Press ESC to close

Ey iman edenler iman edin

Kur'an’a Davet-2

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

Ey iman edenler iman edin

“Ey iman edenler, Allah'a, Rasulüne, Rasulüne indirdiği Kitab’a ve daha önce indirmiş olduğu Kitab’a iman edin. Kim Allâh'ı, meleklerini, Kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa, 136)

Ey iman edenler, Rabb’iniz sizi iman etmeye davet ediyor. Elbette, “Bu ne demek? Biz zaten iman ediyoruz Allah’a, O’nun Rasulüne ve indirdiği Kitab’a” diyorsunuz. Kendinizi Kur'an’la test edin, gerçekten iman ediyor musunuz, yoksa iman ettiğinizi sandığınız halde, imanınıza şirk bulaştırmış bir halde şirk içerisinde misiniz?

İmanınızı, Kur'an kriterine bakarak yeniden gözden geçirip değerlendirin, ettiğiniz iman yüce Allah’ın istediği gerçek iman mıdır, yoksa yalnızca bilgi düzeyinde kalan bir bilgi birikimi midir? Yüce Allah (cc), kendisine iman eden ile kendisini bilgi düzeyinde tanıyanları birbirinden ayırıyor ve iman ettiğini sanan bilgi sahibi kimseleri iman etmeye davet ediyor.

İman ettiklerini sanan kişileri yüce Allah (cc), mü’minler, müşrikler, fasıklar, mürtetler ve son halkada münafıklar vasıflandırmaktadır. Mü’minler dışında kalan gruplar, iman edenler olarak tanımlanmalarına rağmen imanlarına şirk bulaştırmış kimselerdir.

Allah’ı tanımak O’na İman etmek değildir

Yüce Allah’ı tanımak, O’nu tek olarak bilmek, yeri, göğü ve içindekileri yarattığını, rızık verdiğini söylemek iman değil bilgidir. Yüce Allah (cc), bilgi düzeyinde kendisini tanıyanların kendisine iman etmediklerini, müşrik olduklarını bildirmekte, buna örnek olarak da Mekke müşriklerini vermektedir.

“Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim boyun eğdirdi?’ desen ‘Allâh’, derler. O halde nasıl Allâh'ın (birliğinden) döndürülüyorsunuz?” (Ankebut, 61)

“De ki: ‘Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sâhibi kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğu(nu) yürütüyor (kâinâtı yönetiyor)?’ ‘Allâh” diyecekler. ‘O halde deki,  korunmuyor musunuz?” (Yunus, 31)

“De ki: ‘Biliyorsanız dünyâ ve içinde bulunanlar kimindir?’ ‘Allâh'ındır diyecekler.’ deki ‘O halde düşünmüyor musunuz?’ De ki, ‘Yedi göğün Rabb’i ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir? Bunlar ‘Allâh'ındır’ diyecekler. De ki, ‘O halde  korunmuyor musunuz?’ ‘Biliyorsanız (söyleyin) her şeyin melekûtu (mülkü ve yönetimi) elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanmayan kimdir?’ de. ‘Allah'a âittir diyecekler. ‘O halde nasıl büyüleniyorsunuz?’ de.” (Mü’minun, 84- 89)

“Andolsun onlara, ‘Kendilerini kim yarattı?’ diye sorsan, elbette: ‘Allâh’ derler. O halde nasıl (haktan) çevriliyorlar?” (Zuhruf, 87)

Yukarıdaki ayetlerden anlaşılacağı üzere Mekke müşrikleri, yüce  Allah’ı biliyor, O’nun, yaratıcı olduğunu, kendilerini rızıklandırdığını, hatta her şeyin O’na ait olduğunu ve her şeyin yönetiminin O’nun elinde bulunduğunu biliyorlardı.

Kur'an’ın bildirdiği üzere Mekke müşriklerinin namaz kılan, kurban kesip infak eden, yüce Allah’a yaklaşmak için aracılar edinen, Hz. İbrahim (as)’ın kendi peygamberleri olduğunu söyleyen, Hacca giden kimselerdir. Ancak onlar, Tevhidi esaslar doğrultusunda hayatlarını düzenlemedikleri, Allah’ın indirdiği ilahi hükümlerle hükmetmedikleri için bu söyledikleri ve yaptıkları bir işe yaramıyor ve yüce Allah (cc) onları müşrikler olarak vasıflandırıyordu.

Mekke müşriklerinin durumları da gösteriyor ki, kimi sıfatlarını söyleyerek yüce Allah’ı tanımak, iman değil bilgidir. Nitekim iman ettiklerini iddia edip mü’min olduklarını söyleyen bazı kimselere yüce Allah (cc), cevap vererek iman etmediklerini söylemektedir.

“Göçebe Araplar: ‘İnandık’ dediler. De ki: "İman etmediniz’ fakat 'Teslim olduk' deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Rasulüne itâat ederseniz (Allâh), yaptığınız güzel işlerden hiçbirinin sevâbını size eksik vermez. Allâh çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 14)

“Doğrusu biz, onlara hakkı getirdik, onlarsa yalancıdırlar.” (Mü’minun, 90)

Allah’a İman Etmek

Yüce Allah’a iman etmek, O’nun varlığını kabul etmek ya da söylem bazında iddia edip sıfatlarını saymak değil, bu bilgiyi hayatta uygulamak ve bir hareket bir eylem içerisinde göstermektir. Yüce Allah’a iman etmenin ilk şartı, hiç şüphesizdir ki, Kelime-i Tevhidin ilk söylenişi ile birlikte yüce Allah’ın reddedilmesini istediği tağutu inkâr edip ondan yüz çevirmektir.

“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)

Tağuta itaat etmekten kaçınmak, Tevhid inancının temelidir. Tevhidi esasların kabulü ve hidayete ulaşmanın ilk esası ve olmazsa olmazı, tağuttan kaçınmak, tağuti sistemlerin yasa ve kurallarından uzak olmak ve hayatı yüce Allah’ın indirdiği esaslara göre düzenlemektir. Zaten peygamberlerin gönderiliş amaçları da bundan başka bir şey değildir.

“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuta itaatten kaçının’ diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allâh hidâyet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)

“Tağut'a itaat etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı.” (Zümer, 17)

Tağut, yüce Allah’ın dışında, insanların yönetilmesi için hüküm koyan beşeri her kişi, kurum, sistem ve devlettir. İnsanların hayatları üzerine hüküm koymanın, insanları bu hükümlere itaat etmeye çağırmanın İslâm nokta-i nazarındaki hükmü ilahlık iddiasına kalkışmaktır. Tağut olan beşeri sistemler, insanları dünya ve ahirette sıkıntılara, acılara ve cehenneme sürükler; bundan kaçınınız.

“Allâh, inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. kâfirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 257)

Tağuttan ve onun küfür ve şirk olan yasalarından kaçının; nasıl kaçınılacağı ve tağuta karşı nasıl bir tavır alınması gerektiği ile ilgili olarak yüce Allah (cc), iman edenler için Hz. İbrahim (as)’ı en güzel örnek olarak vermektedir. Ey İbrahim milletine mensup olanlar, atanız Hz. İbrahim (as) gibi hareket ediniz.

“İbrâhim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine: ‘Biz sizden ve sizin Allah'tan başka itaat ettiklerinizden uzağız. Sizi (ve itaat ettiklerinizi) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)

Yüce Allah’a iman etmek, tağuttan kaçınmakla, onu onaylamamakla beraber aynı zamanda tağuta ve onun koyduğu yasalara karşı kin ve nefret de beslemektir. Beşeri hükümleri tanımak, oy vermek, desteklemek, onlara karşı sevgi beslemek, o kanun koyucuları ilah olarak tanımak ve yüce Allah’a şirk koşmaktır. Bu nedenle ilah edinilen tağut, reddedilip inkâr edilmedikçe “LAİLAHE İLLALLAH” Kelime-i Tevhidini söylemek ve yüce Allah’a gereği gibi iman etmek mümkün değildir.

“Rabbimiz, bizi inkâr edenler için bir sınav yapma (onların yasalarına itaat ettirme), bizi bağışla Rabbimiz, muhakkak ki, güçlü ve hakim olan ancak Sensin, Sen!” (Mümtehine, 5)

Tevhid

İman, ibadet ve davet konularında yüce Allah (cc), iman edenlerin ne yapacaklarını, nasıl hareket edeceklerini ayetlerinde belirtmiş ve buna göre hareket edilmesini istemiştir. Bu nedenle yüce Allah’a iman eden bir kimse, bu konularda yüce Allah’ın bildirdiği vahyi esaslar doğrultusunda hareket etmekle mükelleftir ve bu ilahi bildirimler dışında beşeri hiçbir güçten izin alamaz, hiçbir gücün yasalarına sığınamaz. Çünkü,

“İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabb’i Allâh, ne uludur!”(A’raf, 54)

 “O'dur ki gökte de İlah, yerde de İlah’tır. O, hakimdir, bilendir. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine âit olan ne yücedir! (Kıyâmetin kopacağı) Sâati bilmek de O'nun yanındadır ve siz O'na döndürülüp götürüleceksiniz.” (Zuhruf, 84-85)

Uluhiyet kendisinde olan yüce Allah (cc), Rububiyet sıfatı gereğince yarattıklarını rızıklandırmış ve onların yeryüzünde nasıl hareket edeceklerini belirleyen ilahi kuralları inzal etmiştir. O halde yüce Allah’a iman etmek, O’nun varlığı ve birliğine iman edildiği gibi Rububiyet sıfatına da iman etmek ve O’ndan başka rızık verici ve yasa koyucu tanımamaktır. O’ndan başka kanun koyucu tanımak, Rububiyet sıfatını inkâr etmektir ki, Mekke müşriklerinin durumuna düşmektir.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı ey iman edenler, yüce Allah’a, O’nun belirlediği gibi iman etmek için, ilahlık taslayarak insanlar üzerinde kanun koyan tağuttan kaçının ve “LAİLAHE İLLALLAH” diyerek Allah’ iman edin. Böylece Mekke müşriklerinin durumuna düşmekten kurtulun, iman eden mü’minlerden olun.

Yüce Allah’a iman etmenin ikinci şartı, hayatı onun indirdiği vahyi esaslara göre düzenlemektir. Bu, imanı eylemsel olarak ortaya koymanın ikinci aşamasıdır. Ancak bu durumda mü’minlerden olunabilir. Kur'an, gerçek mü’minleri tarif ederken onların, söylemlerinde iddia ettikleri imanı, eyleme dönüştüren kimseler olduklarını bildirmektedir.

 “Mü'minler o kimselerdir ki, Allâh anıldığı zaman yürekleri ürperir, O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler. Namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. İşte gerçek mü'minler onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler, bağışlanma ve tükenmez rızık var.” (Enfal, 2-4)

“İman eden erkekler ve iman eden kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Elçisine itâat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allâh üstündür, hakimdir.” (Tevbe, 71)

“Felâha ulaştı o mü'minler, ki onlar, namazlarında huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler, zekâtı verirler, ırzlarını korurlar ve onlar, emânetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Onlar namazlarını korurlar. İşte vâris olacaklar onlardır. Onlar Firdevs'e vâris olacaklar, orada ebedi kalacaklardır.” (Mü’minun, 1-5, 8-11)

“Mü'minler onlardır ki Allâh'a ve Elçisine inandılar, sonra şüphe etmediler; Allâh yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd ettiler. İşte doğru olanlar onlardır.” (Hucurat, 14-15)

“Onlar ki, iman ettiler, hicret ettiler, Allâh yolunda savaştılar ve onlar ki, (hicret edenleri) barındırdılar ve (onlara) yardım ettiler, işte gerçek mü'minler onlardır. Onlar için bağış ve bol rızık vardır.” (Enfal, 74)

Kur'an’ın tarif edip övdüğü mü’minlerden olmak ancak vahyi esaslara uygun hareket etmekle mümkündür. Okuduğunuz her ayetin sizden istediği şeyi yapın ya da söyleyin; yani kendi hayatınızı vahyi prensipler doğrultusunda düzenledikten sonra, hiç durmadan iyiliği emredip kötülükten nehyedin. Hiçbir şekilde ve şartta nemelazımcı olmayınız; aksi halde Hz. Lut (as)’ın kavmindeki o nemelazımcılar gibi, maymunlar sıfatına düşersiniz. Unutmayınız ki,

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız. Eğer Kitap ehli, inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu. Onlardan inananlar da var, ama çokları yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran, 110)

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104)

Ey iman edenler, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden Müslümanlarla beraber hareket ederek Tevhidi esasları insanlara duyurun. İnsanları Tevhidi esaslara iman etmeye, tağuttan kaçınmaya ve “LAİLAHE İLLALLAH” Kelime-i Tevhidini hakkıyla söylemeye davet ediniz. Çünkü Tevhidi esasları duyurmamak, onu gizlemek olur ki bu durum sapıklıktan başka bir şey değildir.

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya), işte onlara hem Allâh lanet eder, hem bütün lanet edebilenler lanet eder.(Bakara, 159)

“Allâh'ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip, onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar. Kıyâmet günü Allâh ne onlara konuşacak ve ne de onları temizleyecektir. Onlar için acı bir azap vardır.

Onlar hidâyet karşılığında sapıklık, mağfiret karşılığında azap satın almışlardır. Onlar ateşe, karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)”(Bakara, 174-175)

Ey iman edenler, kurtuluşun yolunu gösteriyor Rabb’imiz, gelin o yola tabi olun, zillet içerisinde tağutun yasalarının arkasına sığınmayın. Müslümanlarla beraber olun ve onlarla beraber hareket edin.

“Nefsini, sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine davet edenlerle beraber tutarak sabret. Gözlerin, dünyâ hayâtının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itâat etme.” (Kehf, 28)

Ey iman edenler, namaz, oruç gibi ibadetlerle beraber infak edin, ırzlarınızı koruyun ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda mücadele ederek cihad edin. Mallarınızı ve canlarınızı cennet sizin olmak üzere yüce Allah’a vermek istemez misiniz?

“Allâh, mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allâh yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allâh'ın, Tevrât'ta, İncil'de ve Kur'an'da verdiği gerçek bir sözdür! Kim Allah'tan daha çok sözünde durabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. Gerçekten bu, büyük başarıdır.” (Tevbe, 111)

Ey iman edenler, oturulduğu yerden iman ettik demekle yüce Allah’ın rızası ve bu rızanın sonucu olan cennet kazanılmıyor. Bakınız Rabb’imiz cennetin nasıl kazanılacağını bildiriyor.

“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet peygamber ve onunla birlikte iman edenler: ‘Allâh'ın yardımı ne zaman?’ diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allâh'ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)

Ey iman edenler, yüce Allah (cc), iman edenlere seslenince hep çoğul kullanıyor ve “Ey iman edenler,” diyor, tekil olarak “Ey iman eden,” diye seslenmiyor. Bu nedenle birey olarak kalmayın, yüce Allah’a gereği gibi iman eden mü’minlerle beraber olun. Unutmayınız ki, Allah’ın rahmeti cemaat üzerinedir; cemaat içinde olmayan bir kimse, yüce Allah’ın rahmetinden nasiplenemez.

“Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun. (Tevbe, 119)

“Ve topluca Allâh'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allâh'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allâh) kalplerinizi uzlaştırdı. O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, (Allâh) sizi ondan kurtardı. Allâh size âyetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz.” (Al-i İmran, 103)

Kurtuluşun ve Tevhidi esaslara uygun hareket edişin yolu Tevhidi esasları ilke edinen Müslümanlarla birlikte olmaktır. Bunu yapınız ve tefrikadan kaçınınız. Çünkü tefrikaya düşmek, yalnız olmak şeytan (aleyhillanenin) adımlarını izlemek ve cehenneme gitmektir.

“Ey iman edenler, hepiniz birlikte İslâm’a girin, şeytânın adımlarını izlemeyin, çünkü o size apaçık düşmandır.” (Bakara, 208)

Ey iman edenler, yüce Allah’a ve Rasulüne karşı savaş olan faizden ve faizcilikten uzaklaşın, unutmayınız ki bu, çok büyük bir günah ve ebediyen cehennemde kalmaya nedendir. Tağuti beşeri sistemler, sizleri bu yolla Allah’a ve Rasulüne karşı savaşa sürüklüyor; faize bulaşarak tağutun isteğini yapmayınız.

“Ribâ yiyenler, ancak şeytânın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların: ‘Alışveriş de ribâ gibidir.’ demelerinden ötürüdür. Oysa Allâh, alış-verişi helâl, ribâyı harâm kılmıştır. Kime Rabbi'nden bir öğüt gelir de vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi de Allah'a kalmıştır. (Allâh onu affeder). Kim tekrar (ribâya) dönerse onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.

Allâh, ribâyı mahveder, sadakaları artırır. Allâh, hiçbir günâhkâr kâfiri sevmez.

Ey inananlar, Allah'tan korkun, eğer inanıyorsanız ribâdan (henüz alınmayıp) geri kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allâh ve Elçisiyle savaşa girdiğinizi bilin. Tevbe ederseniz, ana malınız sizindir. Ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız.” (Bakara, 275-276, 278-279)

Ey iman edenler, attığınız her adımda, konuştuğunuz her sözde, ticari, sosyal ve siyasal her konu ve durumda, adabı muaşerette, nefsinizle, diğer insanlarla ve Rabb’inizle olan ilişkilerinizde mutlaka vahyi prensipler doğrultusunda ve Tevhidi ilkelere uygun hareket ediniz.

Ey iman edenler, Rasulullah (as)’a uyun, Rabb’imizin bizlere en güzel örnek olarak verdiği Rasulullah (as) gibi her söz ve davranışınızı Kur'ani esaslar doğrultusunda düzenleyiniz. Rasule iman etmek ancak bu şekilde olur. Rasulullah (as) gibi vahyi yaşamak ve onun gibi insanlara ulaştırmak için çalışınız.

Ey iman edenler, Peygambere iman ediyoruz diyerek sünnet edebiyatı yapıp tağuti beşeri sistemin kurallarına uyan yalancı kimseler gibi olmayınız, Rasulullah (as)’ı hayatınızda bizzat yaşayarak ona iman ediniz. Eğer gerçekten ona iman ediyorsanız böyle yapınız. Rasulullah (as) Kur'an'ı ahlak edinmiş, yaşamını ona göre düzenlemişti. Unutmayınız ki, Kur'an’a uyanlar için o, bir kurtuluştur.

“Ve elbette o, mü'minler için bir yol gösterici ve rahmettir.” (Neml, 77)

O halde “Ey iman edenler, Allah'tan, O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran, 102)

Ramazan Yılmaz: 2010.12.12

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir