İslâm düşmanları, tarihin hemen her döneminde, Tevhidi esaslara karşı taşıdıkları kin ve düşmanlıklarını her vesile ile ortaya koymuşlar, İslâm’ın, yeryüzünden kaldırılması ya da en azından ona iman edenler üzerindeki etkisini azaltmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, yapmaktan çekinmemişlerdir.
İslâm’a karşı düşmanlıklarını, kimi zaman alenen ortaya koyan İslâm düşmanları, kimi zaman ise münafıkça tavırlar içerisinde sureti haktan görünmek için çaba sarfetmişlerdir. Özellikle günümüzde suret-i haktan görünen birçok münafık türemiştir.
İslâm düşmanları, İslâm’a karşı topyekun bir savaşın İslâm’a zarar veremediğini ve veremeyeceğini, hatta bu aleni savaşlarının tam aksine İslâm’a iman edenlerin İslâm’a daha fazla sarıldıklarını düşündükleri ve kimi acı tecrübelerle bunu gördükleri için bu metodu kısmen terketmişler, bunun yerine İslâmi kavramları çarpıtmaya ya da içini boşatmaya çalışmışlar, İslâm’ın kimi kurallarını değiştirmeye çalışmışlardır. “Kur’ani Kavramlar” kitabımızda bu çarpıtılan kavramların bir kısmını ele almış, bunların asıl anlamlarını Kur’an’ı esas alarak düzeltmeye çalışmıştık.
Amaçları İslâm’ın temel esaslarını yıkmak olan İslâm düşmanları, önce Tevhid, vahiy, şirk, tağut vb. kavramları kullanarak müslümanların içerisine girmekte, müslümanların yanında kendilerinin Tevhidi düşünen bir müslüman oldukları imajını uyandırmaya çalışmaktadırlar. Daha sonra kimi kavramları çarpıtarak yavaş yavaş kinlerini kusmaktadırlar.
Her vesileyi kullanarak İslâm’a karşı mücadele eden İslâm düşmanlarının istismarlarına alet ettikleri yeni kavram namaz konusudur. İslâm düşmanları, şeytan(aleyhillanen)in yüce Allah’a karşı söylediği “Öyle ise, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra (onların) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” (7 A’raf, 16-17) sözünü gerçekleştirmek ve namazdan insanları soğutmak ve yüce Allah’a secde edenleri azaltmak için vargüçleri ile çalışmaktadırlar.
İnsanları namazdan ve yüce Allah’a secde etmekten alıkoymayı engelleyemeyen şeytan (aleyhillanenin) insan cinsinden yardımcıları olan İslâm düşmanları, namazın Kur’an’da iki rekat ve üç vakit olduğunu iddia ederek haddi ne oranda aştıklarını açıkça göstermişlerdir.
Namazın Kur’an’da üç vakit olduğunu iddia eden İslâm düşmanlarının başını günümüzde Yaşar Nuri Öztürk adlı kişi ve onun paralelinde hareket eden kişiler çekmektedir. Bunlara bazı İslâmcı yazarlar da zaman zaman alet olmuşlar, bu yazarlar da, namazın üç vakit olduğunu iddia etmişlerdir. Namazdaki huşudan nasiplenmeyen namaz alerjili bu tiplerden kimileri, zaten namazı gereği gibi kılmaktan yoksundurlar.
Günümüzde kendisini müslüman zan ve iddia eden, hatta yazı ve makaleleriyle önder oldukları imajını yaymaya çalışan kimi insanlar da namazı üç vakite indirmeye çalışmaktadırlar. İslâm’da bir zaruret olarak ortaya çıkan cem olayını istismar ederek, bir zaruret olmadan da cem yapılabileceğini iddia etmektedirler.
Namaza karşı her dönemde sürekli olarak bir sızlanma olmuş, insanlar namaz kılmamak ya da eksik kılmak için ne lazımsa onu yapmışlardır. Ta Hz. Peygamber (s)’den günümüze kadar namaza karşı olanlar sürekli varolagelmiştir.
Hz. Peygamber(as) zamanında sakif oğulları, müslüman olmak için bazı tavizler istemişlerdir. Bu tavizlerden biri de namazda eğilmek istemeyişleridir. Hz. Ebu Bekr(r.anh)’ın hilâfeti döneminde irtidat edenler de namaz kılmak istemediklerini söylemişlerdir.
T.C.’nin kuruluşundan sonra, kimi insanlar meclise namazın sıralarda kılınması veya kaldırılması için önergeler vermeye çalışmışlar, tekliflerde bulunmuşlardır. Kâfirleri hiç mi hiç ilgilendirmediği halde ateist Kemalist dikta rejiminin yöneticileri ezanın Türkçe okunmasını, camilere, kiliselerde olduğu gibi, sıraların konulmasını ve namazın sıralarda kılınmasını talep etmişler/edebilmişlerdir. Kemalist dikta rejiminin Diyanet İşleri Başkanlığı adında bir şebekeyi kurması da bu ateist rejimin İslâm’ın temel esaslarını bozmaya yönelik çalışmasının apaçık bir göstergesidir.
Talimatlarla ya da yasalar koyarak İslâm’ın doğrularını çarpıtmaya ve kaldırmaya muvaffak olamayacağını gören ateist Kemalist diktatörlük, yetiştirdiği ajanlarla ve kimi ahmak İslâmcıların yardımı ile amacına ulaşmaya çalışmaktadır.
Günümüzde ezanın Türkçe okunmasını isteyen ya da Kur’an’da namazın üç vakit olduğunu iddia eden veyahut da “Kur’an’dan başka kaynak yoktur” deyip Hz. Peygambere karşı tavır sergileyen kimseler, ya ateist dikta rejiminin kiralık ve hain ajanlarıdır, ya da zekâsıyla sorunu olan ve zekâsıyla arasında oldukça mesafe bulunan ahmak kimselerdirler.
Kur’an-ı Kerim’de her konu gibi, namaz vakitleri de çok açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu apaçık bir şekilde belirtilen namaz vakitlerini ancak samimi ve akıllı müslümanlar anlayabilir, görebilirler. Hayatını İslâmi esasları bozmaya adamış hain ve değişlik bir şeyler söyleme ve gündemde olmak adına Kur’ani esasları çarpıtmayı marifet zanneden ahmaklar Kur’an-ın bu apaçık gerçeğini göremez ya da görmek istemezler. Biz müslümanlar olarak bugüne kadar bu hain ve ahmak kimselerin birçok örneğini gördük; görülen o ki daha çoklarını da göreceğiz.
Namaz Vakitleri
Kur’an-ı Kerim’de, namaz vakitleri, öyle açık bir şekilde ortaya konulmuştur ki, saat kavramının olmadığı bir dönemde bile adeta saat ayarı yapılmış gibi zaman, insanların anlayabilecekleri bir şekilde gösterilerek belirtilmiştir.
Namaz vakitleri Kur’an-ı Kerim’de günün yirmi dört saatini içerisine alacak şekilde düzenlenmiştir. Bu, öyle bir düzenlenmedir ki kul, sürekli bir şekilde Rabbi ile diyaloğunu sürdürmekte, adeta Rabb’inden gafil bir zaman geçirmek istememektedir.
İnsanın hayatını kuşatan namaz, kul ile Rabb’i arasındaki diyalogu sağladığından günün yirmi dört saatini içine alır. Gece ve gündüz mü’minler için çok önemlidir. Kul, yüce Allah’a karşı gündüzün sorumlu olduğu gibi gece de sorumludur. Yani kulun, Rabb’ine karşı sorumsuz olduğu bir an söz konusu değildir. İşte sürekli sorumlu oluşun göstergesi, kulun Rabb’ine olan ibadetidir. Bu ibadetin en önemlisi ise hiç şüphesiz ki namazdır.
Yüce Allah(cc), gündüz için namazı emrettiği gibi, gece için de emretmiştir. Aynı şekilde, sabahın ilk aydınlığında namazı emrettiği gibi akşamın alaca karanlığında da emretmiştir. Yine yüce Allah(cc), günün ortasında namazı emrettiği gibi gecenin de ortasında kullarını namazla sorumlu tutmuştur. Kısacası kul, tüm zamanlarda namazla sorumlu tutulmuştur.
Yüce Allah(cc), namaz vakitlerini hiçbir kapalılığa yer bırakmayacak apaçık bir şekilde düzenlemiş, Rasulullah(as) da düzenlendiği şekline riayet ederek, belli bir mazereti olmadığı surece, namazlarını vakitlerinde eda etmiştir. Yüce Allah’ı razı etmeyi amaç edinen müslümanlar da, dün olduğu gibi bugün de, Kur’an’da düzenlenen şekline ve Rasulullah(as)’ın uygulamasına sadık kalarak namazlarını ikame etmişlerdir.
