Materyalizm; hayatı, olayları, eşyayı ve her şeyi hatta inancı bile maddeci mantıkla değerlendirir. Materyalist insanın değer yargısı, bakış açısı, değerlendirme ve ölçüsü yalnızca maddidir. Bu nedenle materyalist kişilerin ilahı, değer verip uğrunda her şeyi yapmayı meşru gördükleri maddedir.
Tarihsel süreçte, Tevhidi esaslara karşı çıkanların başını çektiği grup, hep maddeyi ilahlaştıran ve değer yargılarını buna göre oluşturan varlık sahipleri olmuştur. Ellerindeki maddi güce dayanıp kendilerini toplumun üzerinde gören varlık sahibi materyalistler, Rab’lerinden kendilerine gönderilen Risalet önderlerini ve onların getirdikleri ilahi mesajı hep bu değer yargıları ile reddetmişlerdir.
“Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdiysek mutlaka oranın varlıkla şımarmış kimseleri: ‘Biz, sizin gönderildiğiniz şeyi inkâr ediyoruz ve biz malca ve evlâdça daha çoğuz, biz azâba uğratılacak değiliz.’ dediler.” (Sebe, 34-35)
“Kavminden, o kâfirler ve âhiret buluşmasını yalanlayan kendilerine dünyâ hayâtında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı dedi ki: ‘Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir; sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor.” (Mü’minun, 33)
Üstünlüğü, maddi zenginlikte gören varlık sahibi kimseler, kendilerine o varlığı veren Rab’leri yüce Allah’ı unutmuşlar, O’nun tarafından gönderilen elçileri tanımamışlar ve mallarıyla azgınlaşarak Rab’lerine şirk koşmuşlardır. Maddeyi ölçü edinip ilahlaştıran materyalistler, yüce Allah (cc) tarafından gönderilen Tevhidi esaslara iman edenleri de küçümsemişler, onları hor görmüşlerdir.
“(Nuh) kavminden ileri gelen kâfirler dedi ki: ‘Biz seni de bizim gibi insan görüyoruz ve sana bizim basit görüşlü ayak takımlarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz; tersine sizi yalancı sanıyoruz!” (Hud, 27)
Mallarıyla azgınlaşan varlık sahipleri, maddi güçlerini kullanarak yeryüzünde bozgunculuk yapmışlar, insanlara zulmetmişler, böbürlenerek Hakkı inkâr etmişlerdir. Yüce Allah (cc), elçileri vasıtasıyla insanları, bu bozguncu materyalistlere uymaktan men etmiştir.
“O aşırıların emrine uymayın ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk yapan, ıslah etmeyen o kimselerdir.” (Şuara, 151-152)
“Nûh, ‘Rabbim, onlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendisinin ziyanını artırmaktan başka işe yaramayan (varlıklı) bir adama uydular.’ dedi,” (Nuh, 21)
Hayatın gayesi, mal biriktirip onunla böbürlenmek değildir; hayatın ve yaratılışın asıl gayesi, yüce Allah’ın verdiği bütün değerleri de kullanarak yalnızca yüce Allah’a kulluk etmek, verilen mal ve sermaye ile yüce Allah’ı razı etmektir. Bu gaye dışına çıkanlar, Karun gibi hem yeryüzünde mallarıyla yerle bir olacaklar, hem de ahiret hayatında o mallarıyla azapları artırılacaktır.
“Kârûn, Mûsâ'nın kavmindendi; onlara karşı azgınlık etti. Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki onun (hazinelerinin) anahtarlarını (taşımak), güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona: ‘Şımarma, Allâh, şımarıkları sevmez’ demişti.
Allâh'ın sana verdiği (servet) içinde âhiret yurdunu ara, dünyâdan da nasibini unutma, Allâh sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk isteme, çünkü Allâh bozguncuları sevmez.
‘Bu (servet) bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi’ dedi. Bilmedi mi ki Allâh, kendisinden önceki kuşaklar arasıda kendisinden daha güçlü ve daha çok cemaati bulunan nice kimseleri helâk etmiştir? Suçlulara günâhlarından sorulmaz.
