Giriş
Uğrunda nice savaşların yapıldığı, canların verildiği, nice zulüm ve işkencelerin görüldüğü, yerlerin yurtların terk edildiği yüce bir söz, söylendiğinde kalbin sevinç ve coşku ile titreşip yüzlerin aydınlandığı, dudakların tebessümle gülümsediği, gözlerin parladığı kutsal ifade, kâfirleri kızdırıp ürküten, iman edenlerde huzur ve mutluluk uyandıran en güzel cümle, قُلْ هُوَاللَّهُ أَحَدٌ Kul hüvellâhü ehad. De ki: ‘Allah Bir’dir.’
İki kelimelik bir cümle; “Allah Birdir” Kelime-i Tevhid olan bu kısa cümle, tarihi süreçte, iman edenlerle küfürde olanlar arsında safların ayrılmasını sağlayan yüce, kutlu bir sözdür. “Allah Bir’dir.” Kelime-i Tevhid sözünü söyleyenler, bunun ne anlama geldiğini bilerek söylüyor ve hayatlarını bu sözün ifade ettiği manaya uygun bir şekilde değiştiriyorlardı. Bu kutlu söze iman edenler, bunun kendilerinden ne istediğini biliyor ve önceki hayatlarından çok farklı bir yaşantı içerisine giriyorlardı.
“Allah Birdir” Bu sözün söylenmesine karşı çıkanlar, bunun ne anlama geldiğini, sözün ne ifade ettiğini, kendilerinden ne istediğini bilerek karşı çıkıyor, söylememekte direniyor, söyleyenlere savaş açıyor, onları şehit ediyorlardı. Çünkü onlar, bu iki kelimelik sözü söylemekle neyi kabul edip neyi terk edeceklerini biliyorlardı. Bu nedenle yaşadıkları hayatı terk etmemek için “Allah Birdir” demiyorlardı.
Kur'an’ın bildirdiği üzere, “Allah Birdir” dememekte direnen kimseler, inkârcı ateist kişiler değillerdi, tam aksine yüce Allah’a inandıklarını söyleyen, namazlarını kılan, Hacca giden, kurban kesen, Allah’a yaklaşmak için aracılar edinen, meleklere inanan, Hz. İbrahim (as)’ın kendi peygamberleri olduğunu söyleyen kimselerdi. İşte bu kimseler, “Allah Birdir” demiyorlardı.
Kur'an, yüce Allah’ı bilen, ancak O’nu birlemeyen insanların örneklerini ve iddialarını verir. Bu verilen örneklere bakıldığında, günümüzde Müslüman olduklarını iddia eden insanların hemen hemen aynısı oldukları görülecektir. Ancak günümüz İslamcıları denilen kişiler, “Allah Birdir” sözünün ne anlama geldiklerini bilmedikleri için sürekli tekrarlarken, geçmiş inkârcı müşrikler, “Allah Birdir” sözünü ağızlarına bile almıyorlardı. İşte, Allah’a iman etmelerine rağmen “Allah Birdir” demeyen geçmiş insan örnekleri.
Müşrikler, Allah’a İnanıyorlardı
“De ki: ‘Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sâhibi kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğu(nu) yürütüyor (kâinâtı yönetiyor)?’ ‘Allâh’ diyecekler. "O halde, korunmuyor musunuz?’ de.” (Yunus, 31)
“Andolsun onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, elbette ‘Allâh’ derler. De ki: ‘O halde Allah'tan başka yalvardıklarınızı gördünüz mü, şimdi Allâh, bana bir zarar vermek istese, onlar O'nun vereceği zararı kaldırabilirler mi? Yahut (Allâh) bana bir rahmet vermek dilese onlar O'nun rahmetini durdurabilirler mi?’ De ki: ‘Allâh bana yeter. Tevekkül edenler O'na dayanırlar.” (Zümer, 38)
“Andolsun onlara, ‘Kendilerini kim yarattı?’ diye sorsan, elbette: ‘Allâh’ derler. O halde nasıl (haktan) çevriliyorlar?” (Zuhruf, 87)
“Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim (size) boyun eğdirdi?’ desen; ‘Allâh’ derler. O halde nasıl Allâh'ın (birliğinden) döndürülüyorsunuz?” (Ankebut, 61)
Müşrikler, Meleklere İnanıyorlardı
“Onlara: ‘Yalnız Allah'a kulluk edin!’ diye önlerinden ve arkalarından elçiler gelmişti. ‘Rabbimiz dileseydi, melekler indirirdi. Biz sizinle gönderilen mesajı tanımıyoruz.’ dediler. (Fussilet, 14)
“(Ey Elçi) eğer doğrulardansan, bize melekleri getirsene!” (Hicr, 7)
Müşrikler, Hz. İbrahim(as)’a İnanıyorlardı
“İbrâhim ne Yahudi, ne de Hrıstiyandı; dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran, 67)
“İbrâhim Allâh'ı birleyerek O'na itâat eden bir ümmet idi, müşriklerden değildi. (Nahl, 120)
“Sonra sana: ‘Allâh'ı birleyerek İbrâhim'in yoluna uy; o, ortak koşanlardan değildi’ diye vahyettik.” (Nahl, 123)
“De ki: ‘Allâh doğru söyledi, öyle ise dosdoğru, Allâh'ı birleyici olarak İbrâhim dinine uyun. O, ortak koşanlardan değildi." (Al-i İmran, 95)
Müşrikler, Allah’a Yaklaşmak İçin Aracılar Ediniyorlardı
Müşrikler, yüce Allah’a inanıyor, bu yüzden O’nun rızasını kazanmak ve O’na yaklaşmak için çalışıyorlardı. Bunun en açık göstergesi Kâbe’yi yeniden inşa etmeleri ve Hacer’ül Esved taşının yerine konulması sevabının kendilerinde olması için yarışmaları, İkincisi, yüce Allah’a yaklaşmak için aracılar edinmeleriydi. Zümer suresinde, aracılar edinerek Allah'a yaklaşmak istediklerini söyleyen müşriklerin yalancı oldukları bildiriliyor.
“İyi bil ki, hâlis din yalnız Allâh'ındır. O'ndan başka veliler edinerek: ‘Biz bunlara, sırf bizi Allâh'a yaklaştırmaları için tapıyoruz’ diyenler(e gelince); Şüphesiz ki Allâh, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allâh, yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez.” (Zümer, 3)
Müşrikler, Namazlarını Kılarlardı
Hanif din üzerinde bulunan Mekke müşrikleri, namaz kılan bir topluluktu. Hatta bunlardan kimileri yüce Allah’a daha fazla yaklaşmak ve daha fazla takva sahibi olmak için namazlarını değişik şekillerde bile kılıyorlardı.
“Onların Beyt yanındaki namazları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan ibarettir. ‘O halde inkârınızdan dolayı azâbı tadın!” (Enfal, 35)
“Yazıklar olsun namaz kılan şunlara ki, onlar namazlarından gaflet ederler. Onlar gösteriş yaparlar.” (Maun, 4-6)
Müşrikler, İnfak Ediyorlardı
Mekkeli ve diğer Araplar, yüce Allah’a yaklaşmak için yalnızca namaz kılıp Kâbe’yi tavaf etmiyorlardı; onlar, aynı zamanda infak edip kurban keserek yüce Allah’ı razı etmeye çalışıyorlardı.
“Allâh'ın yarattığı, ekin(ler)den ve hayvanlardan Allah'a pay ayırdılar. Zanlarınca: ‘Bu Allah'a, bu da ortaklarımıza’ dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allâh için ayrılan, ortaklarına ulaşıyor. Ne kötü hüküm veriyorlar!’ (En’am, 136)
Müşrikler, Oruç Tutuyorlardı
Hz. İbrahim (as)’ın dini üzerinde bulunduklarını iddia eden Mekkeli cahiliye Arapları, oruç ibadetini de biliyor, içlerinden bazıları bu ibadeti de yerine getiriyorlardı.
“Ey inananlar, sizden öncekilere yazıldığı gibi korunmanız için sizin üzerinize de oruç yazıldı.” (Bakara, 183)
Yukarıda belirtildiği üzere tarihi süreçte “Allah Birdir” Kelime-i Tevhidini söylemeyen insanlar, yüce Allah’ı inkâr eden, O’nu tanımayan kişiler değillerdi. Onlar, yüce Allah’a inanmalarına rağmen, “Allah Birdir” deyip yüce Allah’ın birliğini tasdik etmiyorlardı. Çünkü onlar, “Allah Birdir” demeleri halinde hayat tarzlarını baştanbaşa değiştirmeleri gerektiğini, yeni bir kimlik, yeni bir hayat kazanacaklarını, değer yargılarını buna göre değiştireceklerini biliyorlardı. Bu nedenle de sırf söz olarak “Allah Birdir” deyip inanmış görünmüyorlardı.
Bugün birçok insan anlamını bilmeden sözel olarak “Allah Birdir” demekte, ancak bu sözün kendilerinden ne istediğini bilmeden eski cahiliye hayatlarını ve adetlerini sürdürmektedirler. Yüce Allah’a gerçekten iman etmeyen bu kimseler, “Allah Birdir” demekle Allah’a iman ettiklerini, namaz kılıp oruç tutmakla da Müslüman olduklarını sanmaktadırlar.
Kendilerinden ne istediğini bilmeden “Allah Birdir” demek bazı kimseler için oldukça kolay bir sözdür. Bu kimselere “Allah Birdir” sözünün yeni bir hayat tarzı, yeni bir kimlik kazanmak olduğu, bu nedenle de öncelikle idaresi altına sığınılan tağutun reddedilmesi, geleneksel kültürel inanışların terk edilmesi gerektiği hatırlatıldığında şiddetli bir şekilde tepki gösterirler.
“Allah Birdir” dedikleri halde tağutu reddetmeden eski cahiliye hayatlarını sürdüren günümüz insanlarına, bu ifadenin gerçek anlamı ve kendilerinden ne istediği hatırlatıldığında, tıpkı Mekke müşriklerinin Rasulullah(as)’a ve o günkü Müslümanlara gösterdikleri tepkiyi, bu sözü kendilerine hatırlatan kişilere gösteriyor, saldırganlaşıp hakaret ediyorlar.
Ağızlarıyla “Allah Birdir” dedikleri halde, yüce Allah’ın reddedilmesini emrettiği tağutu reddetmeyenler, yüce Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğunu bilmeden kendileriyle Allah arasına aracılar koyanlar, “hüküm yalnızca Allah’a aittir” hükmüne rağmen, hüküm koyma hakkını başkalarına verenler, hayatlarını “Bir” olan Allah’ın kitaba göre değiştirmeyenler, yüce Allah’tan başkasını ilah, rab ve melik edinen yalancı kimselerdir.
İhlâs suresi, Felak ve Nas surelerinde sığınılması istenilen aydınlığın ve insanların Rabb’i yüce Allah’ın kim olduğunu açıklamaktadır. Bu öyle bir Allah’tır ki, “Bir’dir, hiçbir şeye muhtaç değildir, doğurmamış, doğurulmamıştır ve hiçbir şey O’nun dengi olamaz. İnsanlar, edindikleri bir sürü yalancı rab, melik ve ilahtan uzaklaşıp tek olan, eşi ve benzeri bulunmayan” güçlü bir ilaha sığınacaklardır.
قُلْ هُوَاللَّهُ أَحَدٌ Kul hüvellâhü ehad. De ki, Allah Bir’dir.
الصَّمَدُ اللَّهُ Allâhüssamed. Allâh Samed'dir.
وَلَمْ يُولَدْ لَمْ يَلِدْ Lem yelid ve lem yûled. Kendisi doğurmamış ve doğurulmamıştır.
أَحَدٌ لَهُ كُفُوًا وَلَمْ يَكُنْ Ve lem yekün lehû küfüven ehad. Ve hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır.
Yüce Allah (cc) İhlâs suresinde, kendisinin eşsiz olduğunu, hiçbir şeye muhtaç olmadığını, doğuran ve doğurulan kimselerin eksik ve noksan olduğunu bu nedenle de kendisinin doğurmamış, doğurulmamış olması dolayısıyla eksik ve noksan olmadığını ve hiçbir şeyin ve hiç kimsenin Kendisinin dengi olamayacağını bildirmektedir.
İhlâs suresi, yüce Allah’ın bir olduğunu, hiçbir şeye muhtaç, eksik ve noksan olmadığını, eşi ve benzeri bulunmadığını bildirir. Oysa insanların rab, ilah ve melik edindikleri kişiler, tek değil, binlerle ifade edilecek kadar çokluktadırlar. Başka ilahlar, doğurmuş ve doğurulmuş oldukları için kendileri eksik, noksan ve muhtaçtırlar. Bu nedenle yüce Allah (cc) insanların, tek olan, muhtaç olmayan, benzeri ve eşi bulunmayan kendisine sığınmalarını istiyor. Bu konuda Hz. Yusuf (as)’ın zindan arkadaşlarına söylediği şu sözler oldukça önemlidir.
“Ey benim zindan arkadaşlarım, çeşitli ilahlar mı iyi, yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allâh mı? Siz, o'nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım (boş) isimlere tapıyorsunuz. Allâh onlar(ın ilah oldukları) hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı buyurmuştur. İşte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler."” (Yusuf, 39-40)
İhlâs suresi, ulûhiyet, rububiyet, münezzehlik ve benzersizlik sıfatları ile Kur'an’ın Tevhidi hükümleri bir bütün olarak içermektedir. Bu yönüyle İhlâs suresi Kur'an’ın anasıdır.
Surenin Açıklaması
1- قُلْ هُوَاللَّهُ أَحَدٌ Kul hüvellâhü ehad. De ki, Allah Bir’dir.
“Allah Birdir” sözü, Tevhidi ifade ediyor; Tevhid, Tek ve Bir oluşu, Tek oluş, benzersizliği, öncesizlik ve sonsuzluğu ve ihtiyaçtan münezzeh oluşu ifade etmektedir.
“Allâh ki, O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler O'nundur.” (Taha, 8)
“Allah Birdir” Ulûhiyeti bildirmekte, ulûhiyet tek oluş ve üstünlüğü, üstünlük egemenliği, egemenlik otoriteyi, otorite hükmetmeyi, hükmetmek ceza ve mükâfat vermeyi ifade eder.
“Allah Birdir” diyen bir kimse, bu kutlu sözün içerdiği bütün anlamları ile yüce Allah’ın bir olduğunu kabul ederek iman etmelidir. Ancak bu şekildeki bir iman, yüce Allah’ın birliğini kabullenmiş bir iman olabilir.
“Allah Birdir” diyen bir kimse, bu Bir’in ifade ettiği bütün anlamları kabul etmiş, bu anlama uygun bir şekilde hayatını değiştireceğine söz vermiştir. Tarihi süreçte insanlar, “Allah Birdir” derken, bu ifade ile neyi kabul edip neyi reddettiklerini çok iyi biliyorlardı.
“Allah Birdir” diyenler, sırf bunu dedikleri için değil, tüm düşünce, söz ve davranışları ile bu sözün ifade ettiği anlama uygun hareket ettikleri için içerisinde yaşadıkları toplumlar tarafından hakarete uğramış, dışlanmış, baskı, zulüm ve işkence görmüş, yurtlarından sürülüp çıkarılmışlardı.
“Allah Birdir” diyenler, yüce Allah’ın ulûhiyetini, üstünlüğünü, egemen ve otorite olduğunu, hükmün yalnızca O’na ait olduğunu söylüyor ve hayatlarını buna uygun bir şekilde baştanbaşa değiştiriyorlardı. Bu nedenle de içerisinde yaşadıkları toplumları onları dışlıyordu. Birçok Risalet önderine, kavimleri tarafından “Siz, bizim üzerimize üstün olmak istiyorsunuz” denilirken o kavimler, Risalet önderlerinin kendilerine ne söylediklerini ve onların kendilerine neyi getirdiklerini çok iyi biliyorlardı.
Kavminin Hz. Şuayb (as)’a söyledikleri, onların “Allah Birdir” sözünü ne kadar net anladıklarını ortaya koyuyordu ve onlar, “Allah Birdir” demekle neleri kabul edip nelerden vazgeçecekleri de çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden de alışkanlıklarını, yaşam tarzlarını ve tabi oldukları otoritelerini terk etmemek için Hz. Şuayb (as)’a karşı çıkıyor ve ondan getirdiği ilahi mesajı terk etmesini istiyorlardı.
“Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: ‘Ey Şuayb, mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!’ Dedi ki: ‘İstemesek de mi?’
Allâh, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allâh'ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabbimiz Allâh, dilemedikten sonra ona dönmemiz, bizim için olur şey değildir. Rabbimiz, bilgice her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a dayanmışız. (Ey) Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasını gerçekle aç. Muhakkak ki sen (gerçekleri) açanların en iyisisin!” (A’raf, 88-89)
Geçmiş toplumlar, “Allah Birdir” sözünün, yüce Allah’ın üstünlüğünü, egemenliğini, hükümran ve otorite oluşunu ifade ettiğini ve bunu söylediklerinde bütün yaşantıları ile yüce Allah’ın hükmüne uymalarının zorunlu olduğunu bildikleri için “Allah Birdir” diyemiyorlardı. Oysa günümüzdeki insanlar, anlamını bilmeden “Allah Birdir” sözünü tekrarlayıp duruyorlar, ancak şirk ve küfür içerisindeki yaşantılarından zerre kadar vazgeçmiyorlar.
Günümüz insanlarının yüce Allah’a inanmaları, geleneksel ve kültürel alışkanlıkların getirdiği bir inanıştır. Yoksa yüce Allah'ı en üstün otorite olarak kabul ettikleri, O’nun indirdiği Tevhidi esaslara iman ettikleri ve indirdiği ilahi hükümlere teslim olmak istedikleri için iman etmiyorlar.günümüz insanlarından birçoğu, yüce Allah’a imanın, O’nun hükümlerine uymak, yaşantılarını baştan sona kadar O’nun belirlediği esaslara göre değiştirmek olduğunu kavrayamıyorlar.
Günümüz insanlarının yüce Allah'a imanları, ihtiyaç gördüklerinde O’na sığınmaktan ve O’ndan destek görmekten kaynaklanan bir inanıştan başka bir şey değildir. O kimseler, birilerine kızdıklarında yüce Allah’ı kendi güvenlik görevlisi sanarak “Allah belanı versin”, “Allah kahretsin” sözlerini sarf etmektedirler. Aynı kişiler, yüce Allah’ı kendi hizmetlerinde görevli biri sanarak, kendilerine iyilik eden birisine, o kişinin Müslüman olup olmadığına, iman edip etmediğine bakmaksızın, teşekkür mahiyetinde “Allah razı olsun”, “Allah ne muradın varsa versin” türünden ifadeler kullanmaktadırlar.
Her türlü eksiklikten münezzeh olan yüce Allah (cc), insanlara muhtaç olmadığı gibi insanların istekleriyle de hareket etmez. Aksine insanlar yüce Allah’ın emrine göre hareket etmek zorundadırlar. Ulûhiyet, üstünlük ve egemenlik sıfatına iman etmek, yüce Allah’ın emirlerine kesin teslimiyeti gerektirir.
2- الصَّمَدُ اللَّهُ Allâhüssamed. Allâh Samed'dir.
“Allâh Samed'dir” ihtiyaçtan münezzehlik, başkalarına muhtaç olmamaktır. Başkalarına ihtiyaç duymamak, yaratmayı ve ikram etmeyi gerektirir. Başkalarına ikram etmek, ikram edene teşekkür etmeyi gerektirir; teşekkürü alanın, teşekkür edene karşılık vermesine neden olur.
Yüce Allah (cc), ihtiyaçtan münezzeh olduğu için kullarına ikram etmekte, kullarının hamd ve şükrü karşılığında da onlara mükâfatlar vermektedir. İşte bu, yüce Allah’ın üstün oluşunun, egemen oluşunun apaçık bir delilidir. Çünkü başkalarına ihtiyaç duyan bir kimse, üstün ve egemen olamaz.
“Allâh Samed'dir” yüce Allah (cc), hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir; ihtiyaçtan münezzehtir. İhtiyaçtan münezzeh olmak, başkalarının O’na muhtaç olduğunu gösterir. Yüce Allah (cc), kendisinin hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını bildirirken aynı zamanda insanların Kendisine muhtaç olduklarını bildirmektedir.
“Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız, Allâh ise, işte zengin ve hamde lâyık olan O'dur.” (Fatır, 15)
“İşte onlara elçileri, açık deliller getirdiler, fakat onlar, ‘Bir insan mı bize yol gösterecek’ deyip inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Allâh da (onlara) muhtaç olmadığını gösterdi. Allâh zengindir, övülmüştür.” (Teğabun, 6)
Hiçbir şeye ve hiçbir kişiye muhtaç olmayan yüce Allah (cc), ihtiyaç sahiplerine karşılıksız olarak ikram etmekte, onların, iman edip etmemelerine bakmaksızın bol bol ihtiyaçlarını gidermektedir. Rububiyet sıfatı gereği, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gideren yüce Allah (cc), bunun karşılığında kullarından yalnızca şükür beklemektedir. İşte bu konuda yüce Allah (cc), kullarını uyarmakta ve onların, kendilerini sıkıntıya sokmalarını istemediği için, nankörlük etmelerini istememektedir. Çünkü nankörlük etmek, çok büyük bir günah ve yüce Allah'a şirk koşmaktır.
“Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz Allâh, size muhtaç değildir ve kulları için küfre râzı olmaz; eğer şükrederseniz sizin için ona râzı olur. Hiçbir günâhkâr, diğerinin günâhını çekmez. Sonra dönüşünüz Rabb’inizedir, (O), size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O, göğüslerin özünü bilir.” (Zümer,7)
“De ki: ‘Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat kendisi beslenmeyen Allah'tan başka dost mu tutayım? Bana, İslâm olanların ilki olmam emredildi’ de ve sakın müşriklerden olma!” (En’am, 14)
Yarattıkları için en güzel nimetleri var eden yüce Allah (cc), yarattıklarının kendisine nankörlük değil şükretmelerini istemektedir. Şükreden kullarına ise yüce Allah (cc) en güzel karşılıkları vermektedir. Ancak bazı kimseler, Rab’lerinden kendilerine yapılan bütün ikramlara ve lütuflara rağmen nankörlüklerinde ısrar etmekte, sanki yüce Allah (cc) onlara, onların Müslüman olmalarına muhtaçmış gibi bir tavır içerisine girmektedirler.
“İslâm olmalarını senin başına kakıyorlar. De ki: ‘Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Tersine, eğer gerçekten inanmışsanız, sizi imâna ilettiği için Allah, sizin başınıza kaksa yeridir.” (Hucurat, 17)
Kullarına muhtaç olmayan yüce Allah (cc), onların Müslüman olmalarına da muhtaç değildir. Kulların Müslüman olmaları, ancak kendi yararlarınadır. Müslüman olmak ise, bildirilen Tevhidi esasların belirlediği ölçüler içerisinde hareket edilmesini zorunlu kılar. İman, tasdik ve teslimiyettir; her ikisi bir arada olmadığı zaman iman şirke bulaşmış ve sahibini müşrik yapmıştır.
3- وَلَمْ يُولَدْ لَمْ يَلِدْ Lem yelid ve lem yûled. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır.
O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Her sonradan olan, doğan ya da doğuranın bir de sonu vardır. Bu nedenle yüce Allah doğurmamış ve doğurulmamış olduğu için başlangıcı yoktur, öncesi olmadığı için de sonu da yoktur. O, ezeli ve ebedidir.
Ezeli ve ebedi olmak, noksansız ve eksiksiz olmanın bir sonucudur. Ezeli ve ebedi oluş, üstünlüğün göstergesi olduğu gibi aynı zamanda zaman ve mekândan münezzehliğin de ifadesidir. Ezeli ve ebedi oluş aynı zamanda hem her şeyden haberdar olmayı gerektirir, hem de haberdar olunan şeylerin hesabının sorulmasını gerekli kılar.
Yüce Allah (cc), ezeli ve ebedi oluşu nedeniyle hem her şeyden haberdardır, hem de yapılan her hareketin ve söylenen her sözün hesabını soracak ve hak edenlere gereken karşılığı verecektir.
Hesap sormak ve yapılanların karşılığını vermek adaleti esas alır. Bu anlamda adil olan yüce Allah (cc), insanlara yaptıklarının hesabını soracak ve aralarında adaletle hüküm verecektir.
“Hepinizin dönüşü O'nadır. Bu, Allâh'ın gerçek olarak verdiği sözdür. O, yaratmağa başlar, sonra iman edip salih ameller işleyenlere adâletle karşılık vermek için yeniden yaratır. İnkâr edenlere gelince, küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı bir azap vardır.” (Yunus, 4)
“Yer, Rabbinin nuru ile parlamış, Kitâp (ortaya) konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında adâletle hükmedilmiştir. Onlara asla haksızlık edilmez” (Zümer, 69)
Adaletle hükmetmek yüce Allah’ın sıfatlarındandır. Adil olan yüce Allah (cc), kulları arasında fark gözetmez ve hiçbir kuluna farklı muamele yapmaz, herkese hak ettiği karşılığı verecektir.
O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Doğurmak ya da doğurulmak, eksikliğin, noksanlığın göstergesi olduğu gibi, kullar arasında nesep yönünden yakınlığı da ifade eder. Yüce Allah (cc), doğurmamış ve doğurulmamış olduğu için O’nun, kimseye kan bağı ile ve nesep yoluyla herhangi bir yakınlığı yoktur.
Yüce Allah’a, çocuk isnat edenler ya da bazı kimseleri O’nun yakınları imiş gibi gösterenler, hem yüce Allah’ı noksanlıkla, hem de adaletsizlikle itham etmektedirler. Doğuran ya da doğurulan, aciz, sonlu ve kendisinden sonra mülkünde ortakları olan, yakınlarını gözeten kimselerdir. Oysa yüce Allah (cc), ne aciz ve sonludur ne mülkünde ortağı vardır ve ne de insanlardan birisine, diğer insanlardan farklı olarak herhangi bir yakınlığı vardır.
“Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acze düşüp de yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah'a hamdolsun! de ve O'nu gereği gibi tekbir et.” (İsra, 111)
“Çocuk edinmek, Allah'a yakışmaz. O'nun şânı yücedir. Bir işi yapmak istedi mi ona sadece ‘ol’ der, (o da) olur.” (Meryem, 35)
“Çocuk edinmek Rahmân'a yakışmaz. Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahmân'a kul olarak gelecektir. O, onların hepsini kuşatmış ve onları bir bir saymıştır. Onların hepsi, kıyâmet günü O'na tek başına gelecektir.” (Meryem, 92-95)
“O, doğurmamış ve doğurulmamıştır.” Yüce Allah’ın, ne Hrıstiyanların iddia ettikleri gibi oğlu, ne de tarikatçıların uydurdukları gibi, O’nun yanında sözü geçen bir yakını vardır. O, fiziki ve fizyolojik olarak kimseye benzemediği gibi, soy sop ve kan bağı ile de hiç kimseye bir yakınlığı yoktur.
Yüce Allah’ın, hükmetme, adalet yapma, ceza ve mükâfat verme konusunda da eşi ve benzeri yoktur. O, Uluhiyet, Rububiyet ve Meliklik sıfatları ile en üstün olan, benzeri ve dengi bulunmayan yüce Allah’tır.
4- أَحَدٌ لَهُ كُفُوًا وَلَمْ يَكُنْ Ve lem yekün lehû küfüven ehad. Ve hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır.
“Ve hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır” yüce Allah (cc), benzersizdir ve hiçbir konuda herhangi bir dengi de yoktur. Ulûhiyet, Rububiyet ve Melik sıfatlarında benzeri bulunmayan yüce Allah’ın, güçlü olma, izzet ve şeref sahibi bulunma yönünden de herhangi bir dengi yoktur.
Güçlü olan yüce Allah (cc), her konuda olduğu gibi yaratmada, şefkat ve merhamet sahibi olmada da benzersizdir ve bu konuda da herhangi bir dengi yoktur. Yaratmada yüce Allah’a benzer hiçbir güç yoktur.
“Gökleri ve yeri yoktan var eden; melekleri, ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamd olsun. O, yaratmada (dilediği kadar) artırır. Şüphesiz Allâh, her şeyi yapabilendir.” (Fatır, 1)
Yarattığı kullarının rızıklarını, onların günah ve isyanlarına bakmadan kesintisiz veren yüce Allah’a bu konuda denk olacak hiçbir güç yoktur.
“Ey insanlar, Allâh'ın size olan nimetini hatırlayın: Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan başka ilah yoktur. Nasıl oluyor da gerçekten çevriliyorsunuz?” (Fatır, 3)
“De ki: ‘Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sâhibi kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğu(nu) yürütüyor?’ ‘Allâh.’ diyecekler. ‘O halde, korunmuyor musunuz?’ de.” (Yunus, 31)
Yüce Allah (cc), rahmet etme ve bağışlamada da hiçbir dengi ve benzeri yoktur. O, kullarına rahmet etmekte, onların günahlarını ertelemekte ve tevbe edenleri, günahlarının çokluğuna bakmadan bağışlamaktadır. Bağışlamak, güçlü ve üstün olmanın bir göstergesidir.
“Allâh, insanlara bir rahmet açtı mı onu tutan olamaz, O'nun tuttuğunu da O'ndan sonra salacak yoktur. O, üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.” (Fatır, 2)
“Ve onlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allâh'ı hatırlayarak hemen günâhlarının bağışlanmasını dilerler. Günâhları da Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, hatâlarında bile bile, ısrar etmezler.” (Al-i İmran, 135)
“Eğer Allâh, insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezâlandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Süreleri geldiği zaman da bir sâat dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler.” (Nahl, 61)
“Ve hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır” rahmet ve merhamette dengi ve benzeri bulunmadığı gibi yüce Allah’ın cezalandırmada da bir dengi ve benzeri yoktur.
“O gün O'nun yapacağı azâbı kimse yapamaz ve O'nun vuracağı bağı kimse vuramaz!” (Fecr, 25-26)
“Doğrusu, bizim yanımızda bukağılar ve cehennem, boğazı tırmalayan bir yiyecek ve acı veren bir azap var.” (Müzzemmil, 12-13)
Bütün sıfatları ile “hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır, olamayacaktır da. Bütün sıfatları ile hamd, âlemlerin Rabb’i yüce Allah’adır.
“Onların orada duâ’sı: ‘Allâh'ım Sen her türlü eksiklikten uzaksın’; birbirlerine sağlık dilekleri: ‘Selâm’, duâ’larının sonu da: ‘Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun!’ sözleridir.” (Yunus, 10)
“Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsi kendisinin olan Allah'a mahsustur. Âhirette de hamd O'na mahsustur. O, hâkimdir; haber alandır.” (Sebe, 1)
“Hamdolsun o Allah'a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti. Yine de inkârcılar, Rab’lerine eşler tutuyorlar.” (En’am, 1)
Kurani Mücahede: 2011-09-24
Bir yanıt yazın