir; yüce Allah’ın yanında başka otoritelere inanmak, onların yasalarına göre hareket etmek şirk ve küfürdür. Şirk ve küfrü terk etmeyenler, gereği gibi iman edemezler. Tüm rasuller insanlara, ilahlarının tek bir ilah olduğunu, başka ilahları terk edip yalnızca O’na iman etmeleri gerektiğini söylemişlerdir.
“İlahınız bir tek İlah’tır, O'ndan başka ilah yoktur, Rahman’dır, Rahim'dir.” (Bakara, 163)
“Andolsun Nuh’u kavmine gönderdik, dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur; artık korunmayacak mısınız?” (Mü’minun, 23)
“Sonra onların ardından başka bir nesil yetiştirdik; peşinden onlara kendi içlerinden bir rasul gönderdik; ‘Muhakkak Allah’a kulluk edin, O’ndan başka sizin bir ilahınız yoktur, artık korunmayacak mısınız?” (Mü’minun, 31-32)
Hiçbir rasul, yüce Allah’ın birliği, Tevhidi esaslara iman etme dışında bir şeyi öncelememiş, insanları başka şeylerle oyalamamışlardır. Onlar, Tevhidi esasları ortaya koyduktan sonra toplumda var olan diğer konuları dile getirmişler, insanları bundan sakındırmaya çalışmışlardır.
Rasullerin gönderilmediği dönemlerde Tevhidi esasları insanlara duyuran davetçiler de, rasuller gibi insanları, öncelikle Rab’lerini Bir’lemeye davet etmişlerdir. Ashab-ı Kehf, şehirlilere ve Ashab-ı Uhdud’a gönderilen davetçiler, hep yalnızca yüce Allah’a iman ederek yalnızca O’na davet etmişlerdir.
“Biz sana onların haberlerini hakkıyla anlatıyoruz; şüphesiz onlar, Rab’lerine iman etmiş gençlerdi; Biz de onların hidayetlerini artırmıştık, onların kalplerini bağlamıştık; kıyam ettiler, peşinden dediler ki: ‘Rabb’imiz, göklerin ve yerin Rabb’idir, biz O’ndan başka ilaha davet edemeyiz, çünkü o zaman saçmalamış oluruz. Bunlar, bizim kavmimiz, O’ndan başka ilahlar edindiler; onların, apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir!” (Kehf, 13-15)
“O’ndan başka ilahlar edinir miyim, eğer Rahman, bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar. O takdirde gerçekten ben, apaçık bir dalalet içerisinde olurum; doğrusu ben, sizin Rabb’inize iman ettim, beni dinleyin.” (Yasin, 23-25)
“Ve onlar, Mü’minlere yaptıkları şeyi seyrediyorlardı; onlardan, aziz, hamde layık Allah'a iman etmelerinden başka sebeple intikam almadılar.” (Buruc, 7-8)
Rasullerin ve onların izinden giden Tevhid erlerinin örnekliklerinden de anlaşılacağı üzere Müslümanlar, insanları öncelikli olarak Tevhidi esaslara davet etmelidirler. Bu gerçek ortaya konulmadan, gündemi bununla oluşturulmadan başka şeylerle uğraşmak, Tevhidi mücadelenin hedefini saptırmak, Hak olanı ikinci plana atmaktır.
Rasullere verilen tepkiler hep aynıdır
Sünnetullahın değişmezlik ilkesi gereğince gönderilen elçiler, tümüyle Tevhid ilkesini ortaya koymuşlar, aynı tepkilerle karşılaşmışlar, benzer sıkıntılar çekmişlerdir. Rasullerin getirdikleri ilahi mesaj aynı olunca karşılaştıkları tepkiler de doğal olarak aynı olmuştur.
“Andolsun senden önce de, evvelki fırkalar içine de gönderdik, onlara hiçbir rasul gelmezdi ki, ancak onunla alay eder olmuşlardı.” (Hicr, 10-11)
Sünnetullah gereğince daveti ortaya koymakta, yalanlanmakta, Rasule düşmanlık yapılmakta bütün rasuller aynı yasaya tabidirler. Tüm rasuller, alaya alınma, hakaret edilme, saldırıya uğrama, eziyet ve işkence görme konularında hemen hemen aynı şeyi yaşamışlardır.
“Böylece Biz, her nebiye, insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık…” (En'am, 112)
“Ve böylece Biz, her nebiye günahkârlardan bir düşman kıldık, hidayet edici ve yardımcı olarak Rabb'in yeter.” (Furkan, 31)
Tevhidi esasları anlattıklarını iddia ettikleri halde insanlardan tepki almayan, kâfirlerin kendilerine düşmanlık yapmadığı kimseler, ya Tevhidi esasları, Kur’an’da bildirildiği şekilde gereği gibi ortaya koymuyorlar ya anlattıklarına uygun bir kişiliğe sahip değiller yahut da Tevhidi esasları, Samiri soylu bel’amların yaptıkları gibi anlamlarını değiştirerek anlatıyorlar. Çünkü aynı şeyleri yapanların, aynı tepkilerle karşılaşmamaları mümkün değildir.
“Andolsun senden önce de rasuller yalanlanmıştı, onlara yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları ve eziyet edildikleri şeylere karşı sabrettiler. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur; sana gönderilenlerin haberlerinden geldi.” (En'am, 34)
“Andolsun senden önceki rasullerle de alay edildi, fakat onlardan alay eden kimseleri, o alay etmekte oldukları şey kuşatıverdi.” (Enbiya, 41)
Günümüzde Kur’an’ı anlattıklarını iddia edenler, anlattıkları içerisinde Tevhidi bir mesaj bulunmadığı için tepkilerle karşılaşmamakta, hatta küfür ve şirk ehli ile dostluk duygusu içerisinde içiçe bir yaşam sürmektedirler. Bu durum, o kimselerin ne denli Kur’an’ın ruhundan ve Tevhidi esaslardan uzak olduklarını göstermektedir.
Her Rasule mucize verilmiştir
Sünnetullah, Risalet’i duyuran her rasul için geçerli ve her rasul, aynı yasanın ortaya koyduğu olayları yaşar. Rasullerin daveti aynı olunca doğal olarak kendileri ile muhatap olan toplumların onlara gösterdikleri reaksiyon da, talepleri de aynı olmuştur; ilahi hüküm budur.
“Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şeyde Nebi’ye bir sıkıntı yoktur; önceden geçenler arasında da Allah'ın yasasıdır, Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.” (Ahzab, 38)
Rab’leri tarafından gönderilen rasullerden insanlar, yüce Allah (cc) tarafından gönderildiklerine dair delil getirmelerini istemişlerdir. Bunun üzerine yüce Allah (cc), o rasullere, mucizeler vererek yardım etmiştir. Mucize, ilahi yasanın gereği ve sonucudur.
“Azimli bir şekilde Allah’a yemin ettiler ki, onlara bir ayet gelirse ona iman edeceklerine gerçekten yemin ettiler. De ki: ‘Şüphesiz ayetler Allah katındadır, şuurunda değilsiniz!’ Gerçekten o geldiği zaman iman etmezler.” (En’am, 109)
“Bunun üzerine kavminden ileri gelen inkâr kimseler dedi ki: ‘Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir, sizin üzerinize üstün olman istiyor, şayet Allah dileseydi, elbette melekleri indirirdi; biz ilk atalarımızdan bunu işitmedik." (Mü’minun, 24)
“Yahut altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın ve üzerimize okuyacağımız bir kitap indirinceye kadar göğe çıkmana da inanmayız. De ki: ‘Rabb’imi tenzih ederim, ben ancak beşer bir Rasul değil miyim?” (İsra, 93)
İnsanların bu taleplerine, mucize de görseler iman etmeyeceklerine kendilerini şahit tutmak için yüce Allah (cc), Rasullerine mucizeler vermiş, ancak gerçeği görmelerine rağmen onlar yine iman etmemişlerdir. İman, bir şeyleri görerek değil düşünüp aklederek edilebilir.
