Giriş
Vahyin inzali ve bu vahyin insanlara ulaştırılması ile başlayan Tevhid-şirk mücadelesinde, şirk cephesinin öncelikli olarak öne sürdüğü husus, vahyi esasları duyuran elçinin, gerçek rasul olup olmadığı hususudur. Bu nedenle küfür ve şirk cephesi, vahyi getiren kişiden ya rasul oluşunu ispatlayacak deliller istemişler ya da onun kendileri gibi bir insan olduğunu ileri sürerek reddetmişlerdir.
Vahyi getiren rasulden, rasul oluşunu belirten bir ayet, işaret ya da delil isteyen küfür ve şirk cephesine, yüce Allah(cc), rasulüne bir mucize vererek cevap vermiştir. Küfrün rasulden mucize taleplerine birkaç örnek:
“(Fir'avn, ey Musa) dedi: ‘Eğer bir ayet getirmiş isen, hakikaten doğrulardan isen onu göster.' (Musa) asasını attı, o birden ejderha oluverdi ve elini (yanından) çıkardı; bakanlar için o, bembeyaz parlak oluverdi.” (7 A'raf, 106–108)
“(Dediler ki: ‘Ey Salih) sen de bizim gibi bir insansın, eğer doğrulardan isen bize bir ayet getir.' (Salih) dedi ki: ‘İşte bu (mucize) dişi devedir; onun su içme hakkı var, günün belli bir zamanı da sizin su içme hakkınız var.” (26 Şuara, 154–155)
Mucize, vahyi getiren rasulün, rasul oluşunun bir kanıtıdır. Mucize talep edenler, kendilerine bu mucize gösterilmesine rağmen yine iman etmemişler, inkârlarına devam etmişlerdir.
Hz. Muhammed(as)'ın rasul oluşuna iman etmeyen Mekke şirk önderleri de her fırsatta ondan mucize talebinde bulunmuşlar; onun gerçekten rasul olup olmadığını öğrenmeye çalışmışlar, tıpkı önceki kâfirler gibi, ondan mucize göstermesini istemişlerdi.
“Dediler ki: ‘Ona Rabb'inden bir mucize (ayet) indirilmeli değil miydi? De ki: ‘Şüphesiz Allah, bir mucize indirmeye kadirdir, fakat çokları bilmezler.” (6 En'am, 37)
Mekke müşriklerinin mucize talebi tıpkı, Fir'avn ve Semud kavminin mucize talebine benzemektedir. Yüce Allah(cc), elbette adalet sahibidir ve bu adaleti, kâfirlerin mucize taleplerinde de aynen tecelli ediyor ve yüce Allah(cc) önceki kâfirlerin taleplerine mucize indirerek cevap verdiği gibi, Mekke müşriklerinin mucize talebine de cevap veriyor. Üstelik Mekke müşrikleri, diğer kâfirlerden daha çok ısrarda bulunmuşlar ve Hz. Muhammed(as) ile karşılaştıklarında ondan, kendisinin rasul oluşunu ispatlaması için olağanüstü şeyler talep etmişlerdir. İşte bunlardan birkaçı:
“Dediler ki: ‘yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça sana inanmayız, (…) Yahut altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın. Mamafih, bizim üzerimize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin sadece göğe çıkmana da inanmayız' De ki: Rabb'imin şanı yücedir. Ben, sadece rasul olan bir insan değil miyim?” (17 İsra, 90,93)
Her rasulde mucize, kâfirlerin beklentilerinin çok üstünde gerçekleştiği gibi, Hz. Muhammed(as)'da da kâfirlerin taleplerinin çok üstünde gerçekleşiyor ve ay, kâfirlerin şaşkın bakışları arasında ikiye ayrılıyor. Tıpkı Hz. Musa(as)'ın asasının ve elinin, mucize olayı bittikten sonra eski hallerine döndükleri gibi, ay yeniden eski haline dönüyor.
Vahyin indirilmesi ve rasul olma, olağanüstü bir olaydır. Bu olağanüstü olay, yine olağanüstü bir olayla delillendirilmektedir. İnkârı bir yaşam tarzı olarak benimsemiş, beyin hücreleri materyalist pisliklerle kirletilmiş, kronikleşmiş bir halde maddeye tapmış olan kâfirler tıpkı kendilerinden önce vahyi ve mucizeyi inkâr eden kafirler gibi, vahyi gerçekleri ve ayın yarılması gerçeğini apaçık görmelerine rağmen: “Süregelen bir büyüdür” diyerek reddetmişlerdir. Fir'avn ve melesi de aynı ifadeyi kullanmış, Hz. Musa(as)'ya “Bu, çok bilgili bir büyücüdür” diyerek, onun gösterdiği tüm mucizeleri: “Vicdanları, onlara kanaat getirdiği halde, sırf haksızlık ve böbürlenmeleri yüzünden, onları inkâr ettiler,” (27 Neml, 14)
Şakk'ul-Kamer Gerçeği
(Kamer suresi, 1–3)
1- Saat yaklaştı, ay yarıldı.
Sünnetullah, bir kez daha değişmezliğini göstermiş ve yüce Allah(cc), rasul olarak görevlendirdiği Hz. Muhammed(as)'ın rasul olduğunu, kâfirlerin hiçbir mazeret öne sürmelerine fırsat vermeyecek şekilde ayı ikiye ayırarak göstermiştir.
Kafirlerin, Hz. Muhammed(as)'dan sürekli olarak mucize talep etmelerine yüce Allah(cc) ayı ikiye ayırarak cevap vermiştir. Hem de gören gözlerin, onu yalanlayamayacağı bir şekilde, apaçık bir halde ay yarıldı.
Ayın yarılmasına rağmen inkârlarına devam eden geçmiş kâfirlere yüce Allah lâyık oldukları cevabı, en güzel şekilde vermiştir. Kur'an'ı hayat prensibi olarak alan bizler de bu çağın davetçileri olarak, Rabb'imizin yüce kitabından hareketle, günümüz Şakku'l-Kamer inkârcılarına layık oldukları cevabı vereceğiz inşaallah. Onlar, ya tevbe edip Kur'ani gerçeklere teslim olurlar ya da hevalarının buyruğuyla hareket ederek inkârlarını sürdürmeye devam ederler. Bize düşen apaçık bir şekilde tebliğ etmektir.
Ayın yarıldığı mucizesi, Kur'ani bir gerçek olarak vukubulduğu halde, ne düşünce ile hareket ettikleri, kendilerince bile bilinmeyen bazı kimseler, bu Kur'ani gerçeği, bile bile inkâra yeltenmektedirler. Bu kimseler, Kur'ani bir gerçeği inkâr ettikleri yetmiyormuş gibi, bir de Kur'an terbiyesinden ve peygamber eğitiminden geçen birçok güzide sahabeye de hakaret etmektedirler. Üstelik kendileri, Kur'an ruhundan ve Kur'an'ı anlama yeteneğinden yoksun oldukları halde…
Saat yaklaştı, ay yarıldı.
Günümüzdeki mucize inkârcılarına, ayın yarılması mucizesinin gerçek olduğunu, Kur'an'ın bizzat kendisiyle ispatlamaya çalışacağız inşaAllah.
a) Ayın yarıldığı gerçeğini, ilk ayetten hemen sonra gelen iki ayet tekid etmekte ve ayın yarıldığını bildirmektedir.
2- Bir mucize görseler hemen yüzçevirirler ve “süregelen bir büyüdür” derler.
3- Yalanladılar ve hevalarına uydular. Her emir yerini bulacaktır.
Ay, müşriklerin gözleri önünde yarılmış, inkârı iş edinmiş olan müşrikler bu gerçeği yalanlamışlar ve şahit oldukları bu gerçeğe: “süregelen bir büyüdür” demişlerdir. Ayın yarıldığı gerçeğini bildiren ayetten sonra gelen iki ayet, vukubulan bu olayın müşriklerce nasıl ve hangi ifadelerle yalanlandığını bildirmektedir.
Müşrikler, kendilerine okunan ayetleri “eskilerin masallarıdır” diyerek yalanlamışlardı. Oysa ayın yarılması vukubulduğu ve kendileri de buna şahit oldukları için, bu olaya “süregelen bir büyüdür” demişlerdir.
b) Şayet ayın yarılması vukubulmasaydı, müşrikler “ay yarıldı” ayetine itiraz edeceklerdi ve “Muhammed olmayan şeyleri, olmuş gibi gösteriyor” diyerek karşı çıkacaklardı. Neredeyse her ayete itiraz eden, İsra (miraç) olayını inkâra yeltenen müşrikler, bu olayın vukubulmadığını söylememişler, tam aksine vukubulduğunu kabul etmişler, ancak kendilerine büyü yapıldığını ileri sürerek “süregelen bir büyüdür” demişler ve yalanlayarak hevalarına tabi olmuşlardır.
c) Ayın yarıldığı gerçeğini belgeleyen bir başka delil de Kıyamet Suresi, 8 ve 9. ayetleridir. Kıyâmet 8. ayetinde ayın yarılacağı değil tutulacağı bildiriliyor. Bu ayete göre ay, kıyamet gününde , “güneşin dürüldüğü (köreltildiği)” (81/1) gibi tutulup karartılacak ve “güneş ile ay bir araya toplanacaktır” (75/9). Buna göre ay, kıyamet günü yarılmayacaktır. Ayın yarılması önceden vuku bulduğu gerçeği böylece bir kez daha delillendirilmektedir.
Diğer taraftan kıyamet saati koptuğunda, zaten mucizeye gerek kalmayacaktır. O gün insan, yalanlama içinde değil; “kaçacak yer neresi” (75/10) diyerek canını kurtarma telaşı ve paniği içinde olacaktır.
Kıyamet saatinin o dehşetli anında; “güneşin dürüldüğü, yıldızların döküldüğü, dağların yürütüldüğü, denizlerin kaynatıldığı” (81/1–3,6), her şeyin korkunç gürültülerle birbirine çarptığı, “kulakları sağır eden o gürültü koptuğu” (80/33) “dağların renkli yün gibi atılıp” (101/5), “yer ve dağların sarsılarak dağılan kum yığınları haline geldiği” (73/14), “gök yarıldığı” (82/1), yer sarsılıp içindekileri dışarı attığı” (99/1-2), “insanların pervane gibi, çılgınca sağa sola kaçıştığı” (101/4) ve bu korkunç manzara içinde “küçücük çocukların (bile) saçlarının (ihtiyarlar gibi) ağardığı” (73/17) bir ortamda, ay yarılmış olsa bile, hangi insan durup bu gerçeği yalanlayabilir ve hiçbir şey olmamış gibi, “yüzçevirip ‘bu süregelen bir büyüdür” diyebilir.
d) Ayın yarılması olayı, kıyametin yaklaştığını bildiriyor. Çünkü ay gibi muazzam bir kütle, rahatlıkla ikiye bölünüp yarılabiliyorsa, evren de, Allah'ın emriyle daha kolay parçalanıp kıyamet kopabilir imajını ve düşüncesini uyandırmaya çalışıyor müşrik kafalarda. Yüce Allah(cc), ayın yarılmasını müşriklere göstererek onlara, bu olay karşısında aciz kaldıkları gibi, kıyamet saatinde de aciz kalacaklarını bildiriyor.
e) Ayın yarıldığının başka bir delili de En'am suresi 35. ayetidir. Bu ayette tıpkı Kamer suresi 2. ayetinde geçen ifade aynen tekrarlanıyor ve Rasul teselli ediliyor. Kamer, 2. ayetinde müşriklerin gördükleri mucizeden “yüzçevirdikleri” belirtiliyor; En'am, 35. ayetinde de “Eğer onların yüzçevirmesi sana ağır geldiyse haydi (yapabilirsen) yere bir delik aç ya da göğe bir merdiven daya ki onlara (iman etmeleri için) bir mucize getiresin. Allah dileseydi elbette onları hidayet üzerinde toplardı, o halde cahillerden olma.” (6 En'am, 35)
Ayın yarılma mucizesine rağmen müşriklerin, bu olaya “süregelen bir büyüdür” deyip yüzçevirmeleri ve yalanlamaları Hz. Muhammed(as)'ı oldukça üzmüştü. Bunun üzerine yüce Allah(cc) yukarıdaki ayeti inzal ederek Rasulünü teselli ediyor. Yüce Allah(cc), Rasulüne, müşrikleri zorla iman ettirmesinin mümkün olmadığını, bu gerçeği görmelerine rağmen bile bile inkâr edenlerin, bundan sonra hiçbir şekilde iman etmeyeceklerini, bunun için üzülmemesini bildirmektedir.
f) Mucize göstermek, rasullerin rasul oluşlarını kanıtlamaktadır. Hz. Nuh(as), Hz. İbrahim(as), Hz. Salih(as), Hz. İsa(as), Hz. Musa(as) ve daha birçok rasul, kâfirlerin kendilerini yalanlamalarına karşılık, yüce Allah'ın izniyle, mucizeler göstermişlerdi. Hz. Muhammed(as)'ın da, rasuller zincirinin bir halkası olması hasebiyle, mucize göstermesi, rasul oluşunun gereği, sonucu ve ispatıdır.
Kur'an'da, rasullerin bağlı bulunduğu bir yasa vardır; sünnetullah denilen bu yasa, risaleti duyuran her rasul için geçerlidir ve her rasul, aynı yasanın ortaya koyduğu olayları yaşar. Mucize de bu yasanın gereği ve sonucudur.
“Allah'ın kendisine takdir ettiği bir şeyi yerine getirmekte peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın yasası böyle idi. Allah'ın emri olup bitmiştir.” (33 Ahzab, 38)
Allah'ın takdir etmesiyle, mucize göstermek, rasuller için hiç de zor değildir. Aynı şekilde Sünnetullah'ın gereği olarak, daveti ortaya koymakta, yalanlanmakta, rasule düşmanlık yapılmakta da bütün rasuller aynı durumu yaşarlar.
“Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihayet kendilerine yardımımız yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da rasullerin haberlerinden bir parça geldi.” (6 En'am, 34)
“Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık!…” (En'am, 112)
“Böylece biz her elçiye suçluları düşman yaptık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabb'in yeter.” (25 Furkan, 31)
“Andolsun senden önceki elçilerle de alay edildi, ama alay edenleri, o alay ettikleri şey kuşatıverdi.” (21 Enbiya, 41)
“Bu, Allah'ın öteden beri yasasıdır; Allah'ın yasasında değişme bulamazsın.” (48 Fetih, 23)
“Bu, senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin yasasıdır; bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın.” (17 İsra, 77)
Bunları çoğaltmak mümkün; eçilerin bu ortak özellikleri, davet, peygamberlik ve kâfirlerle yapılan mücadele ile ilgilidir. Rasullerin bu ortak özelliklerinden biri olan ve davet ile peygamberlik konularını yakından ilgilendiren mucize, diğer elçilere verildiği gibi, Hz. Muhammed(as)'a da verilmiştir. Sünnetullah'ın gereği olarak bundan doğal ne olabilir ki? Mü'minler, rasullere iman edişlerinde, hiçbirini diğerinden ayırmadıklarına göre, diğer rasullerin mucizelerine iman ettikleri gibi, Hz. Muhammed(as)'ın Şakku'l-Kamer mucizesine de aynen iman etmekle mükelleftirler. Çünkü rasullere iman bir bütündür.
“Onlar ki, Allah'a ve elçilerine iman ettiler, onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmadılar, işte onlara (Allah) mükâfatlarını verecektir. Allah bağışlayıp merhamet edendir.” (4 Nisa, 152)
“Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilene ve (diğer) peygamberlere Rab'leri tarafından verilene inandık, onlar arasında bir ayırım yapmayız. Biz O'na teslim olanlarız' deyin.” (2 Bakara, 136)
İman, bütün oluşu gereği parçalanmayı kabul etmez. Peygamberlerin bir kısmına verileni kabul edip bir kısmına verileni kabul etmemek küfrü gerektiren bir durumdur.
“Onlar ki, Allah'ı ve elçilerini inkâr ederler, (ya da) Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isterler ve ‘kimine inanırız, kimini inkâr ederiz' derler ve bu ikisi arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar, gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır.” (4 Nisa, 150–151)
Bütün bu Kur'ani gerçekler de gösteriyor ki, Hz. Muhammed(as) zamanında ay ikiye ayrılmış ve diğer rasullerde olduğu gibi, Sünnetullah bir kez daha tecelli etmiştir. Bu olayla ilgili olarak yine Kur'an'dan hareketle, müşriklerin talepleri de ayın yarılmasının vukubulduğunu göstermektedir.
Müşriklerin Talepleri
Değer yargıları maddeden başka bir şey olmayan, her şeyi madde ile ölçen müşrik Mekke toplumu, diğer toplumlar gibi, yüce Allah'a, meleklere ve geçmiş peygamberlere, eksik bir imanla da olsa, inanmaktadır. Peygamber kavramına yabancı olmayan Mekkeli müşriklerin, peygamber ve kitap beklediklerini hatta talep ettiklerini yüce Allah(cc) şöyle bildiriyor.
“Yeminlerinin bütün gücüyle ‘Andolsun eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklar' diye Allah'a yemin ettiler. Ancak kendilerine uyarıcı gelince bunun, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkısı olmadı.” (35 Fatır, 42)
“Gerçi onlar şöyle diyorlardı: ‘eğer yanımızda öncekilerden bir uyarı olsaydı, biz, elbette Allah'ın temiz kulları olurduk:' Ama uyarıyı inkâr ettiler; bilecekler (bu inkârlarının sonunun ne olacağını)” (37 Saffat, 167–170)
“Kendi elleriyle yaptıkları (suçları) yüzünden onlara bir musibet isabet ettiği zaman: ‘Ey Rabb'imiz, bize bir elçi göndersen de ayetlerine uyup mü'minlerden olsaydık' diyecek olmasalardı (onlara elçi göndermezdik)” (28 Kasas, 47)
Yüce Allah(cc), müşriklerin bu taleplerini karşılıyor, ancak her şeyi madde ile ölçen Mekke müşrikleri gönderilen elçinin gerçekten elçi olup olmadığı konusunda kuşku duymaktadırlar ve adeta aptallaşıp şaşırmış bir halde şöyle demekteydiler:
“Kendilerine hak gelince ‘bu büyüdür, biz onu tanımayız' dediler ve ‘bu Kur'an, iki kentten, büyük bir adama indirilmeli değil miydi?' dediler” (43 Zuhruf, 30–31)
Yukarıdaki ayetlerden de net olarak anlaşılıyor ki, yüce Allah(cc), gönderdiği elçinin gerçekten elçi olduğunu müşriklere kanıtlıyor. Bu kanıtlama da, önceki elçilerde olduğu gibi, mucize yani ayın yarılması ile gerçekleştiriliyor. Ancak bütün bunlara rağmen o müşrikler, gelen elçiyi ve mesajını inkâr ederek haktan uzaklaşıp sapıyorlar. Müşrikler, Hz. Muhammed(as)'ın elçi olduğunu çok iyi biliyorlar, ancak içinde bulundukları hasetlik ve böbürlenme nedeniyle o rasulu kabul etmiyor, yalanlıyor ve gösterilen mucizeye de: “bu büyüdür, onu tanımayız” diyorlardı. Yüce Allah(cc), Hz. Muhammed(as)'ın elçi oluşunu, Mekkeli müşriklere mucize ile ispatlıyor ki, o müşriklerin herhangi bir mazeretleri kalmasın ve kıyamet günü şöyle demesinler:
“Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik' demeyesiniz ya da: ‘eğer bize kitap indirilseydi biz, onlardan daha doğru yolda olurduk' demeyesiniz….” (6 En'am. 156–157)
Yüce Allah(cc), adaleti ve rahmeti gereği kullarının mazeretlerini ortadan kaldırdıktan sonra onları hesaba çekip yargılar. Rasul gönderme ve onun rasul olduğunu kanıtlama hususunda da aynı rahmet ve adaletini ortaya koyar. Öyle ki, gönderdiği rasulün rasul oluşuna, daha öncekilerde olduğu üzere, müşrikleri şahit tutarak kanıtlar. İşte bu kanıtlama her rasulde olduğu gibi Hz. Muhammed(as)'da da mucize iledir.
“Şayet onları, ondan önce bir azap ile helak etseydik: ‘Rabb'imiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçalıp rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık' derlerdi” (20 Taha, 134)
Ayın yarılması mucizesi iman ettikleri için binbir zorlukla karşılaşan mü'minlere hem moral, hem güç ve güven vermiş hem de imanlarının kökleşmesini sağlamıştır.
İtirazlar
Çağımız Şakku'l-Kamer inkârcıları, ayın yarılması mucizesine karşı şu iddialarda bulunuyorlar ve böyle bir mucizenin vukubulmadığını söylüyorlar.
1- Ayın yarılması, kıyamet koptuğunda vukubulacak.
2- Kur'an en büyük mucizedir, başka mucizeye gerek yoktur.
3- İsra 59. ayeti mucize gönderilmeyeceğini bildirmektedir.
4- Bu mucize kabul edildiği takdirde, hurafecilerin uydurdukları mucizeler haklılık kazanacaktır.
5- Bu mucizeyi kabul edenler, atalarının yolunda hareket eden kimselerdir.
1- “Ayın yarılması, kıyamet koptuğunda vukubulacak” iddiası: Bu iddianın, Kur'an esprisiyle ve ayetleriyle bağdaşır hiçbir yanı bulunmadığı gibi, tam aksine Kur'an ayetleriyle çatışmaktır. Bu iddiaya yukarıda c şıkkında değinmiştik; o bölümün yeniden okunmasını tavsiye ederiz ve bu iddia sahiplerinin tevbe edip bu çelişkiden kurtulmalarını temenni ediyoruz.
2- “Kur'an en büyük mucizedir, başka mucizeye gerek yoktur” iddiası: Kur'an'ın en büyük mucize olduğu gerçeğini inkâr etmek mümkün değildir. Ancak bu iddia sahipleri başka bir mucizenin Hz. Muhammed(as)'a verilmediğini iddia ediyorlar. Bu talihsiz iddia sahiplerine diyoruz ki: Acaba Hz. İbrahim(as)'a Hz. Nuh(as)'a, Hz. Salih(as)'a, Hz. Musa(as)'a ve Hz. İsa(as)'a verilen vahiy mucize değil miydi, ya da onlara verilen vahiy (hâşâ) daha mı kalitesiz idi ki, onlara vahiyle beraber bir de mucize verilmişti. Bu iddia sahipleri, rasullerin, getirdikleri mesaj dolayısıyla aynı yasaya tabi olduklarını bilmiyorlar anlaşılan. Onlara, bu konuyla ilgili ayetleri okuyup bu ayetlere iman etmelerini ve tevbede bulunmalarını tavsiye ederiz.
3- “İsra, 59. ayeti, mucize gönderilmeyeceğini bildirmektedir.” iddiası: Kur'an mantığı ve mantalitesinden uzak, tek ayeti alıp onunla ahkâm kesme psikolojisi ve şaşkınlığı içerisinde bulunan, Kur'an'ı gereği gibi anlamaktan mahrum olan bu iddia sahipleri, şayet vahyin inzali, risaletin duyurulması, peygamberlik görevi, Tevhid-şirk mücadelesinde müşrik ve kâfirlerin iddia ve talepleri ve Sünnetullahın değişmezliği ile ilgili ayetlere de baksalardı, böyle talihsiz bir iddiada bulunamazlardı.
“Bizi ayetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan evvelkilerin yalanlamasıdır. Semuda açık bir mucize olarak dişi deveyi verdik, ona zulmettiler. Biz, o (istenilen) mucizeleri, ancak korkutmak için göndeririz.” (17 İsra, 59)
Bu ayet çok iyi okunduğunda, buna bağlı olarak ilgili ayetlere bakıldığında, hiçbir mucize gönderilmeyeceğini değil, müşriklerin talep ettikleri mucizelerin gönderilmeyeceğini bildirmektedir. Çünkü müşrikler, apaçık gördükleri ayın yarılmasını inkâr etmişler, daha başka mucizeler istemişlerdi. Müşriklerin istedikleri mucizelerden birkaçı:
“Allah'ım, eğer bu, senin yanından gelmiş hak ise, başımıza gökten taş yağdır yahut bize acı bir azap ver.” (8 Enfal, 32)
“Dediler ki, ‘Ey kendisine zikir indirilmiş olan, sen mutlaka delisin. Eğer doğrulardan isen, bize melekleri getirsene!” (15 Hicr, 6–7)
“Onlar, illa buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini bekliyorlar değil mi? Bütün işler Allah'a döndürülecektir.” (2 Bakara, 210)
İşte İsra, 59. ayeti bu istenilenlerin gönderilmeyeceğini çünkü bunlardan biri gönderildiğinde onların işlerinin bitirileceğini, o zaman ise imanın artık fayda vermeyeceğini bildiriyor. Müşriklerin taleplerinden hemen sonra gelen ayetler buna işaret ediyor.
“Biz, melekleri (mucize olarak değil) ancak hak olarak indiririz, o zaman da kendilerine asla göz açtırılmaz (işleri bitirilir)” (15Hicr, 8)
Yüce Allah(cc), kâfirlerin istedikleri mucizeler için “Biz o (istenilen) mucizeleri, ancak korkutmak için göndeririz” (17/59) buyuruyor ve yukarıdaki Hicr, 8. ve benzeri ayetlerde de bu istenilenler gönderildiğinde işin bitirileceğini bildiriyor. Yüce Allah(cc), kafirlerin işlerini neden hemen bitirmediğini de yine müşriklerin taleplerinden hemen sonra bildiriyor.
“Sen onların içinde bulunduğun ve onlar tevbe ederlerken de Allah onlara azab edecek değildir.” (8 Enfal, 33)
“Şayet onları, ondan önce bir azap ile helak etseydik: ‘Rabb'imiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçalıp rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık' derlerdi.” (20 Taha, 134)
Ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere, yüce Allah(cc), inkârcılara mühlet vermekte ve onların tevbe edip Hakk'a dönmelerine fırsat tanımaktadır. Ancak bütün bunlara rağmen küfürde diretip azgınlaşanlara da hakettikleri cezayı vermektedir. İşte İsra, 59. ayetinde bu konuya değinmektedir. “Semud'a açık bir mucize olarak dişi deveyi verdik, o, zulmetmelerine neden oldu.” (17 İsrâ, 59)
Zulüm ve inkârlarında haddi aşıp azgınlaşan kâfirler için artık sonuç görünmüştür, helak olmak!
“Ne zaman ki, bizi kızdırdılar, o zaman onlardan öç alıp onları boğduk.” (43 Zuhruf, 55)
“Bunlardan önce helak ettiğimiz hiçbir kent inanmamıştı; bunlar mı inanacaklar.” (21 Enbiya, 6)
Görülüyor ki, yüce Allah(cc), inanmadıkları ya da mucizeyi inkâr ettikleri için değil, azgınlaşıp saldırganlaştıkları için o toplumları helak ediyor. Helak edilen toplumlarla ilgili ayetlere bakıldığında bu apaçık bir şekilde görülecek, niçin helak edildikleri net olarak anlaşılacaktır. Tabi ki anlayabilecek akıl, irade ve samimiyet varsa!
Mucizeye inanılmadığı için yüce Allah'ın toplumları helak etmediğine en açık delil, Fir'avn ve toplumuna gönderilen dokuz mucize olayıdır.
“Andolsun biz, Fir'avn ailesini, yıllarca kıtlık ve ürünleri azaltmakla sıktık ki öğüt alsınlar.(…) dediler k: ‘Bizi büyülemek için ne kadar mucize getirsen de biz sana inanmayız'. Biz de onların üzerine ayrı mucizeler olarak tufan, çekirge, kımıl, kurbağalar ve kan gönderdik; ama yine büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular.
Üzerlerine azap çökünce: “Ey Musa, sana verdiği söz hakkına bizim için Rabb'bine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrail oğullarını seninle beraber göndereceğiz' dediler.
Biz, onlardan geçirecekleri bir süreye kadar azabı kaldırınca, hemen yeminlerini bozdular.” (7 A'raf, 130,132–135)
Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı üzere mucizeye inanmama, helak nedeni değildir. Diğer yandan gösterilen mucizelerden dolayı iman edenlerin de bulunduğunu yüce Allah(cc) bizlere bildirmektedir. İşte sihirbazlar bunun açık örnekleridir.
“İplerini ve değneklerini attılar ve ‘Fir'avn'ın şerefine biz, elbette galip geleceğiz' dediler. Musa da asasını attı. Birden o, onların uydurduklarını yutmaya başladı, sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. Dediler ki, Âlemlerin Rabb'ine iman ettik, Musa ve Harun'un Rabb'ine…” (26 Şuara, 44–48)
Mucizelerin hep inkâr edilmediğini, akleden insanların iman etmelerine de neden olduğu yukarıdaki örnekte açıkça görülmektedir. Bu nedenle, İsra, 59. ayetinin içerdiği anlamı düşünmeden ve doğru dürüst Kur'ani bir bilgiye sahip olmadan, Bektaşi bir mantıkla: “Bu ayete göre artık mucize gönderilmez” demek, bir zulüm ve çarpıtmadır. Bu iddia sahiplerinin ve onların rüzgârına kapılmış ancak temelde samimi olanların acilen yüce Allah'a tevbe etmeleri gerekir. Aksi halde, Kur'ani bir gerçeği inkâr etmekten ve bu inkârlarını ısrarla sürdürmekten dolayı, önceden geçen mucize inkârcılarının durumuna düşeceklerdir.
4- “Bu mucize kabul edildiği takdirde, hurafecilerin uydurdukları mucizeler haklılık kazanacaktır” iddiası. Bu iddia da, en az mucize uyduranların iddiası kadar gülünç, yanlış ve basit bir iddiadır. Çünkü doğrular ya da yanlışlar başkalarının iddialarına, doğru ya da yanlışlarına göre değil, mü'minler için tek ölçü olan Kur'an'a göre tespit edilir. Zaten bu mantık değil midir ki, günümüz müşriklerinin, Hz. Muhammed(as) ve güzide sahabesini ilahlaştırmalarına tepki olarak, seviyesizce Rasulullah(as)'a ve sahabesine (r.anhum) saldırmaktadırlar.
Hurafecilerin iddialarından hareketle tepkiselliği ilke edinen bu kimseler bilmelidirler ki, tepki ile din öğrenilmez ve ibadet edilmez. Din, yüce Allah'ın Kitabı'nda bildirilenlerde, ibadet, bu dinin hayata pratize edilmesindedir; hem de en güzel örnek olan Hz. Muhammed(as) ve altın nesil olan sahabenin pratize ettikleri gibi pratize edilmesindedir ki; tek kılavuz ve ölçü olan Kur'an böyle bildiriyor.
Asr-ı Saadet'in altın nesli sahabeye saldırmayı din edinen, tepkisel davranmayı ibadet sayan zihniyet sahipleri, sahabenin Şakku'l-Kamer mucizesini rivayet etmelerine de saldırıyorlar ve sıfırın altındaki seviyelerine bakmadan o altın nesli yalancılıkla suçluyorlar. Oysa asıl yalancılar, Allah'ın üzerine yalan atan kendileridir.
En mütevatir hadisler bile, en fazla üç-dört koldan geliyor. Oysa ayın yarılması ile ilgili haberler yedi koldan bizlere ulaşıyor. Bu ravilerin birçoğu ilmi seviyede ileri ve yaşça büyük olan insanlardır. İbn Abbas(r.anh) dışındaki diğer iki ravi Hz. Enes(ra) ve İbn Ömer(r.anh) küçük yaştadırlar. Şu bir gerçektir ki, önemli olaylar, küçük yaşta olanların belleklerinde çok derin ve net çizgiler bırakır. Bu nedenle, Enes (r.anh) ve İbn Ömer(r.anh)'ın Şakku'l-Kameri net olarak algılayıp bilmeleri çok doğaldır.
Olmayan bir şeyi olmuş göstermek, Rasulullah'ın terbiyesinde ve Kur'an ahlakıyla yetişen sahabeye yakışmaz. Bu nedenle, onların rivayetleri doğru ve gerçektir. Şu bir gerçektir ki, Hz. Muhammed(as)'ın hayatının her anı, bugün bize çok net olarak ulaşmıştır. Bunu bize ulaştıran sahabeden başkası değildir. Hurafeci müşriklerin, Rasulllah(as) ve ashabı ile ilgili gayri İslami rivayetlerde bulunmaları, Rasulullah'ın bize ulaşan net ve örnek hayatına gölge düşüremez, düşürmemelidir de.
Rasulullah ve sahabesine saldırmak, yüce Allah'ın izni ile Rasulullah'ın gösterdiği mucizeye şüphe ile bakmak müsteşriklerin öteden beri yapageldikleri bir şeydir. Bugün onlara, Kur'an'ı doğru dürüst okuyup anlamaktan mahrum olan cahiller de katılmışlardır. Bu cahiller, iki-üç ayeti –anlamadan- okumakla, kendilerini neredeyse Rasulullah(as) ve sahabesinden üstün görecek densizliğe düşmektedirler ve her vesile ile ağızlarını açtıklarında Rasul(as) ve sahabesine saldırmaktadırlar. İlimden, Kur'an'dan uzak oldukları kadar, terbiye, nezaket ve seviyeden de mahrum olan bu kimseleri yüce Allah'a havale ediyoruz.
5-“Şakku'l-Kamer mucizesini kabul edenleri, atalarının yolunda olmakla” suçlamak ve onları eleştirmek. Mucize inkârcıları, kendilerinin Kur'an gerçeğini, Sünnetullah'ın değişmezliğini, yüce Allah'ın adaletini, ayetler arasındaki bağlantı ve ilişkisini, peygamberlik, vahiy, davet ve mucize gerçeğini anlamaktan ve kavramaktan yoksun kimseler olduklarına bakmadan, Kur'an'ın açıkça bildirdiği Şakku'l-Kamer mucizesine inanan ve sahabeden gelen rivayetlere, Kur'ani gerçekle bütünleştiği için, itibar eden müslümanları, -akılları sıra- atalarının yolunda olmakla suçlamaktadırlar. Bu suçlamaları ile bunların Kur'an gerçeğinden ne kadar uzak oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü bunlar, Kur'an'ın hangi atalardan sözettiğini anlamayacak kadar cahildirler. Müslümanların, ataları Hz. İbrahim(as)'ın dini üzerinde bulunduklarını yüce Allah(cc) Bakara, 133 ve Hac, 78. ayetlerinde bildiriyor. Oysa Kur'ani gerçekleri inkâr edenler, en güzel örnek olarak Kur'an'ın tavsiye ettiği ve mü'minlere, canlarından daha ileri olduğunu bildirdiği Hz. Muhammed(as)'ı ve sahabesini, şeytanın Hz. Adem(as)'ı küçümsediği gibi küçümseyenler, ataları şeytanın yolundan giderek kendi atalarının kim olduğunu ortaya koymaktadırlar. Bunlar, Rasulullah(as), sahabe(r.anhum) ve mü'minlerle uğraşmak yerine Allah'a, Rasulüne, İslam'a ve müslümanlara savaş açan tağuti zorbalıkla uğraşsalardı, daha tutarlı ve İslami bir iş yapmış olacaklardı.
Sonuç Olarak
Kur'an'da çelişki olmadığı gibi, Sünnetullah'ta da değişiklik yoktur. Bütün bunlardan da önemlisi yüce Allah(cc)'ın adalet sahibi olmasıdır. Bu nedenle, gerek Şakku'l-Kamer mucizesini, gerek diğer konuları incelerken bu gerçekleri gözönünde bulundurmak, mü'minler için imani bir sorumluluk ve görevdir. Aksi halde Kur'an'ın aşağıdaki ayetlerde belirtdiği durumlara düşülecek ve sonunda şiddetli bir azapla karşı karşıya gelinecektir.
“İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilmeden tartışır ve her kaba şeytana uyar.” (22 Hac, 3)
“Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah'ın ayetleri hakkında tartışanların göğüslerinde, erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın; muhakkak ki O, işitendir, görendir.” (40 Mü'min, 56)
“Kabul edildikten sonra, Allah(‘ın ayetleri hakkında) tartışanların delilleri, Rab'leri katında batıldır. Onların üzerlerine bir gazab ve onlar için şiddetli bir azab vardır.” (42 Şûra, 16)
Kur'an'da çelişki yoktur, öyle olsaydı: “Onda birbirini tutmayan çok şey bulunurdu” (4/82). Ancak onda hamdolsun böyle bir tutarsızlık yoktur. Tutarsızlık, Kur'an'dan bir tek ayet alıp o ayetin siyak-sibâkını ve benzeri olan diğer ayetleri almadan, üstelik bir de aldıkları o tek ayete kendi kuruntularını ve arzularını da katan kimselerdedir. Bu kimselerin niyetleri, ne olursa olsun, onları bağlar, ancak yaptıkları ve söyledikleri şey açıkça Kur'an'ın önünde gürültü koparmak ve Kur'an'ın anlaşılmasını engellemektir.
Sünnetullah'ta değişiklik yoktur; yüce Allah(cc), bütün peygamberler için aynı yasayı geçerli kıldığı gibi, peygamberlere karşı çıkan inkârcı müşriklere de aynı yasayı uygulamış ve öncekilerin taleplerini nasıl karşılamış ve onların iman etmelerini sağlayacak her türlü delil ve mucizeyi indirmişse Hz. Muhammed(as)'a karşı çıkan Mekke müşriklerinin taleplerini de karşılamıştır. Böylece yüce Allah(cc), müşrik ve kâfirlerin şu mazereti ileri sürmelerini engellemiştir.
“Yahut daha önce babalarımız ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik. İptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mi ediyorsun? Demeyesiniz diye…” (7 A'raf, 173)
Yüce Allah(cc) adalet sahibidir; bir kavme verdiği deliller, ayetler ve mucizelerle bunları vermediği bir toplumu sorumlu tutmaz. Her şeyden önce yukarıdaki mazeretleri ileri sürmelerine fırsat vermez. Bu nedenle, her toplumu, kendi nefislerine şahit kılmak için onlara da aynı delilleri vermiştir ki, onları yargılarken hiçbir delil ileri sürmesinler.
Yüce Allah'ın bir topluma verdiği delillerin, başka bir toplum için de geçerli olduğunu ileri sürmek, yüce Allah'ın adaletinden (hâşâ) şüphe etmektir ki bu, küfür ve zulümdür. Mucize inkârcıları, yalnız bu konuda değil, Kur'an'daki birçok konu hakkında, bilgisizlik, cehalet, belki de hıyanet içinde bulunmaları ve şeytanın sağdan saptırmasıyla, şeytanın oyuncağı haline gelmeleri nedeniyle yüce Allah'ın üzerine iftira atmakta, hevalarına tabi olduklarından, Kur'ani gerçekleri karıştırmakta ve Kur'an'ın anlaşılarak hayata uygulanmasının önünde gürültüler koparmaktadırlar. Burada en üzücü husus, Kur'an'ı samimiyetle öğrenmek isteyen kimi insanların, bu mucize inkârcılarının ve Kur'ani gerçekleri karıştıranların söylediklerini ciddi sanıp onlara aldanmalarıdır.
Kur'an'ı samimiyetle öğrenmek isteyen, ancak bu Kur'ani gerçekleri karıştıranlara aldanan kimselere tavsiyemiz, Kur'an'ı, ayetler arasındaki bağlantı ve ilişkileri, Kur'an mantığını iyice öğrenmeden, üç-beş ayet öğrenip ahkâm kesmemeleri, böyle hassas olan konularda olur olmaz fikir beyan edip kendilerini sıkıntıya sokmamalarıdır. Kur'an'ı Kerim, olur olmaz konuşanlar hakkında şu uyarıda bulunuyor.
“İnsanlardan kimi bilmeden, ne bir yol gösterici, ne de aydınlatıcı bir Kitab'ı olmadan Allah hakkında tartışır.” (22, Hac, 8)
“Haydi, siz, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (3 Al-i İmran, 66)
Böyle kimseleri, Kur'an'ın bu terbiye edici uyarısına davet ediyor ve diyoruz ki: “Gelin Kur'an'a hevanızı katmaktan vazgeçin. Bu size hiçbir şey kazandırmayacağı gibi tam aksine çok şey kaybettirecektir. Farklı bir şey söyleme adına, Kur'ani gerçekleri hevanızın batıl istekleri ile karıştırmayın. Kur'an, apaçık bir kitaptır ve içindeki hükümler, aklıselim sahiplerince net anlaşılacak şekilde yüce Allah (cc) tarafından açıklanmıştır. Şayet siz de akleder, geleneksel kültür kalıplarından sıyrılır, ön yargılarınızı bir kenara bırakır, farklı olma hastalığından kendinizi kurtarırsanız ve yalnızca yüce Rabb'inizi razı etmeyi gaye edinirseniz, kesinlikle Kur'an'ı anlayacak ve doğruları bulacaksınız.
Ey Kur'an gerçeğini anlamak istemeyenler, Şakul Kamerle ilgili ileri sürdüğünüz iddiaların Kur'ani hiçbir yanı olmadığı gibi, bu mantığınız Kur'an gerçeğiyle de çelişmektedir. Yüce Allah'ın ayetlerinde çelişki yoktur. Çelişki sizin mantığınızda ve tatmin olmayan hevanızdadır. Sizler, neden konu ile ilgili tüm ayetleri alıp konuyu net olarak anlamak istemiyorsunuz. Farklı söylem adına, bu ve benzeri Kur'ani gerçekleri karıştırıyor, ayetlerin bir kısmını alıp bir kısmını terk ediyor, bedeninizin rahatı için gece namazını inkâr ediyor, mala olan düşkünlüğünüz yüzünden infak etmiyor, can ve mal korkusuyla tevhide davet yapmıyorsunuz?
Kur'ani gerçekleri karıştırmak yerine, Rabb'inizi razı etmek için çalışsanız hem dünya hayatında mutlu olursunuz hem de ahiret hayatında kurtuluşa erenlerden olursunuz. Gelin, tevbe edip yaptıklarınızdan vazgeçin, Kur'an'a gereği gibi yönelin. İşte doğru yol budur, işte kurtuluş bundadır.
Ramazan Yılmaz:
Bir yanıt yazın