Nihâyet onu da, evini barkını da yere batırdık. Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Kendi kendini kurtaranlardan da değildi.” (Kasas, 76-78,81)
Hayatın gayesini varlık sahibi olmakta gören kimseler, bu gayelerine ulaşmak için her yolu kendilerince meşru görür ve gece gündüz demeden çalışır, didinir, yalan söyleyip insanları kandırmaya çalışırlar. Bu kimseler, hak hukuk tanımaz, helal haram bilmez, insanları köle gibi çalıştırır, haklarını vermezler.
Mü’minler için mal ve servet, ancak yüce Allah’ı razı etme aracıdır; onlar, mallarını gece gündüz, gizli açık olarak infak ederek Rab’lerinin hoşnutluğunu kazanmaya çalışırlar.
“En çok korunan da ondan uzak tutulur. O ki malını hayra vererek arınır, yücelir.” (Leyl, 17-18)
“O(koruna)nlar bollukta ve darlıkta Allâh için harcarlar, öfke(lerin)i yutkunurlar, insanları affederler. Allâh da güzel davrananları sever.” (Al-i İmran, 134)
“Mallarını gece gündüz, gizli ve açık Allâh yolunda verenlerin ödülü Rableri yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 274)
Mü’minler, sahip oldukları mallarının, kendilerine Rab’leri tarafından verildiğini, bu nedenle Rab’lerinin emrettiği hükümlere uygun kullanılması gerektiğini bilirler ve bu nedenle mallarını iman ettikleri esaslara uygun bir şekilde infak ederler.
Malı ve serveti ilahlaştıranlar, tarihsel süreçte varlıkları ile yüce Allah’a şirk koşup isyan ettikleri, azgınlıklarında sınır tanımayarak ellerindeki mal ve sermayeleri ile yüce Allah’a yönelmeye de engel olmak için kullandıkları gibi günümüzde de aynı azgınlıkla mal ve sermayelerini Allah yoluna engel olmak için kullanmaktadırlar.
“Kâfirler, Allâh yoluna engel olmak için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da; sonra bu, kendilerine dert olacak nihâyet yenilecekler ve kâfirler cehenneme sürüleceklerdir.” (Enfal, 36)
Hümeze suresi, mala düşkün kişilerin, nasıl bozuk bir kişiliğe sahip olduklarını ortaya koymakta bu kişilerin, insanları küçük gördüklerini, insanlarla alay ettiklerini bildirmektedir. Malları ile böbürlenen varlık sahipleri, diğer insanları kıskanan, hor gören fesat kişilerdir.
Sure, gücü, mal ve sermaye birikiminde görenleri nasıl bir sonun beklediğini ortaya koymakta, bunların hutame ateşine atılıp ebediyen orada kalacaklarını bildirmektedir.
Surenin Açıklaması
1- (İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve göz işâretleri yapıp alay eden her fesâd kişinin vay haline!
Mal ve sermayeleri ile kendilerini üstün gören ve iman etmenin hazzından mahrum olan bazı kimseler, kendilerini diğer insanlardan üstün görürler ve maddi varlık açısından zayıf olan kimseleri beğenmezler. Onlar, varlıkları ile böbürlenerek kendilerinden zayıf gördükleri insanları her vesile ile kınarlar, onların aleyhlerinde konuşurlar ve onlarla alay ederler.
“Suç işleyenler, iman edenlerin üstüne gülerlerdi, onların yanından geçtikleri zaman birbirlerine kaş göz ederlerdi. Âilelerine döndükleri zaman da (yaptıklarıyle övünüp) eğlenmeye başlarlardı.” (Mutaffifin, 29-31)
Kendilerini üstün görüp yoksul insanları hor görüp küçümseyen materyalistler, iman edenlere yaptıklarını, kendileri gibi azgınlığı yol edinen kimselere anlatarak eğlenirler. Oysa asıl üstünlük malda değildir; asıl üstünlük, yüce Allah’ı gereği gibi tanıyıp O’na kulluk yapmakta ve ahiret hayatında üstün olmaktadır.
“Bak, (rızık bakımından) nasıl onların kimini kiminden üstün yaptık. Elbette âhiret, dereceler bakımından da daha büyük, üstünlük bakımından da daha büyüktür.” (İsra, 21)
Kaş Göz İşareti Yapmak Ve İnsanlarla Alay Etmek
İnsanları, kınayıp küçümsemek, onlarla kaş göz işaretleri ile alay etmek, hangi nedenle olursa olsun hoş olmayan, insan olan özellikle de Müslümanlara yakışmayan çirkin bir davranıştır. Yüce Allah (cc), bu tür davranışlarla, insanların hor görülmesini ve küçümsenmesini yasaklamıştır.
“Ey iman edenler, bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin, belki (alay edilen kimseler), kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler, belki onlar, kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra fısk adı, ne kötü bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar, zâlimdirler.” (Hucurat, 11)
Müslüman kimselerin, bilerek ya da bilmeyerek başkalarıyla alay etmeleri; öncelikle Müslümanlar arasındaki kardeşlik hukukunun zedelenmesine, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin bozulmasına, Müslümanların birbirlerine olan güvenlerinin sarsılmasına ve aradaki sevgi ve saygı bağının zayıflamasına neden olur.
İkincisi, başkalarını küçümseyip onlarla alay eden kimseler, yüce Allah’ın hükmüne karşı hareket etmiş olacaklar ki, bu durumda mü’minlik sıfatları gidecek zalimlerden olacaklardır.
Üçüncüsü, başkaları ile alay edip onları hor görüp küçümsemek, kâfirlerin vasfıdır; Müslümanların, böyle bir vasıftan kaçınmaları imani bir zorunluluktur. Çünkü başkaları ile alay etmek İslâmi kimlikle bağdaşmayan bir davranıştır.
Başkaları ile alay etmek, onların eksikliklerini dile getirip eğlenmek, insanları hakir görmek, insanlık dışı bir davranıştır. Aynı zamanda başkaları ile alay etmek, insana Rabb’ini anmayı unutturur ve bu davranış, alay eden kişinin azap görmesinne neden olur.
“Siz onlarla alay ettiniz, (bu hareketiniz) size beni anmayı unutturdular. Siz dâima o (Müslüma)nlara gülüyordunuz.” (Mü’minun, 110)
Yüce Allah (cc) tarafından kendilerine lütfedilen mal, sermaye, güç, güzellik ya da başka yeteneklerine güvenip başkalarını küçümseyen kişiler, yüce Allah (cc) indinde gerçek üstünlüğün kimde olduğunu bilmeyen cahil kimselerdir. Oysa yüce Allah (cc), üstünlüğün her yönüyle iman etmekte olduğunu ve gerçekten iman edenlerin üstün olduklarını bildirmektedir.
“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz.” (Al-i İmran, 139)
“Kâfirlere dünyâ hayâtı süslü gösterildi, (onlar) iman edenlerle alay ederler, oysa korunanlar, kıyâmet gününde onlardan üstündürler. Allâh, dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara, 212)
“İşte bugün de iman edenler, kâfirlerin üstüne gülerler, divânlar üzerinde (oturup) bakarlar; kâfirler yaptıklarıyle cezâlandılar mı? diye.” (Mutaffifin, 34-36)
Asıl üstünlüğün malda olmayıp takvada olduğunu bilmeyen materyalist inkârcılar, yüce Allah’ın kendilerine verdiği mal ve sermayenin, tümüyle kendilerine ait olmadığını düşünmeden onunla sefa sürüp günlerini gün ederler. Onların mallarında yoksul insanların hakları bulunmasına rağmen yoksulların haklarını vermeyip gasp ederler ve böylece kendilerine o malları veren Rab’lerine isyan ederler.
“Mallarında sail(düşkün) ve yoksul için hak vardı.” (Zariyat, 19)
“Onların mallarında belli bir hisse vardır; düşküne ve mahruma” (Mearic, 24-25)
Hak sahiplerinin haklarını vermeyen materyalistler, böylece malı ilah edinmişler ve Rab’lerine isyan isyan etmişlerdir. Yüce Allah (cc) elbette hak sahiplerinin hakkını gasp edenleri dünya hayatında da ahiret hayatında da perişan edecek ve yoksulların haklarını onlara bırakmayacaktır. Tıpkı bahçe sahiplerini dünyada helak edip ahirette de onlara büyük bir azap hazırladığı gibi.
“Biz bunlara da belâ verdik, şu bahçe sâhiplerine belâ verdiğimiz gibi; hani onlar, sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. İstisnâ da etmiyorlardı.” (Kalem, 17-18)
“Sabahleyin birbirlerine seslendiler: ‘Haydi devşirecekseniz erkenden ekininize gidin” diye. Derken yürüdüler; fısıldaşıyorlardı: ‘Sakın, bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın’ diye, devşirebileceklerini umarak erkenden gittiler.” (Kalem, 21-25)
“Fakat onlar uyurlarken hemen (gönderilen) dolaşıcı bir belâ, onu sardı da, bahçe simsiyah kesiliverdi.” (Kalem, 19-20)
“İşte azap böyledir; Âhiret azâbı ise daha büyüktür, keşke bilselerdi.” (Kalem, 33)
Kendilerine verilen nimetlerden hak sahiplerinin haklarını vermemek, verilen nimetleri inkâr olduğu gibi aynı zamanda o nimeti vereni de inkâr etmek ve küfürdür. Yüce Allah (cc), nimet verdiği kimseleri kendi başlarına serbest bırakmıyor, onların, bu malı nasıl kullanacaklarını da onlara bildiriyor.
Belirlenen ölçülere uygun hareket etmeyenlerin mallarını da tıpkı Karun’da olduğu gibi ellerinden alarak onları, hem dünya hayatında alçaltarak rezil ediyor, hem de kıyamet gününde azabın en şiddetlisine sokuyor.
Yüce Allah’ın insanlara verdiği mal ve sermaye, insanlar arasında ilişkilerin sağlıklı sürdürülmesi, toplumsal kaynaşmanın sağlanması içindir. Ancak bu gerçekleri görmeyen materyalist kapitalistler, verilen her şeyin yalnızca kendilerinin olduğunu zannederek hareket ediyorlar. Bu ise, yoksulların haklarını gasp etmenin yanında, hem toplumsal huzuru ve kaynaşmayı bozup fesat çıkarmaktır, hem de yüce Allah’ın hükümlerine isyan edip küfre girmektir.
“Rabb’inin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünyâ hayâtında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik ve onlardan kimini ötekine derecelerle üstün kıldık ki biri, diğerine iş gördürebilsin. Rabb’inin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 32)
Kâinatı yaratıp hayatı düzenleyen yüce Allah (cc), insanlar arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi, hayatın saygı ve sevgi esasına dayalı olarak devam edebilmesi, ticaretin ve iş hayatında sürekliliğin sağlanabilmesi için insanlardan bazılarını, maddi imkânlar yönünden farklı kılmıştır.
Yüce Allah (cc), insanlardan bazılarına fazladan verdiği rızkın nasıl kullanılacağını da onlara bildirmiş ve buna göre hareket edilmesini emretmiştir. Kendilerine bildirilen ilahi buyruklar doğrultusunda hereket eden kimseler, ellerindeki rızkı çalıştırdıkları insanlarla eşit bir şekilde paylaştırmışlar, böylece insanlar, rızıkta eşit bir seviyeye gelmişlerdir. Çalıştırdıkları insanlara, haklarını vermeyenler, onlarla eşit bir hayat sürdürmeyen kimseler, yüce Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri inkâr etmiş, nimete nankörlük yapmış kimselerdir.
“Allâh, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı. (Rızıkça) üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara kendi rızıklarını verip de hepsi rızıkta eşit olmuyorlar. Allâh'ın nimetini mi inkâr ediyorlar?” (Nahl, 71)
İnsanların haklarını vermeyip gasp edenler, doyumsuzluk içerisinde, hakları olmadığı halde ihtiyaçlarından fazla mal biriktirme yoluna gitmişlerdir. Bu doyumsuz ve açgözlü olan kimseler, mal ve sermaye biriktirerek üstün olacaklarını, dünyada rahat bir şekilde ve ebediyen yaşayacaklarını, bu yaptıklarının ve mallarının hesabını vermeyeceklerini düşünürler.
2-3- O ki mal yığdı, onu saydı durdu; malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanıyor.
Mal ve sermaye sahibleri dünya hayatında belli bir zaman rahat etmek gayesi ile sürekli olarak mal biriktirirler, sermayelerini çoğaltırlar. Ancak mal ve sermayeleri onları dünya hayatında hiçbir zaman üstün kılmadığı gibi rahat da ettirmez. Varlık sahibi kimseler, birçok nedenle her zaman huzursuz ve sıkıntılıdırlar.
Birincisi, mal ve sermayelerinin ellerinden gideceği, iflas edecekleri, daha fazla kazanma tamah ve hırsları nedeniyle sürekli bir gerilim ve sıkıntı içerisindedirler.
İkincisi, çalıştırıp haklarını vermedikleri insanların nefretini kazandıkları için sevilmeyen, nefret edilen kimselerdir.
Üçüncüsü, daha fazla kazanma hırsı ile sürekli çalışmak zorundadırlar. Bu fazla çalışma gayretleri onları, Rab’lerinin emirlerine karşı duyarsız yapar.
Dördüncüsü, mal ve sermaye biriktirme hırsıyla çok fazla çalıştıklarından dolayı eş ve çocuklarına ayırdıkları zamanları çok az olduğundan aile bağları zayıf ve aile içinde huzursuzdurlar. Bu kimselerin, sınırlı bir çevreleri ve yaşantıları vardır.
Beşincisi, bunlar haset eden kimselerdir. Bu nedenle başkalarından üstün olma düşüncesi ile kendileri gibi varlık sahiplerini kıskanırlar.
Belli bir mali güce sahip olan kimseler, gözleri dönmüş bir halde diğer insanları hep küçümserler, onlardan üstün olduklarını düşünürler. Bunlar, toplum içinde böbürlenerek hareket ederler.
“Onlara şu iki adamı misâl olarak anlat: İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrâfını hurmalarla çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik. Her iki bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şey eksik etmemiştik. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık. O(adam)ın (başka) ürünü de vardı.
Arkadaşıyla konuşurken ona; ‘Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm.’ dedi. (Böylece) kendisine yazık ederek bağına girdi: ‘Bunun yok olacağını hiç sanmam’ dedi. Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Şâyet Rabbime döndürülsem bile (orada) bundan daha güzel bir sonuç bulurum.” (Kehf, 32-36)
“Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanarak” kıyametin kopmayacağını iddia eden materyalist kimseler, kendilerine ölüm ansızın geldiğinde ve hesap gününde o zorlu hesapla yüzyüze geldiklerinde ne kadar yanıldıklarını anlayacaklar, ancak bu anlamalarının onlara hiçbir faydası olmayacaktır.
“Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz.” (Leyl, 11)
“Ve cehennem de getirildiği zaman. İşte o gün insan anlar, ama artık anlamanın kendisine ne yararı var?” (Fecr, 23)
“Onların ne malları, ne de çocukları kendilerini Allah'a karşı koruyabilir. Onlar ateş halkıdır. Orada sürekli kalacaklardır.” (Mücadele, 17)
Mal, dünya hayatında imani hazdan yoksun kişilerin kibir ve azgınlığını artırdığı, onları insani değerlerden mahrum bıraktığı gibi ahiret hayatında da acı bir azaba sürükler. Aslında mal, dünya hayatının bir süsü ve geçici eğlencesidir. İnsanlar, mallarının bir sınanma vesilesi olduğunun bilincinde hareket ederek ve gereği gibi kullanarak bu sınavı kazanabilirler ve böylece Rab’lerini razı edebilirler.
“Ey inananlar, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allâh'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münafikun, 9)
“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitne(sınav)dır. Allah'a gelince büyük mükâfât, O'nun yanındadır.” (Enfal, 28)
Mallarını kendilerine niçin verildiğinin bilincinde hareket eden kimseler, mallarını kullanarak Rab’lerinin rızasını kazanacaklardır.
“En çok korunan da ondan uzak tutulur. O ki malını hayra vererek arınır, yücelir ve onun yanında, hiç kimsenin karşılık verilecek bir nimeti yoktur ve yalnız yüce Rabbinin rızâsı için verir. Yakında kendisi de râzı olacaktır.” (Leyl, 17-21)
Ancak imandan yoksun ya da iman noktasında sıfıra yakın bölgede bulunan kimseler, üstünlüğü malda görerek biriktirdikçe biriktirirler, Allah yolunda harcamazlar, ihtiyaç sahiplerine vermezler. Onlar, Allah yolunda vermeyip biriktirdikleri para, mal ve sermayeleri ile ancak azaplarını artırmaktadırlar.
“Ey inananlar, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve (insanları) Allâh yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allâh yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azâbı müjdele!
O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılır; bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır: ‘İşte kendiniz için yığdıklarınız, tadın yığdıklarınızı!’ (denir).” (Tevbe, 34-35)
Allah yolunda verilmeyen mal ve sermaye, para ve mülkiyet, insana dünya hayatında huzur vermediği gibi ahiret hayatında da azaptan başka bir şey değildir.
“Kâfirler, Allâh yoluna engel olmak için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da; sonra bu, kendilerine dert olacak, nihâyet yenilecekler ve inkâr edenler cehenneme sürüleceklerdir.” (Enfal, 36)
Materyalistlerin, mal biriktirme hırsları, onları acı bir azaba sürüklemektedir. Bu öyle bir azaptır ki, materyalistlerin hırsları, haklarını yedikleri insanların nefretleri oranında şiddetli olacaktır. Bu öyle bir ateş ki, gönüllerinde maddeden başka bir şeye yer vermeyen materyalistlerin gönüllerine işleyecek derecede şiddetli olacaktır.
4-7- Kesinlikle o, Hutame'ye atılacaktır. Hutame'nin ne olduğunu sen nereden bileceksin? Allâh'ın tutuşturulmuş ateşidir ki gönüllere işler.
Gönüllere işleyen ateş, materyalistlerin canları ile beraber gönüllerindeki hırsı, hasedi, tamah ve doyumsuzluğu da yakacaktır. Onlar dünya hayatında nasıl ki, maddeden başka bir şey düşünmüyorlar idiyseler, cehennemde de ateşten başka bir şey göremeyecek ve tadamayacaklardır.
8-9- O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir, uzatılmış direkler arasında (bağlı) ola(caklardır).
Kur’an’daki ifadeler ve benzetmeler oldukça önemli vurgular yapmaktadır. Bu anlamda cehennem adları da, içine girecek kişilerin sıfatlarına göre isim almaktadır. Bunlara birkaç örnek verilirse:
Tevhidi gerçekleri, inatçı bir tavırla hiçe sayarak böbürlenen, kendilerini güçlü ve üstün görüp büyüklenen ve azgınlığının zirvesine ulaşan kimseler, bu inatlarına uygun olan Sakar azabına gireceklerdir.
Malı, parayı ve altını çok sevip bunları Allah yolunda harcamayanlar, paraya ve mala olan düşkünlüklerine uygun bir ceza olarak Hamiye azabına gireceklerdir.
Müslümanları dünya hayatında ateşte yakan zalimler, yangın anlamına gelen Harik azabına gireceklerdir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Hümeze suresinde de mal biriktirip sayan, para pulu çoğaltıp duran ve insanlarla alay eden kişilerin girecekleri azap Hutamedir ve onlar, bu azap içerisinde tıpkı hayvanlar gibi direklere bağlı olarak kalacaklar.
Burada verilen misal oldukça dikkat çekicidir; hayvanlar, bağlı oldukları yerde önlerine konulan yemleri yerler, cehennemdekiler de tıpkı hayvanlar gibi ateş içerisinde, bağlı oldukları yerde Kur’an’da, kendilerine verileceği söylenen yiyecekleri yiyeceklerdir. Bu yiyecekler; zakkum, irin ve kaynar su
“(Suçlular) Mutlaka bir Zakkum ağacından yiyecekler, onunla karınları(nı) dolduracaklar, üzerine de kaynar su içeceklerdir. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceklerdir! İşte cezâ gününde onların ağırlanışı böyledir.” (Vakıa, 52-56)
“Zakkum ağacı, günâhkârların yemeğidir, pota gibi karınlarda kaynar.” (Duhan, 43-46)
“Ağırlanmak için bu mu hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zâlimler için bir azap yaptık. O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır, tomurcukları, şeytânların başları gibidir. Onlar ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır. Sonra onların, bunun üzerine kaynar su karıştırılmış bir içkileri vardır.” (Saffat,, 62-67)
Şu bir gerçektir ki, herkes kazandığı ile sorumlu tutulacak ve herkese hak ettiği karşılık verilecektir.
“Her can, kazandığıyle rehin alınmıştır.” (Müddessir, 38)
“Bugün her can kazandığıyle cezâlanır; bugün zulüm yoktur. Allâh, hesabı çabuk görendir.” (Mü’mün, 17)
Kurani Mücahede: 2012-02-11
Bir yanıt yazın