Herkes karakterine göre hareket eder
[Bu yazı utanmazlığı iş edinmiş kişilere uyarıdır(*)]
Kur’an, kendisine iman edip teslim olan insana en üstün değerleri kazandıran çok yüce bir Kitaptır. Kur’an’ın, insanı yüceltmesi için ona iman ettiğini iddia eden kişi ya da kişilerin, mutlak anlamda hayatlarını Kur’ani esaslara göre düzenlemeleri gerekir.
Kur’an’a iman etmek, onun ayetlerini okuyup kimi durumlarda karşı muhatapları susturma aracı ya da bazı konularda destek arama modu değildir. Kur’an, bu konuda iman eden kimselere çok açık ve ağır uyarılarda bulunmaktadır.
“Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allâh katında en sevilmeyen bir şeydir.” (Saf, 2-3)
“Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara, 44)
İnsanda imani hassasiyet zayıfladıkça ahlaki ve insani değerler de zayıflayor ve bunların yerini gayri insani ve gayri ahlaki olumsuz tavırlar alıyor. İmani hassasiyetten uzak kimseler, kendilerini tatmin etme adına başkalarının arkasından yalanlar uydurarak konuşurlar ve onları sürekli kötülerler.
Birkaç gün önce, bir vesile ile bazı kimselerle bir araya gelip tanıştık. Çoğunluğu beni gıyaben, birkaçı da vicahi olarak tanıyan bu arkadaşlarla konuşmamız sırasında, onlardan biri söz arasında bana: “Sizi bize yanlış tanıttılar” dedi.
Ben, bugüne kadar kime ne dediysem, kimi hangi sıfatta gördüysem, bu düşünce ve duygularımı aynen yazılarımda yansıtmışım. Gerek kitap ve dergilerimde, gerekse www.mucahede.com sitesindeki yazılarımda kişi ve gruplar hakkındaki tanımlamalarımı açıkça ortaya koymuşum. Ancak bu dedikoducu taife hakkında tek bir satır bile yazmadığım halde onlar, her türlü dedikoduyu ve karalamaları arkamdan bana yapmaktan çekinmemişlerdir.
Ne kadar garip bir durumdur ki, kendilerini müşrik görmediğim, ancak gönül kırgınlığım olan, adları ve grupları bende mahfuz kişiler, kendileri hakkında bugüne kadar hiçbir şekilde kötü konuşmadığım, onları müşrik olarak sıfatlandırmadığım, bir gün olsun bir tek sözümde müşrik olduklarını söylemediğim kişiler, Allah’tan korkmadan, ara sıra da olsa, başkalarına tavsiye ettikleri Kur’an ayetlerine bakmadan arkamdan söylenmedik söz bırakmadılar, beni kendi akıllarınca kötüleyip durdular.
Bunlar, Kur’an’daki ne şu ayetlerde belirtilen uyarıları gözönünde bulundurdular ne de yüce Allah’a hesap vereceklerini düşündüler. Kendilerini tatmin etmek adına haya etmeden, utanmadan, Allah’tan korkmadan beni çevrelerindeki insanlara kötülediler.
“Ey iman edenler, adâleti tam yerine getirerek Allâh için şâhidlik edenler olun, kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde bile olsa, zengin veya fakir de olsalar (adâletten ayrılmayın). Çünkü Allâh, ikisine de daha yakındır. Öyle ise keyfinize uyarak doğruluktan sapmayın. Eğer (şâhidlik ederken gerçekleri) eğip bükerseniz, ya da doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allâh yaptıklarınızı bilir.” (Nisa, 135)
“Ey inananlar, zandan çok sakının, zira zannın bir kısmı günâhtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin; biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeği sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah'tan korkun, şüphesiz Allâh, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 12)
Kim mi bunlar? Bu kimseler, 1980-1990 yılları arasında aynı davayı paylaştığımız, sözümona kardeş olduğumuz, çıkan bir dergi etrafında birleştiğimiz kişilerdir, bazıları da sonradan bize katılan kimselerdir.
Bu kimselerin ağabey dedikleri kişi ile benim aramda, küfür sistemi içerisinde parti kurma konusunda bir ihtilaf çıktı. Ben, yüce Allah’ın rızasına dayanan uyarıları ve itirazlarımı, bu beylerin ağabeylerine o günlerde açıkça söyledim, kendisini uyardım. Üstelik o gün ağabeyinin yanında, sözümona, onu savunan kişi ve bazı arkadaşları, benim ağabeylerine yaptığım itiraz ve uyarılarıma katıldıklarını, kendilerinin de benim gibi düşündüklerini daha sonra bana söylüyorlardı.
Bu kimselerden, iki kişilik kuşanmayı karakter haline getirmiş biri, ağabeyleri ölmeden önce, bir sıkıntısı olduğunda ya da ağabeyine bir itirazı bulunduğunda, ağabeyi ile konuşmaya cesaret etmediği için, ona direkt söylemiyor, bana gelip “Ramazan Bey, ne olur siz söyler misiniz?” diye bana ricada bulunuyor, beni aracı ediniyordu.
Ağabeyleri sağ iken, çok zorlu dönemlerinde onu yalnız bırakan, oldukça maddi varlığa sahip oldukları halde, maddi ve fiziki olarak onun yanında bulunmayan bu kimseler, şimdi o ağabeylerinin dergisine çöreklenmişler, sözümona sahip çıkmaya çalışıyorlar.
Bu kimselerden bazıları, ağabeyleri ile yaptığım tartışmada, ağabeylerine adeta avukatlık yapıp onun yanında benim dediklerime karşı çıkarlarken –ki, ağabeyleri ile tartıştığımız gün, avukatlık yapmamaları konusunda ağabeylerinin yanında çok sert bir dille kendilerini uyarmıştım- ağabeylerinin ölümünden sonra yeniden bir araya gelelim diye bürolarına gittiğimde, utanmadan bana, “Biz de aslında sizin gibi düşünüyorduk, ancak ağabeyimize söyleyemiyorduk” diyorlardı.
Benim arkamdan konuşmayı ve beni kötülemeyi din edinen bu kişilerden bazıları, daha önce benimle beraber idiler ve bizim dershanemizin kirasını karşılıyorlardı. Ancak bizim Tevhidi esasları çok net ve açık ortaya koyuşumuz ve Kemalist sisteme karşı çok sert tavrımız karşısında, başları belaya girecek korkularını, bize ifade ettikten sonra ayrıldılar, daha yumuşak gördükleri o ağabeylerinin yanına gittiler.
Yine bu beylerden biri, benim yaptığım Kur’an çalışmalarına zaman zaman katılıyor ve etrafımdaki insanları ve gençleri görüyordu. O kişi, o günlerde bana “Ramazan Bey, ne olursun bu arkadaşlarını E ve S ağabeylere teslim etme” diye ricada bulunurken, o ağabeyi öldükten sonra o da, mahalle karılarını andıran bu dedikoducularla beraber oldu, bana cephe aldı.
Bunlardan bazıları, kitap evlerinde bir sürü şirk ve küfür içerikli tarikat kitaplarını bile satarlarken, benim dergi ve kitaplarımı kitabelerinde satmıyor, Umut Radyosunda, dinleyiciler arasında yapılan yarışmalarda kitap ve dergilerimin dinleyicilere hediye edilmesini engelliyorlardı. Sebep ise, ağabeyleri ile ters düşmem ve kendilerini müşrik gördüğümü zannetmeleri ve bunu açıkça söylemeleridir.
Bu kişiler, zorba sistem tarafından ben defalarca tutuklanıp zindana atılmama rağmen, bir gün olsun çıkardıkları dergide benden sözetmediler. Bir arkadaşları DGM’deki bir duruşmaya geldiği halde o zaman bile benden bahsetmediler, bir defa olsun geçmiş olsun dileğinde bulunmadılar. Ben bunlara aldırış etmedim, kendileri bilir dedim bıraktım.
Mesele onların, bana geçmiş olsun dememeleri ya da dergilerinde benden söz etmemeleri değil; sorun, bu kimselerin, bir zamanlar kardeşleri olarak gördükleri bana karşı hasmane tutumları ve sağda solda mahalle karıları gibi utanıp sıkılmadan aleyhimde dedikodu yapmalarıdır. Ben, elbette o büyük hesap gününde bunlardan hakkımı alacağım, ancak bunların bugün içerisine düştükleri bu seviyenin nedenini anlamakta zorlanıyorum.
Bugüne kadar, Tevhidi anlamda bir baltaya sap olmamış, ağabeylerinin onlara miras bıraktığı dergiye, fikri kalite yönünden oldukça seviye kaybettirmiş, ağabeylerinin mirası arkasına sığıntı olarak kalmış o dedikoducu taife, kendilerini hangi sıfatta görürlerse görsünler o onların sorunu, ancak kendilerini gördükleri bu sıfatı ben onlara vermiş değilim, onlar kendilerine layık görmüş olacaklardır ki, o sıkıntıyı yaşıyorlar.
Ben, bu kimselere müşrik demiş olsam, öncelikle bunu açıkça söylerim, daha da önemlisi ben müşrik olan kimselerle birliktelik oluşturmak için ayaklarına gidip “Beraber çalışalım” demem ki, bunlara gidip yeniden beraber olalım dedim. Ancak ne gariptir ki, benim onlara vermediğim sıfatı onlar kendilerine layık görmüş olacaklar ki, benim onları öyle gördüğümü düşünüyorlar.
Ben, şirk ve küfür yuvası vakıflarda yuvalanan bazı kimselerin benim aleyhimde olmadık karalamalarla saldırdıklarını, bir sürü seviyesiz kişilerin sanal alemde hakkımda söylenmedik söz bırakmadıklarını duyuyorum da, bu eski arkadaşların, bana saldırmalarının, arkamda dedikodu yaparak ölü etini çiğ çiğ yemelerini ve bu denli seviye kaybetmelerini anlamış değilim doğrusu.
O dedikoducu taifeye soruyorum; sıkıntınız nedir sizin? Ne istiyorsunuz benden? Bir gün aleyhinizde bir kelime ettiğimi duyanınız var mı? Varsa bir duyduğunuz açıkça bana söyleyebilirsiniz. Ben, yine eski Ramazan Yılmaz’ım ve hamdolsun hala aynı çizgideyim ve açık konuşmaktan hiçbir zaman çekinen biri değilim, ne duydu iseniz onu bana açıkça bildirin ki ben de size söyleyip söylemediğimi söyleyeyim.
Madem ki benimle karşılaşma ve konuşma cesaretiniz yok, o halde ip eğirip dedikodu yapan sokak kadınları gibi arkamdam konuşmayın, haddinizi bilin, bu zamandan sonra beni daha fazla üzmeyin.
Yarın Ruz-i Mahşerde yüce Allah’a ne diyeceksiniz? Ramazan Yılmaz, ağabeyimize parti konusunda ters düştü de bu yüzden biz de ağabeyimizin tarafını tuttuk ve Ramazan Yılmaz’ın arkasından onu kötüledik, kendisine buğzettik mi diyeceksiniz? Bu savunmanız sizi kurtaracak mı ilahi sorgudan?
Sizlere son olarak şunu söylüyorum, ben tağuti sistemle ve onun tabileri müşrik vakıfçılarla, tarikatçı sapıklarla, küfür sistemini yaşatmaya çalışan cümle münafık, fasık, müşrik ve kâfirlerde uğraşırken bir de sizlerle uğraşmayayım. Arkamdan beni çekiştiren hamginiz ise, benden özür dileme ve helalleşme onurunu gösteremiyorsa bari adam gibi yerinde otursun, daha fazla küçülmesin.
(*) Yazıda isim vermeyişimin nedeni, onların durumuna düşmemek ve insanlar içerisinde bu yaptıkları densizlikleri yaymamak içindir. Ayrıca, hala biraz bazı değerlere sahip iseler, belki özür dilerler de ben de, hakkımı helal ederim ve onlardan o yüce hesap gününde davacı olmam.
Ramazan Yılmaz: 2012.06.01
Bir yanıt yazın