Press ESC to close

SİYASET BATAKLIĞINDA ŞAHSİYETSİZ POLİTİKALAR

Siyaset, idare etme, yönetme sanatıdır. Ancak bu tanım, üniformalı demokrasinin varolduğu Türkiye’de, idare edilme, yönetilme, güdülme şeklinde değiştirilmiştir. Temel felsefesi zorbalık ve baskıya dayanan Kemalist zorbalık, Anadolu’yu işgali altında tuttuğu ilk günden bugüne kadar halkın seçtiği temsilcileri adeta birer kukla olarak kullanmış, demokratik sistemi kullanarak zorbalığını sürdürmüştür.

Göstermelik seçimlerle kendilerine kuklalık yapacak kişileri halka seçtiren dikta rejiminin arkasına sığınan zorbalar, tam teslimiyetçi bir şekilde kuklalığı kabul etmeyen kişileri ya ikinci seçimlerde milletvekili olarak seçtirmemişler ya da rejimin Anadolu’yu işgal ettiği günden bugüne kadar birçok örneği görüldüğü üzere, bir şekilde milletvekilliğini sonlandırmışlardır.

İşgalin ilk yıllarında, göstermelik olarak açılan ilk mecliste M. Kemal’in, diktatörlüğünü ilan edeceğini bilen kalabalık bir milletvekili grubu, onun cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkmıştır. Öyleki Birinci Meclis, M. Kemal'e kafa tutuyordu. Eleştirilerden bunalan M. Kemal, kendisine boyun bükecek, her dediğini anında yapacak, kendi tabiriyle, "Kız gibi bir Meclis" istiyordu.

Kendisine karşı yapılan eleştirilere tahammül etmeyen ve bu eleştirilerden bunalan M. Kemal, Milli Mücadele döneminde iki kez Meclis'i feshetmeyi düşünmüş ancak İ. İnönü onu bu kararından vazgeçirmişti. M. Kemal, sözünden çıkmayacak, muhalefet etmeyecek, kendisine kuklalık yapacak ve istediği gibi güdeceği kişilerden oluşacak bir meclis istiyordu.

M. Kemal, kendisine karşı yapılan eleştirilerden kurtulmak için bazı tedbirler aldı ve 8 Nisan 1923'te '9 Umde' ('İlke') adı verilen bir bildiri yayınladı. Bu 9 ilke, adeta Halk Fırkası'nın programıydı. Bunun ardından 15 Nisan 1923'te "Hıyanet-i Vataniye Kanunu" öyle bir değiştirildi ki artık M. Kemal'in belirlediği çizginin dışında siyaset yapmak pratikte mümkün değildi. Yeni seçime katılmak isteyen milletvekili adayları, bu 9 Umde'yi kabul ettiklerini M. Kemal'e bildirmek zorundaydı. M. kemal'in onayından geçenler fırkaya kabul edilerek, aday olabiliyordu.

Diktatörlüğe adım adım yaklaşan M. Kemal, bu amacına nasıl ulaşacağını şu sözleri ile açıklıyordu: "Ben hedefime giden yolda önüme çıkan engelleri birer birer temizlerim, böylece amaç kendiliğinden hasıl olur." M. Kemal, dediğini yaptı ve diktatörlüğe giden yolda önüne çıkan muhaliflerinin kimilerini öldürterek, kimilerini de meclise sokmayarak temizledi.

M. Kemal, kişiliğinden soyutlanmış, kuklalığı iş edinmiş milletvekillerinden oluşan meclise, 1923 seçimleriyle ulaştı! Ancak M. Kemal, A'dan Z'ye denetleyeceğini düşünerek oluşturduğu meclisten umduğunu yine bulamadı. 29.10.1923 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde mecliste bulunan 287 milletvekilinden ancak 158’i M. Kemal’in cumhurbaşkanı olmasına oy vermişti. Bugünkü kukla engizisyon anayasa mahkemesi kararına göre M. Kemal, aldığı 158 oyla cumhurbaşkanı olamazdı ve onun cumhurbaşkanlığı gayri meşrudur.

M. Kemal döneminde ve sonrasında oluşturulan hemen tüm millet meclislerinde bulunan milletvekilleri için, artık memleket menfaatleri değil, gücü elinde bulunduran zorbaların menfaatleri ve çıkarları söz konusuydu. Hemen her dönemde milletvekilleri, parmaklarını zorba güçlerin isteklerine göre kaldırıyor, zorbaların isteklerini yerine getiren birer kukla görevi yapıyorlardı. Zorbaların isteklerine aykırı davrananlar, M. Kemal döneminde olduğu gibi, bir şekilde meclisin dışına atılıyor, ya da ikinci seçimde, zorbaların dümen suyunda hareket eden parti başkanlarının gazabına uğrayarak, aday gösterilmeyerek meclise giremiyorlar. Bunun en bariz örneği, Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)de görülmüştür.

22 Temmuz seçimlerinden önce Başbakan Erdoğan, memurum(!) dediği genelkurmay başkanı ile yaptığı gizli görüşmede bu generale, generalin hoşuna gidecek bazı taahhütlerde bulunmuştur. Bu taahhütlerden birisi milletvekilleri ile ilgili idi. R. T. Erdoğan, 22 Temmuz seçimlerinde eski milletvekillerinden 150’den fazlasını yeniden aday gösterememiştir. Bunun nedeni, bu eski millet vekillerin, zaman zaman generallerin hoşlanmayacakları sözler sarf etmeleri idi. Bunlar, Erdoğan tarafından Kemalist generallere kurban olarak sunulmuştur.

İnanç değerlerinden soyutlanmış, kendisine ait fikrini savunmaktan korkarak sinmiş, ideolojik bir düşünceye sahip olmamış kişilerin oluşturduğu bir meclisten, zulüm ve zorbalığa karşı tavır takınacak, hakkı savunacak, toplumun yararına çalışacak kimselerin bulunması elbette mümkün değildir. Bunlar, daha milletvekili seçilmeden önce, tıpkı M. Kemal döneminde, milletvekili adaylarına 9 ilke kabul ettirildiği gibi, parti başkanının isteklerini kabul ederek aday olan kimselerdir. Böyle olunca da bu şekilde milletvekili seçilen kişilerden kişilikli bir tavır beklemek elbette mümkün değildir.

Zorbalardan yana tavır almayı, parti başkanının isteklerini yerine getirmeyi görev addederek milletvekili seçilen kişilerin, seçim meydanlarında söyledikleriyle, milletvekili seçildikten sonra, aykırı bir tavır içerisine girmeleri nedeniyle halk nezdinde bu kişiler yalancı olarak bilinmektedirler. Halk, politikayı bir bataklık, politikacıları da yalancı kişiler olarak tanımlamakta, politikacıların sözlerine güven duyulmayacağını ifade etmektedir.

Türkiye’de siyasete aday olan kişiler, öncelikle gerçek kişiliklerinden soyutlanmak zorundadırlar. Kemalist zorbalığı çok iyi tanıyan şahsiyet sahibi kişiler, Türkiye’de siyasete girmemekte, hata ile siyasete girenler ise, ya bir sonraki seçimde (Erdal İnönü gibi) aday olmamakta ya da (Hasan Mezarcı ve DEP milletvekillerinden Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan gibi) cezaevini boylamaktadır.

Erdal İnönü, milletvekilliğine neden yeniden adaylığını koymadığını şu sözleri ile açıklıyordu: “İdare edeceğiz diye geldik ancak idare edildik.” Hasan Mezarcı ise, “Meclis, rejimin sekreteryasıdır” diyerek meclisin içerisinde bulunduğu trajik komik durumu açıklıyordu. Erdal İnönü ve Hasan Mezarcı’nın sözleri, millet meclisinde bulunan milletvekillerinin durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Bunlar, zorba rejim tarafından idare edilen kukla birer sekreterden başka bir şey değildirler.

Milletvekilleri yukarıda tanımlandığı gibi olunca bu kişilerden oluşan partilerin kişilik yapısı da elbette bu kişilerin kişiliğinden farklı olmayacaktır. Kendilerine özgü kişilikleri ve ideolojik yapıları bulunmayan, zorba sistemin istekleri doğrultusunda hareket eden partiler, sistem tarafından kendilerine verilen görevleri yapmakla mükelleftirler. Görünürde farklı görüntü veren partiler, temelde zorba sistemin vazgeçilmez unsurları, insanları kandırmak için farklı görüntü vermeye çalışan mezhepleridirler.

Partilerin ortak amacı, varlıklarını borçlu oldukları zorba dikta rejimini ayakta tutmaktır. Bu nedenle farklı görüntü verseler de hiçbir parti, dikta rejimine zarar verecek bir tavır içerisine girmez/giremez. Zaten dikta rejiminin vazgeçilmez mezhepleri olan partilerden birisinin, sisteme aykırı en küçük bir tavır içerisine girmesi halinde sistem derhal onun yaşamasını sona erdirir. Bu durumun, bugüne kadar onlarca örneği görülmüş ve dikta rejimi, en küçük bir rahatsızlık duyduğu partiyi derhal kapatmıştır. Bu nedenle tüm partiler, halka karşı farklı görüntü de sergileseler, sonuç olarak dikta rejiminin dümen suyunda hareket ederler ve sistemin kendilerine verdiği görevi, eksiksiz olarak yerine getirirler. Partilerin tüzüklerine bakıldığında bu durum çok açık bir şekilde görülecektir.

Bazı partiler, her ne kadar rejime karşı olduklarını iddia etseler de bu, halkı aldatmaktan ve koca bir yalandan başka bir şey değildir. Bugüne kadar siyasi arenada boy gösteren partiler, ne sağcı, ne solcu ve ne de (Haşa) Müslüman’dırlar. İlah edindikleri M. Kemal’in putu önünde saygı duruşu adını verdikleri ibadete durup puta tapan, Allah’ın indirdiği hükümleri hiçe sayıp tağuti rejimin kanunları ile hükmeden, zina evleri olan genelevlerine, şeytanın pisliği olan kumarhanelere ve içki satılan yerlere ruhsat veren partilerin ve partililerin Müslüman olmaları zaten mümkün değildir. Bu partiler ve partililer, zalime destek veren, zulmü ayakta tutan, her türlü ahlaksızlığa ruhsat veren kâfir, müşrik, münafık ve fasıktırlar. Bunlara oyları ile destek verenler de bunlar gibi kâfir ve müşriktirler.

Zulüm sistemini ayakta tutan siyasi partilere kısaca göz gezdirecek olursak bunların ne oldukları kendiliğinden ortaya çıkacak, kimlikleri, kişilikleri daha net anlaşılacak, İslâm’dan ne denli uzak oldukları görülecektir.

Cahiller Hizip Partisi (CHP):

 Temel yapısı zulüm, baskı ve dinsizlik üzerine kurulan Cahiller Hizip Partisi (CHP), siyasi tarihi boyunca Müslümanlara baskı yapmış, zulmetmiş, onlar üzerine terör estirmiştir. Emperyalizmin Anadolu halkına reva görmediği zulüm ve düşmanlığı reva gören, sırf inançlarından dolayı, binlerce insanı sudan bahanelerle jandarma dipçiği altında zindanlarına doldurmuştur. Müslümanların inanç temeli olan Kur’an’ı Kerimleri toplatıp yakan, Kur’an öğreten ve öğrenen insanlara görülmedik zulmü yapan Cahille Hizip Partisi (CHP), son zamanlarda inanan insanların önünde küçüldükçe küçülmekte, kılıktan kılığa girmektedir.

Daha dün denilecek kadar kısa bir süre önce Ankara’nın Elmadağ ilçesinde Hac farizasını yerine getirmek istediğini söyleyen yaşlı bir adamla alay eden, Müslümanların canlarından çok sevdikleri Peygamberlerine küstahça ve seviyesizce dil uzatan Cahiller Hizip Partisi (CHP) Genel Sekreteri Önder Sav adındaki dinsiz ve dengesiz kişi, bugün inanan insanların önünde küçülen D. Baykal tarafında en küçük bir uyarıya maruz kalmamış, hatta partisi ve D. Baykal tarafından desteklenmiştir.

Cahiller Hizip Partisi (CHP), başörtüleri ile okumak isteyen kız öğrencilerinin eğitimini engellemek için kukla engizisyon anayasa mahkemesine başvurmuş ve bu kukla mahkeme tarafından başörtülü okuma engellenmiştir. Kukla engizisyon anayasa mahkemesinin başörtüsünü yasaklayan gerekçeli kararının mürekkebi daha kurumadan, aynı Cahiller Hizip Partisi (CHP) başkanı Baykal, çarşaflı, başörtülü kadınların önünde küçüldükçe küçülerek onlara İslâm düşmanı partisinin rozetini takıyor.

“Haya, imandandır” diye güzel bir söz vardır. D. Baykal adındaki adamda iman olmadığı için haya da yok demek ki, karşı olduğu, düşman bildiği, Kukla engizisyon anayasa mahkemesine başvurarak okullarda yasaklattığı başörtüye ve hatta çarşaflı örtünmeye karşı olmadığını açıklayabiliyor. “Baykal, partisinin grup toplantısında Türkiye'deki kadınların yüzde 70'i başını kapatıyor. Çok az olmakla birlikte çarşaflı da vardır. CHP'nin davası ne? CHP olarak biz örtüyle mi kavgalıyız? Kadının başına örttüğü şey bizim hasmımız, düşmanımız mı?” (Zaman/26.11.2008)

Şu utanmazlığa, şu hayasızlığa ve ahlaksızlığa bakın, Baykal, “CHP olarak biz örtüyle mi kavgalıyız? Kadının başına örttüğü şey bizim hasmımız, düşmanımız mı?” diyor. Bay Baykal, örtü ile kavgalı değildiniz de neden 110 tane dinsiz milletvekilinizin imzasını aldınız da, Kukla engizisyon anayasa mahkemesine başvurarak başörtünün okullarda yasaklanmasına neden oldunuz? Partiniz kurulduğu günden bu yana, bu örtülü Anadolu halkına neden düşman oldunuz? Onların inançlarına neden savaş açtınız? Kur’an’ı Kerimlerini neden toplatıp yaktınız? Müslümanların ibadet ettikleri camileri neden ahır olarak kullandınız? Onlarca masum insanı sırf Kur’an okudukları için jandarma dipçiği altında baskı ve şiddet kullanarak neden zindanlara doldurup zulmettiniz? Bu kadar yüzsüzlüğe, bu kadar pişkinliğe bu kadar ciddiyetsizliğe ve ahlaksızlığa pes doğrusu!

Onurlu bir kimse, yaptığı hatanın farkına vardığı zaman, hatasından döner, özür diler. Şayet Baykal, Cahiller Hizip Partisi (CHP)’nin bugüne kadar Müslümanlara karşı sürdürdüğü kin, düşmanlık ve zulmünün yanlış olduğunun farkına varmışsa –ki sanmıyorum farkına varacağını– bu durumda Baykal, başörtülülerin ve çarşaflı kadınların önünde küçülmeden önce, medya mensuplarını çağırıp hem yazılı, hem de sözlü olarak Müslümanlardan, partisi ve kendisi adına özür dilemeli, parti genel sekreteri ateist Önder Sav adındaki İslâm düşmanı şahsın görevine son vermelidir. Aksi halde Baykal, yalancılıktan, ikiyüzlülükten ve Müslümanların yanında dinsiz olarak bilinmekten kurtulamaz.

Hatayı anlayıp ondan dönmek fazilettir; bu fazileti de ancak şahsiyetli kimseler gösterirler. Cahiller Hizip Partisi (CHP)’nin ne başkanında ne genel sekreterinde ve ne de milletvekillerinde bu kişilik vardır. Şayet Cahiller Hizip Partisi (CHP) kurmaylarında zerre kadar kişilik ve onur bulunsaydı, en azından kendi küfürlerinde ve dinsizliklerinde şahsiyetli olur, oy uğruna Müslümanlara benzeyen üç-beş örtülünün ve çarşaflının önünde küçülmezlerdi.

Baykal, oy kaygısı ile öyle üç-beş mankene başörtüsü taktırıp çarşaf giydirerek poz vermekle ne Müslümanları kandırır ne de örtülülerden oy alır. Müslümanlar da, geleneksel olarak giyinenler de, Cahiller Hizip Partisi (CHP)’nin ne olduğunu, İslâm’a ve Müslümanlara ne denli düşman olduğunu, bu partide bulunan tüm görevlilerin ve milletvekillerinin ne denli din düşmanı birer ateist olduklarını çok iyi bilirler.

İslâm düşmanı ateist kâfirlerden olan Baykal ve ekibi, Anadolu halkının dikta rejimine ve bu rejimin şahsında Cahiller Hizip Partisi (CHP)’ne olan tepkisini bildikleri ve onların İslâm dinine karşı düşmanlıkları sürdüğü sürece, halkın kendilerine iktidar veremeyeceğini bildikleri için ikiyüzlülük yaparak düşman olduğu örtülülerin önünde küçülmektedirler. Yani Baykal ve ekibi, açıkça din istismarı yapmaktadırlar. Baykal ve ekibinin yaptığı örtülü bayanlara rozet takma merasimini şayet İslâmcı müşriklerden olan Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) yöneticileri yapmış olsalardı, Yargıtay başsavcısı olan kukla başsavcının kapatma dilekçesi çoktan kukla engizisyon mahkemesine ulaşırdı. Ancak istismarcı, Cahiller Hizip Partisi (CHP)’nin başkanı ateist Baykal ve ekibi olunca durum değişiyor.

Baykal, sistemin, tıpkı diğer milletvekillerini kullandığı gibi, kullandığı bir kukladan başka bir şey değildir. Baykal’ın, kısa bir süre içerisinde birbirine zıt kişilik sergilemesinin nedeni, kukla olarak kullanılmasıdır. Baykal, siyaset yasaklı olan T. Erdoğan’ın yasaklı halini kaldırtmak için yırtındığı zaman da, Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)’nin kapatılması için yırtındığı zaman da kendi iradesi ile hareket etmemiş, dikta rejimi tarafından kullanılmıştır. Baykal’ın bugün örtülü ve çarşaflı mankenlere rozet takması da dikta sistemin isteği ile olmuştur. Yoksa ne Baykal, ne de Cahiller Hizip Partisi (CHP)’nin inançsızlığı ve inkârı kendileri için esas alan milletvekilleri örtülülere yaklaşmaya cesaret edebilirler.

Şu gerçek ateist kafirlerden olan Baykal ve ekibi tarafından çok iyi bilinmeli ki, hiçbir Müslüman ve aklı başında olan hiçbir örtülü, zerre kadar iman sahibi ise, Anadolu’yu işgali altında tutan, İslâm’a ve Müslümanlara düşman olan Kemalist diktatörlüğünün hiçbir partisine, hele hele Cahiller Hizip Partisi (CHP)’ne zerre kadar meyletmez, oy vermez/veremez. Aksi halde imanından olur ve o desteklediği ateist rejimin partilileri ile cehennemi boylar. Nitekim yüce Allah (cc) kullarını, zalim kâfirlere meyletmekten sakındırmakta ve onları uyarmaktadır.

“Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenler de (doğru olsunlar), aşırı gitmeyiniz! Zira O, yaptıklarınızı görmektedir. Sakın zulmedenlere dayanmayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım edilmez.” (Hud, 112-113)

Dürüst olmayı ve doğru hareket etmeyi emreden yüce Allah (cc), hiçbir konuda ve hiçbir nedenle küfrün temsilcileri olan zalimlere meyletmemeyi ve onları hiçbir şekilde desteklememeyi de emretmekte, aksi halde cehennem ateşine gireceklerini bildirmektedir. Yüce Allah (cc), kâfirleri hiçbir şekilde dost edinmemeyi Müslümanlara tavsiye etmekte, kâfirlere gösterilecek en küçük bir dostluğun Allah ile olan dostluğu bitireceğini bildirmektedir.

“Mü'minler, inananları bırakıp, kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allâh ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (uzaklaşarak) korunmanız başka. (Ancak kâfirlerden uzaklaşmanız halinde Allah ile dost olabilirsiniz). Allâh sizi kendisin(in emirlerine karşı gelmek)den sakındırır. (Sakın hükümlerine aykırı davranarak, düşmanlarını dost tutarak O'nun gazabına uğramayın. bilinki) dönüş Allah'adır.” (Al-i İmran, 28)

Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere hiçbir Müslüman, emperyalizmin Anadolu’daki işgalci temsilcisi olan, ateist ve zorba Kemalist rejimin partilerine yakınlık duymaz, onlara oy vermez ve destek olmaz. Aksi halde böyle birisi Rabb’ine isyan etmiş, şirke ve küfre girmiş olacaktır.

Amerikan Kuklaları Partisi (AKP):

Ekonomik çöküntü içerisine giren Kemalist dikta rejimi, kendisine iman eden partilerden DSP, ANAP ve MHP’nin oluşturdukları hükümetin beceriksiz çıkması üzerine hızlanan çöküntüsü yavaşlatmak için ve ekonomik kriz içerisine giren esnafın, Ankara’da ayaklanması üzerine, daha önce düşman olduğu İslamcılara muhtaç olmuştur.

Kemalist zorbalığın İslamcılara muhtaç oluşunun nedeni, İslamcıların yetenekli oluşlarından değil, daha önce düşman olduğu ve savaş açtığı İslamcı yeşil sermayeyi onlar vasıtası ile ekonomiye kazandırma gayretiydi. Zorba sistem bunda da kısmen başarılı da oldu.

ABD’nin teşviki, Aydın Doğan ve Doğan Medya grubunun aracılığı ve Kemalist dikta rejiminin talebi ile kurulan Amerikan Kuklaları Partisi (AKP), ilkesizliği temel ilke edinmiş, politikalarını bu ilkesizlik üzerine bina etmiştir. Bu ilkesiz partinin kurulması için öncelikle Refah Partisi içerisinde kullanılmaya uygun kişiler bulundu ve bunlar, çeşitli vaadlerle kandırılarak Refah Partisinden koparıldı, akabinde bunlara Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) adında bir parti kurduruldu.

Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) kurucuları, kendilerine partiyi kurduranlara yaranmak için ve ilkesizliklerini ispatlamak istercesine, RP’den ayrılır ayrılmaz, ne menem şey olduğu belli olmayan, Milli Görüş gömleğini sırtlarından sıyırıp çıkardıklarını ilan ettiler. Biat ettikleri Erbakan’ı, kendilerine vaat edilen çıkarları için terk eden Erdoğan ve ekibi, zorba güçleri memnun etmek için, yıllarca önünde eğilip durdukları, tapınma derecesinde itaat ettikleri hocaları Erbakan ile bütün bağlarını kestiler, karşılaştıklarında daha önce imam edindikleri Erbakan’a selam bile vermediler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir