İman etmek, insanın, bulunduğu halden başka bir hale, içerisinde bulunduğu konumdan başka bir konuma geçmesi, sahip olduğu değer yargılarını yeniden sorgulayarak yeni değer yargılarına sahip olmasıdır. İman etmek, tıpkı ölmek üzere bulunan, bitkisel hayat yaşayan birinin, yeniden dirilmesi, hayatı, çevresini, toplumu ve kendisini başka bir bakış açısıyla değerlendirmesi gibidir.
İman etmek, yepyeni bir kimlik kazanmak, kişilik kuşanmak, geçmişe ait her şeyi yeni iman edilen, sahip olunan değer yargısı süzgecinden geçirerek yeni kimlik ve kişilikle değerlendirmek, yeni konuma uymayan her şeyi, hiçbir sıkıntı duymadan terk etmektir.
Kur’an’la ilgili önceki yazılarımız, Kur’an’ın anlaşıldığı, kolaylaştırılmış bir kitap, tek kaynak, adalet ve eşitliğin kaynağı olduğu, yol göstericiliği, doğru yolu gösterdiği, onun anlamanın nasıl olacağı gibi Kur’an’ın özellikleri üzerinde idi. Bu yazımız, Kur’an’a iman etmenin ne olduğu ile ilgilidir.
Kur’an’a iman etmek, yalnızca onun, yüce Allah’tan geldiğini kabul edip varlığını tasdik etmek, Müslümanların Kitabı olduğunu ifade edip yüzünden ve mealen okumak değildir. Kur’an’a iman etmek, bunlarla beraber onun, kendisine iman edip hükümlerine tabi olmak, hayatı düzenleyen hükümlerine, hiçbir sıkıntı duymadan teslim olup o hükümlere uygun hareket etmek, her türlü sorunu onda çözmek, Kur’an’ın, iman edenlere onurlu, huzurlu ve mutlu bir hayat verdiğine iman etmektir.
Kur'an'a iman, sözel olarak: "Bütün ayetleri kabul ediyorum" demek ya da ayetleri ona buna okumak, ayetlerle konuşmak değildir; hayatın her safhasında, onun belirlediği ölçülere uygun hareket etmek, onu hayatın şaşmaz kılavuzu olarak almaktır. İslâm, düşünce ile sınırlı olan bir din, bir sistem değil, düşünce ile beraber hayata da yön veren, yaşamı baştan sona değiştiren bir sistem, bir yaşama biçimidir. Bu nedenle hayatın tümü Kur’an ile düzenlenmediği sürece Kur’an’a iman, sözel bir iddiadan öte bir anlam ifade etmez.
Kur’an’a iman etmek, şahsi düşünce, söz ve davranışlardan başlayarak, aile, akraba, arkadaş, içerisinde yaşanılan toplum ve siyasi hayatı, kurulmuş ya da kurulacak dostlukları, eski dost ve düşmanlık durumlarını iman edilen Kur’an ile yeniden tasarımlamak, yeniden oluşturmak, yeni oluşumları meydana getirmektir.
Yüce Allah'ın kulundan, kulun da Rabb’inden razı olmasının temel şartı, Kur'an esaslara tabi olmaktır. Geleneksel kültürün, İslâmi esasların yerini alarak din haline geldiği, toplumun, Allah'ın Kitabından çok bu geleneksel kültüre göre yaşadığı günümüzde Mü’minler için Kur'an yegâne bir kılavuz, şaşmaz bir yol göstericidir.
Kur’an’a iman, teslimiyeti esas alır ve hiçbir şekilde iman edilen esaslar dışında bir arayışı kabul etmez. Buna göre Mü’minler, Rab’lerine karşı kulluk görevlerinden tebliğ ve irşat çalışmalarına, bireysel hareketlerinden toplumsal sorumluluklarına, kendi nefisleri ile ilgili konulardan diğer insanlarla ilişkilerine, siyasi, hukuki, sosyal ve bireysel davranışlarına varıncaya kadar her konu ve durumda Kur’an’ın belirlediği esaslara göre hareket ederler.
Kişi, gerçekten iman edip etmediğini, Kur’an süzgecinden geçerek görebilir
İnsan, Kur’an’a gerçekten iman edip etmediğini, kendisini Kur’an süzgecinden geçirerek çok açık olarak bilebilir. Bu, kişinin aynaya bakıp yüzündeki durumunu görmesi gibi kendi durumunu Kur’an ile çok net bir şekilde görebilir.
Akleden bir kimseye, bir başkasının kim olduğunu söylemesine gerek yoktur; o kimse, zaten üzerinde bulunduğu konumu çok net bir şekilde bilip görüyor. Yüce Allah’a iman eden, yoktan var edildiğini bilen, yaşadığı hayatın sonunda öleceğine inanan bir kimse, elbette yaşadığı hayatta ne yapması gerektiğini de iman ettiği Kur’an’ı okuyarak bilebilir.
Yüce Allah (cc), Kur’an’a gerçekten nasıl iman edileceğini, ona iman edenlerin kimler olduklarını, bunlara verilecek mükâfatları; ona iman etmeyenlerin kimler olduklarını, bunları nasıl bir sonun beklediğini çok açık bir şekilde bildirmiştir.
Kur’an’ okuyan bir kimse, neler yapması gerektiğini, bunları yapması ya da yapmaması durumunda kendisini nasıl bir akıbetin beklediğini de bilir. Gerçekten iman eden bir kimse, şayet geri zekâlı, aptal ya da bilinçli bir İslâm düşmanı değilse, Kur’an’da gördüğü iki akıbetten elbette hayırlı olanı tercih edecek, hayatını ona göre yeni baştan düzenleyecektir.
Yüce Allah (cc), adalet sahibidir ve kulları arasında ayırım yapmaz
Şu bir gerçektir ki, yüce Allah indinde hiçbir kulun bir başkasından herhangi bir üstünlüğü sözkonusu değildir; kişi, Rabb’inin gönderdiği vahye teslimiyeti ve Tevhidi esaslar doğrultusundaki hayatı oranında yüce Allah (cc) yanında bir değere sahiptir.
“Ey insanlar, elbette Biz sizi, bir erkek ve kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah yanında en üstün olanınız, en çok korunanınızdır; muhakkak ki Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurat, 13)
Rasulullah (as) da: “Ey insanlar dikkat ediniz! Rabb’iniz tektir; Arap’ın, Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah Teâlâ katında en üstününüz, Allah Teâlâ’dan en çok korkanınızdır." (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/411)
Takvaya ulaşmak, ancak Kur’an’a teslim olmakla, onun belirlediği esaslara uygun hareket etmekle mümkündür. Bunun dışında hiçbir yol ve yöntem, insanı Rabb’i indinde değerli kılmaz. Rasuller ve onların izlerini takip eden Tevhid erleri, yalnızca vahye teslim oldukları için Rab’leri tarafından övülmüşler, kesintisiz mükâfatlara ulaşmışlardır.
Yüce Allah’ın, hiçbir kuluna özel kini bulunmadığı gibi, hiçbir kulu da O’nun yanında özel bir konuma sahip değildir. Nitekim hata yapan rasul de olsa anında uyarılmış ya da cezalandırılmıştır. Hz. Yunus (as)’ın, davet alanını izinsiz terk etmesi sonucunda uğradığı sıkıntıları yine yüce Allah (cc) haber vermektedir.
“O halde sen, Rabb’inin hükmüne sabret, balık sahibi gibi olma; hani o, sıkıntıdan yutkunarak seslenmişti. Eğer Rabb’inden ona bir nimet yetişmeseydi, o, yerilerek çıplak bir yere atılırdı, fakat Rabb’i, onun duasını kabul etti de onu salihlerden yaptı.” (Kalem, 48-50)
“Ve Zünnun; kızarak gittiğinde, bizim kendisine asla güç yetiremeyeceğimizi zannetti, nihayet karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilah yoktur, Senin şanın yücedir, ben zalimlerden oldum!’ diye seslendi. Nihayet Biz, onu kabul ettik ve onu tasadan kurtardık, işte Biz, Mü’minleri böyle kurtarırız.” (Enbiya, 87-88)
Yüce Allah (cc), indirdiği hükümlere karşı hassasiyet göstermesi konusunda Hz. Muhammed (as)’ı da uyarmış, bu hükümlerden en küçük bir tavizin verilmemesini aksi halde çok kötü bir şekilde cezalandırılacağını kendisine bildirmiştir.
“Gerçekten neredeyse seni, sana vahyettiğimizden ayırıp ondan başkasını üstümüze iftira atman için kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni gerçekten sağlamlaştırmamış olsaydık, neredeyse onlara biraz yanaşacaktın, o zaman sana hayatın iki kat ve ölümün iki katı (azabı)nı tattırırdık, sonra bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 73-75)
“Şayet o, bazı sözleri uydurup bize atfen söyleseydi, Biz de onun sağını alırdık, sonra onun can damarını keserdik, sizden hiçbir kimse de ona engel olamazdı.” (Hakka, 44-47)
Bu gerçeklerden de anlaşılacağı üzere herkes, Rabb’ine olan iman ve O’ndan indirilen hükümlere teslimiyeti, Allah yolunda çalışması oranında yüce Allah (cc) yanında bir değere sahiptir. Bunun dışında insanlar, Rab’leri yanında eşit bir konumdadırlar.
Kişilerin, Kur’an’a yaklaşımlarına ve onu ne oranda kabul ettiklerine göre yüce Allah (cc) onları sınıflandırmakta ve sıfatlandırmakta, onları övmekte ya da yermektedir.
Kur’an’a bir bütün olarak teslim olunmadıkça ona iman edilmez
Kur’an’a iman, yüce Allah’a olan imanın fiiliyatta apaçık bir şekilde gösterilmesidir. Yüce Allah’a iman etmek, O’ndan emin olmak, yani Mü’min olmak, Kur’an’a iman etmek, emin olunan yüce Allah’ın, her konu ve durumda insan hayatıyla ilgili hususları en iyi onun düzenlediğine, bu düzenlemeleri de Kur’an’da bildirdiğine inanıp Kur’ani hükümlere bir bütün olarak teslim olmaktır ki bu, Müslüman olmanın ta kendisidir.
Kur’an’a iman, kendisinden emin (Mü’min) olunan yüce Rabb’imizin, kulları için en iyi çözümü bildirdiği Kur’ani esaslara teslim (Müslüman) olmaktır. Bu teslimiyetin nasıl olacağını yüce Allah (cc), rasullerinin hayatlarında ortaya koyduklarını bildirmiş, ortaya konulan örnekliklerin, iman edenler için en güzel örnek olduğunu bildirmiştir.
“Andolsun onların kıssalarında akıl sâhipleri için ibret vardır; bu, uydurulacak bir söz değildir; lakin kendinden öncekinin doğrulanması, her şeyin açıklaması; iman eden toplumlar için bir hidayet ve rahmettir.” (Yusuf, 111)
Yüce Allah (cc) Kur’an’da, her rasulün hayatından Mü’minlerin alacakları örneklikleri apaçık bir şekilde vermiş, iman edenlerin, kendi nefislerine, ailelerine, yakınlarına, içerisinde bulundukları topluma, egemen siyasi güçlere karşı nasıl mücadele edeceklerini, karşılaştıkları zorluk ve sıkıntıları nasıl aşacaklarını, her rasulün hayatından bir örnek vererek açıklamıştır.
“Muhakkak ki İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; o zaman kavimlerine ‘Elbette biz, sizden ve Allah’tan başka itaat ettiklerinizden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret ortaya çıkmıştır’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)
Şirk ve küfür toplumlarına karşı Hz. İbrahim (as)’ın net tavrını, tağuti zorba güçlere karşı Hz. Musa (as)’ın Fir’avn’e karşı onurlu mücadelesini örnek veren yüce Allah (cc), Kur’an’ı ahlak edinip hükümlerine tam teslimiyetle ilgili olarak da son Rasul Hz. Muhammed (as)’ı, en güzel örnek olarak vermiştir.
“Andolsun, sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için, en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Rasulullah (as)’ın Kur’an’ı ahlak edinen, vahyi en iyi şekilde yaşayan örnek hayatını, Mü’minler için en güzel örnek olarak veren yüce Allah (cc), bu örnekliğin esas alınmaması hainde kişinin sapıklığa düşeceğini bildirmiştir.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)
Rasulullah (as)’ın hayatı ve ona tabi olmak, Kur’an’ın buyruğu olduğuna göre, onun örnekliğinin her konu ve durumda örnek alınmaması, Kur’an’ın, o konudaki hükmünü inkâr etmek, küfür ve sapıklıktır.
Kur’an’ın bütün hükümlerine teslim olmak gerçek imandır
Kur’an, elbette kimi sorunlar ortaya çıktığında, hastanın ilaç alıp hastalığını giderecek misali, ona başvurulacak sıradan bir kitap değildir. Kur’an, hayatı ilgilendiren her konu ve durumda, her söz ve harekette esas alınacak bir kitap olması yanında gelecek hayatın şekillendirilmesinde, yüce Allah’ın rızasının, ahiretin kazanılmasında kulun, Rabb’ine karşı görev ve sorumluluklarında neler yapacağını ortaya koyan bir kaynaktır.
Mü’minin, Kur’an’a olan ihtiyacı, adeta ölmek üzere olan bir kimsenin, kendisini hayata kazandıracak ilaca olan ihtiyacı gibi, onun hayatı için olmazsa olmaz bir ilaçtır. Bu nedenle de hasretle ilacını bekleyen ve ona kavuşan insanın durumu gibi Kur’an’ı okunmalı ve yaşamalıdır. Yüce Allah (cc), gönderdiği vahye teslim olanların örnekliklerini vermekte ve bu davranışları övmektedir.
“De ki: ‘ona iman edin yahut iman etmeyin; şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman çeneleri üzerine secdeye kapanırlar’ ve derler ki: ‘Rabb’imiz yücedir, gerçekten Rabb’imizin vaadi gerçekleşmiş oldu.’ Ve ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar ve onların derin saygısını artırır.” (İsra, 107-109)
“Rasule indirileni duydukları zaman, tanıdıkları Haktan dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün; derler ki: ‘Rabb’imiz, iman ettik, bizi şahitlerle beraber yaz! Biz, neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim ki; gerçekten Rabb’imizin bizi salihler arasına katmasını umuyoruz!’ İşte bu sözlerinden dolayı Allah onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler verdi; iyilik edenlerin mükâfatı işte budur!” (Maide, 83-85)
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebilerden, Âdem ve Nuh ile beraber (gemide) taşıdıklarımız soyundan, İbrahim ve İsrail (Yakup) soyundan, hidayet verdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara, Rahman’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.” (Meryem, 58)
Önceki Mü’minlerin, vahye karşı gösterdikleri duyarlılık ve hassasiyet gösterilmedikçe, Kur’an’a iman edildiği iddiası, sözel bir ifadeden öte bir anlam taşımaz. Kur’an’a iman, Allah’ın ayetleri hatırlatıldığında, hiçbir sıkıntı duymadan, hiçbir mazeret ileri sürmeden, ayeti tevil etmeden, hiçbir sıkıntı duymadan derhal teslim olmak, önceden teslim olanlar gibi teslim olup secdeye kapanmaktır.
“Bizim ayetlerimize gerçekten iman edenler o kimselerdir ki, kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapanırlar ve Rab’lerini hamd ile tesbih ederler ve onlar, büyüklenmezler.” (Secde, 15)
“Gerçekten Mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir ve O’nun ayetleri onlara okunduğunda imanlarını artırır ve onlar, Rab’lerine tevekkül ederler.” (Enfal, 2)
Kur’an’a iman, Allah’a (Kur’an’a) ve Rasulü’ne (Sünnete) çağırıldığında, çağrıya anında icabet edip hatırlatılan hükümlere uyarak kurtuluşa ermektir.
“Aralarında hüküm vermek için Allah’a ve Rasulü’ne çağırıldıkları zaman Mü’minlerin sözü ancak: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur, 51)
Kur’an’a iman, Hz. Nuh (as) gibi gerekirse 950 yıl boyunca, Hz. Muhammed (as) gibi kâfir ve müşriklerin, söz ve baskılarına aldırış etmeden son nefese kadar insanları Tevhidi esaslara davet etmek, yüce Allah’a teslim olup onu yüceltmektir.
“Andolsun, senin, onların dedikleri şeylere göğsünün daraldığını biliyoruz; o halde sen Rabb’ini hamd ile tespih et ve secde edenlerden ol ve sana yakin gelinceye kadar Rabb’ine kulluk et!” (Hicr, 97-99)
Kur’an’a iman, tağuti sisteme itaat etmeden safları netleştirmektir
Kur’an’a iman, Hz. İbrahim (as) gibi, safları netleştirmek, kâfir ve müşriklerin tüm tekliflerine Hz. Muhammed (as) gibi: “Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime koysalar, yine de bundan vazgeçmem” deyip reddederek Tevhidi esasları ortaya koymaktır.
Kur’an’a iman, Hz. Musa (as) gibi Fir’avn benzeri en azgın zorbalara karşı Hakkı ortaya koymak, ondan izin alıp parti, dernek, vakıf kurarak dine hizmet altında tağuta itaat etmeden, sihirbazlar gibi Hakkı işitir işitmez derhal secdeye kapanıp teslim olmaktır.
“Sihirbazlar, secdeye kapandılar: ‘Âlemlerin Rabb’ine iman ettik, Musa’nın ve Harun’un Rabb’ine!’ dediler. Fir'avn, dedi ki: ‘Ben size izin vermeden önce şimdi ona inandınız ha! Elbette bu, bir tuzaktır, halkını oradan çıkarmak için şehirde bu tuzağı kurdunuz; ama yakında bileceksiniz! Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi asacağım!’ dedi. Dediler ki: ‘Biz şüphesiz Rabb’imize döneceğiz!” (A’raf, 120-125)
Küfrün kurallarına göre İslâm’ı anlatmaya çalışanlar, yüce Allah’ın hükmünü terk etmiş, Rab’lerine şirk koşmuşlardır. Yüce Allah (cc), kâfirlere en küçük bir taviz verilmeden onlara karşı yumuşak davranmadan hareket ederek onlara karşı durulmasını emretmiştir.
“Öyleyse yalanlayanlara itaat etme, istediler ki sen, yağcılık yapasın da onlar da yağcılık yapsınlar ve itaat etme; hep yemin edip duran bayağı, arkadan çekiştiren, söz taşıyan, Hayrı engelleyen, zorba, günahkâr, kaba, bundan başka soysuz, mal ve oğullar sâhibi oldu diye.” (Kalem, 8-14)
Kur’an’daki apaçık hükümleri, verilen örnekleri okumalarına rağmen yaşadıkları toplumlarda saflarını netleştirmeyenlerin Kur’an’a iman iddiaları bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Risalet önderleri ve Tevhid erleri gibi Tevhidi esasları apaçık bir şekilde ortaya koymayanlar, tağuti sistemlerden izin ve icazetli küfür ve şirk yuvaları vakıf ve derneklerde bulunanlarla belli dostluklar çerçevesinde diyaloglarını sürdürenler, Risalet önderlerinin Tevhidi mücadelelerine ihanet etmişlerdir.
Kur’an’a iman, kelimeleri yerlerinden kaydırıp tevil yapmadan hareket etmek, emrolunduğu üzere dosdoğru olmaktır. Bu hükümlere rağmen kendilerini netleştirmeyen, kristaller gibi her tarafa ayrı bir renk vermek için hareket eden yanardönerler, haddi aşmış kimseler olarak ateşe girecek kimselerdir.
“Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenlerle haddi aşmayın, zira O, yaptıklarınız şeyleri görmektedir. Zalimlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur, sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur, sonra size yardım edilmez.” (Hud, 112-113)
Kur’an’a iman eden bir kimse, emrolunduğu gibi dosdoğru olacak, Hakkı batılla bulandırmadan, kendi nefsine karşı bile olsa gerçekleri ortaya koyacaktır.
“Ey iman edenler, Allah için adâleti ikame eden şahitler olun; velev ki kendinizin, anne babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde olsun, şayet zengin veya fakir de olsalar (adil olun), çünkü Allah, ikisine daha yakındır. Öyleyse hevanıza uymayın, gerçekten adil olun ve eğer tevil ederseniz ya da çekinirseniz, muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdar olandır.” (Nisa, 135)
Bu apaçık hükme rağmen, nefsini yüceltmek, içerisinde bulunduğu grubu temize çıkarmak, yakınlarını korumak içgüdüsüyle hareket edenler, adil olmamışlar, Kur’an’ın bu hükmünü arkalarına atmışlardır.
Kur’an’a iman, Müslüman sıfatından başka sıfatlar almamaktır
Kur’an, Mü’minlerin kardeş olduklarını bildirir; bu hükme rağmen, Müslüman isminin yanına ekleme ve çıkarmalar yaparak belli bir hizbe mensup olanların, bu hizbi koruma ve yüceltme adına diğer Müslümanlara saldıranların Kur’an’a iman ettikleri iddiaları, apaçık bir yalandan başka bir şey değildir.
“Muhakkak Mü’minler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, size rahmet ulaşırsınız.” (Hucurat, 10)
İslâmi kardeşlik ancak Kur’an ve Sünnete tabi olmakla sağlanabilir; Müslüman sıfatından başka kendilerini mezhep ve meşreplerinin adlarını kullananlar, önderlerinin adı ile çağırılanlar, İslâm’dan çıkmış, şirke düşmüş, sapmışlardır.
“Öyleyse sen yüzünü, Hanif dine doğrult; Allah’ın fıtratına ki, insanları onun üzerinde yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez; işte dosdoğru din odur, fakat insanların çoğu bilmezler. O’na yönelin ve O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın. Onlar ki, dinlerinde tefrikaya düştüler ve fırka fırka oldular; her hizip yanında olanla sevinmektedir.” (Rum, 30-32)
Kur’an’ın bildirdiği kardeşlik hukukunu, Müslüman sıfatını bırakıp kendilerini mezhep ve meşreplerinin ismiyle vasıflandıranlar, yüce Allah’a iman ahitlerini, Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini terk etmiş, Kur’an’ı arkalarına atıp imandan çıkmışlardır.
“Her ne zaman söz verip ahitleştilerse onlardan bir grup onu bozmadı mı; bilakis onların çoğu iman etmezler. Ne zaman kendilerine, Allah katından yanlarında bulunanı doğrulayan bir elçi gelse, Kitap verilenlerden bir grup, Allah’ın Kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi, arkalarına gizlediler.” (Bakara, 100-101)
Kur’an’a iman eden bir kimse, öncelediği tüm mezhep, meşrep, grup ve hizip gibi gayri İslâmi oluşumları terk edip Kur’an’a teslim olmak, yüce Allah’ın verdiği Müslüman sıfatından gayri tüm sıfatları, Müslüman sıfatının önünde ve arkasındaki tüm ekleme çıkarmaları bırakmak zorundadır. Bunlar terk edilmediği sürece ne Kur’an’a iman edilmiş, ne de Müslüman olunmuş olunur.
Kur’an’a iman, vahye kesin teslim olmaktır
Kur’an’a iman, yüce Allah’ın bildirdiği ibadetleri Kur’an’da bildirildiği Rasulullah (as)’ın kıldığı şekilde ve zamanlarda eda etmektir. Özellikle de gece vitir namazını, belirlenen zaman diliminde kılmaktır.
“Ey örtüsüne bürünen! Kalk, yalnız gecenin birazında; yarısında yahut ondan biraz eksilt veya bunu artır ve tane tane Kur’an oku.” (Müzzemmil, 1-4)
“Gecenin bir bölümünde senin için fazladan teheccüd et/kalk; umulur ki Rabb'in seni, övülmüş bir makama ulaştırır.” (İsra, 79)
Bizim ayetlerimize gerçekten iman edenler o kimselerdir ki, kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapanırlar ve Rab’lerini hamd ile tesbih ederler ve onlar, büyüklenmezler. Yanları yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab’lerine dua ederler ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler.” (Secde, 15-16)
“Yoksa o gece vakitlerinde kalkan, secde eden, ayakta duran, ahirete hazırlık yapan ve Rabb’inin rahmetini uman gibi mi olur. De ki: 'bilenlerle bilmeyenler eşit midir?' Doğrusu ancak akıl sahipleri düşünür.” (Zümer, 9)
Apaçık olan Kitab’a iman eden ve Tevhidi esasları insanlara duyuranların, öncelikle kendileri bu esaslara tam teslim olmaları, ayetlerin tümüne iman edip hayatlarını ona göre düzenlemeleri gerekir.
Kur’an’a iman, düzenli bir şekilde infak etmektir
Kur’an’a iman, yüce Allah’ın bildirdiği esaslara uygun hareket ederek infak etmek, infakın, en güzel sözü tasdik etmek, infak etmemenin en güzel sözü yalanlamak olduğunu bilip sahip olunan malların en iyisinden ya da parasal olarak düzenli olarak infak etmektir.
“Kim verir korunursa ve en güzeli doğrularsa, ona en kolayı kolaylaştırırız; ama kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzeli yalanlarsa, ona da en zoru kolaylaştırırız.” (Leyl, 5-10)
Unutulmasın ki, ferdi ibadetlerini Kur’an’da belirlenen esaslara uygun yapmayanların, Tevhidi esasları insanlara ulaştırmaya kalkışmaları, onların kendilerini aldatmalarından başka bir şey değildir.
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla birre (imana) ulaşamazsınız, ne infak ederseniz mutlaka Allah onu bilir.” (Al-i İmran, 92)
İnfak, Mekke döneminde namazdan önce zikredilmiş, infak etmeyenlerin, Allah’ın nimetini inkâr ettikleri bildirilmiştir.
“Allah, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı, üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara kendi rızıklarını verip de onda onlar, eşit olmuyorlar, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar!” (Nahl, 71)
Kur’an’a iman, rasullerin tümüne, aralarında ayırım yapmadan inanmaktır
Kur’an’a iman etmek, rasullerin en güzel örnekliklerini alıp onlar gibi Tevhidi esasları insanlara duyurmak, onlar gibi küfür, şirk, zulme ve zalimlere karşı mücadele etmektir. Rasullerin örneklikleri, yaşanan hayatta iman edenler tarafından mutlaka alınmalıdır.
Rasullerin tümüne iman edip aralarında ayırım gözetmemek, bazılarını kabul edip bazılarını inkâr etmemektir. Yüce Allah (cc), rasulleri arasında ayırım yapanların, gerçek kâfirler olduklarını bildirmektedir.
“Rasul, kendisine indirilen şeye iman etti, Mü’minler de! Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve rasullerine iman etti; biz, O’nun rasullerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve dediler ki: ‘İşittik ve itaat ettik, Rabb’imiz, dönüş sanadır.” (Bakara, 285)
“Onlar ki, Allah’a ve rasullerine iman ettiler ve onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmadılar, işte (Allah) yakında onlara mükâfatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Nisa, 152)
Rasuller arasında ayırım yapanların, rasullerin örnekliklerini yaşamayanların, gerçek kâfirler oldukları Kur’an’da açık bir şekilde bildirilmektedir.
“Şüphesiz, Allah’ın rasullerini inkâr edenler, Allah ile rasullerinin arasını ayırmak isterler ve ‘Bir kimine iman ederiz, kimini inkâr ederiz’ derler; bunun arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar, gerçek kâfirlerdir; Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 155-151)
Özellikle son kırk, kırkbeş yıldır ortaya çıkan ve mealci olarak nitelendirilen kimi gruplar, Rasulullah (as)’ı inkâr, namazı ve benzeri ibadetleri inkâr ederek Kur’an’ın ayetlerinin bir kısmını alıp bir kısmını inkâr etmektedirler. İşte bunlar, gerçek kâfirlerdir.
Kur’an’ın bir kısmını alıp bir kısmını bırakanlar
Yüce Allah (cc), indirdiği Kur’an’a bir bütün olarak iman edilmesini ister, Kur’an’dan bir kısmını alıp bir kısmını bırakanları, ayetler arasında ayırım yapanların, küfür ve şirk içerisinde bulunduklarını bildirir.
Hoşlarına giden ayetleri, başkalarına karşı kullanmak için sloganik bir mantıkla kullanıp işlerine gelmeyen, yaptıkları fiillere uymayan, fedakârlık isteyen ayetlere sırt dönüp kaçanlar, davetçi olamaz, Tevhidi esasları insanlara anlatamazlar.
Müslüman şahsiyetler, hiçbir gerekçe ile ayetlere sırt dönüp ayetlerden kaçamazlar. Müslümanlar, ne tağuti sistemlerin korkusundan, ne içerisinde yaşadıkları geleneksel din anlayışına sahip toplumun kınama ve tepkilerinden ne de kimi çıkarlar uğruna ayetlerin bir kısmını terk edemez, onlara aykırı hareket edemezler.
Kur’an’a iman eden bir kimse, kendi nefsine karşı olan sorumluluğundan diğer nefislerle olan ilişkilerine, toplum içindeki konumundan Rabb’ine karşı sorumluluğuna, ticaretinden siyasetine, evlenme ve boşanmasından ailesi ile ilişkilerine kadar, kısaca hayatını kapsayan tüm duygu, söz ve davranışlarında Kur’an’ı ölçü olarak almak zorundadır.
Günlük hayatın bir kısmında bazı ibadi hükümlere ve bazı Kur’ani söylemlere yer verip, diğer alanlarda beşeri hükümlerle ya da nefsani duygularla hareket etmek kuru bir iman iddiasından başka bir şey değildir. Yüce Allah (cc), Kur’an’ın bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakarak onu kısım kısın alanların müşrikler olduklarını onlardan bunun hesabını soracağını bildirmektedir.
“Kısımlara ayıranlara indirdiğimiz gibi, onlar ki Kur’an’ı, kısımlara ayıranlardır, bu yüzden Rabb’ine andolsun hepsine soracağız, yapmakta oldukları şeylerden, öyleyse emrolunduğun şeyi açıkça bildir, müşriklerden yüzçevir.” (Hicr, 91)
Ferdi bazı hareketlerinde ve namaz, hac, oruç gibi ibadetlerinde Kur'an'ın emrini kabul edip siyasi, ticari, hukuki, sosyal ve toplumsal konularda beşeri sistemlere göre hareket edenler, Kur'an'ın bir kısmını alıp bir kısmını bırakmışlardır ki, bunlar için hem dünyada hem de ahirette rezillik ve şiddetli bir azap vardır.
"…Siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz; sizden bunu yapan kimsenin cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir, Kıyamet gününde de onlar, azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara, 85)
Kur’an, ayetlerinin bir kısmını alıp bir kısmını terk ederek sapmış olan kişilerin, iman edenleri de kendileri gibi saptıracaklarına dikkat çekmekte ve iman edenlerin bu konuda uyanık olmalarını istemektedir.
Mü'minler, hayatları ile ilgili her konuda Kur'an'ı esas alırlar ve Kur’an’ın verdiği her hükme, hiçbir sıkıntı duymadan teslim olurlar. Bu nedenle onlar, Kur’an’ı rehber edindikleri için mutlu ve huzurludurlar. Onlar, müşrikler gibi, Kitabın bir bölümüyle değil, bütününe göre hareket ederler, hayatlarını ona göre düzenlerler, onun emrettiği ölçülere uygun bir şekilde yüce Allah'ı birlemeye ve Tevhidi esaslara iman etmeye davet ederler.
"Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler sana indirilene sevinirler; gruplardan, onun bir kısmını inkâr edenler vardır. De ki: 'Şüphesiz bana, yalnız Allah'a kulluk etmem ve O'na şirk koşmamam emredildi; O'na davet ederim, dönüşüm de Onadır." (Rad, 36)
Kur’an’ın bir kısmını alıp hoşa gitmeyen diğer bir kısmını bırakmak şirktir. Örneğin namaz kılıp örtünmemek, infak etmemek, küfür ve şirke, zulüm ve zalimlere karşı çıkmamak, Kitabın bir kısmını alıp bir kısmını terk etmektir ki bu, yüce Allah’a şirk koşmaktır.
"De ki: 'Şüphesiz ben, Rabb'ime davet ederim ve O'na kimseyi şirk koşmam." (Cin, 20)
Kur’an’ı beğenmeyenler, ona iman edemezler
Kur’an, bir bütündür, ona iman edenler, onun tümünü almakla mükelleftirler. Kur’an’ın, bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakmak, küfür ve şirktir. Hangi gerekçe ile olursa olsun, Kur’an’ın bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakanlar, açık bir şekilde Rab’lerine isyan etmişlerdir. Bunlar, Kur’an’ı beğenmemiş, onun yerine başka şeyleri talep etmiş kimselerdir ki, onlar için şiddetli bir azap vardır.
“Onlara ayetlerimiz apaçık okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar, ‘Bundan başka bir Kur’an getir yahut onu değiştir’ derler. De ki: ‘Benim onu kendi tarafımdan değiştirmem olacak bir şey değildir. Şüphesiz ben, ancak bana vahyedilene tabi oluyorum, Rabb’ime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 15)
Kur’an’a iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen, sorunlarının çözümünü başka yerde arayan, hevalarından çözmeye çalışan ya da idaresi altında yaşadıkları beşeri sistemlerin yasalarını ölçü edinenler, Kur’an’a iman etmeyen, ona teslim olmayan kâfirlerdir.
“Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar! Aksine kâfirler yalanlıyorlar ve Allah, içlerinde gizledikleri şeyi daha iyi biliyor. Bu yüzden onlara acıklı bir azabı müjdele!” (İnşikak, 21-24)
Kur’an’ı okuyup bilmelerine, duymaların yüce Allah’tan geldiğine inandıklarını iddia etmelerine rağmen onun doğrultusunda hareket etmeyenler, ondan kaçan kimselerdir. Onlara, ayetler okunduğunda, sanki onları kulaklarında ağırlık var da işitmemiş gibi dönüp giderler.
“Andolsun Biz bu Kur’an’da açıkladık, fakat bu, onların ancak kaçışlarını artırıyor.” (İsra, 41)
“Onların, kalpleri üzerine, onu anlamalarını engelleyen perde ve kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da, Rabb’ini tek olarak andığın zaman arkalarını dönüp kaçarlar.” (İsra, 46)
Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığında bazı kimseler: ”Bana ayet okuma” diyerek şiddetli tepki gösterirler. Bunlar, Kur’an’dan rahatsızlık duyan kimselerdir.
“Onlar ki, beni anmağa karşı gözleri perdeliydi ve dinlemeğe tahammül edemezlerdi.” (Kehf, 101)
Mü’minlere düşen sorumluluk, her konu ve durumda, önce kendi nefislerine Kur’an’ı okuyacaklar, onu gereğini nefislerinde yaşadıktan sonra insanlara ulaştıracaklar, onlara Allah’ın ayetlerini okuyacaklardır. Artık dileyen iman eder, dileyen sapar.
“Ve elbette Kur’an okumam da (emredildi); şimdi kim hidayet ererse artık o, kendisi için hidayet erer ve kim saparsa de ki: ‘Elbette ben, ancak uyarıcılardanım!” (Neml, 92)
“Elbette bu bir öğüttür; dileyen kimse, Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)
Ayetler arasında hiçbir ayırım yapmadan Kur’an’a uyanlara, Rab’lerinden büyük bir mükâfat, Kur’an’ı kısımlara ayırıp bir kısmını alıp bir kısmını bırakanlar ve ondan kaçanlar için de acıklı bir azap vardır.
“Gerçekten bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amel işleyen Mü’minlere, kendileri için şüphesiz büyük bir mükâfatı müjdeler.” (İsra, 9)
Kur’an’a iman etmek, düşünce, söz ve davranışları, bütünüyle vahyin belirlediği esaslara uygun düzenlemek ve hiçbir sıkıntı duymadan ona teslim olmaktır. İşte gerçek Mü’minler ve gerçekten kurtulanlar onlardır.
Ramazan Yılmaz: 2016.03.10
Bir yanıt yazın