“Semud’a de kardeşleri Salih dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur; doğrusu size, Rabb’inizden açık delil geldi, işte şu, Allah'ın devesi, size bir ayettir; artık bırakın onu Allah'ın arzından yesin, sakın ona bir kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acı bir azap yakalar.” (A’raf, 73)
“(Fir'avn) dedi ki: ‘Eğer bir ayet getirmiş isen, hakikaten doğrulardan isen onu getir. Bunun üzerine (Musa) asasını bıraktı, o açıkça bir yılan (oluverdi) ve elini de çıkardı; bakanlar için o, bembeyaz (göründü.) Fir'avn kavminden ileri gelenler dedi ki: ‘Şüphesiz bu, çok bilgili bir sihirbazdır,” (A’raf, 106-109)
“Saat yaklaştı ve Ay yarıldı! Ve eğer bir ayet/mucize görseler yüzçevirirler ve derler ki: ‘Süregelen bir sihirdir, yalanladılar ve hevalarına tabi oldular, her emir, gerçekleşecektir.” (Kamer, 1-3)
Rasullerin ortak özellikleri, Risalet, davet ve kâfirlerle yapılan mücadele ile ilgilidir. Rasullerin bu ortak özelliklerinden biri olan, davet ve rasul oluşu yakından ilgilendiren mucize de, Sünnetullah'ın gereği olarak rasullere verilmiştir.
Mucizeler, kâinatın sahibi yüce Allah (cc) tarafından rasullere verildiğinden mucize gösterilmesi ile doğada herhangi bir bozulma sözkonusu olmuyor. Yakma özelliği bulunan ateşin, Hz. İbrahim (as)’ı yakmaması; Hz. Musa (as)’ın asasıyla denizin yarılması, Hz. Salih (as) için kuru bir kayadan dişi bir devenin çıkması, Hz. Muhammed (as)’ın gösterdiği Ay’ın yarılması hiçbir şekilde doğanın dengesinin bozmamıştır.
Bütün bu ilahi delillere rağmen inkârcılar, gördükleri muazzam ayetlerin bir sihir olduğunu iddia ederek yine de iman etmemişlerdir.
“…De ki: ‘Şüphesiz ayetler Allah katındadır, şuurunda değilsiniz!’ Gerçekten o geldiği zaman iman etmezler.” (En’am, 109)
Hz. Süleyman (as)’ın, bir ceset haline gelip yeniden dirilmesi, Hz. İsa (as)’ın, henüz bir bebek iken konuşması, ölüleri diriltmesi ve daha nice olmaz denilen şeyler hep Sünnetullahın cari oluşu gereğince yüce Allah’ın rasullerine verdiği mucizelerdir!
Kâinat ve doğada bulunan her şey, yalnızca kendilerini yaratan yüce Allah’ın emri ile hareket ederler ve Rab’leri istediği anda da bu hareketlerini durdurabilir ya da değiştirebilirler ki bu, tamamen yüce Allah’ın takdirinde olan bir şeydir. Yüce Allah (cc), dilediği bir şeyi, dilediği anda değiştirmeye, durdurmaya kadirdir. Elbette bunlara iman etmek yüce Allah’ı hakkıyla takdir etmekle mümkündür, oysa müşrikler, yüce Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.
“Allah’ı hakkıyla takdir edemediler, kıyamet günü yer, tamamen O’nun avucundadır, gökler de sağ elinde dürülmüştür. O yücedir, onların ortak koştuklarından münezzehtir.” (Zümer, 67)
“Allah’ın kadir olduğunu hakkıyla takdir edemediler, şüphesiz Allah çok güçlüdür, azizdir.” (Hac, 74)
Rab’lerine gerçekten iman edenler, O’nun, Adil olduğunu, ilk insandan son insana kadar kulları arasında herhangi bir ayırım yapmayacağını, ilk insanı tabi kıldığı imtihanlara sonradan gelen herkesi de tabi tutacağını, ilk iman ya da inkâr edenlere neyi öngörmüşse bunu, bütün kulları için geçerli kılacağını bilirler. Çünkü ilahi yasa, tüm çağlar ve insanlar için aynıdır, değiştirilemez.
İman edenler, hep az sayıda olmuştur
Sünnetullahtaki Tevhidi mücadelede, neredeyse değişmeyen bir konu da, iman edenlerin sayılarındaki azlık olmuştur.
“Doğrusu kullarımdan bir grup vardı, diyorlardı ki: ‘Rabb’imiz, iman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et; Sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın.” (Mü’minun, 109)
Risalet tarihinde rasullere iman edenler hep azınlıkta olmuşlardır. Hz. Nuh (as)’ın 950 sene süren Tevhid mücadelesinde çok az kimse ona iman etmiş ki, tufan koptuğunda ancak bir gemiyi doldurabilmişlerdi.
“Sen ve beraberindeki kimseler, yerleştiğiniz zaman gemi üzerinde: ‘Hamdolsun, bizi, zalim kavimden kurtaran Allah’a’ deyin!” (Mü’minun, 28)
“Andolsun onlar hakkındaki düşüncesini doğruladı, Mü’minlerden bir grup dışında nihayet ona uydular.” (Sebe, 20)
Hz. İbrahim (as), yıllarca süren Tevhidi mücadelesi sonucunda ancak ailesi ona iman etmiş ve ailesiyle beraber hicret etmişti. Bu durum, Hz. Musa (as)’a iman edenler için de aynı olmuş, genç bir kuşaktan başka ona iman eden olmamıştı.
“Böylece Fir'avn ve onların ileri gelenlerinden korkmaları üzerine Musa'ya, kavminden genç bir kuşaktan başka iman etmedi; şüphesiz onlar çekiniyorlardı ve gerçekten Fir'avn, yeryüzünde üstünlük taslıyordu ve şüphesiz o, müsriflerdendi.” (Yunus, 83)
Risalet önderleri, etraflarına çok insan toplama yarışına girmemiş, Tevhidi esasları apaçık bir şekilde duyurarak insanların ona iman etmelerini istemişlerdir. Bu durum, Tevhid erlerinde de aynen vuku bulmuştur. Ashabı Kehf’in birkaç genç oluşu, şehirlilere giden davetçilere, şehrin içinden yalnızca bir kişinin iman etmesi, Ashabı Uhdud kâfirlerinin yaktıkları Müslümanların bir grup olması hep Sünnetullahın bir tecellisidir.
İman edenler, Sünnetullah’a uygun iman etmekle mükelleftirler
Yarattığı ilk insana, cennette her şeyi bol bol ihsan eden yüce Allah (cc), onu imtihan etmek için bir ağaca yaklaşmayı ona yasaklamış, böylece insanın imtihanı başlamıştır.
“Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş, artık dilediğiniz yerden yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” (A’raf, 19)
Bu imtihan, ilahi yasa gereği zafiyet sahibi olan tüm insanlar için geçerli olmuş, insanlar, iman etme, imanlarında sebat gösterme konusunda dünyevi değişik şeylerle imtihan edilmişler, sabır ve metanet gösterenler, imtihanı kazanırmış zafiyet gösterenler, cezalandırılmışlardır.
“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız! Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı, hatta Rasul ve onunla birlikte iman edenler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ dediler. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.” (Bakara, 214)
İlahi yasa olan Sünnetullahta, kişi ya da dönemler arasında hiçbir ayırım yapılmaz, her dönem insanı aynı yasaya tabi, aynı süreçleri yaşarlar. İslâmi esasları tahrif etmeye çalışan İslâm düşmanları, Sünnetullahın değişmezlik ilkesini görmezden gelerek, Sünnetullahı en iyi bilenlerden biri olan ve Sünnetullah gerçeğini insanlara duyuran Rasulullah (as)’ın üzerine iftira atmış, onun ağzından yalanlar uydurarak haddi aşmışlardır. Müfteriler, Rasulullah (as)’ın şöyle dediği yalanını yaymışlardır.
“Benim zamanımda on sünnetimden dokuzunu yapıp birini terk eden ziyandadır, ama ahir zamanda her kim, benim sünnetimden dokuzunu yapmasa, birini yapsa cennetine kefilim.” Bu yalanı yayanlar, elbette İslâmi esasları bozmaya çalışanlardır.
Müfteriler, farkında olmadan Rasulullah (as)’ın şu hadisini de söyleyebiliyorlar.
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizi, Fiten, 73; Ebû Davud, Melahim, 17)
Kur’an, insanların mutlaka imtihan edileceklerini bildirir ve tarihsel süreçte imtihan edilenlerin örneklerini verir.
“Onlar, ancak ‘Rabb’imiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar…” (Hac, 40)
“Fir’avn ailesinden imanını gizleyen Mü’min bir Adam dedi ki: ‘Rabb’im Allah’tır’ diyen bir adamı, gerçekten öldürecek misiniz? …” (Mü’min, 28)
“Onlardan, aziz, hamde layık Allah'a iman etmelerinden başka sebeple intikam almadılar.” (Buruc, 8)
Bütün bu ilahi bildirimler, Sünnetullahın değişmezlik ilkesini ortaya koymakta, hangi dönemde olursa olsunlar, iman edenlerin, imanlarında sadık oldukları sürece çok sıkıntılar çekeceklerini bildirmektedir.
Günümüzde iman ettiklerini iddia ettikleri halde imanları nedeniyle hiçbir sıkıntı çekmeyenler, gerçekte iman etmeyen, imanlarına şirk bulaştıran müşrikler, herkesle iyi geçinmeye çalışan münafıklar, imani hiçbir kaygıları bulunmayan fasıklardır.
Sünnetullahta cari olduğu üzere iman, elbette bir bedel ister, çünkü bunun karşılığında yüce Allah’ın rızası ve oldukça muazzam bir mükâfat vardır. İmanları uğrunda herhangi bir bedel vermeyenlerin iman iddiaları, karşılığı bulunmayan boş bir iddiadır.
“Yoksa siz, Allah, sizden cihat edenleri belirtmeden, sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mi sandınız!” (Al-i İmran, 142)
“Nice nebilerle beraber birçok rabbaniler çarpıştılar; Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Al-i İmran, 146)
Kur’an’ın bildirdiği ve tarihsel süreçte görüldüğü üzere iman edenler, her şekilde imtihan edilmişlerdir. Bu, yüce Allah’ın, kulları için öngördüğü ilahi yasasıdır.
“Ve sizi korku, açlık, mallarınız, canlarınız ve ürünlerinizden eksiltmek gibi şeylerle deneriz; sabredenleri müjdele. Onlar, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman derler ki; ‘Şüphesiz biz, Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz. İşte Rab’lerinden salavat/yardım ve rahmet onların üzerinedir ve işte hidayete erenler onlardır.” (Bakara, 155-157)
Sünnetullah, iman edenler için değişmediği gibi müşrik ve kâfirler için de değişmemiş, yüce Allah (cc) onlar için de ilahi yasasını geçerli kılmıştır.
Kâfir ve Müşriklerin Talepleri
Yüce Allah (cc), adaleti gereği bir kavme verdiği deliller, ayet ve mucizelerle bunları vermediği başka bir toplumu sorumlu tutmaz. Bu nedenle her toplumu, kendi nefislerine şahit kılmak için onlara da aynı delilleri vermiştir.
Yüce Allah (cc), Adil sıfatı gereğince her toplumun talebini karşılamış, “Daha önceki toplumlara bildirmiştim, onlara bakın” diyerek kâfir ve müşriklerin taleplerini reddetmemiş, onların talep ettiklerini vermiştir ki, onları yargılarken herhangi bir mazeret ileri sürmesinler.
“Ancak Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa indirildi ve doğrusu biz, onların okumasından habersiz idik’ dersiniz yahut dersiniz ki: ‘Şayet gerçekten bize Kitap indirilseydi biz onlardan daha hidayet üzere olurduk.’ İşte gerçekten size Rabb’inizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. O halde Allah'ın ayetlerini yalanlayıp ondan uzaklaşan kimseden daha zalim kimdir! Ayetlerimizden uzaklaşan kimseleri, uzaklaştıklarından dolayı azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.” (En'am, 156–157)
Değer yargıları maddeden başka bir şey olmayan, her şeyi madde ile ölçen müşrikler, yüce Allah'a, meleklere ve geçmiş rasullere, eksik bir imanla da olsa inanıyorlardı. Rasul kavramına yabancı olmayan müşriklerin, işte nebi ve kitap beklenti ve talepleri.
“Yeminlerinin bütün gücüyle Allah'a yemin ettiler ki, ‘Eğer gerçekten kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir ümmetten daha çok hidayet üzerinde olacaklar,' ne zaman ki, onlara bir uyarıcı geldi, onlara nefretten başka bir şey artırmadı.” (Fatır, 42)
“Ve doğrusu onlar, diyorlardı ki: ‘Eğer gerçekten yanımızda öncekilerden bir uyarı olsaydı, elbette biz, Allah'ın muhlis kulları olurduk;' fakat onu inkâr ettiler; o halde yakında bileceklerdir.” (Saffat, 167–170)
“Eğer ellerinin takdim ettiği yüzünden onlara bir musibet isabet ederse: ‘Rabb'imiz, bize bir elçi gönderseydin böylece ayetlerine uyup Mü’minlerden olsaydık’ diyecekler.” (Kasas, 47)
Yüce Allah (cc), her dönemde, müşriklerin taleplerini, onlara bir elçi göndererek karşılıyor, ancak her şeyi madde ile ölçen müşrikler, kendilerine gönderilen elçileri de getirdikleri ilahi mesajı da reddediyor, iman etmemek için diretiyorlardı.
“Ne zaman ki onlara Hak gelince: ‘Bu sihirdir ve elbette onu inkâr ediyoruz' dediler.” (Zuhruf, 30)
Yüce Allah (cc), Sünnetullah ve adaleti gereğince kullarının mazeretlerini ortadan kaldırmak için tüm toplumlara. Rasul ve Kitap göndermiştir.
Bir topluma, rasul gönderilmedikçe, o toplum helak edilmez
Sünnetullahta cari olduğu üzere yüce Allah (cc), rasul göndermediği, ilahi mesajdan haberdar etmediği toplumları, inkâr ve azgınlık içerisine girmedikleri sürece helak etmemiş, cezalandırmamış, neden cezalandırmadığını da bildirmiştir.
“Şayet gerçekten Biz, ondan önce bir azap ile onları helak etseydik: ‘Rabb'imiz, eğer bize bir rasul gönderseydin de, küçülüp rezil olmadan önce senin ayetlerine tabi olsaydık' derlerdi.” (Taha, 134)
Yüce Allah (cc), bir mazeret ileri sürmemeleri için insanların, ilahi mesajdan haberdar edilmelerini istemiş, bu nedenle rasullerini ardı ardına göndermiştir. Günümüzde bu görev, Tevhid erlerine düşmektedir.
Hemen tüm Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin mücadelelerinde görüldüğü üzere, toplumlara davet yapıldığı ve davetçiler o toplum içerisinde bulundukları sürece inkârcılar helak edilmemiş, yüce Allah (cc) Rahman sıfatı gereği onlara mühlet vermiştir.
“Sen onların içinde iken Allah onlara azap edecek değildi ve onlar tevbe ederlerken de Allah onlara azap edecek değil.” (Enfal, 33)
Tevhid erleri, toplumları içerisinde davetlerini yaptıkları sürece yüce Allah (cc) o toplumları helak etmemekte, ancak o toplumlar, Tevhid erlerine zulmetmeleri, Tevhid erlerini yurtlarından çıkarmaları ya da öldürmeleri sonucunda helak edilmektedirler.
“Şüphesiz yurdunda seni tedirgin ediyorlardı, oradan çıkarmak için; o zaman çok az dışında senin ardından (orada) kalamazlardır.” (İsra, 76)
“Ondan sonra kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indiriciler de değildik, şüphesiz sadece tek bir ses oldu, işte o zaman onlar sönüverdiler.” (Yasin, 28-29)
Bir toplumun helak olabilmesi, onlara, ancak Tevhidi esasların net olarak ulaştırılması, Tevhidi davete karşı toplumun ileri gelenlerinin, inkâr ve azgınlıklarında haddi aşması sonucunda mümkün olabilir.
“Bir kenti helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlıklılarına emrederiz, ancak orada fısk yaparlar, böylece onlar üzerine karar hak olur, artık biz de orayı yıkar, darmadağın ederiz.” (İsra, 16)
“Rabb’in, ayetlerimizi onlara okuyan bir rasulü, başkentine, gönderinceye kadar ülkeleri helâk edici değildir ve biz, halkı zulmetmeden ülkeleri helâk edici değiliz.” (Kasas, 59)
Sünnetullah gereğince bütün rasuller için aynı yasayı geçerli kılan yüce Allah (cc), onlara karşı çıkan müşriklere de aynı yasayı uygulamış, onların taleplerini karşılamış ve iman etmelerini sağlayacak her türlü delil ve mucizeyi indirmiştir. Böylece yüce Allah (cc), müşrik ve kâfirlerin şu mazereti ileri sürmelerini engellemiştir.
“Yahut demeyesiniz ki: ‘Önceden atalarımız şüphesiz şirk koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduk; batılda olanların yaptıkları yüzünden bizi mi helak edeceksin.” (A'raf, 173)
Günümüzde Tevhid erlerine çok büyük sorumluluk düşmektedir. Tevhid erleri, Tevhidi esasları net ve açık olarak ortaya koyarak insanları, Rab’lerinin mesajından haberdar etmeli, sonucu Rab’lerine bırakmalıdırlar.
İnkârcıların helak edilmeleri
Yüce Allah (cc), hiçbir toplumu, Tevhidi esaslardan haberdar etmeden sebepsiz yere helak etmemiştir. Helak edilen toplumların durumlarına bakıldığında hemen hepsinin, kendilerine yapılan Tevhidi çağrıyı reddettikleri, küfür ve isyanlarında ısrar ettikleri görülür.
“Şüphesiz sizden önce de yasalar geçmiştir; o halde dolaşın da bakın, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu! Bu, insanlar için bir açıklama ve muttakiler için hidayet ve öğüttür.” (Al-i İmran, 137-138)
“Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna baksınlar. Onlar, kendilerinden daha kuvvetli idiler; toprağı sürmüşler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara rasulleri açık deliller getirmişti; Allah onlara zulmetmiyordu fakat onlar, kendilerine zulmediyorlardı.
Sonra kötülük yapan kimselerin akıbeti çok kötü oldu; şüphesiz Allah’ın ayetlerini yalanladılar ve onlarla alay ediyorlardı.” (Rum, 9-10)
Sünnetullahta ilahi yasa gereği, toplumların helak edilmeleri de hemen hemen hep aynı nedenlerle olmuştur; iman etmeyip büyüklük taslamaları, Tevhidi esasları kendilerine getirenlere tuzak kurmaları, helak edilmelerinin temel nedeni olmuştur.
“Yeryüzünde büyüklük tasladılar ve kötü tuzak kurdular; kötü tuzak, sâhibinden başkasına dolanmaz; öncekilerin sünnetinden başkasını mı bekliyorlar! Oysa Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın; Allah’ın yasasında bir sapma bulamazsın.” (Fatır, 43)
“Fakat hışmımızı gördükleri zaman iman etmelerinin onlara bir faydası olmadı. Allah'ın kulları hakkında gelip geçen yasası budur, kâfirler, orada hüsrana uğramışlardır.” (Mü’min, 85)
Yüce Allah (cc), kullarının tevbe etmeleri için onlara fırsat vermekte, önceki toplumlar gibi iman etmeleri halinde bağışlanacaklarını bildirmektedir. Ancak inkâr ve küfürlerini sürdürmeleri durumunda, Sünnetullahın gereği olarak önceki inkârcı toplumlara uygulanan yasa uygulanacak ve helak edileceklerdir.
“Kâfir kimselere de ki: ‘Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki şeyleri onlara bağışlanır ve eğer dönerlerse artık gerçekten öncekilerin sünneti geçerli olacaktır.” (Enfal, 38)
“İnsanları, hidayet kendilerine geldiği zaman gerçekten iman etmekten ve yalnızca Rab’lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, elbette öncekilerin yasasının onlara da gelmesi yahut karşılarına azabın gelmesidir.” (Kehf, 55)
Sonuç olarak
Sünnetullah gereğince Kâinatta bulunan her şey, nasıl ki aynı yasaya bağlı ise tüm insanlar da aynı şekilde Sünnetullahın değişmezlik ilkesine bağlıdırlar ve bu, hiçbir dönemde değişikliğe uğramayacak, kıyamet saatinin son anına kadar devam edecektir.
“Allah’ın vaadidir; Allah, vaadinden dönmez, lakin insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 6)
Yüce Allah (cc), her konuda hükümlerini apaçık bildirmiş, insanların buna uymalarını istemiştir. İlahi hükümler apaçık bir şekilde ortada iken bunlardan hangi gerekçe ile olursa olsun sapanlar, ayetlerden uzaklaşmış zalimlerdir ki, bunlar için azabın en kötüsü vardır.
“…İşte gerçekten size Rabb’inizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. O halde Allah'ın ayetlerini yalanlayıp ondan uzaklaşan kimseden daha zalim kimdir! Ayetlerimizden uzaklaşan kimseleri, uzaklaştıklarından dolayı azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.” (En’am, 157)
Müslümanlar, Sünnetullahın bilincinde hareket ederek Tevhidi esasları insanlara duyurmalı, bundan zerre kadar taviz vermeden hayatlarının sonuna kadar bu mücadelelerini sürdürmelidirler. Ne insanların kınama, hakaret, alay ve iftiraları ve tağuti sistemin baskı ve zulmü Müslümanları Tevhidi mücadelelerinden taviz verdirmemeli, vazgeçirmemelidir.
Müslümanlar, Rab’lerinin bildirdiği esasları, O’nun bildirdiği şekilde kendilerinden önce geçenlerin yasasına bağlı kalarak ortaya koymalı, sonucu Rab’lerine bırakmalıdırlar. İşte o zaman gerçekten Sünnetullah’a uygun hareket ederek Rab’lerini razı etmiş olacaklardır.
“Rabb'imiz rasullerine vadettiğini bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme; muhakkak ki sen, verdiğin sözden caymazsın.” (Al-i İmran, 194)
“Rabb’imiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma ve bize tarafından rahmet ihsan eyle, şüphesiz ihsan eden Sensin Sen!” (Al-i İmran, 8)
Ramazan Yılmaz: 2016.10.03
Bir yanıt yazın