Namaz, kulluğun ve yüce Allah’a bağlılığın samimiyet derecesini gösteren bir ibadettir. Alemlerin Rabb’ine kulluğu bir şeref gören mü’minler için namaz bir miraç, yüce Allah’a yükselten bir araç olduğundan onlar, zevkle ve huzur içerisinde namazlarını, belirlendiği ölçüler içerisinde eda ederler ve hiçbir şekilde namaz kılmaktan sıkıntı duymazlar.
Namaz; imanın tezahürü, ruhun canlılık emaresi, vücudun fonksiyonel hareketidir. İnsanın, insan oluşunu belgeleyen gösterge; küfrün, şirkin, fıskın, nifakın, zulüm ye tuğyanın reddiyesi olan namaz, mü’minler için yüce Allah’a teslimiyetin ölçüsü; ferdi ye toplumsal bir eylem; huzur ve güven şemsiyesi, insan ile Rabb’i arasında irtibat köprüsü; insanın yücelmesini sağlayan basamaktır.
İnsanın kişiliğini olgunlaştıran namaz, müslümanlar için mütevazı olmanın, gurur ve kibirden arınmanın ilacı; doğruluğun, dürüstlüğün işaret levhası olduğu gibi, aynı zamanda müslümanların nefis muhasebesi yapmalarını sağlayan, onların sosyal ve toplumsal hareketlerini düzenleyen bir kriterdir.
Namaz mü’minlere cehennem kapılarını kapatan, cennet kapılarını açan bir anahtar; yüce Allah’tan başka tüm otoritelere baş kaldırışın en etkin silahı; kötülüğün önündeki set; hidayet üzerinde bulunuşun ifadesi; imanla küfrü ayıran ayıraç; kurtuluşun ifadesi; müslüman olmanın belgesidir.
Hevasına kulluk yapmayı şiar edinen kimseler için ise namaz, sürekli bir sıkıntı ve yük olmuştur. Bunun için de, ya istemeye istemeye namaz kılmışlar, ya da namaz vakitlerini ya da rekâtlarını düşürmeye çalışmışlardır. Kur’an-ı anlamaktan mahrum olan bazı kimseler, önce Kur’an’da namazın iki rekât olduğunu iddia etmişler, daha sonra da namaz vakitlerinin üç vakit olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Namazdan rahatsızlık duyan şeytanın insan türünden olan yardımcıları üç vakit namazı bir vakite indirebilme cüretini bile gösterebilmişlerdir. Bunlar, önce vitir namazını yatsı namazının arkasına eklemişler, daha sonra da yatsı ile akşam namazlarını cem ederek üç vakitteki namazları tek vakitte eda etmişlerdir.
Aslında namaz rekâtları ve namaz vakitleri konusunda çarpıklık yapan ve bu konuda sıkıntılı olan kimseler, bu sıkıntılarını, namazla sınırlı tutmamışlar, nefislerinin hoşuna gitmeyen her konuda, her vesile ile ortaya koymuşlardır. Örneğin infak, örtü, İslami mücadele, Kur’ani kavramları net olarak ortaya koyma, tüm değerlerinde Allah rızası için özveride bulunma vb. konular, onlar için sıkıntı duyulan konuların başında gelmektedir. Hain ve ahmak olan kimseler, hoşlarına gitmeyen konulardaki ayetler kendilerine hatırlatıldığında hemen itiraz ederler ve kendilerine göre tevil etmeye çalışırlar.
Kur’an’ı anlamaktan yoksun olan bazı kimseler, işlerine gelmeyen bir konuda Kur’an’dan delil isterler, Kur’an’dan kendilerine istedikleri konu ile ilgili delil gösterilince de, Kur’an’ın apaçık bir şekilde ortaya koyduğu birçok konuyu ya ağızlarını eğip bükerek ve konu ile ilgili ayetleri çarpıtarak yok sayarlar, ya da “Kur’an’da böyle bir hüküm yoktur” deyip inkâr ederler. Oysa inkâr ettikleri konu Kur’an’da çok açık bir şekilde belirtilmiştir, ancak onu anlayacak ihlas, samimiyet ve iman nimetinden mahrum oldukları için onlar, bu apaçık gerçekleri yok saymışlardır.
Kur’an-ı Kerim, hevalarını ölçü edinip İslâm’ın temel esaslarıyla uğraşan ve namaz rekât ve vakitleri konusunda ileri geri konuşan kimselerin içerisinde bulundukları durumu şöyle açıklamaktadır.
“Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır.” (19 Meryem, 59)
Hevalarını ölçü edinip kendi arzularına uyarak, namazı zayi edenler, namazı iki şekilde zayi ettiler; 1- Kılınışında, 2- Vakitlerinde.
l- Kılınışında namazı zayi etmek: Namazdan rahatsızlık duyanlar, bu rahatsızlıklarını sözel olarak ortaya koydukları gibi, eylemsel olarak da birçok şekilde ortaya koyarlar. Sözel olarak genellikle “Namaz o kadar önemli değil, namaz bir duadır, dua da etseniz namaz kılmış olursunuz”, “Namaz ile müslümanlık olmaz”, “Nice namaz kılanlar var ki şöyle böyle yapıyorlar”, “Gece namazı Peygambere mahsustur, ümmetin kılma zorunluluğu yoktur”, vb. birçok iddialar ileri sürerler.
Eylemsel olarak namazdan rahatsızlık duyanlar, namazın ruhundan, huşu ve huzurundan mahrum oldukları ve namazdan huşu duymadıkları için, bir an önce namazı kılıp ondan kurtulmaya çalışırlar. Bu nedenle, namazın kılınışı sırasında, çok süratli hareket edip baştan savarcasına namazı eda ederler.
Namazdan rahatsızlık duyan kimseler, namaz kılarlarken bir taraftan sure ve duaların anlamlarının bilincine varmadan çok hızlı okurlarken, diğer taraftan kıyam, rüku ve secdede yayından kurtulmuş mekanik bir araç gibi çok süratli hareket ederler. Böylece bu kimseler, bu halleriyle, namazın ruhundan uzak bir halde, ancak şekli olarak namaz kılmış olurlar.
Namazda Kur’an’ı anlayarak okumak ve tadili erkana uymak esastır; çünkü kişi, namazda yüce Allah’ın huzurunda durmakta, O’na dua etmekte, O’ndan yardım dilemekte ve yalnızca O’na kulluk edeceğine söz vermektedir. Bunların ise, net ve anlaşılır bir dille, hüzünlü bir kalple ifade edilmesi gerekir.
Namazın, çok süratli eda edilmesi durumunda namazda hem huşu olmaz, hem Kur’an anlaşılır bir şekilde okunmaz, hem de yapılan dua ve dilekler, öncelikle kişinin kendisince anlaşılmaz: Dolayısıyla böyle kılınan bir namaz, şekli olmaktan başka bir anlam ifade etmez.
Kılınışında namazı zayi etmenin bir başka şekli de, namazın rekat sayısını azaltmaktır. Namaz kılmaktan duyulan rahatsızlığın bu şekli genellikle, Kuran okuduklarını iddia etmelerine rağmen, onu anlamayan ve bu halleriyle Rasulullah(as)’a tabi olmayan kimseler tarafından ortaya konulmaktadır. Bu kimseler, tüm vakitler için namazı iki rekat olarak kılmakta, gece namazını ise hiç kılmamaktadırlar.
Uykularını bölüp kalkmamak ve hakkında onlarca ayet bulunan ve müslümanlara emredilen gece namazının farziyetinden kendi akıllarınca kurtulmak için Gece namazının yalnızca Peygambere farz olduğunu iddia eden namaz kaçkınları, Sünnet diye bilinen namazları ise hemen hemen hiç kılmamaktadırlar.
2- Vakitlerinde namazı zayi etmek: Namazı zayi etmenin ikinci yolu, namaz vakitlerinin birleştirilmesidir. Kur’an’da açık bir şekilde bildirilen ve altı vakit olarak ortaya konulan namaz vakitleri, namazdan rahatsızlık duyanlar tarafından önce beş vakite, daha sonra da nefislerine hoş geldiği için üç vakite indirilmiş ya da indirilmeye çalışılmıştır. Ancak Kur’an’ın apaçık hükümleri, her konuda olduğu gibi bu konuda da heveslerini kursaklarında bırakmıştır.
Biz, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Kur’an denizinden damlalar alıp gerçeklere parmak basmaya ve okuyucuları bu gerçeklerle yüzyüze bırakmaya çalışacağız inşaAllah; dileyen “işittik ve itaat ettik” (24/51) diyerek “Rabb’ine varan bit yol tutar” (73/19), dileyen “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti” (7/28) deyip yüce Allah’a iftira ederek “Arzusunu ilah edinerek” (25/43) “hevasının peşine düşüp alçalır, yere saplanır” (7/176). Bu onların bileceği bir şeydir, bize düşen emrolunduğumuz şeyi açıkça ortaya koymak, yaşamak ve tebliğ etmektir.
Namaz vakitlerine, güne başlama zamanı olan sabah namazı ile başlayıp üzerinde en çok tartışılan, farziyeti inkâr edilen “nafile” denilip fazla önemsenmeyen, ancak yüce Allah’ın, önemine birçok ayette değindiği gece namazı ile noktalayacağız inşaAllah.
Namaz vakitleriyle ilgili onlarca ayet bulunmasına karşın biz, her vakit için en az iki ya da yerine göre üç ayetle konuya açıklık getirmeye çalışacağız inşaAllah. Bu ayetler, iman edenler ve akledenler için yeterlidir.
“Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabahın Kur’anı’nı da unutma. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek şeydir.” (17 İsra, 78)
Bu ayette “güneşin sarkmasından” ifadesi ile ikindi namazına işaret edilirken, “gecenin kararmasına kadar” cümlesinde akşam namazı emredilmekte. “sabah Kur’an’ı” deyimi ise sabah namazı olarak bildirilmektedir. Bu konuda ikinci bir delil de Hud suresi 114. ayetidir.
“Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.” (11 Hud, 114)
İsra suresinde, “Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabahın Kur’anı’nı da unutma” şeklinde belirtilen ikindi, akşam ve sabah namaz vakitleri, Hud suresinde, “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl” denilerek apaçık bir şekilde ortaya konulmuştur.
Kur’an-ı Kerimde, her konuda olduğu gibi, namaz konusunda da değişik ifadeler kullanılarak bu kavrama bir zenginlik kazandırılmıştır. Namaz kavramı Zikir, Kur’an ve Tesbih ifadeleriyle de adlandırılmış ve belirtilen namaz vakitlerinde yapılması emredilmiştir. Aşağıdaki ayetlerde namazın değişik ifadeleri kullanılmıştır.
“Onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan önce, batmadan önce, Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O’nu tesbih et.” (50 Kaf, 39-40)
“Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek tesbih et; gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki memnun olasın!” (20 Taha, 130)
Kaf ve Taha surelerinde yukarıdaki ayetlerde de belirtilen “güneş doğmadan önce, batmadan önce” ifadeleri sabah ve ikindi vakitlerini belirtmektedir.
“Ey iman edenler, ellerinizin altında bulunanlar ve henüz ergiliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkar(ıp yat)acağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir…” (24 Nur, 58)
Bu ayet-i celilede de çok açık bir şekilde sabah ve yatsı namazları belirtilmektedir. Yüce Allah(cc), müslümanlara, çocukları ve hizmetçileri ile ilgili bir ilişkilerinin bir bölümünü anlatırken özellikle namazın vakitlerini belirtmektedir.
“Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzuruna durun.” (2 Bakara, 238)
Bu ayet “orta namazı” deyimi ile öğle namazına dikkat çekmektedir. Her ne kadar kimi müfessirler “orta namazı” deyiminin ikindi namazını ifade ettiğini iddia etmişlerse de, bu iddia gerçeği yansıtmamaktadır. Bu iddiada bulunan müfessirler, namaz vakitlerini beş ile sınırlandırdıkları için, ikindi namazını orta namaz olarak almaktadırlar. Çünkü onlara göre, sabah ve öğle namazları bir tarafta, akşam ve yatsı namazları diğer tarafta, ikindi namazı ise ortada kalmaktadır. Oysa, ayette geçen “orta namazı” deyiminden kasıt günün ortasındaki namazdır.
Günün ortası, o günkü müslüman1arın istirahata çekildikleri, sıcaktan korundukları, gölgede uyudukları bir.zaman dilimidir. Bu zaman diliminde kılınması gereken namaz; istirahat zamanıyla çakıştığı için, bu namazın zaman zaman ihmal edilmesi ihtimali ortaya çıkıyordu. Bu nedenle yüce Allah (cc), orta namazının korunmasını bildiriyordu; çünkü müslümanlardan bazıları, öğle uykusundan uyandıkları zaman, öğle namazı vaktinin çoktan geçtiğini görüyorlardı.
Görüleceği üzere buraya kadar yukarıya aldığımız ayetlerde namaz vakitleri, kapalılığa mahal bırakmayacak kadar çok açık bir şekilde sabah, öğle ikindi, akşam ve yatsı olarak belirtilmiş, bu belirtilen vakitler, iman eden her aklıselim müslüman tarafından kabul gören vakitlerdir.
Kur’an’da, birçok ayette, açıkça ortaya konulan altıncı vakit ise, gece (vitir) namazıdır. Vitir namazı konusunu, daha önce uzun uzadıya yazdığımız için burada yeniden geniş bir şekilde üzerinde duramayarak Rasulullah(as)’dan bir hadis ve Fizilal 9. cilt 367. sh’de rahmetli Seyyit Kutup’un ve birkaç yazarın açıklamalarıyla yetineceğiz; gerisi, idrak sahiplerinin bileceği bir konudur. Her haliyle onlar, inandıkları Kitap’tan ve tabi olduklarını iddia ettikleri Rasulullah(as)’ın Sünneti’nden yüce Allah’a hesap vereceklerdir.
Bugün, Kur’an’ı anlamaktan ve ilimden yoksun, Kur’an gerçeğinden habersiz şeytanın insan cinsinden birkaç yardımcısı, namaz vakitlerinin üç vakit olduğunu iddia ediyorlarsa da bunun Kur’an’la, İslam’la ve İslâmi gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur.
Yüce Allah’ın kendisini razı etmemizin ve kurtuluşumuzun vesilesi saydığı ve örnek almamızı istediği en güzel örnek Hz. Muhammed(as) beş vakit üzerine fazla olarak emredilen Gece(Vitir) namazını ümmetine şöyle bildirmektedir.
“Allah size bir namaz daha fazladan ilave etmiştir. Bu namaz da vitirdir. Vitir namazını yatsı ile sabah vakti doğuncaya kadar geçen zaman içinde kılın.” Sekiz sahabeden rivayet edilen bu hadisi, Ebu Davut, Tirmizi ve ibn-i Mace nakleder.
Rasulullah(as)’ın, “Allah size bir namaz daha fazladan, ilave etmiştir” sözü, bu namazın, yüce Allah(cc) tarafından farz kılındığını gösterir. İlim ehlinden birçok kimse, gece namazının farz bir namaz olduğunu kabul etmiş ve bunu yazdıkları eserlerde belirtmişlerdir.
Rahmetli Seyyid Kutup Gece(Vitir) namazı ile ilgili olarak Fizilal’inde şu ifadelere yer verir.
“Gecenin bir kısmında, uykuyu bırakarak gece namazı kıl. Bu senin için ayrı bir ibadettir.” (17 İsra, 79)
“Gece namazı, gecenin ilk saatlerini uykuyla geçirdikten sonra kalkıp kılınan namazdır. (Bi hi) deki zamir Kur’an’a racidir. Çünkü Kur’an namazın ruhu ve temelidir.” (Fizilal, C.9 sh.367 Hikmet Yayınları)
Mevdudi ise,’Tefhimu’l Kur’an’ında şu ifadelere yer vermiştir.
“Teheccüdün sözlük anlamı uykuyu bölüp kalkmaktır. Bu nedenle cümle ‘tehecciid namazı kıl’ diye tercüme edilmiştir, yani “gecenin bir bölümü geçince uykudan kalk ve namaz kıl.”
‘Nafile’ sözlükte ‘zorunlu görevin yanı sıra yapılan bir şey’ anlamına gelir. Bu, Teheccüdün ‘beş vakit namazın dışında olduğunu gösterir.” (Tefhimu’l Kur’an, C.3 sh.130) .
Elmalılı M. Hamdi Yazır da konuyla ilgili olarak, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde, birçok görüşe yer verdikten ve bu farz ibadetin, ayette belirtilen kimseler olan hasta, yolcu ve savaşta olanların durumunu inceledikten sonra gece namazının olanlardan bile kaldırılmadığını, ancak hafifletildiğini belirtir.
