Bir eserin, bir kitabın evrensel ve çağlarüstü olabilmesi, o eserin ya da kitabın yapımcısının, yazarının ya da yazdıranının hitap edeceği insanları ve çağları çok iyi bilmesi, tanıması ile mümkündür. Aynı şekilde o kitap ve eserin, her çağda yaşayan insanlara hitap etmesi ve o insanlar tarafından anlaşılması gerekir.
Evrensel ve çağlarüstü bir eser de, ancak tüm çağların üzerinde olan bir güç tarafından ortaya konulabilir ki, o da yalnızca âlemlerin Rabb'i yüce Allah'tır ve o eser de O’nun gönderdiği Kur'an'dır. İnsanı yaratan ve onu çok iyi tanıyan yüce Allah (cc), onun yeryüzündeki yaşamını düzenleyen kurallarını da bildirmiş ve onu, bildirdiği kurallardan sorumlu tutmuştur.
İnsanın, Kur'an'dan sorumlu olabilmesi, ancak onu anlaması ile mümkündür. Bu nedenle yüce Allah (cc) Kur'an'ı, kullarının anlayabileceği kolaylıkta ve anlaşılabilir bir şekilde indirmiştir.
“Andolsun Biz, öğüt için Kur'an'ı kolaylaştırdık, yok mu hiç öğüt alan!” (Kamer, 17)
“Gerçekten Biz onu, senin diline kolaylaştırdık ki, umulur ki düşünürler.” (Duhan, 58)
Anlaşılmayan, anlaşılması zor olan bir kitaptan insanlar sorumlu tutulamazlar. Kur'an, akleden, düşünme özelliklerini kaybetmeyen, onur ve haysiyetini muhafaza eden her insan tarafından anlaşılabilecek kolaylıkta bir Kitab'tır. Yüce Allah (cc), kimseye gücü üzerinde bir sorumluluk yüklemez.
“Allah, kimseyi güç yetireceğinden başka mükellef tutmaz…” (Bakara, 286)
Kur’an, apaçık iken neden tefsir!
Kur’an, elbette her aklıselim kişinin anlayabileceği apaçık bir Kitap’tır; bunda kuşku yoktur. Yüce Allah (cc), Kur’an’ın, ayetleri açıklanmış, apaçık bir Kitap olduğunu bildirmektedir.
“Elif, lam, ra; bunlar, apaçık Kitab’ın ayetleridir.” (Yusuf, 1)
“Elif, lam, ra; bunlar, apaçık okunan Kitab’ın ayetleridir.” (Hicr, 1)
“Bilen bir kavim için Arapça okunan, ayetleri açıklanmış bir Kitap’tır.” (Fussilet, 3)
Apaçık bir şekilde açıklanmış olan, bir kitap nasıl oluyor da tefsir edilebilir! Şayet bir kitap, açıklanmaya ihtiyaç duyuyorsa bu durumda o kitap, açık değil anlaşılmıyor demektir. Yüce Allah (cc), apaçık dediği halde –ki, Allah elbette doğru söylüyor- Kitabı’nın, tefsire ihtiyaç duymasının elbette ki nedenleri olmalıdır. Bu nedenleri yine Kur’an’ın kendisi vermektedir.
Kur’an’ın anlaşılmaması konusunda küfür ve şirk ehlinin gayretleri
Tevhid-şirk, Hak-batıl mücadele tarihi boyunca, Hak-batıl taraftarları, seçimlerini ve mücadelelerini, kabul ya da inkârlarını, dostluk ve düşmanlıklarını çok açık bir bilgi ve bilinç içerisinde yapıyorlardı. Kur’an, Tevhid-şirk taraftarlarının mücadelelerini verirken onların, üzerinde bulundukları yolu bilinçli bir şekilde seçtiklerini de bildiriyor.
Kur’an’ın, insanlar tarafından açıklanmasından rahatsızlık duyan Allah düşmanları, Kur’an’ın anlaşılmaması, insanların bu yüce Kelamı anlamamaları için hemen her dönemde, çeşitli oyunlar oynamışlardır.
Daha Kur’an’ın nazil olduğu ilk dönemde bu Allah düşmanları, Kur’an okunduğu zaman çeşitli yalan ve iftiralarla Rasul (as)’a saldırmışlar, onun hakkında deli, cinlenmiş gibi yalanlar uydurarak, Kur’an’ı, Rasulün kendisinin uydurduğu iftirasını atarak insanları ondan uzak tutmaya çalışmışlardır. Yüce Allah (cc), onların bu durumunu şöyle açıklamaktadır.
“Kâfirler dediler ki: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, boş şeyler söyleyin, umulur ki ona galip gelirsiniz.” (Fussilet, 26)
Batıl şeyler ileri sürerek hakkı gidermeye çalıştılar.
Küfür ve şirk cephesi, Kur’an’ın, anlaşılmaması, insanların ondan uzak tutulması için her türlü yola başvurmuşlar, ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Bunlar, ya gündemi başka şeylerle meşgul ederek Tevhidi esasları gündemin dışında tutarlar, ya da kendileri gibi Kur’an’dan uzak olanları kınayarak dikkatleri onların üzerine yoğunlaştırırlar. Örneğin, Kur’an’ı öncelediklerini iddia eden Samiri soylu belamlar, tasavvufçulara, tasavvufçular da onlara sataşarak insanları vahyi gerçekleri öğrenmekten alıkoyarlar.
“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki gruplar da yalanladı; her ümmet, Rasulü’nü yakalamağa yeltendi; batıl şeyler ileri sürdüler ve onunla Hakkı gidermek için tartıştılar; bu yüzden onları yakaladım; bak azabım nasıl oldu!” (Mü’min, 5)
İnsanları Kur’an’dan şüpheye düşürmeye çalıştılar.
İnsanların, Kur’ani esaslara yönelmelerini engellemeye çalışan Allah düşmanı kâfir, müşrik ve belamlar, Kur’an’ı kendilerinin daha iyi anladıklarını ve daha iyi bildiklerini iddia ederek Kur’an üzerine konuşurlar. Bunlar, ya Kur’ani mesajı, güncel sorunlara indirgemeden ilk indirildiği dönemdeki müşriklerin hikâyelerini insanlara anlatarak onları oyalarlar, ya da inanmış görünürler, ancak cahili yaşantılarını sürdürürler ve tağuti sistemlerin kurallarına uymaya devam ederler.
“Kâfirler, iman edenler için dediler ki: ‘Şayet hayırlı bir şey olsaydı, ona (iman etmede) bizi geçemezlerdi. Onunla hidayete ermedikleri zaman: ‘İşte bu, eski bir yalandır’ diyecekler.” (Ahkâf, 11)
“Kitap ehlinden bir grup dedi ki: ‘İman edenlere indirilene, günün önünde inanın, sonunda inkâr edin; belki (onlar da) dönerler.” (Al-i İmran, 72)
Her dönemde kâfirlerin tüm gayretleri, için fitne üreterek insanları şüpheye düşürüp Kur’an’dan uzaklaştırmaktır. Ancak onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndüremeyeceklerdir.
“Ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, Allah ise, hâlbuki kâfirler hoşlanmasa da nurunu tamamlayacaktır.” (Saf, 8)
Küfür ve şirk cephesi, Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizlediler
Hakkı gizleme, Hakkı batılla karıştırıp anlaşılmaz hale getirme çalışmalarına, kâfir ve müşriklerin yanında belamlar da katılmışlardır. Bunlar, hem Kur’an’ın nazil olduğu dönemde, hem de daha sonraki zamanlarda sürekli bir şekilde insanları Allah yolundan saptırmaya çalışmışlardır.
Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizlerler
Özellikle günümüzde tağuti sistemin paralelinde hareket eden Samiri soylu belamlar tarafından oldukça sık ve açıktan açığa yapıldığı üzere, yuvalandıkları şirk ve küfür yuvası vakıf ve derneklerde Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizlerler. Yüce Allah (cc), Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyen her dönem kâfir, müşrik ve belamlarına lanet etmektedir.
