İnsanlar, Kur’an gerçeğinden uzaklaştıkça kendilerine göre yeni kavramlar üretirler, yeni durumlar ortaya çıkarırlar ve zaman içinde bunu dinden zannederek ona inanırlar. Kabir âlemi ile ilgili ortaya atılan iddialar, Kur’an gerçeğinden uzaklaşmanın ortaya koyduğu şaşkınlığın yalnızca bir yönüdür.
Her konu ve durumda, Kur’an gerçeğinden hareket etmeyi şiar edinen biz Müslümanlar, bu konuda da aynı ölçüden hareket ederek konuyu açıklamaya çalışacağız, İnşaAllah.
Kur’an’da her şeyi‚ “en ince şekilde düzenleyen” (12/100) yüce Allah (cc), kabir âleminin olmadığını da apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak her konuda olduğu gibi, bu konuda da, İsl#ami gerçekleri yeterince anlamayan ya da vahyi gerçekleri kendilerince yorumlayan kimseler, olmadık hikâyelerle kabir âlemi ve azabı diye bir yalan uydurmuşlar bunu da utanmadan İslâm’a mal etmişlerdir. Bu kimseler, yazdıkları kitaplarda aslı olmayan iddialar ileri sürmüşlerdir.
İki hayat vardır; Dünya ve Ahiret
Kabir, ölüm sessizliğinin devamı ve dünya hayatından ahirete geçiş kapısıdır. Bu nedenle burada herhangi bir hayat belirtisi yoktur. Kullarını, yaşadıkları ve gidecekleri yerler konusunda en ince ayrıntılarına kadar bilgilendiren yüce Allah (cc), kabirde herhangi bir hayat belirtisi ya da orada kullarını ilgilendiren herhangi bir konuda bir bilgi vermemektedir. Nitekim yüce Allah (cc) iki dünya olduğu konusuna şu ilahi hükmü ile açıklık getirmektedir.
“Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayâtında hem, şahidlerin (şahidliğe) duracakları günde yardım ederiz. O gün zâlimlere, mazeretleri fayda vermez, onlar için lanet ve yurdun en kötüsü vardır.” (Mü’min, 51-52)
“Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah, zalimleri de şaşırtır ve Allah, dilediğini yapar.” (İbrahim, 27)
Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere, iki hayat vardır ve insanlar, dünya hayatından sonra dünyada yaptıklarının hesabını vermek üzere, ahirete gideceklerdir. İnsanlar ahiret hayatına gidecekleri yol üzerinde bir başka durakta duramayacak ve orada herhangi bir hayat süremeyeceklerdir.
Kabir hayatı olmuş olsaydı, hiçbir şeyi eksik bırakmadığı Kutsal Kitabında yüce Allah (cc), kullarını bundan haberdar edecek ve orada karşılaşacakları durumları, tıpkı ahirette karşılaşacakları durumları haber verdiği gibi haber verecek ve kullarının bundan sakınmasını isteyecekti. Oysa bu konuda Kur’an’da en küçük bir ibare bile yoktur.
“Ne işte bulunsan, Kur'an'dan ne okusan ve siz ne iş yapsanız mutlaka biz, içine daldığınız an üzerinizde şahidiz, ne yerde ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey, Rabbin’den kaçmaz. Ne bundan küçük, ne de büyük hiçbir şey yoktur ki, hepsi apaçık bir Kitapta olmasın.” (Yunus, 61)
Her şeyi apaçık bir Kitapta açıklayan yüce Allah (cc), kabir için bir berzah (perde) ifadesini kullanmaktadır. Bu perde, dirilecekleri güne kadar insanların önünü kapatacak, yeniden dirilme günü bu perde kaldırılacaktır.
“Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman: ‘Rabbim, beni geri döndürünüz ki, terk ettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım’ der. Hayır, bu onun söylediği bir sözdür; önlerinde ta diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” (Mü’minun, 99-100)
Perde, iki şey arasındaki örtüdür; içerisinde hayat unsuru yoktur. Nitekim başka bir ayettte bu perdeye açıklık getirilmektedir.
“İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar, aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.” (Rahman, 19-20)
Bu nedenle kabir de, dünya ve ahiret arasında bir perdedir ve içerisinde herhangi bir hayat yoktur. Berzah (perde) de hayat olmadığı ile ilgili şu ayet daha da açıklayıcıdır.
“O, iki denizi birbirine salmıştır; bu tatlı, susuzluğu giderici; bu tuzlu ve acıdır ve ikisinin arasına birbirine kavuşmalarına engel olan bir perde koymuştur.” (Furkan, 53)
Kur’an’ın bu apaçık ayetlerinden de anlaşıldığı üzere, nasıl ki, iki deniz arasındaki perdede herhangi bir tad yoksa, tad ancak perdenin iki yanındaki denizlerde varsa, aynı şekilde dünya ve ahiret arasındaki kabir perdesinde de üçüncü bir hayat yoktur.
Öldükten sonra ilk uyanış kıyamet günündedir
Kur’an, kabirde, herhangi bir hayatın olmadığını orada ölü olarak yatanların, kıyamet gününe kadar hiçbir şeyden haberleri olmayacağını ve o günde diriltilerek hesap vermeye çağrılacaklarını bildirmektedir.
“Saat mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur ve Allah kabirlerde olanları diriltecektir.‛ (Hac, 7)
Ayetlerin ortaya koyduğu üzere kabirlerde yatanlar ölü kimselerdir. şayet onlar, kabirlerde herhangi bir hesap görecek şekilde diri olsalardı, ayetlerde belirtilen “Allah, kabirlerde olanları diriltecektir.” ifadesi yerine onlar, “çağrılacaklardır” ifadesi kullanılacaktı. Çünkü yaşayanlar diriltilmez, hesap vermek üzere çağrılırlar, burada “Allah, kabirlerde olanları diriltecektir” buyurularak kabirlerde olanların ölü oldukları bildirilmektedir.
Bütün bu gerçekler de gösteriyor ki, kabirlerde ölü olarak yatan insanların, ta kıyamet gününe kadar hiçbir şeyden haberleri olmayacaktır. Kıyamet gününde ise onlar, diriltilerek hesap meydanına çağırılacaklardır. Şayet insanlar, kabirde hesap görselerdi, diri olmaları gerekirdi; diri olanların ise, diriltilmeleri değil çağırılmaları sözkonusu olurdu.
İnsanlar, hesap günü diriltilecekler ve diriltiklerinde kendilerini o yattıkları yerden kimin kaldırdığını birbirlerine soruyorlar. Şayet kabirde herhangi bir hesap ya da sorgulama olsaydı ve insanlar kabirde yaşasalardı, öncelikle kimin tarafından ve neden kaldırıldıklarını birbirlerine sormazlardı. Bundan da anlaşılıyor ki kabirde olanlar, kıyamet gününe kadar ancak uyuyorlar ve ancak kıyamet gününde uyandırılıyorlar.
İkinci bir husus, şayet kabirde insanlar herhangi bir ceza görmüş olsalardı, kıyamet günü diriltildiklerinde, kabirde gördükleri cezadan kurtuldukları için üzülmez sevinirlerdi. Oysa ayetten de anlaşılaccağı üzere onlar, uyandırıldıklarında üzüntülerini dile getiriyorlar.
“Sura üflendi; işte onlar, kabirlerinden Rab’lerine koşuyorlar. ‘Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman’ın vadettiği şey budur; demek elçiler doğru söylemişler’ derler.” (Yasin, 51–52)
Sura üfürüldükten sonra, insanlar uyandırılıyor ve uyandırılan insanlar, bu karşılaştıkları durumu konuşup rasulllerin dünyada getirdikleri haberlerin doğru olduğunu gözleri ile görüp doğruluyorlar. Bu durum da gösteriyor ki insanlar, öldükten sonra ancak kıyamet gününde diriltiliyorlar.
Kabir hayatının olmadığı, insanların dünya hayatında öldükten sonra ancak ahirette dirilecekleri konusunda Kur’an’da onlarca ayet vardır. Bu ayetlerde, özellikle suçlular kabirde çok az kaldıklarını iddia ederler. Bu da onların, kabirde diriltilmediklerini göstermektedir. Diğer taraftan, acı çeken insanlar için kısa bir zaman bile oldukça uzun gelir.
Kıyamet günü diriltilen insanların, kabirlerde kalış süreleri ile ilgili olarak söyledikleri sözlerinden de onların, kabirlerde hiçbir şeyle karşılaşmadıkları, hiçbir şeyi hissetmedikleri anlaşılmaktadır.
“Saat başladığı gün suçlular, (kabirde) bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar, (dünyada da haktan) böyle çevriliyorlardı. Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki: ‘Andolsun siz, Allah'ın yazgısınca ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu da dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz.” (Rum, 55-56)
Ayetlerden de anlaşıldığı üzere suçlular, kabirde bir saatten fazla kalmadıklarına yemin etmektedirler. Bu da onların, kabirde azap görmediklerini göstermektedir. Şayet onlar, kabirde herhangi bir ceza görmüş olsalardı, bunu hem dile getirirlerdi, hem de zamanın bu kadar kısa olduğunu yeminle iddia etmezlerdi. Çünkü sıkıntılı zamanlar, insana çok uzun gelir ve sıkıntı bittiğinde insan, bu durumu beyan ederek rahatlar.
Bir yerde sıkıntı ve ceza gören kimselere süre çok uzun gelir, sıkıntı ve ceza insan için yaşadığı hayatın süresini uzun gösterir. Örneğin, huzursuz bir gece geçiren kimseler için gece bitmek bilmez ve onlar, bir an önce gecenin bitmesini ve sabahın olmasını isterler. Oysa uyuyan kimse, uykusunda kötü bir süprizle karşılaşmadığı sürece rahattır ve uyandırıldığında, kimin tarafından ve neden uyandırıldığını merak eder ki, kabirlerden uyandırılan kişiler de bu soruyu soruyorlar.
“Sura üflendi; işte onlar, kabirlerinden Rab’lerine koşuyorlar. ‘Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?” (Yasin 51)
Kabirlerde de herhangi bir sıkıntı ya da ceza olmuş olsaydı, kıyamet günü diriltilen kimseler, uyandırıldıklarında bunu dile getirir ve sevinirlerdi. Oysa ayetlerden de anlaşıldığı üzere onlar, kabirlerde bir saatten fazla kalmadıklarına yemin edecekler. Kendilerine dünya hayatında Kur’an’la bilgi verilen kimseler ise, kabirde ne kadar kaldıkları konusunda Rab’lerinin takdir ettiği süreyi dile getiriyorlar.
Kur’an’da çelişki bulunmamaktadır; bu nedenle, “Allah, kabirlerde olanları diriltecektir.” (Hac, 7) “Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahmân'ın vadettiği şey budur, demek peygamberler doğru söylemiş” (Yasin, 51-52) “Saat başladığı gün suçlular, (kabirde) bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler.” ayetlerinde belirtildiği üzere, bütün insanlar, kıyamet günü kabirlerinden diriltilecekler, kıyamet gerçeğini orada anlayacaklar ve kabirlerde bir saatten fazla kalmadıklarını söyleyeceklerdir. Bu insanların içerisinde Fir’avn ve ailesi de bulunacaklardır.
Ateş azabının ne zaman olacağını Ahkâf suresi, 20. Ayetinde daha net bir şekilde açıklanmıştır.
“Ateşe sunulacakları gün kâfirlere: ‘Dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi zayi ettiniz; bunlarla sefa sürüp bunları tükettiniz. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün, alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf, 20)
Bütün bu Kur’ani gerçeklerden de anlaşılacağı üzere insanlar, öldükten sonra kıyamet gününe kadar hiçbir şey hissetmeden, ölü olarak kabirlerde kalacaklar, kıyamet günü diriltilerek hesap vermek üzere Rab’lerine gideceklerdir. Bu ayetlere rağmen, Kur’an ayetlerine aykırı iddialarda bulunmak, Kur’an gerçeğiyle bağdaşmayan, hiçbir delili bulunmayan zanni iddialardır. Bu zanni iddialarda bulunanlar, yüce Allah’a yalan uyduran kimselerdir ki, yüce Allah bunlara lanet etmektedir.
“Allah'a yalan uyduranlardan daha zalim kim olabilir? Onlar Rablerine sunulacaklar, şahidler de: ‘İşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır’ diyecekler. İyi bilin ki Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir.” (Hud, 18)
Şimdi bütün bu gerçekler ortada iken, bazı kimselerin, kimi sözler uydurarak bu yalanlarını Rasulullah (as)’a mal etmeleri, haddi aşmak ve kendilerince bir din oluşturmaktır. Bu yalan ve iftira sözleri uyduranlar ya İslâmi esasları karıştırmak, Kur’ani gerçekleri çarpıtmak isteyen hain kimselerdir ya da Kur’anî gerçekleri yeterince bilmeyen bazı kişilerin, cehaletlerinden dolayı uydurdukları sözlerdir.
Kabir hayatı ve azabı ile ilgili aslı olmayan sözleri uyduranlar kimseler, kendi mantıklarınca, sözümona insanları kötülükten alıkoyup iyilik yapmalarını teşvik etmek isteyebilirler. Ancak bunlar, kaş yaparken değil göz çıkarmak, adeta insanın şah damarını kesiyorlar. Çünkü böyle uydurma bir söz ile bunlar, İslâmi esasları karıştırmakta, insanların, Tevhidi esasları kavramalarına ve Kur’an’ı gereği gibi anlamalarına engel olmaktadırlar.
Kabir azabının olduğunu iddia edenler, Mü’min Suresi 46. ayetini öne sürmektedirler ki bu ayetin, kabir azabıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayet, kabir azabını değil, Fir’avn ve ailesinin kıyamet günü çarpılacakları azabın sürekliliğini ve şiddetini ortaya koymaktadır. İlgili ayet kendisinden önce ve sonra gelen (siyak ve sibak) ayetlerle ele alındığında daha net olarak anlaşılmaktadır.
Bu ayette, Hz. Musa (as)’ın getirdiği ilahi mesaja iman eden bir mü’mine, Fir’avn ve ailesinin, kurdukları tuzaklara karşılık, onlara ve takipçilerine verilecek azabın durumunu ortaya koymaktadır.
“Allah o(mü’mi)ni (onların) kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Fir’avn ailesini de azabın en kötüsü kuşattı: Ateş! Sabah akşam ona sunulurlar ve kıyamet koptuğu gün ‘Fir’avn ailesini azabın en şiddetlisine sokun!’ (denilir). Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara dediler ki: ‘Biz size uymuştuk; şimdi siz şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz?” (Mü’min, 45–47)
Ayetlerde, Fir’avn ailesini kuşatan en kötü azabın ateş olduğu, bu ateşe Fir’avn ailesinin sürekli (sabah-akşam) sunulacakları, bu azabın kıyamet günü olacağı ve azabın en şiddetli yerine Fir’avn ailesinin sokulacağı, onlarla beraber bulunanların da o ateşe atılacakları bildirilmekte ve o şiddetli azap içindeki tartışmalarından bir bölüm aktarılmaktadır.
Ancak burada, Fir’avn ve ailesi, kendilerine tabi olanlardan farklı olarak ateşin en şiddetlisine sokulacaklarına açıklık getirilmektedir. İlgili ayetten de anlaşılacağı üzere, Fir’avn ve ailesinin halen ateşte oldukları değil, “azabın en kötüsü kuşattı; ateş! Sabah akşam ona sunulurlar,” buyurularak gelecekte vuku bulacağı anlatılmaktadır.
Fir’avn ve ailesine, ateş azabının nerede ve ne zaman yapılacağı ile ilgili şu ayet ışık tutmaktadır:
“(Fir’avn), kıyamet günü kavminin önünde gidiyor, işte onları ateşe getirdi; varılan yer ne fena bir yerdir! Bu dünyada da (onların) peşlerine lanet takılmıştır, kıyamet gününde de, verilen bu vergi ne kötü bir vergidir!” (Hud, 98–99)
Görüldüğü üzere Fir’avn’ın, sabah akşam sunulduğu ateş, kıyamet günündeki cehennem ateşidir. Zaten hemen takip eden ayet de bunu teyid ediyor ve “Fir’avn ve kavminin‚ bu dünyada da peşlerine lanet takılmıştır, kıyamet gününde de!” denilerek, bu azabın ve lanetin kıyamet gününde olduğu apaçık bir şekilde vurgulanmaktadır. Diğer taraftan‚ ateşe sunulmanın ne zaman olduğunu da yine yüce Allah (cc) bildirmektedir.
“Ateşe sunuldukları gün kâfirlere: ‘dünya hayatında bütün güzel şeyleri zayi ettiniz; (o dünyada) bunlarla sefa sürüp bunları tükettiniz, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve fıska düşmenizden dolayı bugün, alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.‛ (Ahkâf, 20)
Bütün bu açık ifadelere rağmen, ayetlerde kabir azabı diye bir kelime ve mana bulunmadığı halde, bu ayetleri kabir azabı diye anlamlandırmak en azından samimiyetle bağdaşmayan bir harekettir.
Kullarına karşı şefkatli ve merhametli olan yüce Allah (cc), kıyamet, ahiret ve cehennem hakkında bilgi vererek kullarını, o günün ve cehennem azabının sıkıntılarına karşı nasıl uyardı ise, elbette ki kabir azabının ve hayatının şiddetine karşı da uyarabilirdi. Oysa Kur’an’da bu konuda herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Aynı şekilde, var olan şeyler ve kulları ilgilendiren konu ve hususlar için “Kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmayan” (6/38) yüce Allah (cc), kabir hayatı hususunda hiçbir şey indirmemiştir. Bunun nedeni, böyle bir hayatın ve azabın olmayışıdır.
Kabir azabı ile ilgili olarak verilen sözlerin tümü, Rasulullah (as) hakkında uydurulan sözler olup Kur’an’la çelişmektedir. Bu nedenle Kur’an esas alındığında, gerçek net olarak ortaya çıkacaktır.
Yüce Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği bir konuyu, O’ndanmış gibi göstermeye kalkışmak insan için büyük bir sorumluluktur.
“Onların ardından, yerlerine geçip kitaba varis olan bir takım insanlar geldi ki onlar, şu alçak (dünya)ın menfaatini alıyorlar: ‘Biz nasıl olsa bağışlanacağız!’ diyorlar; kendilerine ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Allah hakkında, gerçekten başkasını söylememeleri hususunda kendilerinden Kitap misakı alınmamış mıydı? Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Ahiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?” (A’raf, 169)
“Allah’a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Onlar Rab’lerine sunulacaklar. Şahitler de: ‘İşte Rab’lerine karşı yalan söyleyenler bunlardır!’ diyecekler. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hud, 18)
Bu açıklamalardan sonra akla şu sorular gelebilir; Rasulullah (as)’ın kabirle ilgili hiçbir hadisi yok mudur? Sahabe, kabir âlemi konusunda Rasulullah (as)’a hiç soru sormadı mı? Elbette ki hem sahabe kabir hayatının olup olmadığı hususunda soru sormuş, hem de Rasulullah (as) bu konuda kimi sözler söylemiştir. Ancak sahabe, Kur’ani gerçeklere ters düşecek herhangi bir soru sormadıkları gibi, Rasulullah (as) da, Kur’an’ın açıkça bildirdiği sınırların dışında hiçbir şey söylememiştir. Çünkü yüce Allah (cc), hakkında bilgileri olmayan konularda insanların konuşmasını kınamış ve ancak böbürlenenlerin Allah’ın ayetleri hususunda tartıştıklarını bildirmiştir.
“Haydi, siz, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.‛ (Al-i İmran, 66)
“Açık bir delil olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların göğüslerinde, erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Sen; Allah’a sığın, muhakkak ki O, işitendir, görendir.” (Mü’min, 56)
Yüce Allah (cc) Kur’an’da, suçluların, kıyamet gününde sorgulanacaklarını, peygamberlerin ve şahitlerin getirileceğini (39/69), suçluların ellerinin, ayaklarının(36/65), dillerinin(24/24), kulaklarının, gözlerinin ve derilerinin aleyhlerinde şahitlik yapacaklarını (41/20), suçlulara, kitaplarının verileceğini ve kitaplarını okuyacaklarını(17/14), kitaplarında tüm işledikleri suçlarını göreceklerini(18/49) ve kendilerinin kâfir olduklarına(7/37), kendi aleyhlerinde olarak şahit olacaklarını(6/130) bildirmiştir. Oysa kabirde, herhangi bir sorgulamanın yapılacağı hususu Kur’an’da bildirilmemiştir.
Yargılama ve sorguluma yapılmadan, insanlara, işledikleri suçları bildirilmeden herhangi bir cezanın verilmesi, ilahi adalet ilkesiyle çelişir. Hâlbuki yüce Allah(cc), adildir ve kullarından da adil olmalarını, adaleti ayakta tutmalarını istemektedir.
Sonuç olarak, kabir azabının varlığını iddia etmek, yüce Allah’a adaletsizlik vasfetmek ve yüce Allah’ı yargısız infaz yapmakla suçlamaktır ki bu iddia, sahiplerine çok büyük bir sorumluluk getirecektir.
Kabir konusunda Rasulullah (as)’ın tutumu
Kabir hayatı ile ilgili Rasulullah (as) adına uydurulan sözlerin birçoğu, Kur’an gerçeği ile çelişmektedir. Kendisine gelen vahyi esasları tek ölçü edinen ve o esaslara teslim olanların ilki olan Rasulullah (as), teslim olduğu Kur’an’a aykırı bir şey söylemez, söylediğini iddia edenler ve onun adına sözler uydurup onu yalanlarına alet edenler, elbette bunun cezasını acı bir şekilde yaşayacaklardır.
Rasulullah (as)’ın, kabir ziyaretleri, bakımı, üzerlerinde oturulmaması gerektiği ile ilgili birçok tavsiyeleri olmuştur, ancak kabirde bir hayatın olduğu ile ilgili hiçbir ifadesi bulunmamaktadır. Rasulullah (as), insanlara her konuda vahyi gerçeklerden deliller gösteriyor, hiçbir konuda vahiy dışında ve vahye aykırı hiçbir şey söylemiyordu. Çünkü o, delilsiz konuşmasının insana büyük bir sorumluluk getireceğini biliyordu. Rasulullah (as), aynı şekilde kabir konusunda da elindeki Kur’an’a aykırı bir şey dememiştir, diyemezdi de.
Rasulullah (as), insanın öldükten sonra geri dönüşünün olmayacağını, kişilerin yaşadıkları süre içerisinde yaptıkları ile kalacaklarını ve cennet ya da cehennemi haketmiş olarak kabre gireceklerini ifade etmiştir.
“Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennnem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizi)
Bu ifadelerinden de anlaşılıyor ki Rasulullah (as), öldükten sonra geri dönüşün olmayacağını, kişilerin kazandıkları ve yaptıkları ile mükâfatlandırılacaklarını ya da cezalandırılacaklarını belirtiyordu.
Kabirde hayat olduğu konusunda uydurulan ve Rasulullah (as)’a atfedilen ifadelerin, Kur’an’a teslim olanların ilki olan Rasulullah (as) ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Rasul (as)’ın üzerine yalan uyduranlar, elbette Kitab’ın ortaya konulup peygamberlerin ve şahitlerin getirilecekleri o günde, yalancı oldukları ortaya çıkacak ve Rasul (as)’a attıkları iftiralardan dolayı cehhenneme sürükleneceklerdir.
Kabir hayatının olduğu iddiası, ilahi adallete aykırıdır
Yüce Allah (cc), insanların, dünyada yaptıkları salih amellerin ve işledikleri günahların karşılığında, kıyamet günü yargılanacaklarını ve herkese, yaptıkları amellerin karşılıklarının tam verileceğini bildirmiştir. Kur’an, yargılama yapılmadan kimseye herhangi bir cezanın verilmeyeceği ile ilgili çok açık bilgiler verir. Bu nedenle kabirde bir yargılama yapılmadan insanlara herhangi bir karşılığın verileceğini iddia etmek ilahi adalete ve Kur’an’da bildirilen hükümlere aykırıdır.
Kur’an, insanların, kıyamet gününde yüce Allah’ın huzuruna getirilip Kur’an’dan tek tek sorgulanaklarını, peygamberlerin ve şahitlerin getirilip dinleneceklerini bildirmektedir.
“Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir ne de yaklaştırılmış melekler; kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzuruna toplayacaktır.” (Nisa, 172)
“Yer, Rabbinin nuru ile parlamış, Kitap (ortaya) konmuş, peygamberler ve şâhidler getirilmiş ve aralarında adâletle hükmedilmiştir; onlara asla haksızlık edilmez” (Zümer, 69)
Peygamberlerin ümmetleri, şahitlerin kendi toplumları haklarındaki şahitliklerinden sonra suçlu kimselerin, el, ayak ve dilleri konuşturulacak; kulak, göz ve derileri aleyhlerinde şahitlik yapacaktır.
“O gün ağızlarını mühürleriz, elleri bize söyler, ayakları yaptıklarına şâhidlik eder.” (Yasin, 65)
“O gün, dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şâhidlik edecektir.” (Nur, 24)
“Nihayet oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları işler hakkında aleyhlerine şâhidlik ettiler.” (Fussilet, 20)
Bütün bunlardan sonra tutulan kitapların, suçlulara verilecek ve herkes, dünyada ne yaptığı suçlarını, işlediği günahlarını görecek ve böylece kendilerinin kâfir olduklarına kendi aleyhlerinde şahit yapacaklardır.
“Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter’ (deriz).” (İsra, 14)
“Kitap (ortaya) konulmuştur; suçluların onun içindekilerden korkarak: ‘Vah bize, bu kitaba da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor’ dediklerini görürsün; yaptıklarını hazır bulmuşlardır, Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kehf, 49)
“Allah'a yalan uyduran, ya da O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Onlara Kitaptan nasipleri erişir (ölüm anı gelir); nihayet melek elçilerimiz gelip canlarını alırken: ‘Hani Alah'tan başka yalvardıklarınız nerede?’ dediklerinde: ‘Bizden sapıp kayboldular’ dediler ve kendi aleyhlerine, kendilerinin kâfir olduklarına şahidlik ettiler.” (A’raf, 37)
“Ey cin ve insan topluluğu, içinizden, size ayetlerimi anlatan ve bugününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? ‘Kendi aleyhimize şahidiz’ dediler. Dünya hayâtı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahidlik ettiler.” (En’am, 130)
Adil olan yüce Allah (cc), insanları, kıyamet gününde adil bir şekilde yargılayacak, onları, kendi fiillerine şahit tuttuktan sonra hak ettikleri cezalarını verecektir.
Kur’ani gerçeklerden de anlaşılacağı üzere, insanlarla ilgili tüm yargılama, ceza ve mükâfat verme işlemleri, kabirlerde değil kıyamet günü yapılacaktır. Bütün bu ilahi gerçeklere rağmen kabir azabının olduğunu iddia etmek, yüce Allah’a adaletsizlik vasfetmek ve O’nu, yargısız infaz yapmakla suçlamaktır ki, bu iddia sahipleri, yüce Allah’ın üzerine attıkları bu iftiralardan dolayı kendi azaplarını hazırlamışlardır.
Herkes, yaptığının karşılığını görür
Yüce Allah (cc), insanlara olan rahmeti gereği, indirdiği kitaplarla ve gönderdiği peygamberlerle onları, rahmetinden yaralanmaları için müjdelemiş, azabından sakınmaları için de çeşitli örnekler vererek uyarmıştır.
Yüce Allah’ın, hiçbir kuluna özel bir kini olmadığı gibi, O’nun yanında hiçbir kulun da ayrı bir statüsü yoktur. O, kullarına bildirdiği ilahi kurallara uygun ya da aykırı hareket edişlerine göre onlara muamele edecek, rahmet ve azabını, hak ettikleri oranda kendilerine verecektir.
54- O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezasını çekersiniz.
İnsanın kendisine yaptığı kötülüğü, hiç kimse ona yapamaz. Kur’an, hiç kimsenin hiç kimse adına iyilikte bulunmayacağı gibi, hiç kimsenin bir başkası adına kötülük de yapmayacağını bildirir. Bu nedenle insanlar, ancak yaptıklarının karşılığını görürler.
Kabir aleminin olduğunu iddia eden kitaplar
İslâm toplumunun, Kur’an gerçeğinden uzaklaşmasından ya da uzaklaştırılmasından sonra toplumu yanlış bilgilerle bilgilendiren birçok kitap ortaya sürülmüştür. Ortaya sürülen bu kitapların hemen tümüne yakını, Kur’an gerçeğiyle zıt olan bilgilerle doldurulmuştur. Bu bilgileri dinden zanneden toplum ise, günden güne Kur’an’la bağlarını koparmış, Kur’an’a yabancılaşmıştır.
Kur’an gerçeğine zıt olan bilgileri, dinden kabul ederek esas alan insanlar, daha sonra Kur’an gerçeğiyle bu bilgileri test edecek yerde, tam aksine hareket ederek Kur’an gerçeğini bu bilgilerle test etmeye kalkışmışlar, bu bilgilere Kur’an’dan delil getirmeye çalışmışlardır. Hatta öyle ileri gittiler ki; bu asılsız bilgileri onaylamayan, bu bilgilerle çelişen ayetleri tevil ederek yanlış bilgileri Kur’an’a tasdik ettirmeye çalışmışlardır. Her alanda yapılan bu tevil ve saptırma faaliyetleri, kabir âlemi ya da azabı konusunda da yapılmıştır.
Kur’an dışı bu bilgiler, en muteber kabul edilen kimi kitaplarda da yazılmıştır. Bu kitaplardan biri de Kütüb-i Sitte adlı eserdir. Kütüb-i Sitte adlı eserdeki şu ifadeler, bu kimselerin gerçekleri saptırmada ne derece ileri gittiklerinin apaçık bir göstergesidir. “Kabir azabının varlığı pek çok nassla sabit olan bir gerçektir.” (Kütüb-i Sitte, c. 7 sh. 105)
Bu yalanı uyduranlar, var dedikleri nas ayetlerden bir tane bile örnek verememişler, veremezler de; verecekleri kimi ayetlerin ise, konuyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayacaktır. Aynı çevrelerin hadis diye verdikleri sözler ise, uydurma oldukları daha ilk bakışta ortaya çıkmaktadır. Örneğin; “Manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!” (Kütüb-i Sitte, c.15, sh.343)
Hadis diye uydurulan bu sözün, daha ilk bakışta uydurma olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kur’an’da cehennemin korkunçluğundan, ateşin kuşatıcılığından, küçük düşürücülüğünden, kötülüğünden söz edilirken, kabir azabı konusunda bir tek kelime bile geçmemektedir. Rasulullah (as)’a büyük bir iftira olan bu söz, -hâşâ- Allah ve Rasulü’nü karşı karşıya getirmektir.
Yüce Allah (cc), cehennemin korkunçluğundan ve ürkütücülüğünden söz ederken, bu uydurma söz, yüce Allah’ın cehennem azabı hakkındaki ayetlerini küçümsemekte, kabir azabının çok daha korkutucu ve ürkütücü olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia ise küfürdür; küfür olan bir iddiayı Rasulullah (as)’a isnat etmek ise hem küfür, hem iftira, hem de hakarettir. Bu uydurma sözün, daha birçok benzerleri sahih diye yutturulan yalan makinesi kitaplarda bulunmaktadır. Bunları uyduranların amaçları, Kur’anî gerçekleri gözardı etmekten başka bir şey değildir. Kur’an, Kıyamet gününün daha çetin olduğunu, o gün, kabirlerden çıkan kâfirlerin ağzıyla vermektedir.
“Gözleri düşkün düşkün kabirlerden çıkarlar; tıpkı yayılan çekirgeler gibidirler; boyunlarını çağırana doğru uzatmış koşarlarken kâfirler: ‘Bu çetin bir gündür!’ derler.” (Kamer, 7–8)
“Vah bize, bu ceza günüdür!’ dediler” (Saffet, 20)
Şayet, kabir azabı olsaydı kıyamet günü hesap için toplanan suçlular, “Vah bize, bu ceza günüdür” demezlerdi. Çünkü şiddetli bir ceza görmüş olanlar, bu cezaya ara verildiğinde sevinerek, “Nihayet cezamız bitti” derlerdi. Oysa onlar, ceza gününü gördüklerinde “Vah bize” diyerek üzüntülerini ortaya koymaktadırlar.
Kabir azabı olsaydı, her konuda kullarını en ayrıntılı bir şekilde bilgilendirip uyaran yüce Allah (cc), o konuda da, kullarını uyaracak ve onları ondan sakındıracaktı. Nasıl ki, merhameti gereği cehennem azabının varlığını haber vererek kullarını ondan sakındırıyorsa, aynı şeyi kabir azabı için de yapardı.
Kabir azabı hakkında, Kur’an’da bir tek ayet dahi geçmemektedir; cehennem azabı hakkında ise onlarca ayette uyarılar ve bilgiler vardır. Aynı şekilde kabir hayatı olsaydı yüce Allah (cc), cennet ile cehennemde olanları haber verdiği gibi kabirde olan durumları da kullarına haber verecekti.
Kur’an’ın, hakkında bilgi vermediği bir konuyu, İslâm’danmış gibi gösterenler, yeni bir din ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu ise, dinin tamamlandığını bildiren yüce Allah’a, apaçık bir iftiradır ve bu iftirayı yapanlar ancak kendilerini sorumluluk altına sokmaktadırlar.
Kabir hayatının varlığını iddia eden bir başka kitap ise, İmam Hatip Liseleri X. sınıf müfredatı için yazılan ve genç beyinleri iğfal eden, Ahmet Lütfi Kazancı adlı bir şahıs tarafından, hazırlanan “Akaid ve Kelam” isimli eserdir. Yazar, elinde Kur’anî hiçbir delil bulunmadığı halde, insan hayatını üç safhaya ayırmakta; bu safhalardan birinin kabir olduğunu iddia etmektedir. Oysa Kur’an, birçok ayetinde insan için iki safha olduğunu, bunların da, dünya ve ahiret olarak ikiye ayrıldığını bildirmektedir. Yüce Allah (cc), dünya ve ahiret olmak üzere iki hayat olduğu bildiriliyor.
“Elbette biz, elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem şahitlerin duracakları günde yardım ederiz.‛ (Mü’min, 51)
Tüm insanların, hesabının ahiret gününde görüleceğini, kâfirlerin ileri sürecekleri mazeretlerinin kendilerine hiçbir fayda sağlayamayacağını (40/52) bildiren yüce Allah’ın hükmüne rağmen adı geçen kitapta, kabirde de insanların sorgulanacağı iddia edilmektedir. İddialarında daha da ileri giden yazar, İbrahim suresi, 27. ayetinin kabir azabı ile ilgili olduğunu savunur; oysa ilgili ayet, dünya ve ahiret olarak iki hayattan söz eder:
“Allah inananları, dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah, zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar.” (İbrahim, 27)
“Akaid” adı verilen ilgili kitabında yazar, diğer kitaplarda da tevil edilen Mü’min, 46. ayetini tevil ederek kabir azabıyla ilgili olduğunu iddia eder.
Kabir âlemi ile ilgili vereceğimiz bir diğer kitap da Prof. Dr. Süleyman Toprak adlı bir şahsın kaleme aldığı “Ölümden Sonraki Hayat” adlı eserdir. Yazar bu eserinde, Rasulullah (as)’a iftira etmekle kalmayıp onunla beraber, yüce Allah’ın ayetlerini tevil ederek O’na da iftira etme cüretini gösterebilmiştir. Bu eserde yazar, kabir ve kabir âlemiyle hiçbir ilgisi bulunmayan ayetleri, kelime benzerliğinden hareketle kabir âlemi olarak göstermeye çalışmakta, böylece ayetlerin anlamlarını olduğundan başka göstermektedir.
‘Berzah’ kelimesini, ölümle yeniden dirilmeye kadar olan süre olarak veren yazarın verdiği ayetlerin bu konuyla hiçbir ilgisi yoktur.
“İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar; aralarında berzah (perde) vardır, bir birine karışmıyorlar.”(Rahman, 53)
“Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman: ‘Rabb’im’ der, beni geri döndürünüz ki, terk ettiğim dünyada salih iş yapayım’ Hayır, bu onun söylediği bir laftır, önlerinde ta dirilecekleri güne kadar bir perde vardır.”(Mü’minun, 99–100)
Ayetlerde de görüldüğü üzere “Berzah”, iki şey arasındaki perde, iki şeyin birbirine kavuşmasını engelleyen mânia(engel)dir. İki denizin birbirine kavuşmasını engelleyen perde ne ise, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasındaki perde de odur. İki deniz arasında nasıl ki üçüncü bir su ya da başka bir şey yoksa aynı şekilde, dünya hayatı ile ahiret arasında da öylece bir hayat yoktur. Ayetlerde geçen “Berzah” kelimesi, her iki durum için aynı şeyi ifade etmekte ve perde olarak geçmektedir. Yani iki durum arasında sıkışan perdenin içinde üçüncü bir hayat söz konusu değildir.
Adı geçen yazar, tevil ve çarpıtmalarına devam ederek ölüm ve uyku ile ilgili olan Zümer, 42. ayetini kabir hayatına örnek vermeye çalışmaktadır.
“Allah, ölmekte olan canları alır, ölmeyenleri de uykularında (alır); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Zümer, 42)
Yüce Allah (cc) ölmekte olan kimselerin ruhlarını aldığını, vadesi gelenlerin ruhlarını alırken, vadesi gelmeyenlerin ruhlarını da belli bir süreye kadar ertelediğini bildirirken yazar, “Bu ruhların, kabirde ölülerden bazılarına ruhlarının iade edileceği” şeklinde, El-Kasımi’ye dayanarak verir. Ancak yazar, burada ayetin anlamını çarpıtması bir yana iddiasında kendisiyle çelişkiye de düşmektedir. Çünkü madem ki (ona göre) kabir hayatı vardır, o halde tüm ölülerin ruhları iade edilmesi gerekmez miydi?.
Cennet ve cehennemdeki durumları bildiren ayetleri, dilini eğip bükerek, kabir hayatı olarak veren yazar, çarpıtmalarına kitabın sonuna kadar devam eder. Yazar, yüce Allah’tan korkmadan konuları çarpıttıkça çarpıtmış, ayetleri tevil ettikçe etmiştir. Bu kişinin ve benzerlerinin hükmünü yüce Allah’a havale ediyoruz.
Kabir hayatının ve azabının var olduğunu iddia edenlerin Kur’anî hiçbir delilleri yoktur. Bu kişiler, iddialarına delil olarak kabir hayatıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ayetleri çarpıtarak tevil ederek verirler.
(*) Bu yazı, Mücahede Yayınlarından 1998 yılında çıkan Kur’ani Kavramlar kitabında yayınlanmıştır. Yoğun talep üzerine yeniden düzenlenerek burada yayınlanmaktadır.
Ramazan Yılmaz: 2014.02.06
Bir yanıt yazın