“Bundan böyle Kur’an’dan kolay geleni okuyun.” Gece ibadetinden, kıraatten büsbütün vazgeçin değil, asıl “gece kalk” emrinin hükmü, kaldırılmıyor, yine ‘kalkın’ Fakat gecenin yarısı veya daha azı veya daha çoğu miktarlarıyla ve uzun uzadıya tertil üzere okumak kaydına bağlı olmadan, ‘Kur’an’ ve ‘Kıraat’ denilebilmek şartıyla, ne kadar kolayınıza gelirse o kadar okuyun, o kadar gece ibadeti yapın: (…) ikincisi, emrin görünen manası yine vücup yani gereklilik içindir. Yani gece ibadet ve okuma yine farz, ancak, önceki gibi sayılmayacak şekilde çok olmak şart değil, kolayınıza geldiği kadar demektir.” (Hak Dini Kur’an Dili, c.8 sh.408-409)
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak Kur’an gerçeğini ölçü edinen mü’minler için, hiçbir örneğe gerek kalmadan yalnızca Kur’an yeterli olmaktadır. Kur’an gerçeğinde ise altı vakit namaz emredilmiş, belli bir mazereti olmadığı sürece, Rasulullah(as) bu emrin gereği olarak altı vakitte namazlarını eda etmiş, bir mazeretinin bulunması durumunda ise, bilinen bazı namazları cem etmiş (birleştirmiş)tir.
Önce beş sonra altı vakit namaz: Kimi insanlar, Rasulullah(as)’ın bir Arabi ile olan konuşmasını ileri sürerek, namaz vakitlerinin beş olduğunu iddia ederler.
“Hz. Peygamber( as)’a bir bedevi ‘benim üzerinde farz bir namaz var mıdır?’ diye sorduğunda: ‘Beş vakit namaz’ cevabını vermiştir. Bedevi, ‘Üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?’ sorusunu tekrarlayınca Hz. Peygamber (as), ‘Hayır, ancak nafile kılarsan bu müstesna” buyurmuştur.” (Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.)
Şimdi bu hadis ile “Allah size bir namaz daha fazladan ilave etmiştir…” hadisini karşılaştıracak olursak şu gerçek ortaya çıkar.
Rasulullah(as) İsra 79. ayeti gelmeden önce beş vakit namazı söylemiş, İsra 79. ayeti gelince de ikinci hadisi söylemiştir. Bu iki hadis birbirini bütünleyen ve aralarında çelişki bulunmayan hadislerdir. Birinci hadisi kabul edip ikincisini görmezlikten gelmek ciddiyetle, samimiyetle ve müslümanlıkla bağdaşmaz. müslüman olmak, hepsini objektif olarak görüp Kur’ani olanlarını almayı gerektirir.
Evet, görüldüğü üzere ayetlerde altı vakit namaz bildirilmiş, Rasulullah(as) da buna uygun olarak namazlarını eda etmiştir. İman edenlere düşen sorumluluk, Kur’an ve Sünnet gerçeğine itiraz etmeden teslim olmaktır. Çünkü iman etmek bunu gerektirir
“Elçinin, aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Elçisine çağırıldıkları zaman inananların sözü ancak: “İşittik ve itâat ettik” demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlardır, bunlar.” (24 Nur, 51)
“Allâh ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)
Her aklıselimin göreceği üzere yukarıya alınan ayetlerde belirtildiği üzere Kur’an-ı Kerim apaçık bir şekilde namaz vakitlerini belirtmektedir. İman eden müslümanlara düşen görev, herhangi meşru bir mazeretleri olmadığı sürece namazları belirtilen bu vakitlerde kılmaktır. Çünkü iman ve teslimiyet bunu böyle yapmayı gerekli kılmaktadır.
Hangi gaye ile olursa olsun, yüce Allah’ın Kitabı’ndan, Rasulullah(as)’ın sünnetinden ve İslam’ın prensiplerinden bazı kısımlarını görmezlikten gelmek, bu esaslardan indirimler yapmak kişiyi iman ve İslam dairesi dışına çıkarır. Bu nedenle, iman edenler için aslolan, Kur’an ve Sünnet gerçeğini aynen alıp samimi bir teslimiyetle müslüman olmaktır.
Ramazan Yılmaz:
Bir yanıt yazın