“Muhakkak ki, açık delillerden indirdiğimiz hidayeti, biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler, işte Allah onlara lanet eder ve bütün lanet edebilenler onlara lanet eder.” (Bakara, 159)
Kâfir, müşrik ve onların yardımcıları belamlar, dini bir hayat nizamı olarak değil, bir ticaret ve çıkar sağlama aracı görmüşlerdir. Böylece Sünnetullahtaki Tevhidi mücadeleyi arkalarına atmış, Risalet önderlerinin mücadelelerine ihanet etmiş, insanlardan Tevhid şirk, Hak batıl mücadelesini gizlemişlerdir. Tevhidi mücadeleden habersiz olan insanlar, yüce Allah’ın mesajını öğrenmekten mahrum kalmışlardır.
“Şüphesiz, Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen ve onu az bir değere satanlar, işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acıklı bir azap vardır. İşte onlar, hidayet karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında azabı satın alan kimselerdir; ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)” (Bakara, 174-175)
Belamlar, din adına yazdıkları kitaplarda, gerçekleri saptırarak Tevhidi esasları, anlatmadıkları halde, Allah’ın dinini anlatıyorlarmış gibi insanları kandırmakta, böylece insanlara yanlış bir din anlayışı vermektedirler.
“Yazıklar olsun o kimselere ki, elleriyle kitabı yazıyorlar, sonra onu az bir paraya satmak için, ‘Bu Allah katındandır’ diyorlar! Yazıklar olsun onların elleriyle yazdıkları şeye, yazıklar olsun onların kazandıkları o şeye!” (Bakara, 79)
Küfür ve şirk cephesi ile şeytanın insan cinsinden yardımcıları olan belamlar, işlerine gelen ayetleri alarak, işlerine gelmeyen ayetleri bırakarak Kitabın bir kısmını alıp bir kısmını terk etmişler, böylece insanların, Kur’an’ı bir bütün olarak öğrenmelerine, Kur’an’ı gereği gibi anlamalarına engel olmuşlardır.
“…Siz, Kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz; sizden bunu yapan kimsenin cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir, Kıyamet gününde de onlar, azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85)
Küfür ve şirk cephesi ve onların maşaları konumundaki belamlar, Hakkı batılla bulayarak gerçekleri gizleme ile yetinmeyip insanları Allah yolundan saptırmak, Hak yolunu eğriltmek için her yol ve yöntemi kullanmışlar, güç ve zorbalık yoluna başvurmuşlardır.
Tarihsel süreçteki tağuti güçler, İlahi mesaja düşman olmuşlar, onun insanlara ulaşmasını engellemeye çalışmışlardır. Tağuti güçler, ilahi mesajın, insanlara tarafından kabul edilmesi durumunda kendilerinin ve saltanatlarının sonunun geleceğini biliyor, bu nedenle de var güçleri ile bunu engellemeye çalışmışlardır.
“Ve iman edenleri, Allah yolundan tehdit edip engelleyerek, onu eğriltmeyi arzulayarak, her yol üzerine oturmayın, bir zamanlar siz az idiniz, nihayet sizi çoğalttığını düşünün ve bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!” (A’raf, 86)
Kâfir ve müşrikleri ile onların maşaları belamlar, Tevhidi esasların içini boşaltarak insanları Allah yolundan saptırmak için, tağuti sistemle el ele vererek şirk ve küfür yuvası vakıf ve dernekleri oluşturmuşlar, böylece tağuti sistemleri reddetmeyi, iman etmenin esası sayan İslâm’ı, adeta tağutu onaylayan bir din haline sokmuşlardır.
Kelimeleri yerlerinden kaydırarak ilahi mesajın anlaşılmasını engellemişlerdir
Bir inanç ya da düşünce sistemini net olarak bilmenin ve anlaşılır kılmanın en etkili yolu, o inanç ya da düşünce sistemine ait kavramları, kendine özgü tanımlamaları ile bilmekten ve anlamaktan geçer.
Kavramlar, ifade ettikleri ve vermek istedikleri anlamlara uygun bir şekilde bilinmesi halinde ait oldukları inanç ya da düşünce sisteminin net anlaşılmasını sağlayacak ve insanları sağlıklı bilgiye ulaştıracaktır. Bu ise insanların, seçimlerini bilinçli yapmalarını sağlayacak ve onlar, kendilerine ulaşan inanç ya da düşünce sistemini bilerek kabul ya da ret edeceklerdir.
Bu gerçeğin bilincinde olan İslâm düşmanları, İslâm’ın insanlar tarafından net anlaşılmasını, insanların dinlerini öğrenmelerini engellemek için Kur’ani kavramların anlamlarını değiştirerek ilahi mesajın vermeye çalıştığı Tevhidi gerçekleri gizlemişlerdir.
Kâfir, müşrik ve belamlar, insanları Allah yolundan alıkoymak, ilahi mesajı apaçık bir şekilde ortaya koyan Kur’ani gerçekleri gizlemek ve anlaşılır olmaktan çıkarmak için kelimeleri yerlerinden kaydırmışlardır.
“Ey Rasul, küfürde yarış edenler seni üzmesin; onlar ki, kalpleri inanmamış iken ağızlarıyla ‘inandık’ derler. Yahudiler arasında da yalana kulak verenler, sana gelmemiş olan bir kavme kulak verenler vardır. Onlar, kelimeleri yerlerinden kaydırırlar; derler ki, ‘Eğer size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının!’ Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah’a karşı bir şey yapamazsın. İşte onlar, o kimselerdir ki Allah, kalplerini temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette de büyük bir azap vardır.” (Maide, 41)
Tevhidi esaslara gerçekten iman etmedikleri, içerisinde bulundukları cahili hayatı devam ettirdikleri ve tağuti sisteme tabi oldukları halde, kimi çıkar ve kendilerine özgü nedenlerle inanmış görünen kimseler, Kur’an’ın net anlaşılması ile kendi durumları açığa çıkacak endişesi ile Kur’ani kavramların içlerini boşaltarak, anlamlarını değiştirerek insanların, Rab’lerinin mesajını öğrenmelerini engellemektedirler.
Kelimeleri yerlerinden kaydırarak anlamlarını değiştirme çabaları
Kur’an’ın ilk nazil olduğu dönemlerde Yahudilerin yaptıkları bu kelimeleri yerlerinden kaydırma işini günümüzde cahili şirk yuvaları tasavvuf ehli ve tağuti sisteme bağlı vakıf ve derneklerde yuvalanan Samiri soylu belamlar yapmaktadırlar.
“Şüphesiz onlardan bir grup var ki, dillerini Kitapla eğip bükerler, siz Kitap’tan sanasınız diye, oysa o Kitaptan değildir ve derler ki: ‘O, Allah katındandır’ oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı onlar, bilerek yalan söylerler.” (Al-i İmran, 78)
Tevhid düşmanlarının, Kur’ani gerçekleri bulandırma, vahyi esasları asıl manaları dışında manalandırmaya çalışmaları, yalnızca geçmişle sınırlı kalmamış, değişik isimler ve yöntemler altında günümüze kadar devam edegelmiştir. Kur’an’ın anlaşılmasını istemeyenler, değişik yöntemlerle insanların Kur’an’ı anlamalarına engel olmakta, bu nedenle de Kur’ani kavramları sürekli olarak bulandırmaya, anlamlarını değiştirip çarpıtmaya çalışıyorlar.
Kur’ani kavramların, asıl anlamlarına uygun biçimde anlaşılması ve Tevhidi esasların, Sünnetullahta cari olduğu şekliyle insanlara ulaştırılması halinde, dini kullanarak insanlar üzerinde kendilerine bir konum elde eden Samiri soylu belamlar ile cahili şirk ve küfür içerisindeki tasavvufçular, durumları ortaya çıkmasın diye kelimeleri yerlerinden kaydırarak Kur’ani kavramların anlamlarını değiştirmişlerdir.
Kur’an’ın net olarak anlaşılması halinde, küfür ve şirk cephesinin çıkarları zedelenecek, halk üzerinde despotça bir düzen kuranların saltanatları, düzenleri yıkılacak, Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyen Samiri soylu belamların inanç sömürüleri bitecektir.
Günümüzde, Tevhidi ilkeleri bulandırma, Kur’ani kavramları karıştırma çalışmaları, çeşitli gruplar tarafından en sinsi şekilde devam etmektedir. Bunlar, İslâm düşmanı tağuti sistem, bu sistemi ayakta tutan putperest particiler, sistemin kiralık ajanları Prof. ünvanlı kişiler, şirk ve küfür yuvası vakıflardaki Samiri soylu belamlar, Diyanet şebekesi, cehalet içerisinde yüzen tarikat şeyhleri ve sistemin dördüncü gücü diye nitelendirilen basındır.
Kur’an’ın anlaşılmasını istemeyen unsurların en tehlikelisi, hiç kuşkusuzdur ki, Kur’an çalışmaları yaptıklarını ileri sürüp Kur’ani kavramların anlamlarını ve mesajını çarpıtan, Hakkı batılla bulayıp Tevhidi gerçekleri gizleyen şirk ve küfür yuvalarında kümelenen Samiri soylu belamlardır. Bunlar, içerisinde bulundukları şirk ve küfür, insanlar tarafından anlaşılmasın diye Kur’an’ı kılıf olarak kullanmaktadırlar. Bu belamlar, tağuti sistemin ve şeytanın insanlara sağdan yaklaşan temsilcileridirler.
Sünnetullahın değişmez bir gerçeğidir ki, Tevhid-şirk, Hak-batıl mücadelesi her dönemde olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Bu nedenle Tevhidi esasların düşmanı olan küfür ve şirk cephesi, küfürlerini icra ederlerken, Hakkın temsilcileri olan Tevhid erleri de, insanları Tevhidi esaslara davet etmeye, onları tağuti sistemi reddetmeye, Samiri soylu belamların çarpıtmalarından kaçınmaya davet görevlerini sürdüreceklerdir.
Tarihten günümüze Kur’ani gerçekleri saptırma faaliyetlerinin nedenleri
1- İslâm’dan rahatsızlık duyan müşrik, münafık ve fasıkların, İslâmi kavramları kendi hevalarına göre değiştirip yorumlamaları, Tevhidi ilkelerden sapmaları.
2- İslam düşmanı olan Yahudilerin, bilinçli bir şekilde İslâmi kavramların anlamlarını değiştirip çarpıtmaları, İslâm adına yeni kavramlar üretmeleri, yalan hadis uydurmaları ve İsrailiyat olan birçok konuyu tefsire sokmaları.
3- İslâmi kavramların netliğinden rahatsızlık duyan sultanların, kral ve idarecilerin, bu netliği bozmaları ve anlamlarını kendilerine göre yorumlamaları, İslâm’da olmayan kavram ve ifadeleri İslâm kavramların içerisine sokmaları, kendi saltanatlarını koruma adına uydurdukları bid’at ve hurafeleri İslâm’a sokup baskı ile insanlara kabul ettirmeleri.
4- Asıl itibarı ile İslâm dışı olan, İslâm ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan tasavvufun, kendisine özgü gayri İslâmi ifade, slogan ve kavramları İslâm’a mal etmesi, İslâm adına yeni terimler uydurması ve mensuplarını, Kur’an’dan ve Kur’ani esaslardan uzaklaştırıp kendisine ait slogan ve kavramlara yönlendirmesi.
5- Krallara ve idarecilere yaranmak isteyen belamların, kral ve idarecileri rahatsız eden Kur’ani gerçekleri gizlemeleri, bu konudaki kavramları çarpıtmaları.
6- Beşeri tağuti sistemlerin izni ile kurulan vakıflardaki Samiri soylu belamların, Tevhidi esasları gizlemeleri, Kur’ani kavramların anlamlarını değiştirip vahyi gerçekleri olduğundan farklı yorumlamaları.
7- İslâm’ın net anlaşılmasından çıkarları bozulan çevrelerin, İslâmi ıstılahların ve kavramların gerçek manalarını gizleyip değiştirerek kendilerine göre yorumlamaları.
8- İslâm’a sonradan giren toplumların, eski gelenek, görenek, kültür ve alışkanlıklarını terk etmeden İslâm’ı kabul etmeleri, daha sonraki dönemlerde bu kültür ve geleneklerinin İslâm’dan olduğunu sanmaları.
9- Kur’ani esasları, Tevhidi ilkeleri yeterince bilmeyen kimselerin, İslâmi birçok konu ve kavramı, kendi hevalarına göre değiştirmeleri, İslâmi esasları yaşadıkları ortamlara uydurmaya çalışmaları.
10- Toplumun önünde bulunan ve toplum tarafından âlim oldukları sanılan kişilerin, İslâmi yozlaşmaya karşı sessiz kalmaları, bunların, İslâm adına yazdıkları kitap ve makalelerinde, Kur’ani kavram ve ıstılahlar yerine halkın gelenek ve kültürlerine yer vermeleri, İslâm dışı kültür kalıntılarına İslâmi kılıflar uydurmaları.
11- Rasulullah (as) ve ilk dönem Müslümanlardan sonra Kur’ani davetin yapılmaması, Tevhidi esasların toplumun gündemine getirilmemesi, Kur’ani kavramların asıl anlamlarına uygun anlatılmaması, bu nedenle İslâmi hassasiyetin kaybolması.
12- Egemenliği ellerinde bulunduran beşeri tağuti düzenlerin, zorba diktatörlerin ve emperyalist güçlerin, İslâmi kavramları bozmaya, anlamlarını değiştirmeye, içini boşaltmaya yönelik çalışmaları; bu konuda din kisvesine bürünmüş ajanlar tutmaları, bu ajanlar eliyle insanları Tevhidi anlayıştan uzaklaştırma faaliyetleri.
13- İletişim araçlarını ve medya gücünü elinde bulunduran İslâm karşıtı unsurların, bu araçları kullanarak İslâmi kavramları karıştırma çabaları.
14- Yeni yetişen neslin, Kur’ani gerçeklere yönelmek, Kur’ani kavramlar üzerinde yoğunlaşmak, Kur’an’ı bizzat Kur’an’dan öğrenmek yerine din istismarcıların, belamların kitaplarına yönelmeleri, dinlerini o kitaplardan öğrenmeye çalışmaları.
Yukarıda sayılan tüm bu olumsuz nedenler, insanların Kur’an’ı anlamalarını ve Kur’ani kavramların, vahyin ruhuna uygun anlaşılmasını zorlaştırmış, hatta çoğu kez engellemiştir. Bu nedenle Kur’ani mesaj, iman edenler ve diğer insanlar tarafından net olarak anlaşılmamış, Kur’ani kavramların ihtiva ettikleri asıl manalar gerçeğe uygun bilinememiştir. İşte yukarıda anlatılan tüm bu nedenler sonucunda apaçık olan Kur’ani mesaj, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde inkâr edilmiştir.
“Andolsun, sana apaçık ayetler indirdik; onları, fasıklardan başkası inkâr etmez.” (Bakara, 99)
Kur’an’ı güncelleştirmeme
Küfür ve şirk cephesinin ve belamların, bilinçli bir şekilde saptırmaları yanında, iyi niyetlerle tefsir çalışması yapan bazı kimselerin, Kur’ani gerçekleri ve insanların ibret almaları için Kur’an’da verilen örnekleri, geçmişe mal edip sanki o dönemi ilgilendiriyormuş gibi açıklamaları da insanların, Kur’an’ı, bir hayat kitabı olarak almalarına engel olmuştur.
İnsanlar, okudukları ayetleri, kendilerini ilgilendirmiyormuşçasına hayatları üzerine uygulamıyor, Kur’ani esaslar doğrultusunda hareket etmiyorlar. Bunun sonucunda Kur’an, onlar için adeta bir masal kitabı olmaktan öte bir anlam ifade etmemiştir.
İnsanlar, iman ettiklerini iddia edip Kur’an’da örnekleri verilen müşrik, kâfir, münafık ve putperestlere buğz ettiklerini ifade etmelerine rağmen yaşadıkları zaman diliminde var olan kâfir, müşrik, münafık ve putperestleri Müslüman zannetmişler, onlarla içli dışlı olmuşlardır. Hatta bu putperest müşrik ve kâfirleri, desteklemişler ve iman ettiklerini zannettikleri din adına savunur hale gelmişlerdir. Böyle bir durumda bulunan kimseler, doğal olarak Kur’an’ı anlamadan okumuşlar, okumaya devam etmektedirler.
Tefsir çalışması yapmamızın nedeni
Küfür ve şirk cephesini oluşturan kâfir, müşrik, münafık, fasık ve belamların, insanların, Rab’lerine yönelmelerini engellemek için sürdürdükleri saptırma faaliyetleri sonucunda insanlar, Kur’an okudukları halde onu anlamıyor, kendilerine hiç hitap etmiyormuş gibi onun hükümlerine uymuyorlar.
Günümüzde, Kur’ani kavramların karıştırılması, anlamlarının çarpıtılması neticesinde, Kur’an’a yönelme istendiği şekilde ve düzeyde olmamıştır. İman etme, Tevhidi ilkeler ve Kur’an’a yönelme, insanlar tarafından sıradan bir olay olarak algılanmış, Kur’an, ancak ölülere okunan bir Kitap olarak anlaşılmış ve Samiri soylu belamlar tarafından bir ticaret metaı olarak görülmüştür.
Bizim yapmakta olduğumuz Kur’an çalışmaları, zaten apaçık olan Kur’an’ı, hiçbir şekilde tefsir edip açıklamak değil, İslâm düşmanları ve belamlar tarafından anlamı değiştirilen, içi boşaltılan, bambaşka anlamlar yüklenilen Kur’ani kavramları, asıl anlamlarına uygun bir şekilde ortaya koymaktır.
Kur’ani kavramları asıl anlamlarına uygun bir şekilde öğrenen kimseler, işte o zaman okudukları Kur’an anlayacaklar ve o zaman ya gerçekten iman edecekler, ya da bilinçli bir şekilde küfür ve şirklerini, yüce Allah’a ve O’nun dinine karşı düşmanlıklarını sürdüreceklerdir. İşte ancak o zaman gerçek anlamda Tevhid şirk, iman küfür Hak batıl mücadelesi başlayacaktır.
Tarihi süreçte Tevhidi esasları kabul eden Müslümanlar, kendilerine gelen vahyi anladıkları için neyi, niçin kabul ettiklerini, bu kabulün kendilerine ne kazandırıp ne kaybettireceğini, kimleri dost bilip kimleri karşılarına alacaklarını çok iyi biliyor ve saflarını ona göre belirliyorlardı. Onlar, iman ettikleri esasların kendilerinden ne istediğini, bu uğrunda nasıl bir fedakârlıkta bulunacaklarını, iman edişleri nedeniyle başlarına nelerin gelebileceğini bilerek iman ediyorlardı.
“Aralarında hüküm vermek için Allah’a ve Rasulü’ne çağırıldıkları zaman Mü’minlerin sözü ancak: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur, 51)
İlk dönem Müslümanları, Kur’an’ı saf ve berrak anlamaları sonucunda Tevhidi esasların mücadelesini yaparak Asr-ı Saadet diye anılan Altın Çağı meydana getirmişlerdir. Ancak ilk Müslümanların oluşturdukları Altın Çağ, o dönemle sınırlı kalmış, daha sonra böyle bir nesil ve çağ meydana gelmemiştir.
Önceki Müslümanların, birer iman abidesi olarak toplumları içerisinde bulunmaları, iman ettikleri Tevhidi esasları çok iyi kavramalarından, ilahi mesajın içeriğini gereği gibi bilmelerinden, inançlarına ait kavramları net olarak algılamaları ve hayatlarını inandıkları Tevhidi esaslara doğrultusunda düzenlemelerindendir. Bu nedenle onlar, Tevhidi mücadelelerinde başarılı olmuş, derin izler bırakarak Rab’lerinin rızasını kazanabilmişler, yüce Allah (cc) da onlara yardımı etmiş, rahmet ve mağfiretini onlardan esirgememiştir.
Kur’an’ın, kavram ve ifade olarak net olması, insanların onu kolay anlamalarını sağlamış, iman edilecek esasların sınırlarını açıkça belirtmiş, böylece kabul ya da reddedenlerin saflarını net olarak belirlemelerine neden olmuştur.
Tarihi süreçte, Tevhidi esasları reddeden bir kimse, küfür ve inkârını bilinçli bir şekilde yapıyor, neyi reddettiğini, kayıp ve kazancını, dost ve düşmanlarını ona göre belirliyor, safını ona göre bilinçli olarak seçiyordu. Kur’ani kavramları öğrenen kimseler, işte zaman inkârlarını bilinçli bir şekilde sürdüreceklerdir.
“Elbette biliyoruz, onların söyledikleri şeyler gerçekten seni üzüyor, doğrusu onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler, Allah’ın ayetlerini bilerek inkâr ediyorlar.” (En’am, 33)
Risalet tarihinde, vahyi esasların kabul ve reddinin bilinçli yapılmasının nedeni, vahyi esasların, indiği dönem insanlarının kullandıkları dille ve anladıkları kavramlarla nazil olmasıydı. Bu nedenle onlar, ilahi mesajın kendilerini neye davet ettiğini çok iyi biliyorlardı. Bu süreç, son peygamber Hz. Muhammed (as)’a kadar devam etti.
Günümüzde, Kur’ani kavramlar, ifade ettikleri asıl manalarına uygun anlaşılmadığı için Kur’an’a iman ettiklerini iddia edenler, verilmek istenen mesajdan uzak ve kopuk bir İslâmi anlayışa sahip olmaktadırlar. Bu anlayış sonucunda iman ettiklerini zannedenler, Kur’ani kavramların asıl anlamlarından uzak söz ve davranışlar ortaya koydukları için, iman etmedikleri dönemle iman ettiklerini iddia ettikleri dönem arasında söz ve davranışlarında pek fazla bir değişiklik olmamış, şirk ve küfürlerini devam ettirmişlerdir.
Kur’an’ın ve Tevhidi ilkelerin net olarak anlaşılması, ancak Rasulullah (as)’ın örnekliğinin esas alınması, Nebevi metoda uygun bir mücadele ve davetin yapılması ile mümkündür. İman küfür, Hak-batıl, Tevhid-şirk mücadelesinde safların netleştirilmesi ve Kur’ani kavramların asıl anlamlarına uygun bir şekilde insanlara duyurulması yönündeki çalışmalarımız çerçevesinde devam edecektir biiznillah.
Küfür ve şirk cephesinin ve onların paralelindeki Samiri soylu belamların, Kur’an’ın anlaşılmaması yönündeki tüm gürültülerine, fitne ve fesatlıklarına rağmen, yüce Allah’ın lütuf ve yardımı ile Kur’ani kavramların, asıl anlamları ile bilinmesine yönelik çalışmalarımız ve Kur’an’ın ilk inzal olduğu dönemdeki berraklığı ile anlaşılması için mücadelemiz devam edecektir.
Biz, Kur’ani kavramları asıl anlamlarına göre açıkladıkça insanlar, Kur’an’ı ilk indiği dönemdeki berraklığı ile anlayacak, tavırlarını ona göre ortaya koyacak, küfür ve şirkten kaçınacak, Tevhidi esaslara uygun Rab’lerine gereği gibi iman edeceklerdir inşaAllah.
Rızasını talep ettiğimiz Rabb’imizin yardımının, rahmet ve mağfiretinin üzerimizde olmasını yine O’ndan diliyoruz.
Gayret bizden, yardım ve Tevfik yüce Allah’tandır.
Ramazan YILMAZ
Ramazan Yılmaz: 2016.01.04
Bir yanıt yazın