Press ESC to close

Hicret (Özgürlüğe ve Umuda Yolculuk)

Hamd, şaşkınlık içinde çırpınan beşeriyete, indirdiği vahiyle yol gösterip hidayete erdiren; indirdiği Kur’an’la karanlıkları aydınlığa, tefrikayı vahdete erdiren; düşmanlıkları kardeşliğe çeviren; küfrün, şirkin, zulüm ve adaletsizliğin yeryüzünden kaldırılmasını, yerine hakkın, adaletin ve imanın yerleştirilmesini isteyen; mü’min kullarına mücadelelerinde yardımcı olan; Kelime-i Tevhid’e, tevhid-i kelime ile ulaşılacağını bizlere bildiren, alemlerin Rabb’i, meliki, maliki ve ilahı olan Allah’adır.

Selam, vahyi esasları insanlara duyurmaya çalışırken, çağlarının diktatörleri tarafından inkar edilip zulme, baskıya, şiddete, işkenceye maruz kalan, bu uğurda kimileri öldürülüp şehit edilen, kimileri yurtlarından sürülen rahmet elçileri Rasullere ve hayatı bahasına Kur’an mesajını bizlere ulaştıran bu uğurda yerinden yurdundan sürülen en güzel örneğimiz ve biricik önderimiz Hz. Muhammed(as)’a ve onu örnek edinen, onun gibi yerlerinden yurtlarından sürülen tevhid erlerine olsun.

Bir din, bir düşünce ya da bir ideolojiyi anlamlı, anlaşılır ve etkin kılan en önemli etken, hiç şüphesizdir ki, o din, düşünce ya da ideolojiyi ifade eden kavramlardır.

Bir dini, bir düşünceyi, bir ideoloji ya da inanış biçimini etkisiz kılmanın, onu yaşanır halden çıkarmanın ve hatta olduğundan başka bir şekle dönüştürmenin en etkin ve en kısa yolu da hiç şüphesizdir ki, söz konusu o din ve düşünceye hayatiyet kazandıran kavramların içini boşaltmak ya da o kavramlara olduğundan başka anlamlar yüklemekten geçer.

Küfür, şirk, nifak ve fısk gibi sapık düşünce sahipleri ve İslâm’ın karşısındaki şer güçleri yüzyıllar boyunca güç yetirip yeryüzününden kaldırmaya muvaffak olamadıkları İslamî hayat tarzını ve nizamını, ona hayatıyet kazandıran kavramların içlerini boşaltarak ya da anlamlarını değiştirerek hayattan kaldırmaya muvaffak olmuşlardır. Bunun sonucunda İslâm, isim olarak varolmasına ve insanlar tarafından kabul edilmesine rağmen, bir sistem ve hayat nizamı olarak bugün maalesef hayatta yoktur.

Anlamı kaydırılıp değiştirilen kavramlardan biri de Hicrettir . Hicret nedir? Hangi şartlarda hicret edilir? Hicreti oluşturan durumlar nelerdir? Her kaçış ya da belli bazı şartlar gereği yer değiştirmek hicret midir? Muhacir kime denir? Hicret ibadet midir? Tüm bu sorulara Kur’an ışığında cevap vermeye çalışalım.

Bir hareketin yüce Allah’ın rızasına muvafık ve ibadet olabilmesi için, o hareketin mutlaka Kur’an’da belirtilen esaslara uygun olması ve yalnızca yüce Allah’ın rızası için yapılması gerekir. Aksi halde şekil ve isim olarak doğru olsa bile içerik olarak boş, anlamsız ve yüce Allah’ın rızasından uzak bir hareket olacaktır. Şehitlik konusunu örnek verecek olursak: Kur’an-ı Kerim şehitliği, yani şehit olmayı ancak Allah yolunda ölmek ya da öldürülmek şeklinde ifade etmekte, bunun dışındaki bir ölüm yada öldürülmenin şehitlik olmadığını bildirmektedir. Oysa İslâmi kavramların anlamlarını bilerek karıştıranlar, hatta İslâm düşmanları bile, gayri İslâmi ve bâtıl olan düşünceler ve ideolojiler uğrunda ölenleri, hatta İslâmi değerlere saldırırken ölenleri bile şehit olarak adlandırmaktadırlar.

Bir din ya da düşünce tarzı, ancak kendisine özgü kavramları ile tanımlandığı zaman bir anlam ifade eder ve hem net olarak anlaşılması kolaylaşır, hem insanlar tarafından daha net bir şekilde algılanır, hem de o din ya da ideolojiyi kabul edenler, neyi, niçin kabul ettiklerini ve kabul ettikleri dinin kendilerinden ne istediğini bilerek kabul ederler.

Hicret de, anlamı istismar edilmiş, değiştirilmiş, olduğundan farklı gösterilmiş kavramlardan biridir. Bu yüzden de anasına-babasına küsüp evini barkını terkedenden ekmek parası için gurbete gidene, kan davasından korkup kaçandan, gölgesinden korkup saklanan korkaklara kadar hemen herkes yaptıkları işin hicret olduğunu iddia etmeye başladılar. O halde hicret nedir?

Hicret, zulüm, başkı ve işkenceden, şirk ve küfürden kaçış, kalblerin derinliklerindeki hasret, özlem ve acı bir buruklukla özgürlüğe, umuda sonu belirsiz bir yolculuk;

Hicret, kula kulluktan, zillet içinde kölelik ve esaret altında yaşamaktan, haksızlık karşısında dilsiz şeytan misali susmaktan, zillet ve meskenetten kaçış, yüce Allah’a O’nun belirlediği ölçüler içerisinde ibadet ve kulluk yapmaya ve onurla mücadeleye yolculuk;

Hicret, doğup yaşanılan, hatıralarla süslenip bezenilen, sevgi, aşk, sevinç ve üzüntülerin harmanıyla yoğurulan toprakların, binbir duygu içerisinde terkedilmesi, ne olacağı bilinmeyen yepyeni bir yaşama, bambaşka diyarlara yolculuk;

Hicret, zorba güçlerin zulüm ve baskıyla önü kesilen, insanlara ulaştırılması engellenen ilâhi mesajın, özgürce ifade edileceği yepyeni mekanlara doğru bir yolculuk;

Hicret, can, mal, ruh ve bedenle gerçekleştirilen, yüreklerin derinliklerinden kopup gelen üzüntü, elem, acı ve burukluğun, gözyaşlarıyla ifade edildiği bir fedakarlık örneği;

Hicret, yüce Allah’a yapılan ibadetlerin en anlamlısı, en meşakkâtlisi, en zoru ve en çok özveri isteyeni;

Hicret, yüce Allah’a ve indirdiği esaslara iman ve teslimiyetin, samimiyet ve sadakatin, gerçek bir bağlılığın ifadesi;

Hicret, Risalet önderlerinden ve tevhid erlerinden bir çoğunun geçtiği bir köprü, mazlum insanların yüce Allah’a olan iman ve teslimiyetlerini muhafaza etmek için sığındıkları bir sığınaktır.

İnsanlık tarihi, büyük zulümlere adeta utanarak ve nefret ederek tanıklık ettiği gibi, bu büyük zulümlerin neden olduğu çok büyük hicretlere de üzüntü içinde tanıklık yapmıştır.

Yeryüzünde kuraltanımaz bir şekilde yaşamak isteyen, bunun için Rab’lerine ve indirdiği esaslara isyan eden, temeli kan ve gözyaşı üzerine kurulan iktidarlarını sürdürmek uğruna insanları zulüm ve baskıyla egemenlikleri altında tutan diktatörler, bu nedenle mazlum insanlara her türlü işkence ve eziyet yapmaktan çekinmemişlerdir.

Kendi ülkelerinde, doğup büyüdükleri topraklarda Rab’lerine karşı kulluk görevlerini özgürce yapmak isteyen mazlum ve masum insanlar, totaliter diktatörlerin saldırılarına, baskı, zulüm ve işkencelerine dayanamayarak hüzün ve gözyaşı içinde ülkelerini terketmek zorunda kalmışlardır.

Yabancısı oldukları ülkelere, Rab’lerinin rızası doğrultusunda yaşamak umuduyla giden mazlum ve masum insanların çoğu, çok büyük sıkıntılarla karşılaşmış, perişan olmuşlardır. Buna müslümanların duyarsızlıkları da eklenince, mazlum insanlar içinden çıkılamaz bir duruma düşmüşlerdir.

HİCRETİ OLUŞTURAN ŞARTLAR

Yalnızca Rabbimiz Allah’tır dedikleri ve kula kulluğu reddedip yüce Allah’a kul olmaya çalıştıkları için zulme uğrayan, yüce Allah’a karşı kulluk görevlerini yapmakta zorlanan, hayatları tehlikeye giren insanlar için tek seçenek Hicret’tir.

Zorba diktatörler, iman eden ve inançları doğrultusunda yaşamak isteyen insanlara hayat hakkı tanımamış, onları kendi sapık ve küfür olan ideolojilerine döndürmeye çalışmış, bunda başarı sağlayamayınca iman edenleri ya öldürmüş ya da ülkeyi terketmeye zorlamışlardır. Bu durum, her dönemin ve çağın değişmeyen kuraldır.

“Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla bir olasınız. O halde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dostlar edinmeyin…” (4 Nisa, 89)

“Mü’minler ancak aziz ve hamde layık olan Allah’a iman ettikleri için o (zulmede)nler onlardan intikam aldılar.” (85 Buruc, 8)

“Kafirler elçilerine dediler ki: ‘Ya sizi mutlaka yurdumuzdan çıkarırız ya da bizim dinimize (bâtıl ideolojimize) dönersiniz!’ Rab’leri de onlara şöyle vahyetti: ‘Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!” (14 İbrahim, 13)

Küfrün, bu tehdit, şantaj, baskı ve zulmü her dönemde tekrarlana tekrarlana günümüze kadar gelmiş; hak-batıl mücadelesi devam ettiği sürece de devam edecektir.

Bugün onbinlerce masum insanın ve birçok mü’min ve davetçi müslümanın hicret etmelerine ve ülkelerini terketmelerine neden olan Kemalist zorbalık ve onun maşası durumundakiler de mü’minlere ve mazlum insanlara: “Bu ülkeden gidin, İran’a, Afganistan’a, Arabistan’a gidin”, “ya sev ya terk et” demişlerdir. Müslümanların cevabı ise, hep aynı olmuş ve kafirlerin kirli iğrenç suratlarına bir şamar olarak inmiştir.

“Allah bizi, sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek Allah’ın üzerine iftira atmış oluruz. Rabb’imiz Allah, dilemedikten sonra o (batıl ideolojiniz olan di)ne dönmemiz bizim için olur şey değildir. Rabb’imiz, bilgice her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül etmişiz. (Ey) Rabb’imiz, bizimle kavmimiz arasını gerçek olarak aç. Muhakkak ki sen (gerçekle) açanların en hayırlısısın.” (7 Â’raf, 89)

Bu açık tavırdan sonra her dönemin zorbaları gibi, Türkiye’deki Kemalist zorbalık da mü’minler üzerindeki baskı ve zulmünü artırmış, onlara hayat hakkı ve ülkede yaşama fırsatı vermemiştir.

Türkiye’deki dikta rejim, mü’minleri ve mazlum halkı kendisine biat ettirip batıl ideolojisine ve demokratik dinine iman ettirmek için seçimlere katılmayı zorunlu kılmıştır. Demokratik(!) seçimlere katılmakla insanların kendisine iman ve biat edeceklerinin bilincinde olan dikta rejimi, bunun için kimi İslâmcıları da maşa olarak kullanmış ve bugün iktidarda olanları da hâlâ kullanmaktadır.

Kur’an’ı tek kriter, Rasûlullâh(as)’ı en güzel örnek edinen ferâset sahibi mü’minler, dikta rejimin seçim oyununa gelmemiş, küfrün tüm oyun ve desiselerine İbrahimî bir kimlik kuşanarak buğzetmiş, tavır almıştır. Bunun üzerine baskı ve zulmünü artıran dikta rejimi, mü’minlere, Türkiye’de yaşama hakkı tanımamıştır.

Mü’minler, kendilerine yaşama hakkı tanımayan, davet ve tebliğin önünü kapatan, zulüm ve şiddeti dayanılmaz bir hal alan dikta rejiminden, -en güzel örnek edindikleri Hz. Muhammed(as) gibi hareket ederek- başka ülkelere hicret etmek zorunda kalmışlardır.

HER KAÇIŞ HİCRET MİDİR?

Elbette ki her kaçış hicret değildir! Tıpkı her savaşta ölenlerin şehit olmadıkları gibi. Bir kaçışın hicret olabilmesi için, o kaçış nedeninin ancak Kur’an’da belirtilen nedenlerden kaynaklanması gerekir. Aksi halde o kaçış ancak bireysel bir hareket olmaktan başka bir anlam ifade etmez. Bir kaçışın hicret olabilmesi için belli başlı nedenler şunlardır:

1-İlahi vahyin, insanlara ulaştırılmasının tamamen engellenmesi. İlahi mesaj, yapısı gereği insanlara ulaştırılması gerekir. Ancak toplumları köleleştiren zorba güçler, ilahi mesajın insanlara ulaştırılmasını istemezler. Çünkü ilahı mesajın insanlara ulaştırılması halinde bu insanlar, kendilerini köleleştirenlere kulluk yapmayı bırakacaklar ve yüce Allah’a kul olma bilincine ulaşacaklar. Bu durumda istismarcı, sömürgeci ve zorbaların egemenlikleri sona erecektir. Bu nedenle zorba güçler, daveti ve davetçiyi engelleyecek, ilahi mesajın insanlara ulaşmasına mani olacaklardır.

“(Şuayb) kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: ‘Ey Şuayb, ya mutlaka seni ve seninle beraber iman edenleri ülkemizden çıkaracağız ya da dinimize dönersiniz.’ (Şuayb) dedi ki: ‘Biz istemesek de mi (bizi ülkenizden çıkaracaksınız)?” (7 Âraf, 88)

Bugün aynı tehdit Türkiye’deki dikta rejimi tarafından mü’minlere yapılmaktadır. Dikta rejimi, mü’minlere ve kendisine tabi olmak istemeyenlere: “Ya demokratik dinimize uyar, bize oy vererek biat edersiniz, ya cinayetle sizi yokederiz, ya da ülkeyi terkeder gidersiniz” diye tehditler savurmaktadır. Tıpkı Hz. İbrahim(as), Hz. Muhammed(as) vb. gibi.

2- İlahi mesaj doğrultusunda yaşamanın mümkün olmaması halinde mü’minlerin hicret etmeleri zorunlu ve gereklidir. Dünyada yaşamanın temel amacı, yüce Allah’a kulluk yapmaktır. Çünkü tüm cinler ve insanlar bu amaçla yaratılmışlardır. Kula düşen görev, yüce Allah’a karşı kulluk görevini ve O’nun bildirdiği esaslar doğrultusunda yaşamayı her şartta ve mekânda yerine getirmesidir. Herhangi bir mekânda yaşayan bir mü’minin kulluk görevlerinin engellenmesi halinde o mü’min, kulluk görevini ifa edeceği mekânlara hicret edecektir .

“Rab’leri onlara karşılık verdi: ‘Ben, sizden erkek kadın çalışan hiç kimsenin amelini zâyi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler, savaşanlar ve öldürülenler…” (3 Al-i İmran, 195)

Kulluk görevlerini ifa ederlerken engellenenler, küfre ve zorbalığa boyun bükmeden onlara karşı kıyam edecekler, direnecekler. Ancak bu gücü kendilerinde bulamayanlar hicret edeceklerdir. Çünkü hicret etmeyip küfre boyun büküp zillet içinde oturmak cehennem ehli olmaktır.

“Kendilerine yazık eden kimselere, canlarını alırlarken melekler: ‘Ne yaptınız’ dediler. (Onlar) dediler ki: ‘Biz, yeryüzünde aciz düşürülmüştük.’ Melekler dediler ki: ‘O halde Allah’ın arzı geniş değil miydi, onda hicret edeydiniz ya?’ İşte onların barınağı cehennemdir, ne kötü gidiş yeridir orası!” (4 Nisa, 97)

İslâm, zillet ve meskeneti, hiçbir şekilde kabul etmez. Mü’min kişi ya onurlu bir şekilde yüce Allah’a ibadet, davet ve kulluk görevlerini ifa etmek için mücadele eder ya da hicret eder. Ama hiçbir şekilde zillet içinde boyun büküp küfre, zorbalığa ve ve zulme karşı susmaz.

3- Mü’min bireyin hayatının tehlikeye girmesi durumunda da hicret gerekli ve zorunlu hale gelir. Kafirler, engelleyip susturamadıkları davetci mü’minleri son çare olarak öldürmeye kalkışırlar. Her dönem zorbaların başvurduğu bu yola, Kemalist diktatörlük de başvurmuş, işkence, baskı, zulüm ve cezaevi yoluyla susturamadığı mü’min davetçileri faili bizzat kendisi olan meçhul bir cinayetle ortadan kaldırmaya kalkışmış, birçok müslümanı da bu yolla ortadan kaldırmıştır. T.C. zorbalığının tarihinde bu konuda binlerce örnek vardır. Böyle bir durumda mü’min bireyin ve davetçi şahsiyetin yapacağı şey örnek edindiği Hz. İbrahim(as). Hz. Musa(as) ve Hz. Muhammed(as) gibi hicret etmektir.

“Kafirler, seni tutup bağlamaları, öldürmeleri, ya da (ülkenden) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı….” (8 Enfal, 30)

Bu durumda hayatı tehlikeye giren mü’min davetçinin tek seçeneği, fikrini, mesajını açıkça ortaya koyacağı yeni mekânlara hicret etmektir.

Yeryüzü Allah’ındır; mü’minler, nerede ve hangi şartlarda bulunuyorsa bulunsunlar, Allah’ın dinini ortaya koymak, yaşamak ve diğer insanlara ulaştırmak zorundadırlar.

Mü’min davetçiler, hicret ettikleri ülkelerde hiçbir şekilde davet görevini ihmal edemez, savsaklayamaz ve gizleyemezler. Böyle bir şey yapmaları halinde, tıpkı hicret etmeyip zillete razı olanlar gibi, cehennemi hak eden kimseler olacaklardır.

Yüce Allah’a kulluk yapmak, daveti ortaya koymak, İslâmi esaslar doğrultusunda yaşamak ve Kur’an’ı ahlâk edinip örnek bir Müslüman birey, örnek bir Müslüman cemiyet oluşturmak süreklilik arzeder ve hiçbir şekilde kesinti kabul etmez. Aynı şekilde mü’min birey için hiçbir endişe ve değer Allah’ın rızasının önüne geçemez.

Mü’min davetçi için aslolan yüce Allah’ın rızası olduğuna göre, bu durumda o mü’min bütün dünyevi değerlerini bu doğrultuda ortaya koyar ve hiçbir şekilde bundan vazgeçemez.

HİCRET EDEN MÜ’MİNİN BARINDIRILMASI

HİCRET; iman etmenin, yüce Allah’a teslimiyetin ve bu uğurda fedakarlık yapmanın en açık göstergesi ve ifadesi olduğu gibi, gerçek mü’min olmanın da ta kendisidir. Çünkü mü’min birey, imanı ve yüce Allah’ın rızası uğruna dünyevi tüm değerlerinden vazgeçmekte, canını tehlikeye atarak onca sıkıntı ve çileyi göğüslemekte ve bilinmez bir geleceğe doğru gitmektedir. Mü’min birey için aslolan yüce Allah’ın rızasını kazanmak ve Kur’an’ı ahlak edinerek yaşamaktır. “Yurtlarından ve mallarından çıkarılan onlar, Allah’ın lütuf ve rızasını ararlar…” (59/8)

Hicret, muhacir için imanın göstergesi olduğu gibi, hicret edilen ülkelerdeki mü’minler için de imanın göstergesi ve ölçüsüdür. Mü’min bireyin hicret ederek gittiği ülkelerde bulunan, Kur’an’ı ve Peygamberi esas alan mü’minler, kendilerine hicret edip gelen muhaciri, iman edişlerinin gereği olarak barındırmak, muhacir kardeşlerinin sorunlarıyla ilgilenmek zorundadırlar. Kur’an’ın övgü ile bahsettiği mü’minler işte o kimselerdir.

“Ve onlardan önce o ülkeye yerleşen, imana sarılanlar, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç olsa dahi (kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtulanlardır.” (59 Haşr, 9)

Muhacir kardeşini kendi öz nefsine tercih edip onu barındırmak, maddi ve psikolojik olarak ona destek olmak ve az da olsa onu rahatlatmak ‘ ensar’ vasfını kazanmak ve gerçek imanın hazzını tatmaktır. Muhacir bir müslümanı barındırmak, herkese nasip olmayan istisnai ve faziletli bir davranış, samimiyet ve yüce Allah’a teslimiyetin ifadesi, Kur’an’ı ahlak edinerek yaşamanın göstergesidir.

“Onlar ki iman edip hicret ettiler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler ve onlar ki (muhacirleri) barındırdılar ve yardım ettiler; işte onlar birbirinin velisidirler…” (8 Enfal, 72)

“Onlar ki iman edip hicret ettiler, Allah yolunda cihad ettiler ve onlar ki (hicret edenleri) barındırıp yardım ettiler, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için bağış ve bol rızık vardır.” (8 Enfal, 74)

Muhacir, yüce Allah için hicret ettiğinden dolayı, yüce Allah’ın rızasını kazanmayı amaç edinen ensar durumundaki mü’minler, muhacir kardeşlerini bağırlarına basarlar, onları barındırarak yardım ederler. Onların bu davranışı, onların gerçek mü’min oluşlarının apaçık bir göstergesidir. Aksine bir tavır içine girenler, yani Allah yolunda hicret edip gelen mü’minlere sırt dönüp yardım etmeyenler, gerçek mü’min olma vasfını taşımayan, yüce Allah’ın rızasını kazanmayı amaç edinmeyen ve imanın hazzını tatmayan kimselerdir. Böyle kimselerin mü’minlerle bir velayet bağı bulunmamaktadır.

HİCRET EDENLERİN MÜKÂFATI

Hicret eden mü’minlerin hem dünyada, hem de ahirette çok büyük mükafatları vardır. Her şeyden önce Allah(cc) onlardan razı olmuş, onlar da Allah’dan razı olmuş kimselerdir.

Hicret eden mü’minlerin dünyadaki mükâfatları, her şeyden önce zulümden kurtulup daha özgür bir ortama kavuşmaları ve genişlik bulmalarıdır.

“Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer ve genişlik bulur. Kim, Allah ve Rasulü için hicret etmek amacı ile evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse, onun mükafatı Allah’a düşer. Allah, bağışlayan, esirgeyendir.” (4 Nisa, 100)

Hicret eden mü’minlere örnek olarak verilen Hz. İbrahim(as)’ın dünyevi mükafatını yüce Allah(cc) şöyle bildirmektedir muhacir mü’minlere.

“Bunun üzerine Lût ona (İbrahim’e) inandı ve (İbrahim) dedi ki: ‘Ben Rabb’ime hicret edeceğim. Çünkü O azizdir, hakimdir.” (29 Ankebut, 26)

“(İbrahim kavmine) sizden de, Allah’ı bırakıp çağırdıklarınızdan da ayrılıyor ve yalnız Rabb’ime yalvarıyorum. Umarım ki Rabb’ime yalvarmakla bahtsız olmam. İşte onlar ve onların Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan ayrılınca biz ona İshak’ı ve Yakup’u lütfettik ve hepsini de peygamber yaptık.” (19 Meryem 48-49)

Yüce Allah(cc) elbette yolunda mücadele edip hicret eden kullarına yardım eder. Bu, onun va’didir ve o va’dinden caymaz. Yeter ki iman edenler O’nun yolundan ve indirdiği esaslardan ayrılmasınlar.

Hicret eden nice peygamber ve mü’minler, kavimlerine muzaffer bir şekilde dönmüşler ve küfrün kökünü kazımışlardır. Bunun için aslolan, iman ettiklerini iddia eden ve imanlarının gereğini yerine getiren mü’minlerin, vahyin belirlediği esaslarda birleşmeleri ve aralarında vahdet oluşturmalarıdır. Ancak bu durumda yüce Allah(cc) onlara yardım edecek, dinlerini kendilerine sağlamlaştırarak onları yeryüzünde egemen kılacaktır. Aksi halde heva ve hevesini ölçü edinip tefrikaya düşenler, dünyada zillet içinde yaşamaya ahirette ise ebediyen cehennemde kalmaya mahkumdurlar.

Hicret eden mü’minlerin ahirette de çok büyük mükafatları vardır. Bu, ilahi adaletin gereği ve tecellisidir. Çünkü muhacirler, dünya hayatını gaye edinip zillet içinde küfre boyun bükerek günlerini gün etmemiş, zulme, baskıya, her türlü adaletsizliğe karşı kıyam etmiş, dünyevi değerlerini, mallarını bir kenara bırakmış, yüce Allah’ın rızasını kazanmak uğruna canlarını tehlikeye atarak, sıkıntı, acı ve elem içinde bir bilinmeyene doğru hicret etmişlerdir. Bütün bu nedenlerle, yüce Allah(cc) kuluna mükafatların en güzelini lütfeder.

“Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen ya da ölenlere gelince, Allah onları en güzel bir rızıkla besleyecektir. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (22 Hac, 58)

Muhacirler, dünyada Allah’ın rızası uğruna terkettikleri mallarının ve rızıklarının çok daha iyisini ve güzelini yüce Allah’tan bir rıza ve lütuf olarak geri alacaklardır. Hicret etmeyip zulme, zorbalığa, baskı ve adaletsizliğe zillet içinde boyun bükenler ve hicret eden mü’minlere yardım etmeyenler, dünyada peşinden koştukları mal ve servetleriyle beraber cehennem ateşinin odunları olacaklardır. Oysa muhacir mü’minler mükâfat içinde olacaklardır.

“Rab’leri onlara karşılık verdi: ‘Ben sizden erkek kadın, çalışan hiç kimsenin işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz; hicret edenler, ülkelerinden çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler… elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Allah katında (yaptıklarına) bir karşılık olarak. Karşılıkların en güzeli Allah katındandır.” (3 Al-i İmran, 195)

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerin Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (9 Tevbe, 20)

“Muhacirlerden ve Ensardan ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar…. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarında ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamışdır. İşte büyük kurtuluş budur.” (9 Tevbe, 100)

Sonuç olarak, yeryüzünde fitne kalmayıp din tamamen Allah’a ait oluncaya; zorbalık, zulüm, adaletsizlik, küfür, şirk ve nifak kalkıncaya kadar, iman eden ve imanlarını şirke bulaştırmayan, yüce Allah’ın rızasını kazanmayı gaye edinen her mü’min, malıyla canıyla ve dünyevi tüm değerleriyle mücadele etmek, kıyama kalkmak ve Allah’ın kitabı Kur’an’ı yaşayıp ulaştığı herkese duyurmak zorundadır. Çünkü önceki iman edenler böyle yapmış, iman etmeleri de bunu böyle yapmalarını gerekli ve zorunlu kılmıştır.

Yüce Allah’ın dinini ortaya koyarken, başa gelenlere son ana kadar sabretmek, daha sonra yukarıda ifade edilen durumlar vukubulduğunda hicret etmek, yeni mekanlarda ve ülkelerde İslâm’ın esaslarını yaşamak ve Kur’an mesajını duyurmak imanın gereği ve yüce Allah’ın mü’min kullarına emridir.

Yüce Allah’ın rızasını kazanmaya, İslâmi esasları yaşamaya, Kur’an mesajını duyurmaya yönelik olmayan hareketlerin ve kaçışların hiçbiri hicret değildir. Bu tür hareketler ancak insanların elleriyle yaptıklarından kaynaklanan davranışlardır ve böyle davranışların hiçbir mükafatı da yoktur.

Ne mutlu o kimselere ki, nefislerini Allah’ın rızasını kazanmaya adamış ve bu uğurda mücadele etmişlerdir.

Hamd yüce Allah’a ,

Selam tüm risalet önderlerine ve bilhassa hicret edenlerine.

Dua, Allah yolunda mücadele eden mü’minleredir.

Ramazan Yılmaz:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir