Özellikle son 35-40 sene önce ortaya çıkan, Kur’an’ı küfür ve inkârlarına kalkan yapan örtülü inkârcılık olan mealcilik, internetin yaygınlaşması ile artış göstermiş, son on yılda da adeta virüs gibi birçok kimseye bulaşmış görünmektedir.
Bu örtülü inkârcı Mealciler, Kur’ani kavramların anlamlarını çarpıtılıp değiştirmekte, Tevhidi esasları ve Kur’an’ın bir bölümünü alıp bir bölümünü gizlemekte, Rasulullah (as) inkâr etmekte, namaz ve benzeri ibadetleri, çarpıtarak inkâr etmektedirler.
Mealcilik adı altında 1970’li yıllarda ortaya çıkan bu küfür ve şirk virüsü, “Namaz, salattır, salat duadır, dua da ayetleri okumaktır,” “Rasul, bir postacıdır, görevini yapıp bırakmıştır, bizim için örnek olamaz” diyen Tevhidden yoksun bir akımdır.
Kur’an’ı, küfür ve şirklerine kalkan yapan bu örtülü inkârcı mealcilik akımına tabi olanlar, ilk yıllarda zaman zaman belediye otobüslerinde, bazı işyerlerinde insanlara ayetler okur bırakırlardı. Kendileri bile anlamını bilmeden okudukları ayetleri duyan bazı kimseler, sırf ayet okuyorlar diye bu inkârcılara teşekkür ve dua ediyorlardı. Ancak ayetleri okuyanlar da, dinleyenler de, her türlü küfür ve şirklerini işlemekten geri kalmıyorlardı.
Mealcilik akımı, son yıllarda “Kur’an bize yeter” sloganik ifadeyi kullanarak yine boy gösterdi. Bu akımın içerisinde eski Marksist solcular, Kemalistler, tağuti sisteme hizmet eden Samiri soylu belamlar ve onlara kanan zavallı cahiller, aleviler, kendi küfür ve şirklerini Kur’an’ı kullanarak gizlemeye çalışan kimseler bulunmaktadır.
“Kur’an bize yeter” diyerek başta Rasulullah (as)’ı inkâr eden, daha sonra Kur’ani kavramların anlamlarını değiştirmeye ve bozmaya çalışan bu küfür ehli müşrik, Kur’ani ifade ile “Gerçek kâfirler” (Nisa, 151) aslında yeni değillerdir. Bunların ataları, -isim ve kişileri değişse de- her rasul döneminde var olan, yüce Allah’a iman ettiklerini sözel olarak iddia etmelerine rağmen rasulleri inkâr ederek küfür ve şirk içerisinde bulunan kimselerdir.
Tarihin hemen her döneminde vahyi getiren rasuller, yüce Allah'a inandıklarını iddia eden kimseler tarafından dışlanmaya çalışılmış, getirdikleri Tevhidi esaslara karşı çıkılmıştır. Kur’an, önceki dönem inkârcılarının durumlarını şöyle verir.
“De ki: ‘Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor ya da o işitme ve görmeye malik kılan kimdir ve ölüden diriyi çıkaran, diriden ölüyü çıkaran kimdir, kim işleri düzenliyor?’ Hemen ‘Allah’ diyecekler, öyleyse de ki: ‘Korunmuyor musunuz?” (Yunus, 31)
“Andolsun, onlara sorsan: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim boyun eğdirdi!’ ‘Elbette Allah’ derler; o halde nasıl çevriliyorsunuz!” (Ankebut, 61)
“Andolsun onlara sorsan, ‘Kendilerini kim yarattı!’ elbette: ‘Allah’ derler; o halde nasıl çevriliyorlar!” (Zuhruf, 87)
“Kur’an bize yeter” diyen inkârcı mealciler, vahyi kabul ettiklerini iddia ederler, ancak Rasulün vahiyle belirtilen konumunu reddederler. Asıl itibarıyla Kur'an'ın bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakan bu kimseler, vahyi direkt reddettikleri anlaşılmasın, ayetlerin bir bölümünü, işlerine gelmediği için bıraktıkları bilinmesin diye bu reddiyelerini Sünnet'i reddetme, ayetlerin anlamlarını değiştirme şeklinde ortaya koyarlar.
Rasulün örnekliğini kabul etmeyenlerle İblis’in benzerlikleri
Rasulullah (as)’ın örnek alınmasını isteyen yüce Allah’tır; O’nun bu emrine tabi olup Rasulullah (as)’ı örnek alanlar, kurtuluşa erecek, bu emre uymayanlara sapıklık hak olacaktır. Yüce Allah’ın bu hükmü, tıpkı Hz. Âdem (as)’ı yarattığında, meleklere buyurduğu hüküm gibidir. Melekler, derhal secde etmişler, İblis, secde etmemiştir.
“İşte onu düzenlediğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman onun için hemen secdeye kapanın. Bunun üzerine meleklerin hepsi topluca secde ettiler; İblis hariç, o büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.” (Sad, 72-74)
Yüce Allah (cc), bir hüküm vermiş ve bu hükme uyulmasını emretmiştir. Bu hükme, tıpkı melekler gibi itiraz etmeden uyanlar, kurtuluşa ermiş, kendi zanlarını ölçü ve ilah edinip bu hükme uymayanlar da tıpkı İblis gibi böbürlenerek kâfir olmuşlardır.
“(Rabb’in) dedi ki: ‘Ey İblis, kudretimle yarattığım o şey için secde etmekten seni men eden nedir? Büyüklendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?’ Dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” (Sad, 75-76)
Dikkat edilecek olursa, Hz. Âdem (as) için secde etmeyen İblis’e yüce Allah’ın, “Büyüklendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?” sorusuna karşılık İblis, “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten, onu çamurdan yarattın” diyerek büyüklendiğini ifade etmiştir.
Yüce Allah (cc), kendisini razı etmek, ahirette umduklarına ulaşmak isteyen Mü’minler için Rasul’ün en güzel örnek olduğunu, onun örnek edinilmesini emretmiştir.
“Andolsun, sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için, en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Kur’an’ın arkasına sığınan inkârcı mealciler de, yüce Allah’ın, Rasulün en güzel örnek edinilmesi hükmüne, içerik olarak şeytanın sözleri ile hemen hemen aynı anlama gelen ifadeleri kullanırlar ve “Onun Sünneti’nin kendi dönemini bağladığını, kendilerinin Kur’an’ı çok iyi anladıklarını” iddia etmektedirler.
İblis, “Kendisinin daha hayırlı olduğunu” iddia ederken, günümüz iblisleri de, “Kendilerinin Kur’an’ı çok iyi anladıklarını” bu nedenle Rasulullah (as)’a tabi olmayacaklarını söylemektedirler. Sonuç olarak önderleri İblis gibi yüce Allah’ın emrine karşı çıkmış, tıpkı İblis gibi küfre sapıp lanetleneceklerdir.
Kur’an okuduklarını, Kur’an’dan başka kaynak kabul etmediklerini iddia eden İblis’in yolundaki mealci sapıklarda bir miligram akıl olsa, okudukları Kur’an’daki bu gerçeği görür ve hemen tevbe edip Rab’lerine yönelirler. Ancak kişi, bir kere hevasını ilah edinip her şeyi ona göre değerlendirerek sapmayagörsün; artık onun için hiçbir yardımcı bulunmaz.
Yüce Allah’ın, Rasulü’nün en güzel örnek edinilmesi hükmüne, çeşitli bahanelerle uymayanlar, tıpkı İblis gibi kendi zanlarına uyarak sapmışlar, kâfirlerden olmuşlardır. Bunlar, yüce Allah’ın hükmünü tartışma konusu yapmışlardır ki bu durum onların, şeytana tabi olduklarının apaçık göstergesidir.
“İnsanlardan kimi, Allah hakkında ilmi olmaksızın tartışır ve her azgın şeytana tabi olur.” (Hac, 3)
“Şüphesiz, kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar, onların, göğüslerinde erişemeyecekleri yalnızca bir kibir vardır, o halde sen Allah’a sığın, muhakkak ki işiten, gören O’dur.” (Mü’min, 56)
Yüce Allah (cc), bir hüküm koymuş, bunun uygulamasını Rasulü’nün şahsında örneklendirmiş, iman edenlere bir seçme hakkı vermemiş, konulan bu hükme uymalarını istemiştir. Mü’min erkek ve kadınlar, Rab’lerinin hükmüne tıpkı meleklerin, Hz. Âdem (as)’ın yaratılışı için secde ettikleri gibi teslim olmuşlardır.
Rasulullah (as)’a yani Sünnete tabi olmayı emreden yüce Allah’tır
Aslında, Rasulullah (as)’ın durumu Kur'an'da net bir şekilde açıklanmıştır; yüce Allah (cc), ne Rasulü’nü kendi seviyesine çıkarıyor, ne de ona, gücünü aşan bir görev yükleyerek onun, başlı başına hareket etmesini sağlıyor. Kur'an, Rasulün bir beşer olduğunu, gaybı bilmediğini, çarşılarda gezdiğini, yiyip içtiğini haber vermekte, ancak bütün bunlara rağmen, onun, Mü’minler için en güzel örnek olduğunu da bildirerek, Mü’minlerin Rasule itaat etmelerini istemektedir.
Rasulullah (as), yüce Allah (cc)'tan kendisine indirilen hükümlere öncelikle kendisi teslim olmakla, teslim olduktan sonra da insanlara duyurmakla mükelleftir. Bu mükellefiyeti doğrultusunda hareket eden Rasulullah (as)'ın, gerek yaptığı işlerde, gerekse söylediği sözlerdeki hatalarını yüce Allah (cc) düzeltmiş, onun en güzel örnek olma özelliğini korumuştur. Bu korunan örneklik, Kur'an var olduğu sürece varlığını devam ettirecektir.
Yüce Allah (cc), yalnız kendisine kulluk ve itaat edilmesini istemekte, kendisinin yegâne Rab ve İlah olduğunu bildirmekte, kendisinden başka bir ilaha itaat edilmesini istememektedir. O, Kendisinden başkasına itaat edilmesini yasaklamış, itaat edenlerin küfre gireceklerini, Kendisinden başkasına sevginin insanı şirke düşürdüğünü, yalnız Kendisinden ve azabından korkulması gerektiğini, Allah yolunda verilmesini aksi halde insanın fasık olacağını bildirmiştir.
Yüce Allah (cc), Rasul'ün en güzel örnek olduğunu, Rasul'e itaatin Kendisine itaat sayıldığını, en doğru yolun Kur'an ve Sünnet'e uymakla bulunacağını, ihtilafların Allah'a ve Rasulü’ne götürülmesini emretmiştir.
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin ve sizden olan emir sahibine de; şayet bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz artık onu, Allah’a ve Rasulü’ne döndürün. Gerçekten Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 59)
Yüce Allah (cc), Mü’minler arasındaki ihtilafın çözümü için Allah’a ve Rasulü’ne götürülmesini emretmektedir. Şimdi (haşa) yüce Allah (cc) kendisi bir hükmü çözmekte yetersiz kaldı da Rasulü’nü yardımcı olarak mı yanına aldı. Bunun nedeni, yüce Allah’ın, şari olarak hükmü koyması, Rasulün de o hükmü pratize etmesidir. Bu nedenle yüce Allah (cc), Rasulü’nün, en güzel örnek olarak alınmasını emretmektedir.
Rasulullah (as) ile ilgili olarak Kur’an’daki ayetlere bakıldığında, Sünnete tabi olmayı emredenin, yüze Allah’ın bizzat Kendisi olduğu görülür. Bu durumda Sünnete tabi olmak farzdır. Bunu bilmekten ve anlamaktan mahrum mealci inkârcılar, Rasul (as)’a uymanın şirk olduğunu iddia ediyorlar.
Yüce Allah (cc) Allah ve Rasulü’nün hüküm verdiği konularda, Mü’min olanların o işi kendi isteklerine göre seçme haklarının bulunmadığını, kendi isteklerine göre hareket edenlerin, Allah'a ve Rasulü’ne karşı geldiklerini ve sapıklığa düştüklerini bildirmektedir.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)
Buradaki ilahi muradı anlamayan inkârcı mealciler, bu ayetleri görmezden gelerek inkâra dayalı inat ve küfürlerini sürdürüyorlar. Yüce Allah’ın, “Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman,” hükmü ile Rasulü hüküm vermede kendisine ortak yapmamıştır. O, elbette Rasul'ü katmadan kendi hükmüne kesin teslimiyeti elbette ki emrederdi.
Rasule itaatin ve imanın, Kendisine itaat ve iman etmek olduğunu, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, Rasul'e karşı gelip Mü’minlerin yolundan başka bir yola uyanların cehenneme gireceklerini ve buna benzer daha nice uyarıları da bildirmektedir.
Sünneti kabul etmenin şirk olacağını iddia eden Mealciler, Kur’an’ı anlamaktan yoksun oldukları için Nisa, 150-151 ayetlerde yüce Allah’ın bildirdiği ilahi hükmün ne demek istediğini bile düşünmezler. Yüce Allah (cc), Kendisi ile rasullerinin arasını açmak isteyenlerin gerçek kâfirler olduğunu bildirmiştir.
“Şüphesiz, Allah’ın rasullerini inkâr edenler, Allah ile rasullerinin arasını ayırmak isterler ve ‘Bir kimine iman ederiz, kimini inkâr ederiz’ derler; bunun arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar, gerçek kâfirlerdir; Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 150-151)
Allah'ı ve elçilerini inkâr etmekle Allah ve Rasullerinin arasını ayırmak, elçilerin kimine inanıp kimini inkâr etmek arasında bir fark yoktur. Sonuç olarak inkârcıların hepsi aynı kategoriye girmektedir.
Okudukları Kur’an’ı anlamaktan mahrum inkârcı mealciler, elbette ki yukarıda verilen örnekleri anlamazlar; çünkü onlar, Kur’an’ın bütününe değil bir kısmına iman etmezler ve onlar, Kur’an’ı, Rab’lerini razı etmek için değil kendi arzularını tatmin etmek için okuyorlar.
Akleden kimseler iman eder, akıldan, düşünme yeteneğinden yoksun olan, hevalarını ilah edinenler elbette iman etmezler. Yüce Allah (cc), aklını kullanmayanların üzerine pislik bırakmaktadır.
“Allah’ın izini hariç, hiçbir nefsin iman etmesi mümkün değildir; O, akletmeyen kimselerin üzerine pislik bırakır.” (Yunus, 100)
“Fakat kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların pisliklerine pislik katmıştır ve onlar kâfir olarak ölürler.” (Tevbe, 125)
Şirkten korunmak için hassasiyet gösterdiklerini iddia ediyorlar, ancak bilmeden kendilerini sorumluluk altına sokuyor, bu tavır ve davranışlarıyla Allah ve Rasullerinin arasını ayırıyorlar. Bilmeden içine düştükleri bu hal onları, şirk ve küfür içerisine sokuyor.
Rasulullah (as), her çağda en güzel örnektir
Kur’an’da, onlarca ayette, Rasul’e iman ve itaati emreder ve Rasule iman ve itaatin, bizzat yüce Allah’a iman ve itaat olduğu bildirilir. Evrensel ve çağlarüstü Kur’an’da, birçok ayette Allah ve Rasul yanyana zikredilir.
Rasulullah (as) ve diğer rasuller, yalnızca kendi yaşadıkları dönemlerde değil, daha sonra gelen dönemlerde de Mü’minler için en güzel birer örnektirler. Kur'an, Rasullerin örnek mücadelelerinden kesitler vererek örnekliklerinin, her dönem için geçerli olduğunu bildirir.
Rasulü yaşadığı çağla sınırlamak, Rasul ile ilgili tüm ayetleri o çağa mahkûm etmektir ki, böyle bir düşünce de hem Kur'an'a yapılmış en büyük hakaret, hem de Kur'an'ın bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakmaktır ki, bu apaçık bir şekilde küfürdür.
Rasulün, yalnızca kendi döneminde bir başvuru mercii olmadığını, gelecek nesillerin de başvuru mercii olduğunu Nisa, 59. ayeti ortaya koymaktadır. Hangi dönemde olursa olsun, gerek iman edenler arasında, gerekse iman edenlerle idarecileri arasında vuku bulacak ihtilafların çözümünü yüce Allah (cc), Kur'an ve Sünnet'e havale etmektedir.
Şayet Rasulün gelecek dönemlerde örnekliği sözkonusu olmasaydı, yüce Allah (cc), ihtilafların çözümünü direkt kendi Kitabı’na havale ederdi. Oysa O, kâfirlerle Müslümanlar arasındaki ihtilafların çözümünü kendisine havale ederken, Mü’minler arasındaki ihtilafların çözümünü Kur'an ve Sünnet'e havale etmektedir. Yüce Allah (cc), kendisinden başka veli edinen kâfirlerle Mü’minler arasında vuku bulan ihtilaflar için şöyle buyurmaktadır.
"Eğer seninle mücadele ederlerse o halde de ki: ‘Allah, yaptığınız şeyleri en iyi bilendir.’ Allah, kendisinde ihtilaf ettiğiniz şeylerde kıyamet günü aranızda hüküm verecektir." (Hac, 69)
Kur’an, Mü’minler arasında herhangi bir konuda ihtilaf çıkmaması için Allah ve Rasulü’nün koydukları hükme kesin teslimiyetlerini ister, buna rağmen bir anlaşmazlığın ortaya çıkması durumunda ise, “Allah’a ve Rasulü’ne döndürün, gerçekten Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir” buyurmuştur.
Rasulullah (as), her çağın Mü’minleri için en değerli varlıktır
Yüce Allah (cc), Rasulullah (as)’ın, Mü’minler için canlarından daha değerli olduğunu bildirir ve bu hüküm, Mü’min olan herkes için geçerlidir, Mü’min olmayanlar bu hükmün dışındadırlar. Mealciler, Rasulullah (as)’ın örnekliğini kabul etmedikleri için zaten Mü’min olmadıklarında Rasulullah (as)’ı canlarından yakın görmezler.
“Nebi, Mü’minlere canlarından yakındır, onun eşleri de onların anneleridir…” (Ahzab, 6)
Rasulullah (as)ın, Mü’minler için canlarından yakındır ifadesi Kur’ani bir inceliktir; bu inceliği anlamak, samimi ve akli selim sahibi Mü’minlerin özelliklerindendir. Hevalarını ölçü edinenlerin, Kur'an'ın bu inceliğini kavramaları mümkün değildir. Buradaki inceliği düşünmekten yoksun olanlar, Rasul'ü reddetmekle bütün bu ayetleri reddettiklerini ya bilmeyecek kadar cahil ya da kasıtlı hareket eden hainlerdir.
Mealciler, Rasulullah (as)’ı neden kabul etmiyorlar
Rasulullah (as)’ı kabul etmemeleri Mealcilerin, şirkten kaçınarak Tevhidi hassasiyet göstermelerinden değildir ki, onların zaten Tevhid diye bir kaygıları yoktur. Onlar, Rasulullah (as)’ın yaşadığı hassasiyetle İslâmi esasları yaşamaktan kaçındıkları, içerisinde bulundukları küfür ve şirkten çıkmak istemedikleri, putperest tağuti sisteme karşı onurlu bir karşı duruş sergilemekten korktukları için onu inkâr etmeyi kendileri için bir çıkış olarak görmüşlerdir.
Mealciler, rasulün, yüce Allah tarafından alınması emredilen en güzel örnekliğini inkâr etmekle ve Kur’an’ı ahlak edinen yaşantısını görmezden gelmekle, Hakkı batılla daha rahat gizleyerek kendi şirk ve küfürlerini gizliyor, haram üzerine olan gayri İslâmi ticaretlerini sürdürebiliyorlar. Bunlar, Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen demokratlar ve ateistlerden farksız yaşantılarını birçokları da eşlerini yarı çıplak ilkeller gibi giydirebiliyorlar.
Mealciler, Rasulün, vahyi gerçekleri en güzel biçimde pratize etmesini, hevalarına ağır geldiğinden dolayı reddeder, kabul etmezler. Çünkü Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini aldıkları zaman ister istemez onun gibi hareket edecekler, onun gibi Rab’lerini razı etmek için çalışacaklardır. Bu ise, onların yapmak istemedikleri şeydir.
Bu inkârcı mealciler ve Samiri soylu belamlar, Rasulü devre dışı bırakarak İslâmi esaslar üzerinde istedikleri gibi konuşup hareket etmek istiyorlar. Bu nedenle de Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini bu konuda kendileri için engel gördüklerinden reddediyorlar.
Rasulullah (as)’ın örnek edilmesi durumunda yapılası gerekenler
Her durum ve ortamda Tevhidi anlatmayı ilk iş edinmek
Rasulullah (as), “Kalk ve uyar” emrini aldıktan sonra en zor şartlarda bile Tevhidi esasları hiç aksatmadan anlatmış, insanları, Rab’lerine gereği gibi iman ve kulluk etmeye, O’ndan başka tüm ilahları ve tağutu reddetmeye davet etmiş, putperestliğe savaş açmıştır.
Tevhid adına tek kelime söylemeyen, tağuti sistemi kendilerine bir sığınak olarak gören, tağuti sistemin puta tapan yöneticilerini her vesile ile övüp yücelten, onların Müslüman olduklarını iddia ederek putperestliği meşru gören Samiri soylu belamlar ve onların peşlerine takılan sürü zihniyetli kişiler, Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini elbette kabul etmezler.
Putperestliğe karşı çıkmak yerine putperestleri takdir edip öven Samiri soylu belamlar ve onların güdümünde olan şuursuz yığınlar, onurlu bir şekilde ortaya çıkıp Tevhidi esasları anlatmazlar. Onlar, ancak Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizlerler, bunun karşılığında tağuti sistemin beğenisini alırlar.
Tağuta kulluğu zillet içerisinde kabul eden, yüce Allah’ın lanet ettiği bu kimselerin, Tevhidi mücadele uğrunda canlarinı da dâhil, her şeyini ortaya koyan Rasulullah (as)’ı örnek edinmeleri mümkün değildir. Bedel ödemeyi göze almayan Samiri soylu belamlar ve arkalarındakiler, kimi uydurma rivayetleri kullanarak Rasulullah (as)’ı reddederler.
Mal biriktirmeden infak etmek
İnfak, iman etmenin ve Tevhidi tasdik etmenin en önemli şartlarından biridir. Yüce Allah (cc), infak edenlerin, en güzel sözü tasdik ettiklerini, infak etmeyenlerin ise, en güzel sözü yalanladıklarını bildirmektedir.
“Kim verir korunursa ve en güzeli doğrularsa, ona en kolayı kolaylaştırırız; ama kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzeli yalanlarsa, ona da en zoru kolaylaştırırız. Çukura yuvarlandığında malının kendisine hiçbir faydası yoktur.” (Leyl, 5-10)
Rasulullah (as), Tevhidi esasları insanlara duyurmaya başladıktan sonra Hicret ettiği güne kadar sahip olduğu ve kervan çıkarak kadar çok olan malını Allah yolunda harcamış, Hicret edeceği zaman arkadaşı Hz. Ebu Bekir kendisine bir deve hediye etmiştir.
Malı, tapar derecede seven ve biriktirdikçe biriktiren, Allah yolunda mallarını vermeyi düşünmeyen Samiri soylu belamların, Mealcilerin, böyle bir Rasulü en güzel örnek olarak kabul etmeleri elbette beklenemez. Onlar, ancak Kur’an’ı kullanarak, Allah’ın ayetlerini az bir değere satarak, dini ve Rasulullah (as)’ı istismar ederek para yığmasını bilirler.
İbadetleri, Kur’an’da bildirildiği şekil ve zamanda yapmak
Kur’an’da, yüce Allah’a yapılacak ibadetlerin nasıl olacakları konusunda apaçık hükümler bulunmaktadır. Rasulullah (as), tüm ibadetlerini vaktinde ve şekilde yapmış, bunu ümmeti olma şerefine ulaşan Mü’minlere de tavsiye etmiştir. İnfak konusunda en güzel sözü yalanlayan mealci inkârcılar, namazlar konusunda da dillerini eğip bükmektedirler.
Kur’an’ın tümünü kabul ettiklerini iddia eden mealciler, gece vitir namazı sözkonusu edildiğinde onun, Rasule farz olduğunu iddia edip Rab’lerinin bu hükmünü tanımaz, İblis gibi bu hükme iman edip gece kalkıp Vitir namazını kılmazlar. Rasulullah (as) ise, gece vitir namazı da dâhil, bütün namazlarını, hassasiyetle vaktinde kılmıştır.
Mealcilerden bir kısmı namazı tamamen reddederlerken, bir kısmı namazı iki rekât şeklinde ve gece namazını da inkâr ederek kılarlar. Namazı inkâr edip “namaz salattır, salat ise duadır” deyip bir ayet meali okuyarak namaz kıldıklarını iddia eden mealciler, samimi olsalardı, en azından Kur'an'da çokça geçen kıyam, rükû ve secde ayetlerinin gereğini yerine getirerek de olsa namaz kılarlardı.
Mealciler, ya doğru dürüst namaz kılmazlar, ya da vakit namazlarını kısaltarak ve iki vakte indirerek kılarlar, gece (Vitir) namazını da kabul etmezler.
Kur'an'ı hiç anlamayan, Rasulullah (as)’ın örnekliğini, kıyam, rükû ve secde ayetlerini görmezden gelerek inkâr eden Mealciler, cahil kimselerdir. Rasulü inkâr ederek namazı iki rekât kılan mealciler, "namazın zaten önceki ümmetler zamanında da kılındığını" iddia ederler. Bunlar, Kur'an'ı anlamış olsalardı, her dönemde vahyi gerçeklerin tahrif edildiğini bu nedenle de yeni Rasullerin gönderildiğini, bu Rasullerin, tahrif edilen gerçekleri anlatıp doğruyu bildirdiklerini de bilirlerdi.
Kur'an, Mekke müşriklerinin namaz kıldıklarını, ancak bu kıldıkları namazın tahrif edildiğini yazar. Mealciler, bu gerçekleri görmezden gelirler ve kıldıkları iki rekât namazın da Rasul vasıtasıyla geldiğini anlamazlıktan gelirler. Bu da, gösteriyor ki mealciler, dinlerinde ciddi olduklarından dolayı değil, hevalarını tatmin ettikleri için namazı iki rekât olarak kılıyor, gece namazını da reddediyorlar.
Kur’an’ın tümüne iman etmek
Rasulullah (as), kendisine gelen vahyin tümüne iman eder, bildirilen hükümleri olduğu gibi kabul ederdi. Sürekli olarak “Kur’an bize yeter” diyerek ayetlerin hepsini kabul ettiklerini iddia eden inkârcı mealciler, İsra ve Necm suresinde apaçık bir şekilde bildirilen Miraç'ı ve Kamer suresindeki Şakkul Kamer’i, tıpkı Mekkeli ataları gibi inkâr ederler.
Mealciler, inkârlarına, kendileri gibi Rasulullah (as)’a düşman olan ehlisünnetçi zındıkların Rasulullah (as) hakkında uydurdukları Miraç hadisi, Recm ayeti ve benzeri yalanları kullanıp inkârlarına devam ederler. Yani bu inkârcı gruptan ehlisünnetçiler, Rasulullah (as)’ın, hatta yüce Allah’ın üzerine iftira atarak, Mealciler ise, Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini reddederek küfürlerini sürdürürler.
Mealci inkârcılar, Hz. Süleyman (as)'ın, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapatıncaya kadar, ilim verilen bir Mü’min tarafından, ta güneşin battığı yerden getirtmesine iman etmezler. Çünkü onlar, materyalisttirler ve beş duyu ile hissedip dokunmadıkları şeylere iman etmezler.
Rasulün en güzel örnekliğini açıkça reddeden Mealciler, Kur'an'ın apaçık hükümlerine rağmen Rasulullah'ın örneklik vasfının ve metodunun bugün için geçerli olamayacağını, Kur'an'ın yeterli olduğu görüşünü savunurlar.
Aynı şekilde Rasulün en güzel örnek olarak alınmasını emreden Ahzab, 21 ve 36. ayetlerine uymayarak Kur’an’ın bu hükümlerini reddederler. Bu mealci inkârcılar, Rasulün hanımlarının, Mü’minlerin anneleri olduğunu, onlarla ve zorunlu durumlarda diğer hanımlarla perde arkasından görüşülmesini de kabul etmezler.
Rasulün örnekliğinin bugün için geçerli olmadığını ileri sürmek, Rasul ve ailesiyle ilgili ayetleri reddetmektir ki bu, Kitab'ın yarısına yakınını inkâr etmek, görmezden gelmektir, bu ise küfürdür. İşte mealciler, Kur’an’ın tümüne iman etmediklerinden küfre girmişlerdir.
“…Siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz; sizden bunu yapan kimsenin cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir, Kıyamet gününde de onlar, azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85)
Mealcilerin, Kitabın bir bölümünü alıp bir bölümünü görmezden gelmelerinin nedeni, Kur'an’ı bir bütün olarak alındıklarında ona, kesin teslimiyet olacaklarını biliyorlar, bu ise, onları işine gelmemekte bu nedenle çeşitli yalan ve uydurmaların arkasına sığınarak Rasulullah (as)’ı inkâr etmektedirler.
Mealcilerin, Kur'an'ın tümünü kabul ediyoruz yalanları, Türkiye'deki kâfir sistem taraftarlarının dine saygımız var deyip Kur'an'ı öpüp başlarına koymaları, ancak Kur’an’a uygun yaşamamaları gibidir.
Mealciler, yalnız namaz konusunda değil, kadın erkek ilişkilerinde ve haremlik selamlık konularında da Rasule gelen ayetleri geçmişe mahkûm ederek reddederler. Onların, kendilerini tatmin etmek ya da başka düşüncelerini gerçekleştirmek için Kur’an hakkında söyledikleri sözlerin ve Sünneti inkârlarının Kur’ani bir mantığı yoktur.
Mealcilerin, her vesile ile söyledikleri: “Rasulullah (as)'a ve ailesine gelen ayetler bizi bağlamaz, yalnız onları bağlar" mantığı yanlış ve hatalıdır. Böyle bir mantıktan hareket edilecek olsa, o zaman, Yahudilere gelen Yahudileri, Hrıstiyanlara gelen Hrıstiyanları, müşriklere gelen müşrikleri, kısacası kimin adına bir ayet gelmişse o ayetler onları bağlar. Bu durumda Mü’minlere ancak, Mü’minlerden söz eden ayetler kalır ki, onların da sayısı en fazla ikiyüz, üçyüz civarındadır. Bunlara bir o kadar da İslam ve Müslümanlıkla ilgili ayetleri katılırsa, o zaman Mealciler, Kur'an'ın ancak yüzde sekizine iman etmiş olurlar.
Rasulullah (as), kâfir ve münafıklara itaat etmemiş, onları dost edinmemiştir.
Yüce Allah (cc), Rasulü’ne, kâfir ve münafıklara itaat etmemesini, kendisine indirilen vahye tabi olmasını istemiş ve onlara sert davranmasını emretmiştir.
“Ey Nebi, Allah’tan sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme; şüphesiz Allah bilendir, hâkimdir. Sana Rabb’inden vahyedilene tabi ol, şüphesiz Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri bilir.” (Ahzab, 1-2)
“Ey Nebi, kâfirlere ve münafıklarla cihad et, onlara karşı katı ol; onların barınacakları yer cehennemdir ve ne kötü bir varış yeridir.” (Tevbe, 73)
“Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlarla cihad et, bununla (Kur'an) büyük bir cihad yap.” (Furkan, 52)
Kendisine indirilen hükümlere uyarak hareket eden Rasulullah (as), tüm kâfir, müşrik ve münafıklara karşı vahyin belirlediği ölçüler içerisinde mücadele etmiştir. Oysa günümüzde Rasulullah (as)’ın bu en güzel örnekliğini terk edip “Kur’an bize yeter” diyen Samiri soylu belamlar ve inkârcı mealciler, Kur’an’a uyup onunla kâfir, müşrik ve münafıklara karşı Tevhidi esasları ortaya koyup taviz vermeden mücadele edecek yerde Kur’ani gerçekleri gizlemişler, ayetlere aykırı olarak kâfir, müşrik ve münafıklarla kolkoladırlar.
Hevalarını ilah edinen, putperest müşrik ve münafıklarla kolkola gezen ve onlar tarafından beslenen Samiri soylu belamların, onların peşinde sürüklenenlerin ve onları rüzgârına kapılanların, Rasulullah (as)’ı örnek edinip kâfir, müşrik ve münafık dostlarını terk etmeleri elbette mümkün değildir.
Rasulullah (as)’ın sözlerini inkâr edenlerin çelişkileri
İnkârcılardan bazıları, uydurma hadislere karşı çıkma adına Rasulullah (as)’ın örnekliğini ve sahih yollarla gelen hadislerini reddederler. Hakkın ve doğruların kabul edilmesi başkalarının iddialarına, doğru ya da yanlışlarına göre değil, tek ölçü olan Kur'an'a göre tespit edilir. Okudukları Kitab’ı anlamaktan mahrum olanlar, yanlışlara karşı çıkarak doğruya ulaşacaklarını zannederler.
Hurafecilerin iddialarından hareketle tepkiselliği ilke edinen bu inkârcı kimseler, bilmelidirler ki, tepki ile din öğrenilmez, sevap kazanılmaz, ibadet edilmez. Bu tavırla, olsa olsa sapıklığın bir başka boyutu sergilenir.
Din, yüce Allah'ın Kitabı'nda bildirilenlerde ve bu dinin hayata pratize edilmesindedir. Bu pratize şekli de, en güzel örnek olan Rasulullah (as) ve altın nesli oluşturan sahabenin hayatlarındadır ki bu örnekliği de, tek kılavuz ve ölçü olan Kur'an bildirmektedir.
“Kur’an bize yeter” diyerek Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini kabul etmeyen inkârcı mealciler, adeta çelişkiler yumağıdırlar. Onlar, o miligramlık akılları ile tam bir Yahudi mantığı ile kelimeleri yerlerinden kaydırarak istedikleri gibi konuşma hakkını kendilerinde görüyorlar ancak bu dini insanlara ulaştırmak uğruna hayatı da dâhil, dünyevi tüm değerlerini ortaya koyan Rasulullah (as)’a, Kur’an üzerinde konuşma hakkı tanımıyorlar.
Rasul ve hadis inkârcıları, kendileri, yeterli gördüklerini iddia ettikleri Kur’an’la yetinmemişler, kimileri bir ayet üzerinde saatlerce konuşup o ayeti açıklamaya çalışırken kimileri, Kur’an’ı açıklamak için ciltler dolusu yazılar yazmaktadırlar.
Kendi cehalet ve dalaletlerine bakmayan bu inkârcı cahiller, iki-üç ayeti –anlamadan- okumakla, kendilerini neredeyse Rasulullah (as) ve onun güzide sahabesinden üstün görecek densizliğe düşmekte, ağızlarını her açtıklarında Rasul (as) ve sahabesine saldırmaktadırlar.
Mealci inkârcılar, düşünmekten yoksun kimselerdir
Şu bir gerçektir ki, inkârın ne mantığı ne de kuralı vardır; inkârcılar da bu kuralsız mantıkla, neyi niçin reddettiklerini düşünmeden inkâr ederler. Risalet tarihinde kâfirlerin inkârları her dönemde değişiklik gösterse de sonuçta hepsi Hakkı yalanlamışlardır.
Okudukları Kur’an’ı anlamaktan mahrum olanlar, daha Kitap nedir, Rasul nedir, hüküm nedir, Sünnet nedir, hadis nedir bilmeyen kara cahil zavallılardır. Bunlar, neye iman ettiklerini, neyi kabul ve reddettiklerini bile bilmekten acizler.
Rasulullah (as) ve sahabesine saldırmak, yüce Allah'ın izni ile Rasulullah'ın gösterdiği mucizeye şüphe ile bakmak müsteşriklerin öteden beri yapageldikleri bir şeylerdir. Bugün onlara, Kur'an'ı doğru dürüst okuyup anlamaktan mahrum olan cahiller de katılmışlardır.
Hurafeci müşriklerin, Rasulullah (as) ve ashabı ile ilgili gayri İslâmi rivayetlerde bulunmaları, Rasulullah'ın bize ulaşan örnek hayatına gölge düşüremez, düşürmemelidir de. İlimden ve Kur'an'dan uzak oldukları gibi terbiye, nezaket ve seviyeden de mahrum olan bu densiz cahil kimselerin ileri sürdükleri tüm delilleri yüce Allah (cc) yanında hükümsüzdür.
“O’na icabet edildikten sonra Allah hakkında tartışanların delilleri, Rab'leri yanında batıldır; onların üzerinde bir gazap ve onlar için şiddetli bir azap vardır.” (Şûra, 16)
Tağuti sistemin karşısında kişiliklerini ayaklar altına alarak Hakkı batılla karıştıran, Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini reddedip insanlarla Kur’an’ı arasına giren bu Samiri soylu belamlar ve mealciler, Rasulullah (as)’a karşı söz ve davranışlarıyla adeta Kur’an’da çelişki varmış algısını oluşturmaya çalışıyorlar.
Kur'an'da çelişki yoktur, öyle olsaydı: “Onda çok ihtilaf bulurlardı” (Nisa, 82) tutarsızlık ve çelişki, Kur'an'dan bir tek ayet alıp o ayeti anlamadan, ayetin siyak-sibakını, benzeri ayetleri bilmeden, üstelik bir de aldıkları o tek ayete kendi kuruntu ve arzularını da katanların kafalarındadır. Onların niyetleri ne olursa olsun, onları bağlar, ancak söyleyip yaptıkları şeyler, Kur'an'ın önünde gürültü koparmak, Kur'an'ın anlaşılmasını engellemektir.
Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini terk etmek küfürdür
Yüce Allah (cc), Kendisinin razı edilmesi, ahirette bunun karşılığının alınabilmesi için Rasulü’nün örnekliğinin alınmasını emretmiştir. Mü’minler, Rab’lerinin buyruğuna uyarak aralarında hiçbir ayırım yapmadan tüm rasulleri örnek edindikleri gibi Rasulullah (as)’ı da en güzel örnek alırlar. Bu, iman esaslarındandır, aksine hareket küfürdür.
Allah ve Rasullerinin arasını ayırmak; Allah'ın Kitab'ını kabul edip Rasullerinin sünnetlerini, örnek hayatlarını terk etmek demektir. Böyle bir davranışı Kur'an, küfür olarak nitelendirmektedir. Çünkü yüce Allah (cc), Kitabının uygulamasının en güzel örneklerini rasullerin uygulamalarında göstermiş, bu nedenle iman edenlere Rasule itaati emretmiştir.
“De ki: ‘Allah'a ve Rasul’e itaat edin!’ Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 32)
Yüce Allah (cc), Rasule itaatin kendisine itaat olacağını, ondan yüzçevirenden de Rasulün sorumlu olmayacağını ifade ediyor. Rasule itaatin ise, onun Sünnetine tabi olmaktır.
"Kim Rasul'e itaat ederse muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir ve kim de yüzçevirirse, biz seni onlar üzerine muhafız göndermedik." (Nisa, 80)
Rasulü, en güzel örnek olarak alanlar, Allah'ın indirdiklerine tabi olmuşlardır, bu halleri üzerinde bulundukları sürece, Mü’minlerle de beraber olacaklardır. Aksi halde Rasulü dışlayarak Mü’minlerle beraber bulunmak mümkün değildir.
" Kim Allah’a ve Rasul’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir ve onlar, ne güzel arkadaştır!" (Nisa, 69)
Rasulün Mü’minlere örnekliği, içerisinde yaşadığı toplumda Kur'an'ın yaşam biçimini pratize ederek göstermesi, daha sonraki Mü’minler için de en güzel örnekliği olan Sünnetidir. Rasul (as)'ın kıyamet günü Mü’minlere şehadeti (şefaati) de, Mü’minlerin Kur’ani gerçekleri Sünnetine uygun olarak yaşayıp yaşamadıkları şeklinde olacaktır.
“Her ümmet içinden, kendi aralarından, üzerlerine bir şahit getireceğimiz gün, seni de bunların üzerine şahit getireceğiz. Biz sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara hidayet, rahmet ve müjde olarak indirdik.” (Nahl, 89)
Ellerin, ayakların, derilerin, dillerin, gözlerin, kulak ve gönüllerin şahitlik edecekleri günde Rasulullah (as) da Mü’minlerin, Sünnetine uygun hareket edip etmedikleri hususunda onlar üzerine şahitlik edecektir. Ancak o gün, Mealcilerin yalancı oldukları ortaya çıkacak ve yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. Mealcilerin, tevbe edip Kur'an'ın bütününe teslim olmaları halinde Müslümanlarla birlikte olabileceklerdir.
Rasulullah (as), ümmet arasında vahdetin simgesidir
Rasulullah (as), Kur’an’a teslim olup onu ahlak edinmesi, Rabb’ine karşı kulluk görevlerini yerine getirmesi, Tevhidi esasları insanlara duyurması, küfür ve şirke karşı onurlu mücadelesi ile kendi dönemindeki Mü’minlere en güzel örnek ve önder olduğu gibi sonradan gelen Mü’minlere de en güzel örnektir. Aynı şekilde Rasulullah (as), Müslüman toplumun bir araya getirilmesi ve bir arada tutulması konusunda da vahdetin yegâne simgesidir.
Vahdetin temel simgesi, Rasulullah (as)'ın en güzel örnekliğine uygun yaşamakla ümmet arasında birliktelik sağlanacak, Mü'minler, ancak o zaman yekvücut olarak şirkin, küfrün, cehalet ve bağnazlığın karşısında başarı elde edebilecek Hakkı anlatabileceklerdir.
Rasulullah (as), bir beşer olarak elbette bazı hatalar işlemiştir. Ancak, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa örnek olacağı için, yüce Allah (cc), onun bu hatalarını ve varsa yanlışlarını anında düzelterek doğrusunu bildirmiştir ki her dönem Müslümanları tarafından en güzel örnek olarak alınabilsin.
Yüce Allah (cc), Rasulü’nün yanlışlıklarını anında düzeltmiştir. Örneğin; Rasulullah (as)'ın ifk olayındaki tavrını, Bedir esirlerinin durumunu, İbn-i Mektum'a karşı tutumunu anında düzeltmiş, doğrusunu bildirmiştir. Bunlar da gösteriyor ki, Rasulullah (as) Kur’ani hükümleri pratize ederken yüce Allah (cc) tarafından sürekli bir şekilde gözetilmiş, yanlışlık yaptığı anda düzeltilmiş ve ona en güzel örnek olma özelliği kazandırılmıştır.
Rasulün yaptığı iyi ve olumlu işlere yüce Allah (cc) müdahale etmemiş, onaylamış, hatta onun, Kur'an doğrultusunda ortaya koyduğu iyi işlere uymayanları uyarmış, dikkatlerini çekmiştir. Bunun en bariz örneğini Cuma olayında görüyoruz; Rasulullah (as), kendileri Mekke'de iken Medine'de Müslümanların, Yahudilerin Cumartesi, Hristiyanların da Pazar gününe karşılık Aruba günü toplanmalarına izin vermiştir.
Rasulullah (as)’ın, Medine'ye teşriflerine kadar toplanan Müslümanlar, bu güne (Aruba gününe) toplanma (Cem olma, Cuma) günü adını vererek her hafta bu günde toplanmışlar, Rasulullah'ın Medine'ye teşrifleriyle toplanma devam etmiştir. Medine'ye gelen kervanı karşılamak üzere Müslümanların, mescidi terk etmelerine kadar da bu şekilde bir araya gelmişlerdir.
“Bir ticaret yahut eğlence gördükleri zaman ona akın ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: ‘Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır; Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma, 11)
Rasulullah (as)'ı hutbede ayakta bırakarak kervana koşmaları nedeniyle, yüce Allah (cc), Mü’minleri ikaz etmiş, yaptıkları yanlışlığı yüzlerine vurmuş; toplanmanın ticaretten daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Yani bu olaya kadar Cuma toplantısı, Rasulullah'ın tasvibi ve isteği ile olmuş, yüce Allah (cc) da bunu tasvip ederek uymayanları kınamıştır.
Yüce Allah (cc), namazın kılınış şekli, rekât sayısı ve namazdaki hareketler konusunda da hiçbir uyarıda bulunmamıştır. Eğer Rasulullah (as) namaz konusunda herhangi bir yanlışlık yapmış olsaydı, diğer konularda olduğu gibi, bu konuda da, muhakkak uyarılırdı. Böyle bir uyarı Kur'an'da sözkonusu olmadığından, mütevatiren ulaşan namaz konusunda da Rasule uymak zorunluluğu sözkonusudur. Rasulullah'ın, en güzel örnekliği, Kur'an var olduğu sürece varlığını devam ettirecektir. Bu, yüce Allah (cc) bizzat emridir.
Yüce Allah (cc) tarafından konulan hükümlerin pratize edilmesindeki uygulama biçimi olan Sünnet'e, bugün vahdet için daha çok ihtiyaç vardır, Sünnet, Müslümanlar için vazgeçilmez bir esastır. Sünnet, Kur'an'ın pratize edilişindeki uygulama biçimi olduğuna göre, Sünnet'in terki ile herkesin kendi pratiğini esas kabul edecek, böylece bir yerine yüzbinlerce uygulama (sünnet) biçiminin ortaya çıkacaktır ki bu durum da, Müslümanlar arasında birlik ve beraberlikten söz edilemeyecektir. Birlik ve beraberliğin olmadığı yerde ise, nelerin olacağı malumdur. Bu nedenle yüce Allah (cc), Rasulü’nü vahdetin simgesi haline getirmiştir.
Sünnet, Kur’an’dan ayrı bir kaynak değildir
Rasulün Sünnetini almak, Kur'an'dan başka ikinci bir kaynak kabul etmek demek değildir. Çünkü yüce Allah (cc), bizzat kendisi Kitabı’nda Rasule uymayı emrediyor. Rasule uymak Kur'an ayetleriyle emredildiğinden dolayı, Sünnet'e tabi olmak Kur'an'a tabi olmaktır.
Özellikle bugün şu yanlış değerlendirme sözkonusudur; Kur'an'dan başka bir kaynağa itibar etmek insanı şirke götürür iddiası. Bu hem yanlış hem de Kur'an'ı yeterince anlamamaktan kaynaklanan bir iddiadır. Çünkü birincisi, Sünnet Kur'an'dan ayrı bir kaynak değildir. İkincisi, kimi kaynaklara başvurulmasını emreden yüce Allah’tır.
“Biz senden önce yalnız kendilerine vahyedilen erkeklerden başkasını göndermedik; eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun." (Enbiya, 7)
Ayette, bir meselenin zikir ehline sorulmakla açığa çıkacağını tavsiye eden yüce Allah’tır. O, bir şeyin gerçekliğini öğrenmek için diğer kaynaklara başvurulması gerektiğini bildirmektedir. Ancak bu başvurunun sınırını da yine Kur'an belirliyor.
" Eğer sen, sana indirdiğimiz şeyden kuşku içinde olursan, o halde senden önce Kitabı okuyanlara sor; andolsun ki, sana Rabb’inden Hak geldi, sakın şüpheye düşenlerden olma!" (Yunus, 94)
Bu Kur’ani gerçekler de gösteriyor ki, herhangi bir konuda kuşkuya düşen bir Mü’min, bu kuşkusunu gidermek için "Kitap okuyanlara soracaktır." Kitap okuyanlara Kur’ani bir gerçek sorulup alınan cevap doğrultusunda hareket ediliyor da, Kur'an'ı hem okuyup hem de hayatında pratize eden Rasul (as)'a da elbette sorulur, sözüne tabi olunur.
Yüce Allah (cc) rasulün en güzel örnek olarak alınmasını emrettiği halde hangi sağlam mantık, Kur'an'ı en güzel biçimde anlayıp yaşayan Rasul (as)'ın Sünnetine başvurmayı şirk olarak değerlendirebilir. Yani, Kur'an okuyan herhangi bir kimseye bir şey sorup verdiği cevap doğrultusunda yaşamak normal, Kur'an'ı en güzel anlayıp yaşayan Rasul (as)'a sorup Sünnetine uygun yaşamak şirk! Bunu düşünmek bile başlı başına küfür ve şirktir. Bu iddiada ısrar edenler, Allah ve Rasul düşmanı, hain ve rezil kimselerdir.
Başka kaynaklara başvurunun şirk olduğunu iddia eden bu sakal anlayış, Kur'an'ı anlamamaktan kaynaklanan, daha doğrusu Kur'an'ı eksik ve yanlış anlamaktan, Kur'an'ın bir bölümüyle hareket etmekten kaynaklanan bir görüş ve iddiadır. Bu kimselerin amacı ne Allah'ı razı etmektir, ne de İslam'ı yaşamaktır. Bunların tek amacı, dini bozmaktır. Eğer iddia edildiği gibi başka kaynaklara başvurmak şirki gerektirseydi yüce Allah kendisine şirk koşulmasını kesinlikle istemezdi.
Elbette inkârcı mantıkla bir yere varılamaz, o halde yapılacak en güzel hareket Rasulün Sünnetini esas almaktır. Kur’an inkârcılarını, Kur'an'ın bu terbiye edici uyarısına davet ediyor ve diyoruz ki: “Gelin, Kur'an'a hevanızı katmaktan vazgeçin; bu, size hiçbir şey kazandırmayacak, tam aksine çok şey kaybettirecektir.
Farklı bir şey söyleme adına Kur'ani gerçekleri hevanızın batıl istekleri ile karıştırmayın. Kur'an, apaçık bir kitaptır ve hükümleri, aklıselim sahiplerince net anlaşılacak şekilde yüce Allah (cc) tarafından açıklanmıştır.
Şayet sizler akleder, geleneksel kültür kalıplarından sıyrılır, ön yargılarınızı bir kenara bırakır, farklı olma hastalığından kendinizi kurtarır ve yalnızca yüce Rabb'inizi razı etmeyi gaye edinirseniz, kesinlikle Kur'an'ı anlayacak ve doğruları bulacaksınız.
Ey Kur'an gerçeğini anlamayanlar, ileri sürdüğünüz iddialarınızın, Kur'ani hiçbir yanı yoktur ve bu mantığınız Kur'an gerçeğiyle de çelişmektedir. Yüce Allah'ın ayetlerinde çelişki yoktur, çelişki sizin mantığınızda ve tatmin olmayan hevanızdadır.
Sizler, neden konu ile ilgili tüm ayetleri alıp konuyu net olarak anlamak istemiyor, farklı söylem adına, bu Kur'ani gerçekleri karıştırıyor, ayetlerin bir kısmını alıp bir kısmını terk ediyorsunuz.
Kur'ani gerçekleri karıştırmak yerine, Rabb'inizi razı etmek için çalışsanız hem dünya hayatında mutlu olursunuz, hem de ahiret hayatında kurtuluşa erenlerden olursunuz. Gelin, tevbe edip yaptıklarınızdan vazgeçin, Kur'an'a gereği gibi yönelin. İşte doğru yol budur ve işte kurtuluş bundadır.
Ramazan Yılmaz: 2016.01.03
Bir yanıt yazın