Sorgulamak, yaşamın farkında olmak, kim ve ne olduğunun bilincine varmak, sorgusuz sualsiz dayatılan beşin fikirleri tartışmak, doğru olana ulaşmaktır. Sorgulamayan kişiler, başkaları tarafından yönetilmeye, köleleştirilmeye mahkûmdurlar.
Bir toplumu, sürü haline getirmenin ve onu istenildiği gibi gütmenin yolu, o toplumu düşünme ve sorgulama yeteneğinden mahrum bırakmaktır. Sürüleşen toplum, kendisine dayatılanın en doğru olduğunu, her şeyi çobanlarının bildiğini zanneder ve çobanlarının sürdüğü yere giderler.
Yüce Allah (cc) Kur’an’da, insanların, körükörüne itaat etmelerini yasaklamış, yüzlerce ayetin sonunda düşünüp akletmelerini, tefekkür edip araştırmalarını bildirmiş, akıl sahiplerini övmüş, cahilleri kınamıştır.
Peygamber (as) döneminde iman edenler, akıllarına yatmayan konularda, Peygamber ile bile tartışmışlar, sormuş, soruşturmuşlar, cevaplarını almadan köşelerine çekilmemişlerdir.
“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti, Allah, ikinizin birbirinizle konuşmanızı işitir, çünkü Allah işitendir, görendir.” (Mücadele, 1)
İman eden insanlar, Peygamber (as), her şeyi biliyor, ne derse doğrudur dememiş, akıllarına uymayan konuları sonuna kadar konuşmuş ve tartışmışlardır. Bedir Savaşının yeri konusunda, Peygamber’in, dediği yerin uygun olmadığını ifade eden sahabe, daha iyi bir yer konusunda tavsiyelerde bulunmuşlar ve dediklerini Peygamber’e onaylatmışlardır.
Rasulullah (as), kendisi ile tartışanlara kızmamış, onları azarlamamış, “Ben Peygamberim, her şeyi bilirim” dememiş, hatta tartışma sırasında kaba ve kırıcı konuşanlara karşı bile yumuşak davranmış, onlarla istişare etmiştir.
“Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın; eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfiret dile; işini onlara danış, karar verince de Allah'a dayan; çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran, 159)
Kur’an terbiyesi almış Müslümanlar, Halifeler döneminde de halifelerle birçok konuyu konuşup tartışmışlardır. Kadınların mehri konusunda konuşan Halife Hz. Ömer’in sözünü kesip ona ayetleri hatırlatan kadına ve yanlış yapması halinde kendisini kılıçları ile düzelteceklerini söyleyen Mü’minlere kızmayan Hz. Ömer (r.anh), kendisine karşı bu hatırlatmaları yapanlara teşekkür etmiş, Rabb’ine, böyle insanlar nasip ettiği için şükretmiştir.
Hz. İbrahim (as), âlemlerin Rabb’ine, mutmain olmadığı konuları sormuş, yüce Allah (cc) ona kızmadığı gibi cevabını da vermiş, onun mutmain olmasını sağlamıştır.
“İbrahim de bir zaman: ‘Rabb’im, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster’ demişti. (Allah); ‘İnanmadın mı?’ dedi, (İbrahim): ‘Hayır (inandım), fakat kalbim kuvvet bulsun diye’ dedi. ‘O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek, sonra her dağın başına onlardan bir parça koy, sonra onları kendine çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allah üstündür, hâkimdir’ dedi.” (Bakara, 260)
İman etmeyi bile kişilerin seçimine bırakan yüce Allah (cc), kullarının, körü körüne değil, bilinçli olarak iman etmelerini istemiştir.
“Dinde zorlama yoktur, Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Müslüman âlimlerden Ebu Hanife (r.aleh), her söylenen sözün körü körüne kabul edilmemesi için şu tavsiyede bulunmuştur.
“Bir kimse, birisine bir fetva sorduğunda, -kendi okuma yazması olmasa bile- onun kaynağını sorsun.”
İslâm tarihinde, Emeviler’den itibaren başlayan sindirme ve susturma çabaları, daha sonraki dönemlerde hız kazanmıştır. Bu durum, tüm diktatörlük, krallık, sultanlık ve imparatorluklarda uygulanmıştır. Öyle ki insanlar, kendilerini Allah’ın kulu olarak değil, sultanların kulu olarak tanıtmaya başlamışlardır. Böylece insanlar, hem dinden, hem de onur ve kişiliklerinden soyutlanarak köleleşmişlerdir.
Toplumun köleleştirilmesinde belamların rolü
İnsanların, dinlerinden, Kur’ani gerçeklerden, Tevhidi esaslardan, kişilik, onur ve kendilerine şahsiyet kazandıran değerlerinden soyutlanarak uzaklaşmalarında en önemli etkenlerden biri ve başta geleni, toplum içerisinde faaliyet gösteren, yöneticilerin satın aldıkları belamlar, bir diğeri de topluma uygulanan mali, psikolojik ve fiziksel baskılardır.
İnsanlık tarihi boyunca hemen her dönemde, kralların, diktatör ve sultanların yanında yer alan ve insanları yöneticilere itaat ettirmek için maddi güçleri ve fikirleri ile çalışan belamlar var olagelmiştir. Bunlar, aldıkları ücretler ve ayrıcalıklar karşılığında insanları yöneticilere itaat etmeleri için insanları mali ve fikri olarak baskı altına almışlardır.
İnsanları köleleştirme ve sultanlara kul yapma çabası, Osmanlı döneminde en sefil noktaya kadar alçaltılmış, sultanlar, kendilerini Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak insanlara kabul ettirmişler, insanlar da sultanın kulu olduklarını söyleyecek kadar onur ve haysiyetlerinden soyutlanabilmiş, alçalabilmişlerdir.
Kendilerini yaratıp onlara bir hayat bahşedene kul olup yücelme yerine kendileri gibi ancak bir kul olan yöneticilerine kul, köle olup alçalan kimseler, maalesef günümüzde de oldukça fazla bulunmaktadır. Bunlar, bulundukları konumu, içerisine düşürüldükleri durumu hiçbir şekilde düşünmeden, önder edindikleri kimselere zillet içerisinde kul olmuşlardır.
Batı toplumları, kısmen kula kul olmayı şimdilik biraz aşmışsa da –ki onlar da hevalarına köle olmuş durumdalar- ülkemizde bu körü körüne padişahım çok yaşa mantığı, halen koyu bir cehalet olarak maalesef devam etmektedir.
Toplumun düşünme yeteneklerini yitirmesi nedeniyle tarikatçıların, vakıf, dernek ve particilerin, yönetici ve siyasetçilerin ellerinde adeta pavlov’un köpeklerine dönmüşler, uzatılan her şeye karşı bilinçsizce refleks göstermişlerdir. Siyasetçiler, topluma maddi ve manevi vaatlerde bulunarak onları, istedikleri şekilde şartlandırmışlar, her istediklerini onlara yaptırmışlar, ancak hiçbir zaman vadettiklerini yerine getirmemişlerdir.
Toplum, o kadar şartlanmıştır ki, kendilerini aldatanları hiçbir zaman ve hiçbir şekilde sorgulamamışlar, halen de sorgulamamaktadırlar. Sorgulamıyorlar, çünkü sorgulama mekanizması olan düşünme yeteneklerini kaybetmişlerdir. Bu nedenle de inançları başta olmak üzere, bütün değerlerine hakaret edildiği, kişilikleri ayaklar altına alındığı, ahmak yerine konuldukları halde bir kez olsun bu durumlarını düşünmemişler, içerisinde bulundukları zilletin farkına varmamışlar, hatta kendilerini bu denli alçaltanları ahmakça savunmaktadırlar.
Toplum, tarikat, vakıf, dernek ve particiler, yönetici ve siyasetçiler tarafından onca aşağılanmalarına, inanç değerlerine hakaret edilmesine, Kur’an’dan kendilerini uzaklaştırmalarına rağmen tepki göstermemektedirler. Ömer Hayyam’ın “Celladına âşık ise bir millet, müstahaktır her türlü zillet” sözünde ifade ettiği gibi müstahak olduğu zilleti yaşamaktadır.
Toplum, kendilerini bu denli alçaltanlara karşı tavır takınacak, kendilerini bu aşağılık durumdan kurtaracak yerde daha beter bir şekilde kendilerini kullananları kutsamışlar, övgülerinde sınır tanımamış, onları aşırı şekilde övüp yücelterek ilah edinip tapınmışlardır.
Kur’an’ın, düşünmeyen kimseleri tanımlaması
Yüce Allah (cc) Kur’an’da, üzerinde bulundukları değerlerin farkında olmayan, düşünme yeteneklerini kaybeden, kendilerine söylenen gerçekleri dinlemeyen, duygularının esiri olan, heva ve heveslerini her şeyin üstünde tutan, Haktan sapan kimseleri, çeşitli vasıflarla vasıflandırmaktadır.
Kur’an’da, iman konusunda, söz ve davranışları ile sıkıntıları olanlar, kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtetler şeklinde belirtilirken bildikleri Tevhidi esasları değiştirip gizleyen, Hakka sırt dönen, bildikleri esaslara uygun hareket etmeyen, Allah’tan başkasına itaat eden, gerçekleri işitmeye tahammül etmeyip kaçan, kendilerini övüp böbürlenenler, çeşitli hayvanlara benzetilerek sıfatlandırılmaktadırlar.
Düşünmeyen kimseler, hayvanlardan daha aşağılıktırlar
Kur’an, Rabb’ine kulluk yapması için en güzel biçimde yaratılan insanın, bu amacına aykırı hareket etmesi durumunda, aşağıların aşağısına düşeceğini, ancak iman edip salih amel işleyenlerin böyle olmadıklarını, onlar için sonsuz bir mükâfatın olduğunu bildirmiştir.
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik; ancak inanıp iyi işler yapanlar hariç, onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır.” (Tin, 4-6)
İnsanlara, yaratılış amaçlarını düşünmeleri konusunda uyarılarda bulunan, onlara yerin, göklerin ve kendi yaratılışlarını hatırlatarak akletmelerini isteyen yüce Allah (cc), düşünmeyen kimseleri hayvanlara benzetmiş, hatta hayvanlardan daha aşağı olduklarını bildirmiştir.
“İşitmedikleri halde ‘İşittik’ diyenler gibi olmayın, Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal, 21-22)
Bir konuyu araştırmadan, söylenenleri körü körüne dinleyen ve anlamadıkları halde anladık görüntüsü vermek için “İşittik” diyen kimseleri, yüce Allah (cc), canlıların en kötüsüne benzetmekte ve bunların, iman etmeyen kâfirler olduklarını açıklamaktadır.
“Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun! Kesinlikle onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar, yolca (hayvanlardan) daha sapıktır.” (Furkan, 44)
Günümüz insanlarını en güzel tarif eden iki ayet; tarikat, parti, dernek ve vakıflarda nice kalabalık gruplar vardır ki, o toplulukları oluşturan insanların tümünde, kendilerine ait tek bir fikir yoktur. Her grupta bulunan bireyler, kendi şeyhinin, hocasının, lider ya da başkanının sözünü dinler, ondan başka bir şey bilmez, kendilerine söylenenleri araştırma gereği bile duymazlar.
Tıpkı yukarıdaki ayetlerde belirtildiği gibi, hayvan sürüleri gibidirler, hatta hayvan sürülerinden de beterdirler. Çünkü hayvan sürüleri içinde bulunan bazı hayvanlar, çoğu zaman çobanının sürdüğü yere gitmemekte, sağa sola kaçışabilmektedirler. Ancak tarikat, parti, dernek ve vakıflarda bulunanlar, zerre kadar şeyh, hoca ve liderinin sözünden dışarı çıkmamaktadırlar.
Kur’an’da, aklını çalıştırmayıp Rab’lerine düşman olan tağuti sistemlere, Rab’lerine isyan eden şirk ve küfür yuvaları tarikat, parti, dernek ve vakıflarda bulunan, bunlara destek veren kimselerin, maymunlar ve domuzlar seviyesinde olduğu bildirilmiştir.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)
Düşünmek, öncelikle kişinin, kendisini ilgilendiren konu ve olayların, kendisi ile ilişkisi bulunan kişi ve grupların durumlarını araştırıp bilgi sahibi olmak, bir erdemli bir insan olmanın, insanca yaşamanın gereğidir.
Düşünmek, erdem sahibi, kişilikli kimselerde bulunan bir haslet, bir fazilettir. Düşünmeyenler, kalpleri, gözleri, kulakları olmasına rağmen bunları gereği gibi kullanmayan kimselerdir ki bunlar, Kur’an’ın ifadesi ile hayvanlardan daha aşağıda bulunan kimselerdir. Bunlar, Rab’lerinin hükümlerine hiç ya da yeterince uymadıkları için aşağılık kimseler olarak cehennemdedirler.
Kur’ani gerçeklerden, Tevhidi esaslardan uzaklaşanlar, düşünüp akletme yeteneklerini de yitirdikleri için kendilerini idare edenlerin önünde en zelil hallerini yaşamakta, Esfele Safilin derekesinde, aşağılık bir duygu içerisinde yöneticilerine kul, köle olmaktadırlar.
İnkâr edenler, hayvanlardan daha aşağı bir durumdadırlar
İnkâr edenler ve hevalarını ilah edinip ona uyanların durumunun çok kötü olduğunu bildiren yüce Allah (cc), o kimseleri hayvanlara benzetmekte, hatta hayvanlardan daha kötü bir durumda olduklarını bildirmektedir.
“Andolsun, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki kalpleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapık ve işte gafiller onlardır!” (A’raf, 179)
Yüce Allah (cc), insanları, akıl ve iradelerini kullanma özelliği ile en güzel bir biçimde yaratmıştır. Bu nedenle akıl ve iradelerini kullanan kimseler, yaratılış fıtratları doğrultusunda hareket ettikleri için Rab’lerinin yanında yükseleceklerdir.
Hayvanlarda, akıl ve irade yoktur; yüce Yaratıcı onları, içgüdüleri ile hareket eden varlıklar olarak yaratmıştır. Bu nedenle hayvanlar, düşünerek hareket edemezler, ancak içgüdüleri ile hareket ederler.
Hayvanlar, yaratılış fıtratları doğrultusunda hareket ederek, kendilerine takdir edilen hayat tarzlarını sürdürürler. Ancak en güzel özelliklere sahip kılınarak yaratılan insanlardan bazıları, kendilerine verilen hasletleri kullanmadıkları gibi, Rab’leri tarafından kendilerine önerilen hayat tarzını da kabul etmedikleri için, hayvanlardan daha aşağı bir konuna düşerler. Nitekim yüce Allah (cc), iman etmeyenleri şöyle vasıflandırmaktadır.
“Allah'a göre canlıların en kötüsü, kâfirlerdir; artık onlar inanmazlar.” (Enfal, 55)
“Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal, 22)
Akletme, düşünme, işitme ve konuşma özellikleri hepsi bir arada insanlara verilmiş hasletlerdir. Aklederek, yaratılış gayelerini düşünüp kendilerini yaratana iman edenler, Rab’lerinin kendilerine bildirdiği ilahi gerçekleri işitip o doğrultuda hareket edenler ve bu gerçekleri, tahrif etmeden diğer insanlara ulaştıranlar, hidayete ulaşmış kimselerdir. Bunlar, Rab’lerinden gelen hidayet üzerindedirler; aklını kullanmayıp düşünmeyenler, iman etmezler ve iman etmedikleri için de, tıpkı hayvanlar gibi içgüdüleri ile hareket eden ve doğru yoldan sapan kimselerdir.
Tevhidi esaslardan yüz çevirenlerin durumu
Yüce Allah (cc), bildikleri Tevhidi gerçeklere göre yaşamayan, bu gerçekleri gizleyen kimseleri, dilini sarkıtıp soluyan köpeklere benzetmektedir.
“Onlara şu adamın haberini de oku; kendisine ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı, şeytan onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu; dileseydik elbette onu o ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer, üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur; işte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur, bu kıssayı anlat, belki düşünürler.” (A’raf, 175-176)
Köpekler, belli bir içgüdü ile yaratılmış, yaratıldığı fıtrat doğrultusunda hareket etmesi halinde insanlar yanında değerlidir. Köpeklik görevini yapmayan, üzerine giden insanlara saldırmayan, uyuz köpekler, bir kenarda dillerini sarkıtıp solurlar. İşte Haktan sapanlar da tıpkı uyuz köpekler gibi bir işe yaramazlar, sorumluluklarını idrak etmezler.
Kendisinde bulunan ayetlerin gereğini yerine getirmeyen, insanlara bu ayetleri ulaştırmayan, kendisine sorulduğunda, sorumluluğun gereğini yerine getirmeyen kimseler, tıpkı böyle uyuz köpekler gibidirler.
Kur’an’da, Ashab-ı Kehf gençlerinin, mağarada bulundukları sırada sahibini korumak içgüdüsüyle mağaranın kapısında bekleyen köpeğin örnekliği de verilir. Ancak bu köpek kınanarak değil, onun sahibine sadakati örnek verilir.
Rab’lerine kulluk yapmaları için yaratılan, Rab’lerinin ayetlerinden haberdar bulundukları halde kulluk ve davet sorumluluğunu yerine getirmeyen kimseler, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumuna benzetilerek aşağılanmaktadır.
Yüklendikleri gerçeklere göre yaşamayan ve gerçeklerden kaçanlar
Kur’an, ilahi gerçeklere karşı gösterdikleri tepkilerine göre kişileri vasıflandırırken, bildikleri gerçeklerin gereğini yapmayanları, kitap yüklü merkeplere benzetmekte ve Kitab’ı bilmelerine rağmen, yaşama ve topluma ulaştırma konularında sorumluluklarını yerine getirmedikleri için ayetleri yalanladıklarını bildirmektedir.
“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir; Allah’ın ayetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Cuma, 5)
Bu kimseler, Kitab’ı bilirler, ancak onun içindeki gerçekleri hiçbir şekilde kabul ederek hayatlarına aktarmazlar. Kendilerine taşıdıkları gerçekler hatırlatıldığında da tıpkı aslan görmüş merkepler gibi, kendilerine hatırlatmalarda bulunan kimselerden kaçmaktadırlar.
“Böyle iken onlara ne oluyor ki öğütten yüz çeviriyorlar; yaban eşekleri gibi aslandan ürkmüş.” (Müddessir, 49-51)
İfade oldukça düşündürücüdür; “Aslandan ürkmüş yaban eşekleri” aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri, korku içerisinde sesleri çıktığı kadar anırarak kaçarlar. Bu ifade, kendilerine Tevhidi esaslar hatırlatıldığında, sesleri çıktığı kadar bağırıp davetçilere hakaret eden kimseleri ifade etmektedir.
Müşrikler, Tevhidi esasları kabul etmedikleri gibi, en şirret şekilde, ellerindeki bütün imkânları kullanarak davetçilere saldırmakta, sesleriyle daveti durduracaklarını ve davetçileri susturacaklarını zannetmektedirler.
“Kâfirler dediler ki: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, o(okunduğu)nda gürültü edin (ki anlaşılmasın), belki ona galip gelirsiniz." (Fussilet, 26)
“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da yalanladı; her millet, elçisini yakalamağa yeltendi; hakkı gidermek için boş şeyler ileri sürerek tartıştılar, bu yüzden onları yakaladım; azabım nasıl oldu!” (Mü’min, 5)
Tevhidi daveti durdurmak ve davetçileri susturmak adına bağırıp çağırarak boş şeyler ileri sürenler, sesleri ile ortalığı velveleye veren eşeklerin durumu gibidir. Bunlar, akıllarını kullanmayan, akıllarını kullanmak yerine şirretle ve şiddetle hareket eden düşüncesiz kimselerdir.
Kur’ani gerçekleri kabul etmiş görünüp bu gerçeklere aykırı hareket edenler
Kendilerine hatırlatılan Kur’ani gerçekleri kabul ettiklerini iddia etmelerine rağmen, her türlü sahtekârlık ve laf kalabalığı ile gerçeklere aykırı hareket edenleri Kur’an, şaklabanlık yapan, şahsiyetsiz maymunlara benzetmektedir.
“Onlara, deniz kıyısında bulunan kentin durumunu sor, hani onlar Cumartesine saygısızlık edip haddi aşıyorlardı; çünkü Cumartesi (tatil) yaptıkları gün, balıkları onlara akın akın gelirdi, Cumartesi (tatil) yapmadıkları gün balıkları gelmezlerdi. Biz onları yoldan çıkmalarından ötürü böyle sınıyorduk.
İçlerinden bir topluluk: ‘Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi, dediler ki: ‘Rabb’inize mazeret için, bir de belki korunurlar diye!
Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık.
Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” (A’raf, 163-166)
Şahsiyetsiz bir kişiliğe sahip olmaları, Kur’an’a karşı umursamaz tavır takınmaları, kabul etmiş, inanmış görünüp aykırı hareket etmeleri, ikiyüzlü davranmaları nedeniyle haddi aşanlar, maymunlara benzetilmektedir.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.
(Onlar) size geldiklerinde ‘inandık’ derler, oysa küfürle (yanınıza) girmişler, yine onunla çıkmışlardır. Allah onların gizlediklerini daha iyi bilir.
Onlardan çoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün, yaptıkları şey ne kötüdür!” (Maide, 60-62)
Bunların, maymunlar ve domuzlarla anılmaları, inanmış göründükleri halde her türlü haramı, işleyen, yalanı söyleyen, hak hukuk gözetmeden insanların mallarını yiyen ya da yiyenlere destek olan kimselerdir. Domuzlar, kendi pislikleri de dâhil, ne bulursa yiyen, maymunlar da her türlü şaklabanlıkla bildiklerini yapan hayvanlardır.
Tağuta itaat edenler de, Rab’lerinin kendilerine bildirdiği Tevhidi esasları bırakıp kendi cinslerinden olan kimselerin kurallarına uyan bu nedenle şirke düşüp imanlarına pislik bulaştıran kimselerdir.
Sonuç itibarı ile düşünme yeteneğinden yoksun erdemsizler, hayvanlardan beter kimselerdir. Düşünmek, insanı onurlandırıp yüceltirken, düşünmeyen, kendilerine söylenen her sözü araştırıp soruşturmadan inanan kimseler, tıpkı önüne ne konulursa yiyen hayvanlar gibidirler.
Ramazan Yılmaz: 2015.08.19
Bir yanıt yazın