Press ESC to close

Namaz: Mü’minin Miracı

Namaz, kulluğun ve yüce Allah’a bağlılığın samimiyet de¬recesini gösteren bir ibadettir. Kula kulluğu zillet, âlemlerin Rabb’ine ibadeti şeref gören mü’minler için namaz bir miraç, yüce Allah’a yükselten, rükû ve secde ile yaklaştıran bir ölçüdür. Bu nedenle mü’minler, hiçbir sıkıntı duymadan zevkle ve huzur içerisinde namazlarını, belirlendiği ölçüler içerisinde eda ederler.

Namaz, imanın tezahürü, ruhun canlılık emaresi, vücudun fonksiyonel hareketi, insanın, insan oluşunun belgesidir. Küfrün, şirkin, fıskın, nifakın, zulüm ye tuğyanın reddiyesi olan namaz, mü’minler için yüce Allah’a teslimiyetin ölçüsü; ferdi ve toplumsal bir eylem; huzur ve güven şemsiyesi, insan ile Rabb’i arasında irtibat köprüsü; insanın yü-celmesini sağlayan basamak, mü'minin miracıdır. Yüce Allah'a teslimiyetin beşeri zorbalara başkaldırışın göstergesidir.

İnsanın kişiliğini olgunlaştıran namaz, Müslümanlar için mütevazı olmanın, gurur ve kibirden arınmanın ilacı; doğruluğun, dürüstlüğün işaret levhası olduğu gibi, aynı zamanda Müslümanların nefis muhasebesi yapmalarını sağlayan, onlara nefis tez¬kiyesi ettirip arındıran bir kılavuz, sosyal ve toplumsal hareketlerini düzenleyen bir kıstastır.

Namaz, mü’minlere cehennem kapılarını kapatan, cennet kapılarını açan bir anahtar; yüce Allah’tan başka tüm otoritelere baş kaldırışın (kıyam) en etkin silahı; kötülüğün önündeki set; hidayet üzerinde bulunuşun ifadesi; imanla küfrü ayıran ayı¬raç; kurtuluşun ifadesi, kalbi yumuşatan bir ilaç; insanı huzur ve mutluluğa götüren bir vasıta; Müslüman olmanın belgesidir.

Namaz; kulun Rabb'i ile diyalogunu sağlayan bir rabıta; insanı kulluk bilincine ulaştıran ve onu Rabb'ine yükselten bir basamak, kul¬luk görev ve sorumluluğunu idrak ettiren bir eylem; ölü ruhları di¬rilten bir aksiyon; kişiye şahsiyet kazandıran ve gerçek özgürlüğü gösteren bir hareket; küfür ve şirk pisliğinden, kötülük bataklığından, zulmetten ve cehaletten kurtaran, böbürlenmemeyi, zulmetmemeyi, zulme uğramamayı aşılayan bir düşünce; âlemlerin Rabb'ine yönelten bir işaret; O’nun rızasının göstergesi, kişiyi Kur'an'a yöneltip onunla kaynaştıran güçtür.

Mü'min, namazla kendisini yeniler ve namazla kendisini kont¬rol eder. Bu nedenle, namazını sürekli kılar; bu süreklilik hem hayatı kapsar, hem de zamanı. Zaman olarak mü'min, günün yirmi dört sa¬atinde Rabb'ine yönelir. Bu yirmi dört saat, gündüz olduğu gibi geceyi de içerisine alır.

Mü’minin namaz kılması, balığın sudaki, kuşun havadaki durumu gibidir. Mü’min için namaz, ağaç için su, insan için hava, canlı için gıda gibidir. Abdest ile beden dinlenip rahatlarken, namaz ile ruh huzura kavuşur, insan rahatlar, sakinleşir. Nitekim Rasulullah (as), bir hadisi şerifinde; “kızdığınız zaman, abdest alıp iki rekât namaz kılın” buyurur. Bu da, namazın insanın psikolojisi ve bedeni üzerinde ne denli etkili olduğunu gösterir.

Hevasına kulluk yapmayı şiar edinen kimseler için ise namaz, sürekli bir sıkıntı ve yük olmuştur. Bunun için de ya istemeye istemeye namaz kılmışlar ya da namaz vakitlerini ya da rekâtlarını düşürmeye ça¬lışmışlardır. Kur’an-ı anlamaktan mahrum olan bazı kimseler, önce Kur’an’da namazın iki rekât olduğunu iddia etmişler, daha sonra da namaz vakitlerinin üç vakit olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Namaz, imani bir husustur; bu nedenle iman noktasında iflas etmiş olanlar, iman fazileti ile tanışmamış ya da bu faziletten nasiplenmemiş kişiler, iman ile küfrü karıştırıp şirketleştirenler namazın faziletini, insana verdiği manevi yüceliği ve fiziki huzuru anlamazlar. Bunun için bu kimseler, kendileri kılmasalar bile namazdan ve onu huşu ile kılanlardan rahatsızlık duyarlar.

Hak batıl mücadelesinde İslâm düşmanları, Tevhidi esaslara karşı taşıdıkları kin ve düşmanlıklarını her vesile ile ortaya koymuşlar, İslâm’ın, yeryüzünden kaldırılması ya da en azından ona iman edenler üzerindeki etkisini azaltılması için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, yapmaktan çekinmemişlerdir.

İslâm düşmanları, İslâm’a karşı topyekûn bir savaşın İslâm’a zarar veremediğini, veremeyeceğini ve bu aleni savaşları ile İslâm’a iman edenlerin dinlerine daha fazla sarıldıklarını gördükleri ve kimi acı tecrübelerle bunu yaşadıkları için bu metodu kısmen terk etmişlerdir. Askeri ve ekonomik güçleri ile İslâm'a karşı bir başarı elde edemeyen şer güçleri, bunun yerine insanları İslâm'dan uzaklaştırmak için şeytani bir düşünce ile İslâmi kavramları çarpıtmaya ya da içini boşatmaya çalışmışlardır.

İslâm düşmanları, İslâm’a karşı düşmanlıklarını, kimi zaman alenen ortaya koymuşlar, kimi zaman ise münafıkça tavırlar içerisinde sureti haktan görünerek hareket etmişlerdir. Özellikle günümüzde suret-i haktan görünen birçok münafık, tarihteki atalarını aratmayacak bir tavır içerisinde hareket etmektedirler.

İslâm’ın temel esaslarını yıkmak isteyen İslâm düşmanları, önce Tevhid, vahiy, şirk, tağut vb. kavramları kullanarak Müslümanlardan görünüyor, Tevhidi düşünen bir Müslüman oldukları imajını uyandırmaya çalışıyorlar, daha sonra kimi kavramları çarpıtarak yavaş yavaş kinlerini kusuyorlar.

Her vesile ile İslâm’a karşı mücadele eden İslâm düşmanlarının istismarlarına alet ettikleri kavramlardan biri de namaz konusudur Bunlar, şeytanın yüce Allah’a karşı söylediği sözü gerçekleştirmek, insanları namazdan soğutmak ve yüce Allah’a secde edenleri azaltmak için bütün güçleri ile çalışmaktadırlar.

“Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!’ dedi” (7 A’raf, 16-17)

İnsanları, namazdan ve yüce Allah’a secde etmekten alıkoymaya çalışan kişileri iki grup altında toplamak mümkündür. Bunlardan bir grup, Kur'an'da geçen salât kavramını içerik olarak, diğer bir grup ise namazın rekât ve vakitleri yönünden çarpıtmaktadırlar.

Kur’an’da Salât kavramı, SLV harflerinden türetilmiş bir kelimedir. Bu kökten, namaz, dua, övgü, rahmet etmek, yardım etmek, destek vermek, saygı göstermek, teslimiyet, namaz kılınan yer, Yahudilerin ibadet ettikleri mekân Havra kelimeleri de türetilmiştir ve Kur’an’da yüz defa geçmektedir.

Yüce Allah'ı razı etmek amacında olmayan ve yalnızca fitne çıkarmak, insanları yüce Allah'a kulluk ve secde etmekten alıkoymaktan başka amaçları bulunmayan kimseler ve onlara aldanan bazı zavallı takipçileri, salât kavramının namaz anlamına gelmediğini ısrarla iddia ederler.

Bu fitne unsurları, beş kuruşluk bir çıkar, geçici bir makam ve mevki için kendi cinslerinden insanların önünde elpençe durup 90 derece eğilerek rükûa varıp uşaklık yapmaktan, nefislerini birkaç kuruş karşılığında satmaktan utanmıyorlar. Ancak yüce Allah'a ibadet etmek sözkonusu olunca kendi cinslerinden insanlara uşaklık yaptıklarını unutarak “Biz kimseye uşaklık yapmayız” diyorlar. Böylece hem kendilerini yoktan var eden Rab’leri yüce Allah'a isyan ediyorlar, hem de beraberlerinde ateşe sürükleyecekleri kişileri de alıp esfele safilin çukurundan cehennemin veyl kuyusuna yuvarlanıyorlar.

“(Allâh) buyurdu: ‘Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun ki onlardan sana kim uyarsa sizin hepinizden cehennemi dolduracağım." (A’raf, 18)

Kur’an, salât kavramını açık ve anlaşılır bir şekilde açıklamakta, namazı ve namazın kılınmasını bildirip emretmektedir. Bu açık hükümleri ancak İslâm düşmanları görmezden gelirler, hain fitneciler bilerek karıştırırlar ve ahmaklar da anlamazlar.

Ayrıca Kur'an'da namazın, güneşin doğmasından ve batmasından önce, geceye yakın saatlerde ve gece teheccud şeklinde zamanları belirtilmiş ve “salati-l Vusta”, “salati-l fecr”, “salati-l ’İşa”, ifadeleri ile isimlendirilmiştir.

Kur'an'da, namaz konusu başka değişik ifadeler de anlatılmakta ve bu, namaz kavramına bir zenginlik kazandırmaktadır. Namaz kavramı zikir, Kur’an ve tespih, rükû, secde ifadeleriyle de adlandırılmış ve belirtilen vakitlerinde namaz kılınması emredilmiştir. Kur'an'da, geçen kıyam, rükû ve secde ayetlerini görmezden gelen namaz kaçkınları, namaz için emredilen abdest üzerinde de zaten hiç durmuyorlar.

“Ey Meryem, Rabbine divan dur, secde et ve rükû edenlerle beraber eğil!” (Al-i İmran, 43)

“Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır.” (Al-i İmran, 113)

“Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabb’inize ibadet edin, hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz.” (Hac, 77)

“Gecelerini Rablerine secde ederek, Onun divanında durarak geçirirler” (Furkan, 64)

Secde, iman eden insanın, kendi hiçliğini ilan ettiği “sıfır” noktası, ancak Rabb’inin onu yükselttiği “miracı’dır. Secde, dünyanın bütün cazibelerinden çevirilen yüzün Rabb’ine yöneldiği saadet kapısı, beşeri ve dünyevi bütün isteklerin terk edilerek yalnızca O’nun rızasının istendiği mekândır. Secde, bütün sıkıntı ve üzüntülerin geride bırakılıp huzur âlemine yönelme yeri, insana ait olan herkesten ve her şeyden uzaklaşıp yalnızca yaratana yakın olunan noktadır.

Namaz kavramını çarpıtan diğer bir grup da, namazın Kur’an’da iki rekât ve üç vakit olduğunu iddia ederek haddi ne oranda aştıklarını açıkça göstermişlerdir. Kur’an’ın bazı ayetlerini çarpıtan bu kimseler, Rasulullah (as)’ı da kabul etmezler, kıt akılları ile öğrendikleri üçbeş ayetle, kendilerini Rasulullah (as)’dan üstün görürler. Bunlar, kendilerini üstün gören seviyesiz bir tavırla, sanki bir çocuktan ya da sıradan bir kişiden ve arkadaşına hitap eder gibi, Rasulullah (as)’dan “Muhammed” diye söz ederler.

Namazın Kur’an’da üç vakit olduğunu iddia eden İslâm düşmanlarının başını günümüzde Kemalist sistemin piyonluğunu yapan ve sistem tarafından çeşitli unvanlarla satın alınan kişiler çekmektedirler. Bunlara, bazı İslâmcı yazarlar da kimi zaman alet olmuş, onlar da, namazın üç vakit olduğunu iddia etmişlerdir. Namazdaki huşudan nasiplenmeyen namaz alerjili bu tiplerden kimileri, zaten namazı gereği gibi kılmaktan yoksundurlar. Kur’an bu kimseleri şöyle tarif eder.

“Namaza çağırıldıkları zaman onu eğlence ve oyun yerine koydular. Düşüncesiz bir topluluk oldukları için böyle yaptılar.” (Maide,58)

“Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır.” (Meryem, 59)

Günümüzde kendisini Müslüman zan ve iddia eden, hatta yazı ve makaleleriyle önder oldukları imajını yay¬maya çalışan bazı kimseler de namazı üç vakite indirme¬ye çalışmaktadırlar. İslâm’da bir zaruret olarak ortaya çı¬kan cem olayını istismar ederek, bir zaruret olmadan da cem yapılabileceğini iddia etmektedirler.

Namaza karşı her dönemde sürekli olarak bir sızlanma olmuş, in¬sanlar namaz kılmamak ya da eksik kılmak için ne lazım¬sa onu yapmışlardır. Hz. Peygamber (as)’dan günümüze kadar namaza karşı olanlar sürekli var olagelmiştir.

Hz. Peygamber(as) zamanında Sakif oğulları, Müslüman olmak için bazı tavizler istemişlerdir. Bu tavizlerden biri de namazda eğilmek istemeyişleridir. Hz. Ebu Bekr(r.anh)’ın hilâfeti döneminde irtidat edenler de namaz kıl¬mak istemediklerini söylemişlerdir.

Kemalist zorbalığın Anadolu’yu işgalinden sonra bazı kimseler, namazın sıralarda kılınması ya da kaldırılması için meclise öner¬geler vermeye çalışmışlar, tekliflerde bulunmuşlardır. Kâfirleri hiç mi hiç ilgilendirmediği halde ateist Kemalist dikta rejiminin yöneticileri ezanın Türkçe okunmasını, camilere, kiliselerde olduğu gibi, sıraların konulmasını ve namazın sıralarda kılınmasını talep etmişlerdir. Kemalist dikta rejiminin Diyanet İşleri Başkanlığı adında bir şebekeyi kurması da bu ateist rejimin İslâm’ın temel esaslarını bozmaya yönelik çalışmasının apaçık bir göstergesidir.

Talimatlarla ya da yasalar koyarak İslâm’ın doğrularını çarpıtmaya ve kaldırmaya muvaffak olamayacağını gören ateist Kemalist diktatörlük, yetiştirdiği ajanlarla ve kimi ahmak İslâmcıların yardımı ile amacına ulaşmaya çalışmaktadır.

Günümüzde ezanın Türkçe okunmasını isteyen ya da Kur’an’da namazın üç vakit olduğunu iddia eden veyahut “Kur’an’dan başka kaynak yoktur” deyip Hz. Peygambere karşı tavır sergileyen kimseler, ya ateist dikta rejiminin kiralık ve hain ajanlarıdır ya da zekâlarıyla sorunu olan, akıl nimetini devre dışı bırakan ahmak kimselerdir.

Kur’an’da her konu gibi, namaz vakitleri de çok açık bir şekilde belirtilmiştir. Apaçık bir şekilde belirtilen namaz vakitlerini ancak samimi ve akıllı Müslümanlar anlayabilir, görebilirler. Hayatını İslâmi esasları bozmaya adamış hain ve değişlik bir şeyler söyleme ve gündemde olmak adına Kur’ani esasları çarpıtmayı marifet zanneden ahmaklar, Kur’an’ın bu apaçık gerçeğini göremez ya da görmek istemezler. Biz Müslümanlar olarak bugüne kadar bu hain ve ahmak kimselerin birçok örneğini gördük; anlaşılan o ki daha çoklarını da göreceğiz.

Namaz Vakitleri

Kur’an’da namaz vakitleri, öyle açık bir şekilde ortaya konulmuştur ki, saat kavramının olmadığı bir dönemde bile adeta saat ayarı yapılmış gibi zaman, insanların anlayabilecekleri bir şekilde belirtilmiştir.

Namaz vakitleri Kur’an-ı Kerim’de günün yirmi dört saatini içerisine alacak şekilde düzenlenmiştir. Bu, öyle bir düzenlenmedir ki kul, sürekli bir şekilde Rabb’i ile diyalogunu sürdürmekte, Rabb’inden gafil bir zamanı olmamaktadır.

İnsanın hayatını kuşatan namaz, kul ile Rabb’i arasındaki di¬yalogu sağladığından günün yirmi dört saatini içine alır. Kulun, Rabb’ine karşı sorumsuz olduğu bir an söz konusu değildir. Gece ve gündüz mü’minler için çok önemlidir. Kul, yüce Allah’a karşı gündüzün sorumlu olduğu gibi gece de sorumludur. Bu sorumlu olu¬şun göstergesi de kulun Rabb’ine olan ibadetidir. Bu ibadetin en önemlisi ise hiç şüphesizdir ki namazdır.

Yüce Allah(cc) iman edenleri, gece gündüz, sabahın ilk aydınlığında ve akşamın alaca karanlığında, günün ortasında ve gecenin ortasında namazla sorumlu tutmuştur.

Kur’an’da namaz vakitleri, hiçbir kapalılığa yer bırakılmayacak bir şekilde düzenlemiş, Rasulullah (as) da düzenlendiği şekline riayet ederek, belli bir mazereti olmadığı surece, namazlarını vakitlerinde eda et¬miştir. Yüce Allah’ı razı etmeyi amaç edinen Müslümanlar da, dün olduğu gibi bugün de, Kur’an’da düzenlenen şekline ve Rasulullah(as)’ın örnekliğini esas alarak namazlarını eda etmişler, etmektedirler.

Namazdan rahatsızlık duyan şeytanın insan türünden olan yardımcıları üç vakit namazı bir vakite indirebilme cüretini bile gösterebilmişlerdir. Bunlar, önce vitir namazını yatsı namazının arkasına eklemişler, daha sonra da yatsı ile akşam namazlarını cem ederek üç va¬kitteki namazları tek vakitte eda etmişlerdir.

Aslında namaz rekâtları ve namaz vakitleri konusunda çarpıklık yapan ve bu konuda sıkıntılı olan kim¬seler, bu sıkıntılarını, namazla sınırlı tutmamışlar, nefislerinin hoşuna gitmeyen her konuyu her vesile ile ortaya koymuşlardır. Örneğin Tevhid, şirk, infak, örtü, İslami mücadele, Kur’ani kavramları net olarak ortaya koyma, tüm değerlerinde Allah rızası için özveride bulunma vb. konular, onlar için sıkıntı duyulan konuların baş¬ında gelmektedir. Hain ve ahmak olan kimseler, hoşlarına gitmeyen konulardaki ayetler kendilerine hatırlatıldığında hemen itiraz ederler ve ken¬dilerine göre tevil etmeye çalışırlar.

Kur’an-ı Kerim, hevalarını ölçü edinip İslâm’ın temel esaslarıyla uğraşan ve namaz rekât ve vakitleri konusunda ileri geri konuşan kimselerin içerisinde bulundukları durumu şöyle açıklamaktadır.

“Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, na¬mazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır.” (19 Meryem, 59)

Hevalarını ölçü edinip kendi arzularına uyarak, namazı zayi edenler, namazı iki şekilde zayi ettiler; 1- Kılınışında, 2- Vakitlerinde.

l- Kılınışında namazı zayi etmek: Namazdan rahatsızlık duyanlar, bu rahatsızlıklarını sözel olarak ortaya koydukları gibi, eylemsel olarak da birçok şekilde ortaya koyarlar. Sözel olarak genellikle “Namaz o kadar önemli değil, namaz bir duadır, dua da etseniz namaz kılmış olursunuz”, “Namaz ile Müslümanlık olmaz”, “Nice namaz kılanlar var ki şöyle böyle yapıyorlar”, “Gece namazı Peygambere mahsustur, ümmetin kılma zorunluluğu yoktur”, vb. birçok iddialar ileri sürerler.

Eylemsel olarak namazdan rahatsızlık duyanlar, namazın ruhundan, huşu ve huzurundan mahrum oldukları ve namazdan huşu duymadıkları için, bir an önce namazı kılıp ondan kurtulmaya çalışırlar. Bu nedenle, namazın kılınışı sırasında, çok süratli hareket edip baştan savarcasına namazı eda eder¬ler.

Namazdan rahatsızlık duyan kimseler, namaz kılarlarken bir taraftan sure ve duaların anlamlarının bilincine var¬madan çok hızlı okurlarken, diğer taraftan kıyam, rükû ve secdede ya¬yından kurtulmuş mekanik bir araç gibi çok süratli hareket ederler. Böylece bu kimseler, bu halleriyle, namazın ruhundan uzak bir halde, ancak şekli olarak namaz kılmış olurlar.

Namazda Kur’an’ı anlayarak oku¬mak ve tadili erkâna uymak esastır; çünkü kişi, namazda yüce Allah’ın huzurunda durmakta, O’na dua etmekte, O’ndan yardım dilemekte ve yalnızca O’na kulluk edeceğine söz vermektedir. Bunların ise, net ve anlaşılır bir dille, hüzünlü bir kalple ifade edilmesi gerekir.

Namazın, çok süratli eda edilmesi durumunda namazda hem huşu olmaz, hem Kur’an anlaşılır bir şekilde okunmaz, hem de yapılan dua ve dilekler, öncelikle kişinin ken¬disince anlaşılmaz, böyle kılınan bir namaz, şekli olmaktan başka bir anlam ifade etmez.

Kılınışında namazı zayi etmenin bir başka şekli de, namazın rekât sayısını azaltmaktır. Namaz kılmaktan duyulan rahatsızlığın bu şekli genellikle, Kuran okuduklarını iddia etmelerine rağmen, onu an¬lamayan ve bu halleriyle Rasulullah(as)’a tabi olmayan kimseler tarafından ortaya konulmaktadır. Bu kimseler, tüm vakitler için namazı iki rekât olarak kılmakta, gece namazını ise hiç kılmamaktadırlar.

Uykularını bölüp kalkmamak ve hakkında onlarca ayet bulunan ve farz olan gece namazının farziyet’inden -kendi akıllarınca- kurtulmak için gece namazının yalnızca Peygambere farz olduğunu iddia eden namaz kaçkınları, Sünnet diye bilinen namazları ise zaten hiç kılmamaktadırlar.

2- Vakitlerinde namazı zayi etmek: Namazı zayi etmenin ikinci yolu, namaz vakitlerinin birleştirilmesidir. Kur’an’da açık bir şe¬kilde bildirilen ve altı vakit olarak ortaya konulan namaz vakitleri, namazdan rahatsızlık duyanlar tarafından önce beş vakite, daha sonra da nefislerine hoş geldiği için üç vakite indirilmiş ya da indirilmeye çalışılmıştır. Ancak Kur’an’ın apaçık hükümleri, her konuda olduğu gibi bu konuda da heveslerini kursaklarında bırakmıştır.

Biz, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Kur’an denizinden damlalar alıp gerçeklere parmak basmaya ve insanları bu ger¬çeklerle yüzyüze bırakmaya çalışacağız inşaAllah. Dileyen “işittik ve itaat ettik” (24/51) diyerek “Rabb’ine varan bit yol tutar” (73/19), dileyen “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti” (7/28) deyip yüce Allah’a iftira ederek ve kendi “Arzusunu ilah edinerek” (25/43) “hevasının peşine düşüp alçalır, yere saplanır” (7/176). Bu onların bileceği bir şeydir, bize düşen emrolunduğumuz şeyi açıkça ortaya koymak, yaşamak ve tebliğ etmektir.

Namaz vakitlerine, güne başlama zamanı olan sabah namazı ile başlayıp üzerinde en çok tartışılan, farziyet’i inkâr edilen “nafile” de¬nilip fazla önemsenmeyen, ancak yüce Allah’ın, birçok ayet¬te önemine değindiği gece namazı ile noktalayacağız inşaAllah.

Namaz vakitleriyle ilgili onlarca ayet bulunmaktadır. Bu nedenle ayetlerle konuya açıklık ge¬tirmeye çalışacağız inşaAllah. Bu ayetler, mü’minler ve akledenler için yeterlidir.

“Güneşin sarkmasından (İkindi) gecenin kararmasına kadar namaz kıl (Akşam) ve sabahın Kur’an’ını da unutma. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek şeydir.” (17 İsra, 78)

Bu ayette “güneşin sarkmasından” ifadesi ile ikindi, “gecenin kararmasına kadar” cümlesi ile akşam namazı emredilmekte, “sabah Kur’an’ı” deyimi ise sabah namazı olarak bildirilmektedir. Bu konuda ikinci bir delil de Hud suresi 114. ayetidir.

“Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.” (11 Hud, 114)

İsra suresinde, “Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabahın Kur’an’ını da unutma” şeklinde belirtilen ikindi, akşam ve sabah namaz vakitleri, Hud suresinde, “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl” denilerek apaçık bir şekilde ortaya konulmuştur.

“Onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan önce, batmadan önce, Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O’nu tespih et.” (50 Kaf, 39-40)

“Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek tespih et; gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki memnun olasın!” (20 Taha, 130)

Kaf ve Taha surelerinde yukarıdaki ayetlerde de belirtilen “güneş doğmadan önce, batmadan önce” ifadeleri sabah ve ikindi vakitlerini belirtmektedir.

“Ey iman edenler, ellerinizin altında bulunanlar ve henüz ergiliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkar(ıp yat)acağınız zaman ve yatsı na¬mazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç va¬kittir…” (24 Nur, 58)

Bu ayette, de çok açık bir şekilde sabah ve yatsı namazları belirtilmektedir. Yüce Allah(cc), Müslümanlara, çocukları ve hizmetçileri ile ilgili bir ilişkilerinin bir bölümünü anlatırken özellikle namazın vakitlerini belirtmektedir.

“Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzuruna durun.” (2 Bakara, 238)

Bu ayet “orta namazı” deyimi ile öğle namazına dikkat çek¬mektedir. Bazı müfessirler “orta namazı” deyiminin ikindi namazını ifade ettiğini iddia etmişlerse de bu iddia gerçeği yan¬sıtmamaktadır. Bu iddiada bulunanlar, namaz vakitlerini beş olarak kabul ettikleri için, ikindi namazını orta namaz olarak almaktadırlar. Çünkü onlara göre, sabah ve öğle namazları bir tarafta, akşam ve yatsı namazları diğer tarafta, ikindi namazı ise ortada kalmaktadır. Oysa ayette geçen “orta namazı” deyiminden kasıt günün ortasındaki namazdır.

Günün ortası, o günkü Müslümanların istirahata çekildikleri, sıcaktan korundukları, gölgede uyudukları bir zaman dilimidir. Bu zaman diliminde kılınması gereken namaz; istirahat zamanıyla çakıştığı için, bu namazın zaman zaman ihmal edilmesi ihtimali ortaya çıkıyordu. Bu nedenle yüce Allah (cc), orta namazının korunmasını bildiriyordu; çünkü Müslümanlardan bazıları, öğle uykusundan uyan¬dıkları zaman, öğle namazı vaktinin çoktan geçtiğini görüyorlardı.

Yukarıya alınan ayetlerde namaz vakitleri, kapalılığa mahal bırakmayacak kadar açık bir şekilde sabah, öğle ikindi, akşam ve yatsı olarak belirtilmiştir. Bu vakitler, iman eden her aklıselim Müslüman tarafından kabul gören vakitlerdir. Bugün, Kur’an’ı anlamaktan ve ilimden yoksun, Kur’an gerçeğinden habersiz şeytanın insan cinsinden birkaç yardımcısı kişilerin, namaz vakitlerinin üç vakit olduğu iddialarının Kur’an’la, İslam’la ve İslâmi gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur.

Gece (Vitir) namazı, Kur’an’da çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Vitir namazının ne zaman ve nasıl kılınacağı konusu, ilgili ayetlerde net olarak açıklanmaktadır. Peki, kimler kalkacak? Kalkmanın yeri ve şekli nasıl olacak? İnsan, bu emri aldıktan sonra hangi durumda iken kalkacaktır? Kur'an, bütün bu sorulara açıklık getiriyor.

"Ey örtüsüne bürünen; gecenin birazında, yarısında yahut bundan biraz eksilt(erek) veya onu artır(arak) kalk ve ağır ağır Kur'an oku." (Müzzemmil, 1-4)

"Gecenin bir kısmında teheccüt et (uykudan uzaklaş), senin için fazladan olarak; böylece Rabb'in seni övülmüş bir makama ulaştırır."(İsra, 79)

"Bizim ayetlerimize o kimseler iman ederler ki onlar, kendilerine hatırlatıldığı zaman derhal secdeye kapanırlar, Rab'lerini överek tespih ederler, büyüklük taslamazlar; yan¬lan yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab'lerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak eder¬ler." (Secde, 15-16)

"Yoksa o gece saatlerinde secde ederek, ayakta(kıyama) du¬rarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabb'inin rahmetini uman gibi midir? De ki: 'bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?' Doğrusu ancak akli selim sahipleri öğüt alır." (Zümer, 9)

"Gecelerini Rab'lerine secde ederek O'nun divanında durarak geçirirler." (Furkan, 64)

Teheccüt; gece uykudan uyanmak, uykuyu bölmektir. Nücüd, uyumak demektir. Buna göre gece namazı, belli bir müddet uyunduktan sonra uykuyu bölüp kalkmakla eda edilebilir. Gece uyun¬madan kılınan namazlar, vitir (gece) namazı yerine geçmez.

“Kalk” emrini alan mü'minler (73/1-4), Allah'ın ayetlerine teslim olduklarından “yanları yataklarından uzak¬laşarak” (32/15-16) uykuyu bölüp gecenin bir kısmında (17/79) kalkarlar. Yüce Allah (cc), o mü’minleri mükâfatlandırmakta ve övmektedir.

"(O mü'minler) geceleri pek az uyurlardı, seherlerde istiğfar ederlerdi." (Zariyat, 17-18)

Yüce Allah’ı razı etmeyi her şeyin üstünde tutan mü'minler, gece (vitir) namazını eda etmek için, uykularından feragat ederek (17/79), yataklarından uzaklaşarak (32/16), Rab'lerinin rahmetine ulaşmak isteği ile dua ederler (39/9) ve bir sonraki güne hazırlanmaya çalışırlar.

Mü’minler için en güzel örnek olan Hz. Muhammed (as), beş vakit üzerine fazla olarak emredilen gece (vitir) namazını ümmetine şöyle bildirmektedir.

“Allah size bir namaz daha fazladan ilave etmiştir. Bu namaz da vitirdir. Vitir namazını yatsı ile sabah vakti doğuncaya kadar geçen zaman içinde kılın.” Sekiz sahabeden rivayet edilen bu hadisi, Ebu Davut, Tirmizi ve ibn-i Mace nakleder.

Rasulullah(as)’ın, “Allah size bir namaz daha fazladan, ilave etmiştir” sözü, bu namazın, yüce Allah (cc) tarafından farz kılındığını gösterir. İlim ehlinden birçok kimse, gece namazının farz olduğunu kabul etmiş ve bunu yazdıkları eserlerde belirtmişlerdir.

Kur’an da namaz, altı vakit olarak emredilmiş, belli bir mazereti olmadığı sürece, Rasulullah(as) bu emrin gereği ola¬rak altı vakitte namazlarını eda etmiş, bir mazeretinin bulunması du¬rumunda ise, bilinen bazı namazları cem etmiş (birleştirmiş)tir.

Kimi insanlar, Rasulullah(as)’ın bir Arabî ile olan konuşmasını ileri sürerek, namaz vakitlerinin beş olduğunu iddia ederler.

“Hz. Peygamber( as)’a bir bedevi ‘benim üzerinde farz bir namaz var mıdır?’ diye sorduğunda: ‘Beş vakit namaz’ cevabını vermiştir. Bedevi, ‘Üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?’ sorusunu tekrarlayınca Hz. Peygamber (as), ‘Hayır, ancak nafile kılarsan bu müstesna” buyurmuştur.” (Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.)

Şimdi bu hadis ile “Allah size bir namaz daha fazladan ilave etmiştir…” hadisini karşılaştıracak olursak şu gerçek ortaya çıkar. Rasulullah(as) İsra 79. ayeti gelmeden önce beş vakit namazı söylemiş, İsra 79. ayeti gelince de ikinci hadisi söylemiştir. Bu iki hadis birbirini tamamlamaktadır.

Evet, görüldüğü üzere ayetlerde altı vakit namaz bildirilmiş, Ra¬sulullah(as) da buna uygun olarak namazlarını eda etmiştir. İman edenlere düşen sorumluluk, Kur’an ve Sünnet gerçeğine itiraz etmeden teslim olmaktır. Çünkü iman etmek bunu gerektirir

“Elçinin, aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Elçisine çağırıldıkları zaman inananların sözü ancak: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlardır.” (24 Nur, 51)

Her aklıselimin göreceği üzere yukarıya alınan ayetlerde belirtildiği üzere Kur’an, apaçık bir şekilde namaz vakitlerini belirtmektedir. İman eden Müslümanlara düşen görev, herhangi meşru bir mazeretleri olmadığı sürece namazları belirtilen bu vakitlerde kılmaktır. Çünkü iman ve teslimiyet bunu böyle yapmayı gerekli kılmaktadır.

Hangi gaye ile olursa olsun, yüce Allah’ın Kitabı’ndan, Ra¬sulullah(as)’ın sünnetinden ve İslam’ın prensiplerinden bazı kısımlarını görmezlikten gelmek, bu esaslardan indirimler yapmak kişiyi iman ve İslam dairesi dışına çıkarır. Bu nedenle, iman edenler için as¬lolan, Kur’an ve Sünnet gerçeğini aynen alıp samimi bir teslimiyetle Müslüman olmaktır.

Namazların rekât sayısı

Namazların rekât sayısı, Kur'an'da, Nisa, 102. ayette savaş durumu halinde zikredilen husus dışında, elbette modamod bir şekilde açıklanmamıştır. Bugün kılındığı şekli ile namazların rekât sayısı Rasulullah (as)’ın uygulamasından alınmaktadır. Zaten bu nedenle yüce Allah (cc), kendisini razı etmenin ve ahirette verilecek mükâfatları ummanın ve Allah'ı çok zikretmenin, Rasulullah (as)’ı örnek edinmekten geçtiğini bildirmektedir.

“Andolsun Allâh'ın Rasulünde sizin için Allah'a ve ahiret gününe uman ve Allâh'ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

Kendisine tabi olan ümmeti için en güzel örnek olan Rasulullah (as), bugün kılındığı şekliyle namazlarını kılmıştır. Bu nedenle onun ümmeti olma şerefine ulaşan kimseler, İslâmi her konuda en güzel örnek edindikleri Rasulullah (as) gibi namazlarını kılarlar. Elbette Rasule tabii olmak, bir iman ve teslimiyet meselesidir. Bu teslimiyeti gösterenler, mütevatiren kendilerine ulaşmış namazlarını tıpkı Rasulullah (as)’ın kıldığı üzere kılarlar ve onlar, Rasulullah (as)’dan ve onun kıldığı şekli ile namazdan herhangi bir rahatsızlık duymazlar.

“Sabırla, namazla Allah'tan yardım dileyin, şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir.” (Bakara, 45)

İman, bir aşk ve teslimiyettir, aşk ve muhabbetle yüce Allah'a ve O’nun Rasulüne iman eden bir kimsenin, Rasulünü örnek edinmekten ve onun yaptıklarını yapmaktan rahatsızlık duyması elbette mümkün değildir. Rasulullah (as)’ı örnek edinmekten ve onun yaptıklarını yapmaktan rahatsızlık duyanlar, ancak iman konusunda sıkıntısı olan kimselerdir.

Nisa suresi, 101-103. ayetlerinde belirtilen namaz konusu, savaş durumunda yapılması gereken bir husustur. Savaş durumunda namaz, iki rekât olarak emredilmektedir. Burada iki rekât denilmesinin nedeni, Rasulullah (as)’ın örneklik meselesidir. Bazı kimselerin, Rasulullah (as)’ın arkasında namaz kılanların tek rekât namaz kıldıklarını ifade ederek seferi durumunda namazın bir, diğer normal zamanlarda iki rekât olduğunu iddia etmelerinin hiçbir şer’i delili yoktur. Çünkü ümmete örnek olan Rasulullah (as)’ın yanındakiler değil Rasulullah (as)’ın bizzat kendisidir ve o, (as) savaşta namazı iki rekât olarak tamamlamıştır.

“Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin açık düşmanınızdır.

Sen de içlerinde bulunup onlara namazı başlattığın zaman onlardan bir bölük seninle beraber namaza dursun ve silâhlarını da yanlarına alsınlar. (Namazda olanlar), secde edince arkanıza geçsinler; bu kez namaz kılmayan öteki bölük gelsin, seninle beraber namaz kılsınlar, korunma(tedbir)lerini ve silâhlarını da alsınlar. Kâfirler istediler ki siz silâhlarınızdan ve eşyanızdan gaflet etseniz de birden üzerinize bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Ama korunma tedbirinizi alın. Allâh, kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde Allâh'ı anın; güvene kavuştunuz mu namazı (tam) kılın. Çünkü namaz, mü'minlere vakitli olarak farz kılınmıştır.” (Nisa, 101-103)

Kur’an’daki hüküm oldukça açıktır; savaş halinde, birisinden kaçma ya da herhangi bir korku durumunda namazın kısaltılmasında herhangi bir günah yoktur, ancak normal zamanda, 103. ayette ifade edildiği üzere “güvene kavuştunuz mu namazı (tam) kılın” hükmünce namazın tam kılınmasıdır. Bu kılınma şekli de Rasulullah (as)’ın kıldığı gibidir.

“Allâh ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)

Kur'an'da iki rekât namaz var diyenlerin, Kur’an’ı çok iyi okumaları, ayetlerin tamamını ve devamını beraber değerlendirmeleri ve Kur'an'da, kendisine iman edilmesi ve tabi olunması istenilen Rasulullah (as) ile ilgili ayetlere de iman etmeleri gerekir. İşte o zaman kaç rekât namaz kılınacağını gereği gibi öğrenmiş olacaklardır.

Namazın kısaltılması ancak “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız” hükmü gereği, savaş, terör vb. hallerde mümkündür, bunun dışında seyahat ya da misafirlik durumunda kısaltma sözkonusu değildir. Seyahat ya da zorunlu bir durum sözkonusu olduğunda namazlar, öğle ve ikindi ile akşam ve yatsı namazları cem edilebilir, ancak kısaltılmazlar.

Yüce Allah'a iman eden kimseler için namazın ne kadar, ne zaman, nasıl kılınacağı çok açık bir şekilde belirtilmiş, yüce Allah'ı razı etme konusunda en güzel örnek olduğu, mü’minlere bildirilen Rasulullah (as) referans verilmiş, bunun dışındaki kabul ve davranışların apaçık sapıklık olduğu bildirilmiştir. Artık dileyen dilediği yola tabi olur ve tabi olduğu yolun sonundaki yere gidebilir.

 

Kurani Mücahede: 2011-12-02

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir