İnsanoğlu fıtraten toplum içinde yaşamaya meyilli olarak yaratılmıştır. Toplum içinde yaşamak zorunda olan insanın, doğal olarak, diğer insanlarla (nefislerle) belli ilişkileri olacağı muhakkaktır. İnsanın yalnız diğer insanlarla değil, kendisiyle ve yaratanıyla da ilişkileri olacaktır. Bu nedenle, insan ilişkilerinin düzenlenmesi gerekli olmaktadır.
Bir arada yaşayan insanların, birbirleriyle, başka topluluklarla olan ilişkileri, birbiri üzerinde hakları bulunmaktadır. Bu nedenle bu toplumsal hayatı düzenleyen kurallara ihtiyaç vardır. Aksi halde toplumda kargaşa doğar.
İnsanların birey ya da toplumsal ilişkilerini düzenlemek için konulan hükümlere din, sistem, nizam ya da düzen adı verilmektedir. İslâmi hükümler, öncelikle insanların dünya hayatını düzenlemek için indirilmiştir. İnsanların, dünya hayatında neler yapacakları, nelerden kaçınacakları, ticari ilişkilerinin, yönetim ve idarenin, ceza ve mükâfatın, evlenmenin ve evlilik hayatında eşlerin birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarının, çocukların durumunun, boşanmanın, savaş ve barışın velhasıl insan ilişkilerinin tümünün nasıl olacağını İslâm dininde, bütün inceliklerine kadar belirtilmiştir. Bu nedenle din denildiğinde ruhbanlık adı altında metafizik bir düşünce değil, insanların dünya hayatını düzenleyen kurallar bütünü anlaşılmaktadır.
Din: Arapça DYN kelimelerinden teşekkül eden dinin lügati manası, itaat, ibadet, saltanat, idare, hüküm, şeriat, İslâm, iman, ibadet, tedbir, hesap, adet, durum tavır ve davranıştır.
Istılahı olarak din, gerek yüce Allah(cc), gerekse insanlar tarafından konulsun, insan hayatını kuşatan kanun ve kuralların, idare ve hükmün bütünüdür.
Din kelimesi, Arapça olarak, yukarıdaki lügati ve ıstılahı manalarının tümünü kapsamaktadır. Bu anlamda din, şeriat, kanun, adet, yol, mezhep, taklit, millet, itaat, boyun eğme, kulluk, kölelik yapmak, zilleti kabullenmek, teslim ve tabi olmak, üstünlük kurmak, hüküm, emir, boyunduruk altına almak, ceza, mükâfat, muhakeme ve hesap anlamlarının tümünü içermektedir.
Lügati manada olsun, ıstılahı manada olsun din kavramında ön plana çıkan en önemli husus, hiç kuşkusuzdur ki, idare ve hüküm konusudur. Bu anlamda, insanların yeryüzündeki yaşamını düzenleyen, insan ilişkilerine çözümler sunan hükümlerin, kanun ve kurallar ile insan yaşamını ilgilendiren meselelere getirilen çözüm ve önerilerin tümüne birden din adı verilmektedir.
Yukarıdaki tanıma göre İslâm dini, bir sistem ve nizam olarak aşağıdaki özelliklere sahiptir.
1- Hüküm koyma,
2- Hakimiyet/Egemenlik, Sevk ve idare,
3- İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleme,
4- Otoriteyi Kabul Etme ve Onun İsteklerini Yerine getirme Vatandaşlık,
5. Yargılama Ceza ve Mükâfat Verme,
6- Diğer toplumlarla savaş, barış zamanlarındaki ilişkiler.
Toplumsal hayatın sağlıklı ve huzurlu bir şekilde sürdürülmesi ancak, toplum düzeni için konulacak hükümlerin, toplumda bulunan her bireye eşit haklar vermesiyle mümkündür. Bu ise, ancak İslâm nizamında mümkündür. Diğer sistemlerde bu durum her zaman mümkün olmayabiliyor; kimi zaman belirli bir güce sahip olanlar, kendi koydukları kuralları toplum bireylerine dayatarak onların bu kuralları zorla kabul etmelerine çalışıyorlar.
Şu bir gerçektir ki toplumu oluşturan her birey, önceliğin kendisine verilmesini ve toplum içinde her şeyin kendi lehine olmasını ister. Bu nedenle toplumsal ilişkileri her birey kendi düşüncesine göre düzenlemek ister. Zaten diktatörlerin ortaya çıkmasının altında yatan temel neden, toplum içindeki bireyin kendisini öncelemesi, yasaları kendi çıkarları doğrultusunda çıkarma düşüncesidir.
Bu, iki şekilde gerçekleşiyor;
1- Belli bir maddi ya da insani güce sahip olan bazı kişi ya da aşiretlerin, bu güçlerini kullanıp diğer insanları baskı altına alarak onların kendi koydukları kurallara itaat etmelerini sağlama şeklinde gerçekleşiyor. Bu duruma, birey ya da aşiret diktatörlüğü denilmektedir. Bu sistemde, her şey kişi ya da aşiret taraftarlarının refahı için yapılmakta, toplumdaki diğer bireylerin herhangi bir hakları sözkonusu değildir.
2- Aynı ideolojik düşünceyi kabul eden kişilerin, aralarında birleşerek diğer insanlar üzerinde egemenlik sağlamak şeklinde gerçekleşen sistem. Devleti ya da ırk üstünlüğünü her şeyin üzerinde tutan bu düzen sağlama şekline Komünizm, Faşizm ve Kemalizm adı verilmektedir. Bu düzende, ideoloji ya da devlet her şeyin üzerinde tek üstündür ve halk ancak devlet için vardır. Sistemi ellerinde bulunduranlar, her türlü imkana sahip iken toplumun diğer bireyleri sefalet içerisinde devlet ya da ideoloji için köleleştirilmektedir.
3- Bireylere, totaliter ve baskıcı rejimlere oranla daha fazla hak veren ancak yönetimi ellerinde bulunduranların, kendi çıkardıkları yasalarla, idare ettikleri halk kesimine oranla daha ayrıcalıklı olduğu bir sistemdir. Bu sistemde, halk içerisinde halkı sömürerek mali yönden güçlü hale gelen kimselerin bulunur ve bu güçlü kimseler, güçlerini kullanarak yönetimde bulunanlar üzerinde etkili olurlar. Demokrasi diye adlandırılan bu sistemler, aslında egemen güçlerin halkı kullanarak iktidarlarını sürdürdükleri bir sistemdir.
Her üç sistem türünde de toplumsal yasaları, yönetimi ellerinde bulunduran ve yarın ne olacağını bilmeyen kimseler koyarlar. Konulan bu yasalar, zaman içerisinde yetersiz hale geldiğinde ise, diktatörlerin ile komünizm, faşizm ve Kemalizm gibi baskıcı rejimler, baskı yoluyla eskiyen yasalara insanları zorbalıkla boyun eğdirirlerken, demokrasilerde eski koydukları yasalara benzer yeni yasalar koyarlar.
4- Yöneticisinden halkın tüm kesimlerine kadar bütün toplum bireylerinin eşit olduğu ve yasaları insanlar değil insanları yaratan yüce Allah’ın koyduğu sistem. Bu sistemde hem yönetimi ellerinde bulunduranlar, hem de idare edilenler, yasalar karşısında hiçbir üstünlüğe ve ayrıcalığa sahip değildirler. Herkes, yüce Allah (cc) tarafından konulan hükümler uymakla mükelleftir. İnsanlar, konulan yasaları hiçbir şekilde ve şartta değiştiremez, değişiklik talebinde bulunamaz.
Bu sistemde hüküm koyucu yüce Allah (cc) olduğu için O, kulları arasında ayırım gözetmez ve onların bir kısmını diğerlerine karşı üstün görmez. İnsanlar, bu sistemde ancak birbirlerinin haklarını gözeterek hareket ederler. Bu sistemde, halk ve devlet biri diğerinden üstün değil eşit haklara sahiptirler ve devlet, halkının huzur, güven ve emniyeti için çalışırken halk da devletinin varlığını sürdürmesi ve yücelmesi için çalışır.
İslâmi sistemde, birey ya da bir zümrenin üstünlüğü sözkonusu değildir, zengini de fakiri de kendi sorumluluk alanları içinde birbirlerine karşı kardeşlik duygusu ile hareket ederler. Gerek toplumsan hayatta, gerekse inanç bağlamında insanlar, Rasulullah (as)’ın buyurduğu gibi, tarağın dişleri gibi eşittirler.
Her sistemin bir hüküm koyucusu (ilahı) vardır ve her sistemin bir uygulayıcısı (elçisi), bir meclisi (şura), bir yöneticisi (halifesi), farklı uygulayıcı ekolleri (mezhebleri) ve sisteme tabi olan halkları vardır. Sistem kimin tarafından konulmuş ise onun adı ile anılır. İslâm sisteminin hüküm koyucusu ve ilahı yüce Allah’tır. Marksizm’in hüküm koyucusu ve ilahı Karl Marks, Kemalist sistemin ilahı M. Kemal’dir.
Bunları biraz daha açacak olursak;
1- İslâm nizamının, hüküm koyucu ilahı yüce Allah (cc), örnek uygulayıcı Hz. Muhammed (as), yönetimi denetleyen Şura meclisi, yöneticileri halifeler, farklı ekolleri mezhepler, İslâmi sistemi benimseyip tabi olanlar Müslümanlar.
2- Marksizm’in, hüküm koyucusu Karl marks, örnek uygulayıcı Lenin, Mao, yönetimi denetleyen komünist partisi politbüro, yöneticileri komünist partisinin atadığı başkan, farklı ekolleri (mezhepleri) Rusya, Çin ve Avrupa ekolleri, sistemi kabul edip destekleyerek tabi olanlar komünistler.
3- Demokrasinin, tek bir ilahı yoktur, sistemin uygulandığı her ülke kendi içinden kurucu bir ilah türetmiştir. Bu nedenle her ülkede ilahlar farklıdır. Türkiye’de Kemalist sistemin ilahı M. Kemal’dir, ancak M. Kemal, kendisi de Batı emperyalizmi ilah edindiği ve onun direktifleri ile hareket ettiği için bir yerde yerel ilah denilebilir.
Faşist bir sistem olan Kemalizm’in denetleyici bir meclisi yoktur, denetleme görevi orduya verilmiştir. Ordu ve içindeki derin devlet yapılanması, göstermelik olarak denetleme görevini meclise vermiştir. Kemalist zorbalığın yöneticisi, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlıktır. Bu iki makam da ordunun sultası altında görevlerini sürdürmektedirler. Bu nedenle Kemalist sistemin başbakanı ikide bir askerin genelkurmay başkanına düzenli olarak hesap verir.
Kemalist sistemin farklı ekolleri (mezhepleri) partilerdir, bu sistemi benimseyip destekleyenler, demokratlardır. Bu demokratlar, iman ettikleri Kemalist zorbalığı yaşatmak için ona düzenli bir şekilde oy verip biat tazelerler. Allah’a iman etmiş ve O’nun indirdiği esasları kabullenmiş Müslümanlar, Kemalist sistemde tebaa oldukları için oy vermezler. Çünkü oy vermek Kemalist sisteme iman etmek ve onu benimsemektir. Bu nedenle Müslümanlar, oy vermenin İslâm’dan çıkmak ve küfür olduğunu bilirler.
Kemalist sisteme oy veren demokratik dini benimsemiş kişiler, mensup oldukları mezheplerin yönetime gelmesi için çalışırlar. Bu nedenle Kemalist zorba sistemde yönetim zaman zaman el değiştirir.
Oy vermek, oy verilen sistemi benimsemek, o sistemin hayatiyetini sürdürmesini sağlamaktır. Bu nedenle de oy vermek ibadettir. Demokratik dine bağlı olan kimseler, iman ettikleri sistemin varlığı için onu desteklerler. Bu yüzden özellikle parti yani mezhep başkanları insanları, sürekli olarak demokratik sisteme oy vermeye çağırırlar ve “Hangi partiye verirseniz verin, ancak mutlaka oy vermeye gelin” derler. Çünkü onlar için önemli olan demokratik dinlerinin yaşamasıdır.
Hüküm ve din kavramları iç içe bir bütünlük ortaya koyarlar; hüküm kime aitse din (sistem) de ona aittir. Bu nedenle bir hükmü kabul eden bir kimse, o dini de kabul etmiş demektir. Bir kimse, iki hükme, iki dine birden ait olamaz. Bu kimse açık bir şekilde söylemese de fiili hayatta desteklediği dine mensuptur. Mesela bir kimse, aynı anda hem Müslüman hem de demokrat, hem Müslüman hem Hrıstiyan ya da Yahudi ve yahut da komünist ve faşist olamaz. Aynı şekilde bir kimse hem komünist hem de faşist, hem komünist hem de Müslüman da olamaz. Kim hangi sistemi benimsiyor ve destekliyorsa o dine ve sisteme bağlıdır.
“Egemenlik mutlak anlamda yüce Allah’a aittir” diyen bir kimse, yaşantısını mutlak manada yüce Allah’ın indirdiği dine uygun olarak düzenlemeli ve bundan hiçbir şekilde taviz vermemelidir. Siyasi, ticari, hukuki, sosyal ve beşeri alanda yaşamını İslâm dinine göre düzenlemeyenler, başka bir sisteme göre hayatlarını düzenledikleri için, başka bir dine teslim olmuş, İslâm dininden çıkmış, Kur’ani anlamda müşrik olmuşlardır.
Hz. Yusuf (as), hüküm ve ilah konusunu, zindan arkadaşlarına açıklıyor ve onlara, başkasının hükümlerine göre hareket eden kimselerin onları ilah edindiklerini çok güzel bir şekilde anlatıyor.
“Ey benim zindan arkadaşlarım, çeşitli tanrılar mı iyi, yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allâh mı?
Siz, o'nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere itaat ediyorsunuz. Allâh onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine itaat etmenizi buyurmuştur. İşte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 39-40)
“Hüküm, yalnız Allâh'ındır” diyen bir kimse, hiçbir şekilde ve şarta, “Hakimiyet milletindir” diyen ve kendilerini ilah yerine koyup hüküm çıkaran kişilerin çağrısına icabet edip kabul etmez. Çünkü aksi halde o kişi ya da kişileri ilah edinmiş, yüce Allah’a şirk koşmuş olur. Böyle yapan kimseler de yüce Allah’ın hükmünü yalanlamış, İslâm dininden çıkmıştır.
“Böyle iken sana (Allah’ın) dini(ni) yalanlatan nedir? Allâh, hüküm verenlerin en iyisi değil midir?” (Tin, 7-8)
İslâmi esaslara iman edip Müslüman olan bir kimse, İslâm’ın zıddı olan demokratik bir sisteme göre hareket edemez. Bu durumda o kişi, İslâm’dan çıkar, şirke düşer, müşrik olur. Çünkü “Hayyaalel Salah (Haydi Namaza)” çağrısıyla namaza giden bir kimsenin, “Haydi sandığa, oy vermeye” çağrısıyla oy kullanmaya giderse bu kişi iki dine, iki sisteme göre hareket etmiştir. Ancak İslâm, kendisi dışındaki sisteme göre hareket edenlerin ibadetlerini geçerli saymamakta ve bu ibadetlerin boşa gittiğini bildirmektedir.
İslâm’ın yanında demokrasiyi de benimseyen bir kimse, Kur’an’ın ifadesiyle müşrik olmuş, İslâm dairesinden çıkmıştır. Böyle birisinin kendisinin Müslüman olduğunu söylemesi de onu Müslüman yapmaz. Bu kimse, isterse her sene Hac’ca gitsin, sürekli sadaka versin ve namaz kılsın. Bu davranışları onu şirkten ve müşrik olmaktan kurtaramaz. Çünkü bu kimse, demokrasiye inanmakla imanına şirk bulaştırmış, oy verip demokrasiye göre hareket etmekle de onu din edinmiş ve müşrik olmuştur.
Müslüman bir kişi, Allah'ın otoritesi dışındaki tüm beşeri otoriteleri reddedip Allah'ın otoritesine teslim olan, O’nun indirdiği esaslara göre hareket edendir. Zaten “La ilahe illallah” kelime-i Tevhidin anlamı da budur. Kur’an’ı Kerim, iman eden kimseleri açıkça uyarmakta ve İslâm’ın yanında başka bir sistemleri kabul etmeyi kesinlikle yasaklamaktadır.
İslâm, kişilerin Müslüman olmalarını ister, ancak bunun için özgür iradeleri ile hareket etmelerini ve seçimlerini bilinçli olarak yapmalarını tavsiye eder ve hiçbir şekilde onları zorlamaz.
“Dinde zorlama yoktur; doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu (İslâm dışı sistemleri) inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Bir sisteme ya da dine bağlılık istenerek yapılır; günümüzde hiç kimse, işkence yapılarak, dayak atılarak bir sisteme tabii kılınmıyor. Bu nedenle bir kimse, İslâm’ın dışında bir sistemi herhangi bir şekilde destekliyor, ona meylediyorsa bu, tamamen iradi bir kabullenmedir, ve o sistemi din edinmiştir.
Günümüzde kimi şaşkın kimseler, akıllarını devre dışı bırakıp duygularıyla hareket ederek, kendi kıt mantıklarınca, çeşitli sebepler ve mazeretler ileri sürerek beşeri küfür sistemlerinin, küfür ve şirk kanatları altına sığınmaya, bunun için de İslâmi gerçekleri saptırıp çarpıtmaya, Hakkı batıla karıştırmaya çalışıyorlar. Bu kimseler, şirke girdiklerini görmezlikten gelerek beşeri sistemlerin mezhepleri olan partilere, ya da bu küfür sistemlerin ekolleri olan vakıf ve dernekler giriyorlar.
Demokratik dinin mezhepleri ya da ekolleri olan parti, dernek ve vakıf içerisinde kümelenen müşrikler, yüce Allah’ın bu konudaki apaçık ayetlerini görmezden geldikleri gibi, bu konudaki soruları da tıpkı ayetleri çarpıttıkları gibi çarpıtarak geçiştiriyorlar. Yüce Allah’ın bu konudaki hükümleri, gizlenip saklanamayacak, çarpıtılıp değiştirilemeyecek kadar net ve açıktır. Yukarıda yazdık yine yazıyoruz, kör dimağlar belki algılarlar diye.
“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir.
Allâh, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. kâfirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 256-257)
“İman edenler Allâh yolunda savaşırlar, inkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytânın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytânın hilesi zayıftır:
İslâm, iman eden kimselerin, İslâm dışı sistemlerin kurallarına göre hareket etmelerini yasakladığı gibi, aynı zamanda onlara en küçük bir meylin gösterilmesini bile yasaklamıştır. İslâm dışı sistemlere en küçük bir meyil gösteren kimselerin cehennem azabına girecekleri ve “Allah şirki affetmez” ilahi buyruğun gereği, yüce Allah (cc) o kimseleri bağışlamayacaktır.
“Sakın zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım edilmez.” (Hud, 113)
Yukarıdaki ayetlerde belirtilen bütün bu durumları göze alan, Allah’a ve Rasulüne savaş açmayı kafasına koyan varsa buyurun demokratik beşeri küfür sistemlerini desteklemeye devam edin, hangi dine mensup olduğunuzu kendiniz seçin. Ancak unutmayınız ki, yüce Allah (cc) İslâm’dan başka bir dinden, bir yaşam tarzından ve bir nizamdan razı olmayacaktır.
“Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (Al-i İmran, 85)
“O, Elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderdi ki müşrikler hoşlanmasa da o (hak di)ni, bütün din(ler)in üstüne çıkarsın.” (Tevbe, 33)
O halde ey demokratik dini destekleyenler, kendinize bir sorun, biz de size soruyoruz!
HANGİ DİNE MENSUPSUNUZ!..
Ramazan Yılmaz: 2010 08 08
Bir yanıt yazın