İnsan, gerek yaratılışta ve sonradan gönderilen ilahi vahiy yoluyla kendisine yüklenilen mükellefiyeti gereği, gerekse düşünen, konuşan, hareket eden birisi olması hasebi ile sorumluluk taşıyan bir varlıktır. Sorumluluğunun bilincinde yaşayan, yaptıklarının hesabını vereceğini bilen, duyguları ile değil aklıyla hareket eden insanlar, hem istikrarlı bir hayat sürmekte, hem huzurlu ve mutlu olmakta, hem de geleceğe umutla bakmaktadırlar. İşte bunlar, ahiret hayatında kurtuluşa eren, orada da mutlu olan kimselerdir.
Heva ve hevesini ölçü edinen, yaratılışlarının asıl gayesini ve sorumluluklarını unutan, yaptıklarının hesabını vereceklerini düşünmeyen ve dünya hayatını önceleyen kimseler ise, hem dünya hayatında huzursuz ve mutsuzdurlar, hem de ahiret hayatında ziyana uğrayan ve cehennem azabına müstahak olan kimselerdir.
İnkâr, sadece varolan gerçekleri yalanlamak ya da kabullenmemek değildir; inkâr, aynı zamanda varolan gerçekleri önemsememek, bu gerçekleri yaşamının dışına itmek ve ikinci plana atmaktır da. Bu nedenle, yaşamlarını vahyi esaslara göre düzenlemeyen, vahyi esasları önceleyip dünyevi tüm değerlerinin üstünde tutmayan kimseler, bu gerçeklerin varolduğunu iddia etmiş olsalar bile, vahyi esasları inkâr edip kabul etmeyen kimseler gibi inkârcıdırlar.
Vahyi esaslar doğrultusunda yaşamayan kimseler için ne varsa dünya hayatında vardır ve bunlar, ölmeyecekmiş gibi dünya hayatında zevk ve sefa içerisinde bir yaşam sürerler, ahireti ve hesap vermeyi akıllarına bile getirmezler.
Her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi, bir sonu da vardır. Bu kural, insan için de dünya için de geçerlidir ve her insan, er-geç ölecek ve yaptıklarının hesabını tek tek verecektir. Hesap verme bilinci, insanı her zaman duyarlı ve ölçülü hareket etmeye sevk eder. Duyarlı ve sorumlu hareket eden kimsenin hata yapma ve yanılma payı, yaşamında çok az yer tutar ki bu, insan için dünya ve ahirette bir başarı ve kurtuluştur.
Yaptıklarının hesabını vereceklerini düşünmeyenler, yaşamlarında ölçüsüz ve duyarsızdırlar. Bu nedenle, sürekli hata ve günah işleyerek hem kendilerini küçültürler hem de günahlarının artması nedeniyle ahiret hayatında ziyana uğrarlar.
Kıyamet suresi, yüce Allah'a hesap vereceğini unutan, sorumluluk bilincini yitiren insanın, dünya hayatında nasıl başıboş bir hayat sürdüğünü, davranış ve yaşayışında ahireti inkâr edişini gözler önüne sermekte ve böylelerinin ahiretteki çırpınışlarını ve zavallılıklarını haber vermektedir.
Kıyamet suresi, yüce Allah'a hesap vereceğini unutan, sorumluluk bilincini yitiren insanın, dünya hayatında nasıl başıboş bir hayat sürdüğünü davranış ve yaşayışında ahireti inkâr edişini gözler önüne sermekte ve böylelerinin ahiretteki çırpınışlarını, zavallılıklarını haber vermektedir.
Bu sure, sorumluluklarını bildikleri halde, sorumluluklarını yerine getirmeyen insanların, ahiret hayatında gerçekle yüzyüze geldiklerinde nasıl hayıflandıklarını, kendilerini nasıl kınadıklarını, pişmanlıklarını ve zelil düşüşlerini ortaya koymakta, insanların böyle bir duruma düşmeden önce kendilerini düzeltmelerini istemektedir.
Bu sure, İslami gerçekleri kendi hevalarına uyduran kimselerin, dünya hayatında başıboş bir şekilde yaşamalarına rağmen, ahiret hayatında mazeretler ileri sürmek için nasıl çırpındıklarını, ancak bu çırpınışlarının kendilerine hiçbir fayda sağlamadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle, insan bu duruma düşmeden önce dünya hayatında iman ettiğini iddia ettiği vahyi esaslara uygun hareket etmeli, hata ve aşırılıklarını bu ölçü içerisinde gidermelidir. Aksi halde kıyamet günü hiçbir mazeret kendisine fayda vermeyecek ve insan hüsrana uğrayacaktır.
Sorumsuzca yaşayan birisinin gerçekleri kabul etmesi oldukça zordur. Sorumsuz kimse, istemese de kabul etmese de o reddettiği gerçeklerle er-geç karşılaşacaktır. Ancak o zaman iş işten çoktan geçmiş olacağı için geri dönüş olmayacak, yapılan hataların giderilmesi mümkün olamayacaktır. İşte kıyamet suresi, sorumsuzca yaşayan kimselere bu gerçeği anlatmakta, ölüm ve hesap verme gerçeğiyle yüzyüze gelinmeden önce vahyi ölçüler içerisinde hareket edilmesini istemektedir.
Surenin Tefsiri
1-2- Hayır, Kıyamet gününe ve kendini kınayan nefse yemin ederim ki.
Surelere yeminle başlamak, Mekki surelerin özelliklerinden birisidir. Daha önceki birçok surede de ifade edildiği üzere yemin, anlatılan konuya kuvvet kazandırmak ve müşriklere bir uyarıda bulunmak içindir. Ayrıca yemin edilen konular ve objeler, surenin konusuyla çok yakından ilgili ve sureye adeta bir giriş niteliğindedir.
Bu surede, kıyamet gününe ve kendini kınayan nefse yemin edilmektedir. Surede kıyamet ve insan unsuru işlenmektedir. Bu nedenle de surenin konusu ile örtüşen iki objeye yeminle başlamaktadır.
Kıyamet gününe ve kendini kınayan nefse andolsun. Kıyamet gününde, tüm gerçekler ortaya çıktığında insan, dünyada yaptıkları işlerin vahyi esaslarla uyuşmadığını, yüce Allah’ın rızasına uygun olmadığını, hevasını ölçü edindiğini açık bir şekilde görecektir. İşte o zaman insan, kendi nefsini kınayacak, yaptıklarına pişman olacak, ancak o pişmanlık kendisine hiçbir fayda sağlayamayacaktır.
İnsanın, kıyamet günü nefsini kınamasının iki nedeni vardır; birincisi, dünya hayatında vahyi gerçekleri inkâr etmesi; ikincisi ise, vahyi esaslara iman ettiğini iddia etmesine rağmen bu vahyi esaslara uygun yaşamaması ve hevasını ölçü edindiği halde vahye uyduğunu zannederek hareket etmesidir.
İnkâr Nedeniyle İnsanın Kendisini Kınaması
İnsan, dünya hayatında ilahi hiçbir kurala bağlı olmadan kendisini yaratanı unutarak, başıboş yaşayacağını zanneder ve yaratılış gayesinden gafil olarak hayatını sürdürür. Yaşamını, kendi arzuları doğrultusunda düzenleyen insan, hayatının merkezine nefsini alır, onu razı etmeye çalışır.
Rabb’inden kendisine gönderilen vahyi esasları ve Risalet önderlerini reddedip yalanlayan insan, yeryüzünde ya kendi hevasını ölçü edinerek ya da kendisi gibi beşer olan başkalarının koydukları kuralları esas alarak yaşamını sürdürür. Böyle olan bir kimsenin ahiret hayatı diye bir endişesi yoktur. İnkârcı kimsenin, ahiret inancı olmasa da sonunda o, yalanladığı hayatla karşılaşacaktır.
“O sadece korkunç bir sesten ibarettir, hemen onlar (diriltilirler) bakıyorlar. ‘Vah bize, bu ceza günüdür! Bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm günüdür!’ dediler. ‘Toplayın o zalimleri, onların eşlerini ve taptıklarını.’ denir. (Saffat, 19-21)
“O gün onlar, kabirlerden hızlı hızlı dikilenlere doğru koşar gibi çıkarlar. Gözleri düşük, yüzlerini zillet bürümüş bir halde; işte onlara vadedilen gün, bugündür.” (Mearic, 44)
Hayat kısa ve geçicidir; dünya hayatındaki yaşamı sona eren insan, kıyamet günü acı gerçeklerle yüzyüze gelecektir. İşte o zaman dünyada Rabb’inden kendisine gönderilen vahyi esasları ve Risalet önderlerini reddedişine, onları yalanlayıp bu ilahi esaslara sırt dönüşüne, hevasını ve diğer insanların hevalarını ölçü edinişine pişman olacaktır. Ancak ne yazık ki o gün iş işten çoktan geçmiş olacak ve pişmanlığı kendisine hiçbir fayda sağlamayacaktır.
“Onlar hem (insanları) ondan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece yalnız kendilerini mahvediyorlar ama farkında değiller!
Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: ‘Ah ne olurdu keşke biz (dünyaya) geri döndürülseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık, inananlardan olsaydık!’ dediklerini bir görsen! (En’am, 26-27)
Bu ilahi gerçekler, yüce Allah’ı, O’nun gönderdiği vahyi esasları ve elçilerini yalanlayıp inkâr edenlerin, gerçeklerle yüzyüze gelişlerinde içine düştükleri acı durumu gözler önüne sermektedir. İnkârcıların zillet içerisindeki hallerini pişmanlıklarının ve çırpınışlarının Kur'an'da verilmesi, o gün gelmeden önce bu kimselerin akıllarını başlarına almaları, gerçekleri görmeleri ve Rab’lerine iman edip O’nun gönderdiği vahyi esaslara ve rasullere teslim olmaları içindir.
Akıllı insan, kendisine fayda ve zarar verecek şeyleri bilir ve zararlı şeylerden kaçınarak yararlı şeylere yönelir ve kendisini zor duruma sokmaktan kaçınır. Yine akıllı insan, kendisinin, hayatın ve kâinatın başıboş olmadığını, bunları idare edip yöneten, nizam koyup gözeten bir varlığı olduğunu düşünerek, aklederek ve eşyanın tabiatına, kâinatın muazzam yapısına bakarak bilir.
Aklını devre dışı bırakmış, heva ve hevesini her şeyin önüne koymuş, beşeri yasaları ölçü edinmiş kimseler, düşünme yeteneğinden yoksun oldukları için Rab’lerine şirk koşup isyan eder, O’nun gönderdiği ilahi mesajı ve elçilerini yalanlayıp inkâr ederler.
İnsan, üç günlük dünya hayatı için gece gündüz demeden çalışır, çabalar, rahat bir yaşantı için uğraşır, didinir. Ancak ne gariptir ki, ebedi hayatı için hiçbir çaba sarfetmez. İşte bu anlamda insan, Kur’an’ın ifadesi ile ‘zalim ve cahildir’ (33/72) kısa bir yaşam için her şeyi yapan insan, ebedi hayatı için yapılması gereken görevlerini ihmal eder, bu görevlerini yapmayarak kendisine zulmeder, ebedi hayatında zillet içinde alçalır ve ebedi azaba duçar olur.
İnsanın, Zanla Hareket Nedeniyle Kendisini Kınaması
Vahyi esaslar ve rasullerin uygulamaları apaçık bir şekilde ortaya koyduğu halde kimi insanlar, bu gerçekleri olduğu gibi alıp kabul etmezler ve ya ifrata ya da tefrite saparak bu gerçekleri karıştırırlar, kendi zanlarını ya da önder edindikleri kimselerin arzu ve isteklerini ölçü edinerek ve dinden zannederek onlara tabi olurlar.
İslâm dışı şeyleri İslâm’dan zannederek bunlara şaşmaz esaslar gibi tabi olan kimseler, bu şekilde yüce Allah’ı razı edebileceklerini düşünürler, kıyamet günü o apaçık gerçekleri gördüklerinde ise yapacakları bir şeyleri kalmadığından kendilerini kınamaya başlarlar.
Son pişmanlık, dünyada da ahirette de kişiye hiçbir zaman bir fayda sağlamaz. Bu nedenle bazı kimselerin kıyamet günü pişmanlık duyup kendilerini kınamalarının kendilerine bir faydası dokunmayacaktır. Çünkü yüce Allah (cc), dünya hayatında onlara kitaplarını göndermiş, rasullerini de örnek olarak göstermiştir. Ancak o kimseler, yüce Allah’ın kitabına ve örnek rasullerine uyacakları yerde, kendi hevalarını ya da örnek edindikleri kimselerin istek ve arzularını veyahut beşeri sistemlerin kanun ve kurallarını ölçü edinerek sapmışlardır.
“İyi bil ki, halis din yalnız Allâh'ındır. O'ndan başka veliler edinerek: ‘Biz bunlara, sırf bizi Allâh'a yaklaştırmaları için uyuyoruz,’ diyenler(e gelince), şüphesiz ki Allâh, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allâh, yalancı, kâfir olanı doğru yola iletmez.” (Zümer, 3)
“Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'tan başka ilahlar edindiler.” (Yasin, 74)
“Allah'tan başka, kendilerine yakınlık sağlamak için ilah edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Kesinlikle, onlardan kaybolup gittiler. İşte onların yalanları ve uydurmaları budur.” (Ahkâf, 28)
Yüce Allah (cc) tarafından bildirilen bütün bu ilahi gerçeklere rağmen insanlardan bazıları, bu gerçekleri bir yana bırakarak, kendi zanlarından ya da önder edindikleri kimselerin arzu ve isteklerinden veyahut da idaresi altında yaşadıkları beşeri sistemlerin kanun ve kurallarını kullanarak Rab’lerini razı edebileceklerini zannederler. Ancak kıyamet günü bu zanlarının bir işe yaramadığını, zannın gerçek olmadığını gördükleri zaman her şey bitmiş olacaktır.
Bugün birçok kimse, yüce Allah'a, O’nun gönderdiği rasullere ve indirdiği vahyi esaslara iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen, Kur’an’ı ve Peygamberi örnekliği yeterince ya da hiç bilmedikleri için Kur’ani esaslar doğrultusunda yaşamamakta, İslâm adına yanlış düşüncelere sahip olmakta, yanlış davranışlar sergilemektedirler.
Kur’ani gerçeklere aykırı, Peygamber örnekliğe uymayan fiilleri işleyen kimseler, bu gayri İslami tutum ve davranışlarını ya da söz ve düşüncelerini İslami zannetmekte, bu şekilde Rab’lerini razı edebileceklerini düşünmektedirler. Onların bu zanları, Kur’ani esaslara ve Peygamberi örnekliğe uymadığı için onların bu düşünce ve davranışları kendilerini yüce Allah’ın rızasına götürmemekte, tam aksine bu tutum, davranış, söz ve düşünceleri onları yüce Allah’ın azabına sürüklemektedir.
Kıyamet günü o kimseler, kendilerini İslâm adına saptıranları ve o sapıtanlara uydukları için kendilerini kınayacaklardır. Ancak onların pişmanlıkları ve kendilerini kınamaları onlara hiçbir fayda sağlayamayacaktır.
Bugün İslâm adına ortaya çıkan ve bu yapılarıyla Rab’lerini razı edebileceklerini zanneden parti, dernek, vakıf ve tasavvufun, Kur’ani ve Peygamberi hiçbir delili ve örnekliği yoktur. Onların, kendilerinin İslami olduklarını kanıtlamak için ileri sürmeye çalıştıkları deliller ise, yüce Allah'a ve O’nun Rasulüne atılmış birer iftiradan başka bir şey değildir.
3-4- İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye kadiriz.
Duyarsızlık ve vurdumduymazlık insanı sözlü ve fiili inkâra sürüklemekte, yüce Allah (cc) hakkında şüpheye düşürmektedir. Bunun sonucunda kişi, yaşamını gayri İslami bir tarzda düzene sokmakta, vahyi esaslara aykırı düşünüp yaşamaktadır.
Burada sözkonusu olan hem inkârcı kâfirler, hem de inandıklarını zannedip Tevhidi esaslar dışında kendilerince bir din uyduran kimselerdir. İnkârcılar, diriltilmeyeceklerini zannederlerken, din saptırıcıları durumundaki kişiler, her şeyin o derece inceden inceye sorgulamayacağını, yüce Allah (cc) rızası için bir şey yapıldığı zaman bunun O’nun tarafından kabul edileceğini zannederler.
Yüce Allah'ın gönderdiği Tevhidi esasları kendi hevalarınca saptıranlar, sürenin bütünlüğünde de görüldüğü üzere, tıpkı inkârcı kâfirler gibi rahat bir şekilde günah işlemektedir. Duyarsız ve umursamaz bir tavır takınmak küfürle eş anlamlıdır ancak böyle kimseler, kendilerini doğru yolda zannederek hareket etmektedirler.
Kendilerini doğru yolda zanneden kimseler, gerçeklerle yüzyüze geldiklerinde, surenin 15 ve 16. ayetlerinde görüleceği üzere, kimi mazeretler ileri sürmekte ve bu mazeretleri tekrarlayarak kendilerini kurtarmaya çalışmaktadırlar. Bunlar, inandıklarını iddia etmelerine rağmen ilahi mesajı kendi hevalarına göre değiştiren kimselerdir.
Kur'an'da ahireti inkâr eden, dirilmeye inanmayan kâfirlerden de elbette söz edilmektedir. Bu inkârcılar, öldükten sonra bir daha diriltilmeyeceklerini iddia etmektedirler.
“İnkâr edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: ‘Kesinlikle, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır.” (Teğabun, 7)
“İnkâr edenler dediler ki: ‘Biz de babalarımız da toprak olduktan sonra mı, biz mi çıkarılacağız?" (Neml, 67)
“Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, biz mi cezalanacağız?” (Saffat, 53)
Gerek inkâr eden kâfirlerin bu sözlü reddiyelerine, gerekse sözlü olarak inkâr etmedikleri halde yaşamlarını Kur’ani esaslar doğrultusunda düzenlemeyen, yaşam felsefeleri kâfirlerden farksız olan vurdumduymaz, sorumsuz, münafık, fasık ve müşriklerin fiili inkârlarına yüce Allah (cc) ‘Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye kadiriz’ buyurarak cevap vermektedir.
Gerek sözlü, gerekse fiili olarak inkâr eden kâfirler, şayet dirileceklerine gerçekten inansalardı, bunun için iman eder, iman ettikleri vahyi esaslar doğrultusunda hayatlarını düzenler ve böylece Rab’lerini razı etmeye çalışırlardı. Ancak onlar, inkârlarına, duyarsızlıklarına ve sorumsuzluklarına devam ederek yüce Allah'a karşı isyan ve küfürlerinde direttiler. Böylece yalnızca günahlarını artırarak azabı hak ettiler, kurtuluşun yerine helak olmayı seçtiler.
5-6- Aksine insan, sürekli günah işleyerek ilerisini berbat etmek ister: ‘Kıyamet günü nerede?’ diye sorar.
Dünya hayatının süsüne, mal ve makamına kendisini kaptıran insan, Rabb’ine kulluk yapıp O’nu razı edecek yerde, mala ve mevkiye kul olup hevasını razı etmeye çalışırsa, ahireti unutmuş bir halde günah bataklığına saplanır. İnsanın dünya hayatını öncelemesi, kıyamet gününü yalanlaması anlamına gelmektedir. Müddessir suresinde ahireti yalanlayan kişilerin ifadeleri bunu açıkça ortaya koymaktadır.
“(İnkârcılar) dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık, yoksula da yedirmezdik, gaflete dalanlarla birlikte dalardık, ceza gününü yalanlardık; işte böyle iken ölüm bize gelip çattı.” (Müddessir, 43-47)
Cennet ehlinin sorduğu “Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?” sorusuna, cehennem ehlinin verdiği cevaplar oldukça düşündürücüdür. Yüce Allah’ı inkâr etmedikleri halde, namaz kılmamış, infak etmemiş, boş şeylerle uğraşmış ya da boş işlere dalanlarla zamanlarını geçirmişler, bu halleri nedeniyle hesap vereceklerini unutarak günlerini gün etmeye çalışmışlardır. Derken ölüm, onların tevbe etmelerine fırsat vermeden ansızın canlarını almıştır.
İnsan, dünya hayatında battığı günah bataklığını, yüce Allah'a yönelerek kurtulup selamete çıkmak yerine bu bataklık içinde kıvranarak daha çok batmakta ve “sürekli günah işleyerek ilerisini (ahiretini) berbat etmektedir.” Bu davranışı onun, kıyamet gününe gereği gibi iman etmediğini, kıyamet günü hesaba çekileceğini düşünmediğini göstermektedir.
Ahirete ve kıyamet gününe iman etmek, insanın o gün hesaba çekileceğini bilmesi ve bu bilinçle hareket ederek Rabb’ini razı edecek davranışlarda bulunması ile mümkündür. Böyle yapmayan kimseler, sözel olarak ahirete ve kıyamete iman ettiklerini iddia etseler de bu ancak boş bir iddiadır. Eylem boyutu olmayan iddiaların yüce Allah (cc) indinde hiçbir değeri ve karşılığı yoktur.
İster sözel inkâr şeklinde, isterse vurdumduymaz bir tavır ve sorumsuzca yapılan davranışlar sonucu inkâr şeklinde olsun tüm inkârlara, küfür ve isyanlara rağmen kıyamet kopacak ve herkes yaptığının hesabını verecektir.
Ay Tutulması Ve Güneşle Ayın Bir Araya Gelmesi
7-11- Göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ve ay bir araya toplandığı zaman, insan o gün ‘kaçacak yer neresi?’ diyecektir. (O gün) kesinlikle sığınak yoktur.
Kâinatta her şey bir denge ve düzen içinde yaratılmıştır; yaratılan her şey konulan düzen içerisinde, belirlenen dengeye göre hareket ederler. Güneş ve ay da bu dengenin bir parçası olarak kendilerine belirlenen düzen ve plan doğrultusunda hareket ederler. Yüce Allah (cc), güneş ve ay için bir yörünge tespit etmiş, onlar da kendilerine belirlenen yörüngede hareket ederler.
“Güneş de kendi müstakarrı için akıp gider. Bu, üstün ve bilen(Allâh)ın takdiridir. Aya da konaklar tayin ettik. Nihayet o, eski urcuna benzer bir hâle geldi. Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir yörüngede yüzmektedirler.” (Yasin, 38-40)
Ay ve güneşin bir araya toplanması, yörüngelerinden çıkmaları, kendileri için belirlenen düzeni bozmaları demektir ki bu, kâinattaki tüm dengelerin bozulmasına ve kâinatın alt-üst olmasına neden olur. Kendi yörüngeleri içindeki hareketlerini terk edip bir araya gelen ay ve güneş, kendilerinin hareketiyle tüm kâinatın dengesini bozacaklar ve kâinatta korkunç bozulmanın oluşmasına neden olacaklardır. Böylece Kur’an’ın konu ile ilgili surelerinde belirtilen kıyamet sahneleri meydana gelecektir.
Ay ve güneşin kıyamet saatinde bir araya geleceklerinin belirtilmesi, aynı zamanda ‘şakkul kamer’ inkârcılarına da bir cevaptır. ‘şakkul kamer’ inkârcılarına göre, ayın yarılması mucizesi Hz. Muhammed (as)’ın peygamberliğinin bir mucizesi değil, kıyamet saatinde vuku bulacak bir olaydır.
Peygamber(as)’ın mucizesini inkâra dayanan bu iddianın, hiçbir gerçekliğinin bulunmadığı, Kamer suresi tefsirinde geniş bir şekilde anlatılacaktır elbette. Ancak buradaki “ay ve güneşin bir araya toplanacağı” gerçeği de ‘şakkul kamer’ inkârcılarına bir cevap olduğunu ve onların bu gerçek dışı iddialarını çürüttüğü de söylenmeden geçilmeyeceği bir gerçektir. Çünkü parçalanacak olan ayın, güneşle bir araya gelmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan o dehşetli günde, bilinçlerini yitirecek derecede korkuya kapılacak ve kelebekler misali sağa sola kaçışacak olan insanların, parçalanacağı iddia edilen ay olayını, o çılgınca kaçışları içinde durup seyretmeleri ve ilgili ayette geçtiği üzere “Bir mucize görecek olsalar yüz çevirirler ve ‘Süregelen bir büyüdür’ derler.” (Kamer, 2) diyerek inkâr etmeleri mümkün değildir.
O kıyametin dehşetli saatinde, Karia suresinde açıklandığı üzere, öyle korkunç şeyler olacaktır ki, bunun korkusu içinde yaşayanlar, en yakınları olan anne, baba, eş ve çocuklarından kaçarlarken, ayın yarıldığını görüp ‘bu süregelen bir sihirdir’ demesi mümkün olmayacaktır/olamayacaktır.
İnsanı derinden etkileyen, vurdumduymaz bir halde ve sorumsuzca hareket ederek dünya hayatını gaye edinen kimselerin düşüncelerini altüst eden, zevk ve sefahat bataklığında kendilerinden geçenleri perişan eden kıyamet saati geldiğinde insanlar, çıldırmış bir halde iken, durup düşüneceği bir saniyeleri bile olmayacaktır.
İşte o gün, gaflet uykusundan sıçrayarak uyanan, ancak uyandıklarında artık her şeyin bittiğini gören, kâinatta meydana gelen korkunç olaylar karşısında, bilincini yitirmiş bir halde tıpkı kelebekler gibi şuursuzca sağa sola kaçışan insanların, can havli ile söyleyecekleri tek söz: ‘kaçacak yer neresi’ olacaktır. Ancak o gün artık kaçacak hiçbir yer yoktur. “(o gün) kesinlikle(hiçbir) sığınak yoktur.”
Sıcak yuvalarında, köşk ve saraylarında gaflet içerisinde, Rab’lerinin emirlerinden uzak ve habersiz bir şekilde yaşadıklarında, Rab’lerini unutanlar, o dehşetli günde, alçalmış ve zillet içerisinde sığınacak bir yer arayacaklardır. Ancak o gün onlar için “kesinlikle bir sığınak yoktur.”
12- O gün varıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
Dünya hayatında iken, indirdiği Tevhidi esasları çarpıtanlar, bu esasları kabul etmeyip inkâr edenler, o dehşetli günde Rab’lerinin huzurunda toplanacaklardır. O gün gerçekler, bütün açıklığı ile ortaya konulacak ve daha önce inkâr etmiş olanlar bu gerçekleri apaçık bir şekilde göreceklerdir.
“Rablerinin huzurunda başlarını öne eğmiş (bir halde); ‘Rabbimiz, gördük, işittik, bizi geri döndür, iyi iş yapalım; artık kesin olarak inandık!’ diyen suçluları bir görsen!” (Secde, 12)
“Onları Rablerinin huzurunda durdurulmuş iken bir görsen: (Allah) "Bu gerçek değil miymiş?" dedi. Dediler ki, ‘Evet Rabbimiz hakkı için gerçektir!’ ‘Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın!’ dedi.” (En’am, 30)
Ancak artık bu imanlarının kendilerine bir faydası dokunmayacaktır. Hak ettikleri azaba sürüklenecekler. O müşrikler, daha önce yüce Allah'a ortak koştukları kişilerle beraber Rab’lerinin huzurunda bulunacaklar. Ancak orada Allah’a ortak tuttukları ile araları açılacak ve birbirlerine düşeceklerdir. Onlar orada, daha önce yüce Allah'a ortak tuttukları kişilerle birbirlerini suçlayıp reddedeceklerdir.
“Hepsi Allah'ın huzurunda göründüler. Zayıflar, büyüklük taslayan(önder)lere: ‘Biz size tabi idik, şimdi siz, bizden Allah'ın azabından bir şey savabilir misiniz?’ dediler. (önderleri) "Allah bize yol gösterseydi, biz de size yol gösterirdik. Artık biz sızlansak da, sabretsek de birdir; kaçıp sığınacak bir yerimiz yoktur!’ dediler.” (İbrahim, 21)
Dünya hayatında değer verilip öncelenen dünyevi değerler ve Allah'tan başka ilah edinilen önderler o gün onlardan ayrılacak ve herkes tek başına kendi hesabını verecek ve bu hesabın sonunda kazandıklarını alacaktır.
“Önceden yalvarıp durdukları şeyler, onlardan sapıp gitmiş ve onlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.” (Fussilet, 48)
“O gün (müşrikler) Allah'a teslim olmuşlar ve uydurup durdukları şeyler kendilerinden sapıp gitmiştir.” (Nahl, 87)
Yüce Allah'ın huzurunda söz değiştirilmez; O, gönderdiği Kitaplarında ve son Kitabı Kur'an'da ne buyurmuşsa, o gün onları insanların karşısına çıkaracak ve herkese hak ettiği karşılığını tam olarak verecektir. Bu nedenle insanların yaptıkları her şey ortaya konulacak, tartıya girecek ve insanlara gösterilecektir.
13-14- (O gün) insanın yapıp öne sürdüğü, (erteleyip) geri bıraktığı her şey kendisine haber verilir. Doğrusu insan kendi nefsini görür,
O gün kitap ortaya konur, kişilerin neleri, nasıl, neye göre yaptıkları sorgulanır. Peygamber ve şahitler getirilir, onlar, dünya hayatında içinde yaşadıkları toplum hakkında şahitlik yaparlar.
“Yer, Rabbinin nuru ile parlar, Kitap (ortaya) konur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında adaletle hükmedilir. Onlara asla haksızlık edilmez.” (Zümer, 69)
“Her ümmetin bir elçisi vardır. Elçileri gelince aralarında adaletle hükmolunur, onlara hiç haksızlık edilmez.” (Yunus, 47)
İnsanların dünyada yaptıklarının kaynağı sorulur, yapılanların neye göre yapıldığı, yapılmayanların hangi gerekçelerle yapılmadığı tek tek sorulacaktır. Rasullere, ümmetlerine neler söyledikleri, şahitlere de içerisinde yaşadıkları topluma, ilahi mesajı ulaştırıp ulaştırmadıkları ve Tevhidi esasları anlatıp anlatmadıkları sorulacaktır.
“Hem kendilerine elçi gönderilmiş olanlara soracağız, hem de gönderilen elçilere soracağız.” (A’raf, 6)
O gün, mazeretler geçerli olmayacak, pişmanlıklar fayda vermeyecektir; her şey o insanlara gönderilen Kitaba göre sorgulanacaktır. Yüce Allah (cc) yapılması gerekenleri gönderdiği kitaplarında bildirmiş, bunun dışında yapılanları kabul etmeyeceğini bildirmişti. O gün yüce Allah'ın daha önce bildirdiklerinin sağlaması yapılacak ve yalancılar ortaya çıkacaktır..
“(O gün) Her ümmeti toplanmış görürsün; her ümmet, kendi Kitabına çağırılır: ‘Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız! İşte Kitabımız, aleyhinize gerçeği söylüyor. Çünkü biz, yaptıklarınızı yazıyorduk.” (Casiye, 28-29)
“Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.” (Zelzele, 7-8)
“Her nefis, ne (yapıp) öne sürdüğünü ve ne (yapmayıp) geride bıraktığını bilir.” (İnfitar, 5)
O gün, gizli bir şey kalmayacak, her şey apaçık bir şekilde ortaya konulacak ve insanlar dünya hayatında yapıp yapmadıkları her şeyi bizzat görecekler. İşte o gün, herkesin kitabı eline verilecek, herkes kendi hesabının, ceza ve mükâfatının ne olduğunu görecektir.
“Her milleti, imamıyla çağırdığımız gün, kimlerin kitabı sağından verilirse işte onlar, Kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.” (İsra, 71)
Kitapları sağlarından verilenler kurtuluşa ermiş, dünya hayatında Rab’lerini razı etmek için yaptıkları uğraşıları netice vermiş ve Rab’lerini razı etmenin karşılığını almışlardır. Ancak dünya hayatlarında günlerini gün edinenler, Kur’an’ı ahlak edinmeyenler ve Tevhidi esaslar doğrultusunda yaşamayanların kitapları sol taraflarından verilecektir.
“Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: ‘Keşke bana Kitabım verilmeseydi! Şu hesabımı hiç bilmemiş olsaydım!” (Hakka, 25-26)
Kitapları sol taraflarından verilenler, kendi hesaplarını ve cezalarını orada açıkça görecekler. İşte o zaman onlar, çırpınmaya, mazeretler ileri sürmeye başlayacaklar, özürler ortaya atacaklar ve kendilerini temize çıkarmaya çalışacaklardır.
15-19- Birtakım özürler ortaya atsa da (ona) ‘Acele ile sözünü evirip çevirtme. Onu toplamak ve okumak bize düşer. O halde sana onu okuduğumuz zaman onun okunuşunu dinle, sonra onu açıklamak da bize düşer.’ denir.
Gerçeklerle yüzyüze gelindiğinde insan ne yapacağını şaşırır, başlar mazeretler ileri sürmeye, yaptıklarını doğru yaptığını, niyetinin temiz olduğunu söylemeye başlar. Ancak o gün, gerçekleri ortaya koyan yüce Allah'tır ve O (cc), aldanacak, aldatılacak biri değildir. Yüce Allah (cc), insanlara doğru yolu bildirmiş ve buna uyulmasını onlardan istemiştir. Bildirilen esaslara uyan kimseler doğru yoldadır, bu yolun dışında kendilerince bir yol oluşturanlar yalancılardır.
“Allâh onların hepsini tekrar dirilttiği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanacaklardır. İyi bilin ki onlar yalancılardır.” (Mücadele, 18)
Rab’leri tarafından kendilerine doğru yol bildirildiği halde, bu Hak yolu kendi heva ve heveslerinden değiştirip bozmalarına rağmen, kendilerini hâlâ doğru yol üzerinde sanmaları ne büyük bir gaflet ve ne büyük bir aldanıştır. Ellerinde, Rab’leri tarafından kendilerine gönderilen Kitap olmasına rağmen bu Kitaba bakmadan kendi hevalarından hüküm koyanlar, din ihdas edenler, aslında şeytana tabi olmuş kimselerdir.
“O(şeyta)nlar onları yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 37)
“(O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, şeytanları Allah'tan başka dostlar tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” (A’raf, 30)
Gerçeklerin, bütün açıklığı ile ortaya çıktığı, Kitabın ortaya konulup peygamberlerin ve her dönem şahitlerinin hazır bulundurulduğu o günde, Kur’an dışında kendilerince bir yol edinen kimseler, edindikleri yanlış yolun doğru olduğunu, kendilerinin şirk koşmadıklarını söyleyip duracaklar, ancak bu çırpınış ve yalvarmalar onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır.
“Sonra onlar şaşırdılar: ‘Rabbimiz Allah'a andolsun ki biz ortak koşanlar değildik.’ derler.” (En’am, 23)
Rab’lerinin bildirdiği Tevhidi esaslara aykırı hareket edenler, gerçeklerin ortaya konulduğu günde suçüstü yakalanmış gibi suçluluk psikolojisinden kurtulmak için çırpınmakta, kendilerini temize çıkarmaya çalışmaktadırlar. Yeniden iman etme istekleri ise artık çok geç kalınmış bir istek olarak reddedilecektir.
“Telâşa düştükleri zaman (onları) bir görsen; hiçbiri kurtulamaz, yakın yerden yakalanmışlardır. Ona inandık demektedirler, ama uzak yerden nasıl alabilsinler? Oysa daha önce onu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden görülmeyene taş atıyorlardı.” (Sebe, 51-53)
Ellerindeki fırsatları zamanında değerlendirmeyen kimseler için artık fırsat kaçmış ve son pişmanlıklar sahibine fayda sağlamamıştır. O halde o duruma düşülmeden önce fırsatlar değerlendirilmeli, vakit kaybedilmeden yüce Allah'ın indirdiği Kur’ani esaslara, O’nun belirlediği ölçüler içerisinde iman edilmelidir.
“Acele ile sözünü evirip çevirtme. Onu toplamak ve okumak bize düşer. Öyleyse onu okuduğumuz zaman onun okunuşunu dinle, sonra onu açıklamak da bize düşer.’ denir.”
Meal ve tefsircilerin bir kısmı, bu ayetlerin Rasulullah (as)’a bir hitap olduğunu iddia etmektedirler. Bu kimseler, 18. ayette geçen okuma (kara’na) ifadesini Kur’an olarak çevirmekte, hatta bazıları ayette iki defa geçen okuma (karae) ifadesine bir ekleme yaparak üç defa geçmiş gibi çevirmektedirler ki bu, büyük bir sorumluluktur.
قُرْآنَهُ فَاتَّبِعْ قَرَأْنَاهُ فَإِذَا “Öyleyse onu okuduğumuz zaman onun okunuşunu takip et.”
Oysa bu ayetlerin ve burada geçen okuma hitabının, Rasulullah (as) ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü bu ayetler, kıyamet günü hesabıyla yüzyüze gelen insanların çırpınışlarını ortaya koymakta ve onlara hitap etmektedir. Bu kimseler, Taha suresi 114. ayetinden hareketle bu hitabın Rasulullah (as)’a olduğunu iddia etmektedirler. Taha, 114. ayette sözkonusu olan Kur’an’dır, Kıyamet suresindeki bu ayette sözü edilen Kur’an değil, kişinin mazeretlerini sıralamasıdır.
“Gerçek hükümdar olan Allâh, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'an'ı acele okumağa kalkma; ‘Rabbim, ilmimi artır!’ de.” (Taha, 114)
“Sana (Kur'an'ı), okutacağız, unutmayacaksın.” (Âlâ, 6)
Kıyamet suresindeki bu hitabın Rasulullah (as)’a ait olmadığı ile ilgili birçok neden vardır. Birincisi, bu ayette geçen تُحَرِّكْ لَا taharrik ifadesi, tahrik etmek, hareketlendirmek, kımıldatmak anlamlarına gelmektedir ki bu ifade, genelde zor durumda kalan bir kimsenin, sıkıntı içerisindeki durumunu göstermektedir. Oysa Taha 114. Ayetinde geçen بِالْقُرْآنِ تَعْجَلْ وَلَا acele etme ifadesi, bir şeyi yapmakta ısrarcı olmak, onu bir an önce yapmak durumunu göstermektedir.
İkincisi, kıyamet, 18. ayetinde geçen kara’nahu ve kur’ane قُرْآنَهُ فَاتَّبِعْ قَرَأْنَاهُ فَإِذَا ifadeleri okumayı, Taha, 114. ayetinde geçen بِالْقُرْآنِ el-Kur’an ifadesi Kur’an’ı ifade etmektedir.
Üçüncüsü, kıyamet suresi, 19. ayetinde geçen “Sonra onu açıklamak bize düşer.” ayeti, mazeretlerini sıralayıp kendisini doğru yol üzerinde zanneden kişinin yaptıklarının kendisine açıklanacağı ifade ederken Nahl, 44. ayetinde Kur’an’ın Rasul (as) tarafından açıklanacağı bildirilmektedir.
“(Senden öncekilere) açık kanıtları ve Kitapları (verdik). Sana da o Zikr'i indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar.” (Nahl, 44)
Yüce Allah (cc), Kur’an’ı açıklama görevini Rasulullah (as)’a verirken kıyamet günü insanların, yaptıkları fiillerinin ve söyledikleri sözlerinin o gün kendilerine açıklanacağı ve bunun neden yapıldığı anlatılacaktır.
Dördüncüsü, ilgili ayetlerin siyak ve sibaklarına bakıldığında, burada geçen ayetlerin bambaşka ortamlardaki durumları bildirdiği görülmektedir. Kıyamet suresinde konu, tamamen kıyamet ve hesap ile ilgili iken, Taha ve Nahl surelerinde konu tamamen gönderilen vahiy ile ilgilidir.
Kur’an’ın verdiği mesajdan ve içeriğinden habersiz olan kimselerin Kur’an’a yüzeysel yaklaşmaları ve geleneksel tefsir anlayışını takip etmeleri, kendilerine ulaşan bilgileri, düşünüp taşınmadan, aynen almaları sonucunda Kur’ani birçok hükmün anlamı çarpıtılmış ve değiştirilmiştir. Kıyamet suresindeki bu ayetler de bu çarpıtmalardan nasibini almıştır.
20-21- Kesinlikle siz, çabuk (geçen)i seviyorsunuz da, Ahireti bırakıyorsunuz.
Ve yüce Allah (cc), insanların, “Acele ile söz(ler)ini evirip çevirerek” dünya hayatında yaptıklarını ya da yapmadıklarını gizlemeye ve kendilerini doğru göstermeye çalıştıkları durumları, neyi nasıl yaptıklarını yüzlerine karşı okutuyor. Sonra bunları niçin yaptıklarının nedenini açıklıyor.
“Kesinlikle siz, çabuk (geçen)i seviyorsunuz da, Ahireti bırakıyorsunuz.” İşte insanlar, dünya hayatını çok sevdikleri için ahireti bırakıyor, ahirete yaraşır biçimde hareket etmiyorlardı. Rab’lerinin kendilerine bildirdiği esaslar dâhilinde hareket etmeyen insanlar, kendi yanlarından oluşturdukları kuralları, şeytan (aleyhillanen)in de aldatması ile Allah'ın dini zannederek ona uyuyorlardı. Hesap gününde de, uydurdukları din anlayışını, Hak dinin sahibi olan yüce Allah'a, dillerini eğip bükerek doğru göstermek için çırpınıyorlar.
Gerçekler, bütün açıklığı ile ortaya çıktığında, Rab’lerinin bildirdiği esaslar doğrultusunda hareket edenler, o gün güleç ve sevinçlidirler. Onlar, Rab’lerinin kendilerine vadettiği mükâfatlara ulaşmışlar, bu yüzden yüzlerinde sevincin verdiği parlaklık ile Rab’lerine hamd etmektedirler. İşte bu, büyük bir sevinç ve kurtuluştur.
22-23- Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabbine bakar.
Yüce Allah (cc), dünya hayatında gönderdiği Kitabı ahlak edinerek hareket edenlere, ahiret hayatında en güzel karşılıkları vermekte ve onları cennetle mükâfatlandırmaktadır. Bu nedenle bu mükâfatlara ulaşanlar, sonsuz bir mutluluk içerisinde sevinçlidirler.
“Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası var. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de horluk. İşte onlar cennet halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” (Yunus, 26)
Yüce Allah’ın sözü yerini bulmuş, herkese hakettiği karşılığı vermiştir. Rab’lerinin rızasını kazananlar, Rab’lerinin kendilerine verdiği ile sevinirlerken hevalarını ölçü edinerek hareket edenler, şirk koşup Rab’lerine isyan edenler, aşağılanmış bir halde zillet içerisinde olacaklardır.
“Kötü işler yapanlara, yaptıklarının aynen cezâsı verilir ve onların yüzlerini kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalara bürünmüştür. İşte onlar da ateş halkıdır, hep orada kalacaklardır.” (Yunus, 27)
İnsanın gerçeklerle yüzyüze geldiğindeki durumu, tıpkı suç işlerken suçüstü yakalanan kişinin durumu gibidir; ne yapacağını bilmez, utançtan yüzü kararır, yerin dibine geçmek ister, yalvarıp yakarır, kendisini temize çıkarmaya çalışır. “Birtakım özürler ortaya atmaya ve acele ile sözünü evirip çevirtmeye başlar. Ancak bütün çırpınışları boşa gittiğinde ve gerçekler yüzüne okunduğunda kişi, utancından morarır, yüzünü zillet kaplar.
24-25- Yüzler de var ki o gün asıktır; kendisine bel kemiklerini kıran(iş)in yapılacağını anlar.
Alacağı cezayı gören kişi, bir kurtuluşu olmadığını, artık yapacağı bir şeyin kalmadığını anlar ve morarmış yüzünü asar. Çünkü dünyada yaptıklarının karşılığını görecek, Rabb’ine koştuğu şirk ve içerisinde bulunduğu küfrün karşılığını alacak. Zillet içerisinde geçen bir ömrün sonunda aşağılanmış bir halde cehenneme sürükkleneceğini görmenin verdiği bir sıkıntı ile yüzü moraracak, suratı asılacaktır.
Küfrü yaşam tarzı alarak Rab’lerine şirk koşanların sıkıntı ve morarmaları, kendilerine ölüm geldiğinde daha dünyada iken başlayacaktır. Ölümün o soğuk yüzünü hissettiklerinde bu zorlu durumdan kurtulmak için çırpınmaya başlayacaklardır. Ancak nafile! Zevk ve sefa içerisinde sürdürdükleri sefil hayatları artık sona ermiş, kabul edip kendilerini düzeltmedikleri ölümle yüzyüze gelmişlerdir.
26-27- Hayır, ne zaman ki can, köprücük kemiklerine dayanır ve (içerisinde bulunduğu durumdan kurtarmak için): "Kim afsun yapar acaba? denir.
Hayatlarını, zevk ve sefa içerisinde geçirip Tevhidi esaslara sırt dönenler, işte o hatırlarına getirmedikleri, getirmek istemedikleri ölümle artık yüzyüze gelmişler, çırpınmaktadırlar. Kaçtıkları şey nihayet davetsiz bir şekilde gelmiş ve hevalarını ilah edinenleri teslim almıştır.
“Ölüm baygınlığı gerçekten geldi. İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir.” (Kaf, 19)
“Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü asla istemezler, Allâh zâlimleri bilir.” (Bakara, 95)
Onlar istemeseler de artık olan olmuş, verilen emanetin iade etme zamanı gelmiştir. O zalimlere, Rab’leri daha önce ölümün ansızın geleceğini haber vermiş, tevbe ederek Kur’an’a uymalarını istemişti. Ancak onlar, onu önemsemedikleri için yüce Allah’ın, rahmetine sığınmamışlar, azgınlık içerisinde günlerini gün etmeye, Kur’ani esasları kendi hevalarına uydurmaya çalışmışlardı. İşte şimdi verilen süre bitmiş, tevbe etme zamanı kalmamıştır.
“Kötülükler yapıp yapıp da nihâyet kendilerine ölüm gelince: ‘Ben şimdi tevbe ettim’ diyen ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur. Onlar için acı bir azâb hazırlamışızdır!” (Nisa, 18)
Zalimler, geriye dönüşü olmayan yola girmişler, yüce Allah’tan başka sevdikleri her şeyi terk ederek kendi elleri ile hazırladıkları sonlarını görmeye gittiklerinin biliyor, ancak oraya gitmek istemiyorlar. Kişi istemese de artık o yolun dönüşü yoktur, çünkü dünyadaki misafirlik süresi bitmiştir.
28-30- Ve kendisi artık bunun, ayrılık zamanı olduğunu anlar ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün, sevk Rabbinedir.
Suçluluk psikolojisi insanı sürekli gergin yapar, kişi yaptıkları ile yüzleşmek, yaptıklarının sonucunu görmek istemez; bu nedenle de diretir. Bu durum, ölüm anında da kendisini gösterir ve korkunç bir debelenme içerisine girer, morarır, bu halden kendisini kurtaracak birini arar.
Kâfirlerin, müşriklerin, münafık, fasık ve belamların, mürted ve zalimlerin ölümü elbette çok korkunç olacaktır. Bunların ölümü, yüce Allah’a iman edip Kur’ani esaslar doğrultusunda yaşayan mü’minlerin ölümlerinden çok farklıdır.
“Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini inanıp iyi ameller işleyen kimseler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Casiye, 21)
Mü’minlerle kâfir, müşrik, fasık, mürtet ve belamların ölümü elbete bir olmayacaktır. Hayatı, yalnızca Rabb’ini razı etmekten ibaret bilen mü’minler, dünya hayatında sorumluluklarını yerine getirmenin ve Rab’leri yüce Allah’ın rahmetine güvenmenin verdiği huzur ile misafir kaldıkları dünya yurdunu terkedip asıl yurtlarına gitmenin verdiği sevinçle ölümü karşılarlar.
“Meleklerin, ‘Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin"’diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir. (Nahl, 32)
Zalimlerin ölümleri, üç nedenle çok zor olacaktır; birincisi, amaç edinip bütün değerlerini verdikleri dünyadan ayrılmak istememeleri nedeniyle çok zor olacaktır. Onlar için dünyadan ayrılmak çok zordur, gitmemek için çırpınıp dururlar. İkincisi, yüce Allah’ın hükümlerine aykırı hareket ettikleri, zulme karşı zillet içerisinde boyun büktükleri, Hakkı batıla bulayıp gerçekleri gizledikleri için kıyamet günü başlarına gelecekleri hissetmeleri nedeni ile üçüncüsü, yaptıkları zulüm ve Rab’lerine koştukları şirk ve isyanları nedeniyle melekler tarafından ölüm acıları katlanacaktır.
“Ya melekler, canlarını alırken yüzlerine ve sırtlarına vurarak dövecekleri zaman durumları nice olur?” (Muhammed, 27)`
“Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak, “Yakıcı azabı tadın” diye o kâfirlerin canlarını alırken bir görseydin!”( Enfal 50)
Zalimlerin ölümleri sırasında, çevrelerine toplanan insanlar için Kur’an okumaları ve sesli şekilde tekbir getirmeleri de onları kurtarmayacak ve ölüm acılarını hafifletmeyecektir. Çünkü onlar, sapasağlam iken ne Kur’an okumuşlar, ne de Kelime-i Tevhidi söylemişlerdi. Bu nedenle artık onlar için yapılacak bir şey kalmamış, unuttukları Rab’lerine doğru son yolculukları başlamıştır.
31-33- Tasdik etmedi, teslim olmadı, fakat yalanladı, döndü sonra böbürlenerek halkına gitti.
Kendilerine gelen Tevhidi esasları tasdik etmeyip isyan edenler, ilahi mesajın kendilerine bildirdiği hayat tarzını reddedip böbürlenerek kendi arzuları peşinde koşarlar. İlahi mesaj doğrultusunda hareket etmemek, insanın kibir ve azgınlığını artırır.
Hakkı tasdik etmeyen kimseler, ilahi mesaja teslim olmayı kendileri açısından zül kabul ederler ve ilahi mesajı hayat tarzı olarak alanları hakir görürler. Tarihi süreçte bu azgınların birçok örneği görüldüğü gibi günümüzde de bunlar oldukça fazladırlar. Bu kimselere Allah’ın ayetleri okunduğunda, kulaklarında ağırlık varmış gibi duymazlar, kibirli bir şekilde yollarına devam ederler.
“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak döner. Ona acı bir azâbı müjdele.” (Lokman, 7)
“O, Allâh'ın âyetlerinin kendisine okunduğunu işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları işitmemiş gibi (küfründe) direnir. Onu, acı bir azâb ile müjdele.” (Casiye,8)
Bugün, yüce Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğunda, “1400 yıl önceki Arap gelenekleridir” diyenler, insanları beşeri küfür sistemlerin yasalarına teslim olmaya çağıranlar, demokrasiyi İslâm’a tercih edenler, kibir ve azgınlığı yol edinen, küfür ve şirki yaşam tarzı olarak alan kimselerdir.
Kibir ve azgınlığı yol edinen bu kimseler, çok sevdikleri dünya hayatının aldatıcı zevkleri içerisinde kendilerinden geçerek asıl gidecekleri ahiret hayatını unuturlar. Yüce Allah (cc), bu kimseleri kınamaktadır.
34-35- Yazık sana yazık! Sonra yazık sana yazık!
Yazık o kimselere ki, yaratılış gayelerini unutmuşlar, Rab’lerinden kendilerine gönderilen Tevhidi esasları yalanlamışlar, ilahi mesajı tasdik edip onun belirlediği hükümler doğrultusunda hareket etmemişlerdir. Yine yazık onlara ki, yoktan var edildikleri, hiçbir şeye sahip olmadıkları halde Rab’lerinin kendilerine bahşettiği onca nimete nankörlük etmişler, Rab’lerine şükretmemişlerdir.
Yazıklar olsun, kendilerini Hak yol üzerinde sanıp Rab’lerinin indirdiği tevhidi esaslar doğrultusunda hareket etmeyenlere ve tağutu reddedip yalnızca yüce Allah’ın indirdiği esasları ölçü edinmeyenlere. İnsanları, Hak yol üzerinde bulunduklarına inandırıp Hakkı batıla bulayarak insanları saptıranlara yazıklar olsun. Yaptıklarının hesabının tek tek sorulacağını düşünmeyip insanları saptıran belamlara ve onlara uyanlara yazıklar olsun.
Yazık o kimselere ki, ilahi hiçbir kural kabul etmeden kendi hevalarını ölçü edinmişler, arzularını ilah edinerek Rab’lerine isyan etmişler. Bu kimseler, kendilerinin her şeyi yapmaya kadir olduklarını zannetmektedirler. Bunlar, istedikleri her şeyi elde edebileceklerini, her şeyin kendi istedikleri gibi olacağını düşünmektedirler. Ancak insan, istediği gibi hareket etsin diye başıboş bırakılmamış, ona yaratılışı ile beraber tabi olacağı kurallar da bildirilmiştir.
36- İnsan, başı boş bırakılacağını mı sanır!
İlk yaratılışından itibaren insana uyacağı kurallar açıkça bildirilmiş, yaratılış gayesinin ne olduğu ve yapıp yapmayacağı şeyler kendisine haber verilmiştir. Bu nedenle insan, başıboş değil, yaratılış gayesi doğrultusunda hareket etmekle sorumlu tutulmuştur.
“Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun, 115)
İnsan, başıboş bırakılmamış, başta Rabb’ine kulluk sorumluluğu ile yüklenmiş, daha sonra Rabb’inin kendisine bildirdiği Tevhidi esasları insanlara ulaştırma görevi ile nihayetinde yeryüzüne düzen vermesi için görevlendirilmiştir. Bütün bunların sonucunda kendisine belirlenen kurallardan hareket ederek Rabb’ini razı etmesi istenmiştir.
“Yüce Rabb'inin adını tespih et. O ki, yarattı, düzene koydu, belirleyip hedefini gösterdi.” (Âlâ, 1-3)
“Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık. Biz ona yolu gösterdik: Ya şükredici veya nânkör olur.” (İnsan, 2-3)
Başıboş bırakılmayan insana görev ve sorumlulukları bildirilmiş, hedefi gösterilmiştir. Yalnızca insan değil, kâinatta varolan hiçbir şey, başıboş bırakılmamış, boşuna yaratılmamış, her şey belli bir gaye ile yaratılmış ve her şeye yapacakları işler ve takip edecekleri yol bildirilmiştir.
“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten vay hallerine o kâfirlerin!” (Sad, 27)
“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık!” (Duhan, 38)
Her şeyi yerli yerince yaratıp görev ve sorumluluklarını bildiren yüce Allah (cc), insanı da belli bir nedenle yaratmış ve ona da görev ve sorumluluğunu bildirmiştir. İnsanın yaratılış nedeni, yüce Allah’a kulluk yapmaktır.
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)
Yüce Alllah’a kulluk, ancak O’nun koyduğu hükümler doğrultusunda hareket etmekle mümkündür. Bu hükümler dışındaki her yol, her hareket, insanı Rabb’ine isyana sürükler ve aşağıların aşağısına düşürür. Bu nedenle yüce Allah (cc), kendisine kulluk yapmaları için yarattığı kullarına, kulluk görevlerini yerine getirirlerken nelere dikkat edeceklerini, nasıl hareket edeceklerini, nelerden sakınıp neleri yapacaklarını çok açık bir şekilde bildirmiştir.
İnsanlardan bir kısmı, zaman içerisinde yaratılış gayelerini unutmuş, şeytan aleyhillanenin de saptırmasıyla azgınlaşarak Rab’leri yüce Allah’a şirk koşup isyan etmişlerdir.
“Kesinlikle insan azar, kendisini yeterli gördüğünde.”(Alak, 7-8)
“İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe(sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi?
“Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi: ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi.” (Yasin, 77-78)
Hiçbir güce sahip olmayan insanlar, yaratılışlarını, yaratılış amaçlarını unutarak Rab’lerine isyan ediyorlar. Yüce Allah (cc), nankör müşriklere yaratılışlarını hatırlatıyor ve kendisinin her şeyi düzenlediğini bildiriyor.
37-39- Kendisi dökülen meniden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra alaka oldu da (Rabbi onu) yarattı, düzenledi. O(meni)den iki çifti: Erkeği ve dişiyi var etti.
Rab’lerine şirk koşup O’nun tarafından gönderilen ilahi mesajı yalanlayan, Tevhidi esaslara iman etmeyen zavallı insanlar, Rab’leri karşısındaki durumları, bir örümcek ağından daha zayıf olan varlıklarını düşünmeden, Rab’lerine isyan etmekte, O’nun gönderdiği vahyi esaslara teslim olmamaktadırlar.
Rab’lerine isyan eden kimseler, küfür, şirk ve isyanla hayatlarını sürdürmekte ve yeniden diriltileceklerini düşünmek bile istememektedirler. Ancak onlar düşünmeseler de yüce Allah (cc) onları diriltecek, Kendisine karşı yaptıkları nankörlüğün, koştukları şirkin ve isyanlarının hesabını soracaktır. Onların yaptıkları her şey bir bir ortaya konulacak, mazeret belirtmelerine, yalvarmalarına, sızlanmalarına bakılmadan, hakettikleri cezaları verilecektir.
40- Şimdi bun(ları yapan Allâh)ın ölüleri diriltmeğe gücü yetmez mi?
Kıyamet suresi, bir bütün olarak kıyamet günündeki durumu ortaya koymaktadır. Bu nedenle suçluların, dilllerini depreterek, mazeret belirtmelerini bildiren ayetteki ifadeler, Rasulullah (as)’ın Kur’an okurken acele etmesi ile ilgili değil, suçluların kıyamet günü yaptıklarını temize çıkarma telaşlarıdır.
“Acele ile sözünü evirip çevirtme. Onu toplamak ve okumak bize düşer. O halde sana onu okuduğumuz zaman onun okunuşunu dinle, sonra onu açıklamak da bize düşer.’ denir.”
Sure, ilk ayeti ve son ayeti arasındaki bağlantısı ile tam bir bütünlük ortaya koymaktadır.
Yüce Allah (cc) en doğruyu söyleyen ve bildirendir.
Kurani Mücahede: 2012-02-11
Bir yanıt yazın