Press ESC to close

DİYANET ŞEBEKESİ İNKÂR EDİLMESİ FARZ, İTAAT EDİLMESİ KÜFÜR

KUR’ANA DAVET

İNKÂR EDİLMESİ FARZ, İTAAT EDİLMESİ KÜFÜR OLAN

DİYANET ŞEBEKESİ

İSLÂMİ GERÇEKLERİ SAPTIRMAKLA GÖREVLİ BİR TEŞKİLAT

İslâm, insanlar arasında dünya hayatında varolan adabı muaşeret kuralları da dâhil, siyasi, hukuki, ticari, sosyal, toplumsal vb. tüm ilişkilerini düzenleyen bir din, bir nizam ve sistemdir. İslâm dinine iman eden bir kimse, İslâm'ın, bireysel, toplumsal ve hukuksal bütün hükümlerini kabul etmek, kendi yaşamını, diğer insanlarla olan ilişkilerini ve Rabb'ine karşı kulluk görev ve sorumluluğunu bu hükümlere göre düzenlemek zorundadır.

İslâm'ın, insanların dünya hayatlarını düzenleyen bir din, bir sistem, hayata düzen veren bir nizam olduğunu bilen İslâm düşmanları, özellikle de Kemalist sistemin kurucu ve taraftarları, İslâm dinini yeryüzünden kaldırmak ve inanan insanları dinsiz birer ateist yapmak için çeşitli yollara başvurdular, ancak bu çabalarında başarılı olamadılar.

İslâm'ın bir hayat nizamı olduğunu itiraf eden Kemalist zorbalığın koruyucuları, bu gerçeği, zaman zaman açık bir şekilde dile getirmektedirler. Kemalist zorbalığın akıl hocalarından Prof. Mümtaz Soysal, 100 soruda Anayasanın Anlamı adlı kitabında, İslâm'ın bir hayat nizamı olduğunu şu ifadeleri ile açıklamaktadır.

“İslâm dini, din ile devlet işlerini ayırmak şöyle dursun, bunlarda tam bir kaynaşma getiriyor. Din, insanların iç dünyaları kadar, devlet konusundaki davranışları da kurallara bağlamak amacını gütmektedir. Bu alanda laikleşmeye doğru atılan her adım, eninde sonunda dinin kendisi ile çatışmaya kadar varıyor.” (Prof. Mümtaz Soysal, 100 soruda Anayasanın Anlamı, sh. 172)

Kemalist sistem, İslâm ile çatışmayı göze alamadı, alamazdı da, çünkü akıbetinin ne olacağını çok iyi biliyordu. İslâm ile karşı karşıya gelmeyi göze alamayan inkârcı zorba sistem, daha sinsi metotlarla İslâm'ın sosyal hayata yönelik hükümlerini hayattan kaldırıp vicdanlara hapsetmek için Diyanet işleri başkanlığı adı altında bir teşkilat kurdu. Prof. Mümtaz Soysal, bu teşkilatın görevinin ne olduğunu da şu satırları ile ortaya koymaktadır.

“Bu da, dinin toplum işlerinden, toplumsal görevlerinden sıyrılıp ‘vicdanlara itilmesi’, kişilerin iç dünyalarından dışarıya taşmayan bir inançlar bütünü sayılabilmesi. Bu, aynı zamanda, dünya işleriyle yakından ilgili olan Müslümanlığın kendi içinde de bir reforma girişmek demek. Bir bakıma, Atatürk’ün uygulamak istediği laiklik politikası, dini, ‘toplumsal’ olmaktan çıkarıp ‘kişisel’leştirirken, Müslümanlığın temek niteliklerinden birine de dokunmuş oluyordu. Laik (dinsiz, ateist) devlet, yalnız mezhepler arasında ayırım gütmeyen, resmi bir dini olmayan, dinsel kurallarla iş görmeyen bir devlet olmakla kalmamalı, aynı zamanda dinin vicdanlara itilmesi için gerekli tedbirleri de alabilen devlet olmalıydı.” (Mümtaz Soysal, a.g.e. sh. 171)

Laiklik: Fransa’da Hrıstiyanlığı, halk üzerinde bir baskı aracı olarak kullanan Kral ve kilisenin zulüm ve sömürüsünden bıkan Fransız düşünürlerinin, ortaya attıkları iddialarının tanımı olan laiklik kavramı, dini hayattan fertten ve toplumdan uzaklaştırma düşüncesidir.

Türkiye'de laiklik

Laik, ateist, dinsiz Kemalist sistem, dinin sosyal ve toplumsan hayattan kaldırılıp vicdanlara itilmesi görevini en iyi şekilde yapacak olan Diyanet şebekesini kurdu. Bu şebekenin, laik sistem içindeki yerinin ve görevlerinin ne olduğunu da yine Soysal, şöyle ifade etmektedir.

“Laik devlette ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel idare içinde yeralması, Türk devriminin özelliklerine uygun bir laikliğin, yani dini toplum işlerinden kişisel vicdanlara itebilme işinin daha sağlam ve emin yollardan gerçekleştirilmesi dışında herhangi bir anlam taşıyamaz.” (Mümtaz Soysal, a.g.e. sh. 174)

Kemalistler, hiçbir şeyden çekinmeden, pervasız bir şekilde İslâm dini üzerinde oynadıkları oyunu ifade etmekte ve Diyanet şebekesinin hangi amaçla kurulduğunu açıklamaktadırlar. Kurulan bu şebekenin görevi, İslâm'ın sosyal ve toplumsal kurallarını gizlemek, İslâm'ı, yaşamsal hayattan uzaklaştırarak tıpkı Hrıstiyanlık ve diğer batıl dinler gibi ruhbanlık dini haline getirip vicdanlara hapsetmektir.

İslâm düşmanı Kemalist sistem, kurduğu Diyanet şebekesini oldukça önemsemiş ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi başkanlık olarak isimlendirmiştir. Genel Kurmay Başkanlığı, fiziki baskı ve zorbalıkla insanları sindirirken, Diyanet şebekesi de, insanların dini duygularını istismar etmiş ve İslâm'ı, her türlü yalan, sahtekârlık ve kiralık ajanları namaz memurları, vaiz ve müftüleriyle vicdanlara hapsetmeye ve ruhbanlık dini haline getirmeye çalışmıştır.

Ateist, laik sistem, Diyanet şebekesini yalnızca konum olarak değil, yapacağı işler için de oldukça önemsemiş ve bütçesinden her yıl düzenli olarak ve laik sistemin birçok önemli bakanlıklarının bütçelerinin 10-15 katı kadar parayı, bu şebekenin işleyeceği dini cinayetleri (İslâm'ı vicdanlara hapsetme görevi) karşılığında rüşvet olarak vermektedir.

Kemalist zorba sistem, protokolde Tapu Kadastro Müdürlüğü kadar bir yere sahip olan Diyanet şebekesine bütçesinden, sistemin çok önemli altı bakanlığının toplam bütçesinden çok daha fazla bir para ayırmaktadır. Ayrıca yıl ortasındaki ek ödemeler ve bu şebekenin kurduğu Diyanet vakfının gelirinin de eklenmesi ile bir müdürlük seviyesindeki Diyanet şebekesinin bütçesi, devlet içinde devlet bütçesi haline gelmektedir.

Diyanet şebekesi, laik sistemden ve Hac vb. çeşitli sahtekârlıklarla halktan topladığı paralarla müftüler, vaizler ve namaz memurları ile bunların laik ve ateist sistemin taleplerine uygun çalışıp çalışmadıklarını kontrol edecek müfettişler kiralamıştır. Bu kiralık ajanlar, Diyanet şebekesinden, maaş adı altında aldıkları rüşvet niteliğindeki paralar nedeniyle görevlerini gereği gibi yapmışlar ve İslâm'ın toplumsal ve sosyal hükümlerini gizleyerek İslâm'ı hayattan uzaklaştırmışlardır.

Diyanet şebekesinin başındaki başkanlar

Ateist laik Kemalist sistem tarafından kurulan Diyanet şebekesinin başına, sürekli olarak, İslâm'ın bir hayat nizamı, bir devlet sistemi olmadığını iddia edip ateist Kemalist sisteme iman eden ve zorba sisteme, İslâmi gerçekleri gizleyeceğine dair güvence veren kişiler getirilmiştir. Diyanet şebekesinin başına getirilen bu kişiler, görevlerini laik ateist sistemin emirlerine göre yerine getirmişlerdir. İslâm düşmanı bu başkanların hepsi aynı olmakla beraber bunlardan bir kaçının söylediklerine bakıldığında bunların, nasıl bir kişiliğe sahip oldukları ve İslâm'dan çok ateist Kemalist sisteme iman ettikleri görülecektir.

Tayyar Altıkulaç, göreve getirildiği zaman, görevini Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda yerine getireceğini söylemiştir.

Sait Yazıcıoğlu, kendisinin cunta yönetimi tarafından Diyanet şebekesi başına getirildiğini, cuntadan övgü ile söz ederek, yüzü kızarmadan açıklamıştır.

Diyanet şebekesinin başına getirilen başkanların hepsi birbirinin benzeri olan ve ateist sisteme iman eden, laik sistemin İslâm'ı hayattan kaldırmasını can-u gönülden destekleyen, İslâm'a iman etmeyen kişilerdir. Bunlardan biri de eski başkanlardan Ahmet Hamdi Akseki adlı kişidir. Bu kişi, sistemin İslâm dini üzerinde oynadığı oyunu can-u gönülden kabul etmiş ve yazdığı kitaplarda, bunu ifade etmekten çekinmemiştir.

Akseki, yazdığı kitaplarda, İslâm'dan ve İslâm'ın siyasi görüşünde ne kadar gafil olduğunu, cehaletini gizlemeden ortaya koyabilmiştir. Aşağıya alınan yazı, Akseki adlı kişinin cehaletinin ve aldığı maaş karşılığında gerçekleri nasıl gizlediğinin apaçık bir göstergesidir.

“Din, bir devlet işi değil, bir vicdan işidir. Nerede devlet, fertlerin din işleriyle meşgul olmuş ve bunu nizamlamaya kalkmış ise orada bir huzursuzluk başlamıştır. Çünkü öyle yerlerde zamanla din siyasete ve netice itibarıyla de şahsi menfaate alet edilmiş, taassup hâkim olmuş, İslâm dininin vasıflarından biri olan şefkat ve müsamaha ortadan silinerek yerini zulüm ve ceberruta bırakmıştır.” (Akseki, İslâm Fıtri, Tabii ve Umumi bir dindir, C.1,Sh.576)

Bu satırları yazan Akseki adlı şahıs, öncelikle kendisini o göreve getiren laik ateist sistemin, dini ateist felsefesine göre nasıl düzenlediğini ya bilmeyecek kadar cahil ya da gerçekleri bilerek çarpıtan, Hakkı batıla bulayıp gerçekleri örtbas eden, Samiri soylu yalancı bir belamdır.

İkincisi Akseki, yazdıklarıyla Rasulullah (as)’ın aynı zamanda bir siyaset ve devlet adamı olduğundan habersiz ve Hulefa-i Raşidin hayatlarından ve devlet yönetimlerinden ne kadar gafil olduğunu ortaya koyan bir düzenbaz ve cahildir.

İslâm'ın, şefkat ve müsamaha yönünü bilen Akseki’nin, İslâm'ın devlet yönünü ve İslâmi esasların sosyal ve toplumsan hükümlerini bilmemesi düşünülemez. Burada yapılan düzenbazlık, alınan maaş ve verilen makam uğruna İslâmi gerçeklerin gizlenmesinden ve bile bile Hakkın batıla bulaştırılmasından başka bir şey değildir.

Laik Kemalist sistem, kendi ateist felsefesine uygun hareket eden Diyanet şebekesinin başkanlarını ve hizmette kusur etmeyen müftü, vaiz ve namaz memurlarını, tıpkı Fir’avn’ın, Hz. Musa (as)’ın getirdiği gerçekleri saptırmaları karşılığında sihirbazları mükâfatlandıracağını vaat etmesi gibi mükâfatlandırmış, onların birçoğunu daha sonra milletvekili seçtirerek ödüllendirmiştir.

Yukarıda belirtildiği üzere laik ateist Kemalist sistem, kendi küfür felsefesine göre düşünen kişileri, diyanet şebekesinin başına getirmiş bunlar ve bunların kiraladıkları müftü, vaiz ve namaz memurları vasıtasıyla İslâmi esasların toplumsal ve sosyal hükümlerini gizletmiş, İslâm’ı ruhban bir hale dönüştürerek bu vicdansızlar eliyle vicdanlara hapsettirmiştir. Kiralanan bu ajanlar da, aldıkları ücretin hakkını vererek, hakkı batıla bulandırmış, gerçekleri karıştırarak İslâm’ın toplumsal ve sosyal hükümlerini gizlemişlerdir.

Müftü, vaiz ve namaz memurlarının durumu

Diyanet şebekesi, kendisine yükletilen dini vicdanlara hapsetme görevini, laikliğin esaslarına ve ateist prensiplerine uygun bir şekilde yerine getirmiş ve halen de hiç aksatmadan yerine getirmektedir. Bu şebekenin eski başkanlarından Tayyar Altıkulaç’ın da itiraf ettiği üzere, görevlerini “Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda” yerine getirmişler ve Allah'ın dini yüce İslâm’ı, emperyalizmin yerli işbirlikçisi Kemalist sisteme uydurmaya çalışmışlardır.

Diyanet şebekesi, İslâmi esaslardan birçoğunu örtbas etmiş, gizlemiş, birçoğunu da asıl anlamlarından saptırmıştır. Kısacası bu şebeke, kiralık ajanları ile İslâmi esasları katletmiştir. Bu nedenle bu şebeke, Diyanet değil, cinayet şebekesidir.

İslâmi gerçekleri gizleyen Diyanet adındaki cinayet şebekesinin kiralık ajanları, Kur’an’ı Arapça olarak tam okumalarına karşılık Türkçe açıklamasının, devlet ile ilgili hükümlerini gizleyerek insanlara, Kur’an’ın bireye hitap eden ibadetlerle ilgili hükümlerini anlatıyorlar. Bu ücretli ajanların, İslâm'ın yalnızca bu kısımlarını bildikleri elbette söylenemez. Çünkü bir üst ayeti okuyup hemen altındaki ayeti görmemek mümkün değildir. Onlar, ateist düzenin kurduğu diyanet şebekesinin kendilerinden istediğini yapmakla görevlidirler.

Ateist sistemin kiralık ajanları, hükmün yalnızca yüce Allah'a ait olduğunu, faizle iştigal etmenin, Allah'a ve Rasulüne savaş açmak anlamını taşıdığını ve küfür olduğunu, tağutu reddetmeden yüce Allah'a iman edilmeyeceğini, kısas, had cezaları, zina ve miras ile ilgili ayetleri, şirk ve putperestliği, hukuki şer’i hükümleri hiçbir zaman insanlara açıklayamaz, anlatamazlar.

Yüce Allah (cc), aldıkları üç kuruşluk maaşları için ayetleri gizleyip açıklamayan Diyanet şebekesinin kiralık ajanları olan müftü, vaiz ve namaz memurlarının durumunu ortaya koymakta, onlara lanet okumakta ve bu kimselerin, sapık kimseler olduklarını, bu nedenle onlar için acı bir azabın bulunduğunu bildirmektedir.

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya), işte onlara hem Allah lanet eder, hem bütün lanet edebilenler lanet eder.” (Bakara, 159)

“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip, onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar. Kıyamet günü Allah ne onlara konuşacak ve ne de onları temizleyecektir. Onlar için acı bir azap vardır.

Onlar hidayet karşılığında sapıklık, mağfiret karşılığında azap satın almışlardır. Onlar ateşe, karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)”(Bakara, 174-175)

“Ebedi lanet içinde kalırlar. Ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de onlara fırsat verilir.” (Bakara, 162)

Diyanet şebekesinin maaşlı ajanları, ateist rejimden aldıkları birkaç kuruş uğruna, yüce Allah'ın indirdiği ve açıklamasını istediği ilahi hükümleri gizleyerek kendi elleriyle kendilerini ebedi ve küçük düşürücü acı azaba atmışlardır. Yaptıkları işin ne derece kötü olduğunun farkında olmayan bu kiralık ajanlar, yüce Allah'ın Kitabını arkalarına atmışlar, hükümlerini gizleyerek insanların Tevhidi esaslara yönelmelerine engel olmuşlardır.

“Allah, kendilerine Kitap verilenlerden: ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!’ diye söz almıştı. Fakat onlar, verdikleri sözü sırtlarının ardına attılar ve karşılığında birkaç para aldılar. Ne kötü şey satın alıyorlar.’ (Al-i İmran, 187)

“Allah’ın ayetlerini az bir paraya sattılar da O'nun yoluna engel oldular. Onların yaptıkları, gerçekten ne kötüdür!” (Tevbe, 9)

Diyanet şebekesinin kiralık ajanları, Kur’an’ın bir kısım hükümlerini gizleyerek insanların Allah yoluna yönelmelerine ve Tevhidi esasları öğrenip şirk ve küfürden kurtulmalarına engel olmuşlardır. Bu şebeke ve kiralık ajanları, şeytan (aleyhillanen)in yapmak istediğini, Diyanet şebekesinin kiralık ajanları aldıkları üç kuruşluk çıkar uğruna yapmışlardır.

Diyanet şebekesinin kiralık ajanları, tıpkı tabi oldukları şeytan (aleyhillane) gibi hareket ederek doğru yolda olduklarını göstermek için İslâmi gözükmekte, ancak ataları şeytan gibi insanları, sağdan girerek saptırmaktadırlar. Hani şeytan (aleyhillane), yemin ederek, Allah'ın doğru yolu üzerine oturacağını ve bu doğru yola gelen insanları saptıracağını söylemişti.

“Öyle ise, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” (A’raf, 16-17)

İşte şeytanın sağdan saptırma görevini, Diyanet şebekesi ve ona bağlı kiralık ajanları yapmaktadır. Camilere oturtulan bu kiralık ajanlar, yüce Allah'ın adını kullanarak ve O’nun ayetlerinin bir kısmını gizleyerek insanları doğru yoldan ve Tevhidi esaslardan saptırmaktadırlar.

Diyanet şebekesi, hazırladığı ve namaz memurlarının ellerine tutuşturduğu hutbelerle dinin bir vicdan meselesi olduğunu sürekli bir şekilde tekrarlatıp durur. Böylece insanlarda, din denince kişinin iç dünyasından dışarıya çıkmayan, siyaset ve devletle ilgilenmeyen bir anlayış hâkim olur. Yüce Allah'ın devre dışı bırakıldığı, O’nun yerine insanların ilah olarak kabul edildiği bu anlayış, şeytanın yapmak istediği şeyin ta kendisidir.

Ateist laik Kemalist sistemin ve onun kurduğu Diyanet şebekesinin, İslâmi konularda hüküm koymaya, camileri işgal edip namaz memuru atamaya hak ve yetkileri yoktur. Yüce Allah (cc), bu müşriklerin İslâm'a hizmet etme haklarının bulunmadığını bildirmektedir.

“Müşrikler, nefislerinin küfrünü göre göre Allah’ın mescitlerini şenlendiremezler. Onların yaptıkları işler, boşa çıkmıştır. Ve onlar, ateşte sürekli kalacaklardır.

Allah’ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar şenlendirirler. Onların, doğru yolu bulanlardan olacakları umulur.” (Tevbe, 17-18)

Kendileri şirk ve küfür içerisinde olan kimselerin, İslâm'a hizmet etmeleri elbette mümkün değildir. Şayet böyle kimseler, İslâm'a hizmet etmeye çalışıyor ve İslâmi konularda konuşuyorlarsa bunlar, şeytanın görevini üstlenen ve dini bozmaya çalışan kimselerdir.

Yüce Allah'a ve O’nun indirdiği Tevhidi esaslara iman eden hiç kimse, şirk ve küfür içerisinde yüzen Diyanet şebekesinin paralı ajanlarına inanmaz, onlara hiçbir konuda tabi olmaz, onların arkalarında namaz kılmaz. Çünkü nasıl ki şeytan imam kabul edilip arkasında namaz kılınmayacaksa, şeytanın insan cinsinden olan ve şeytanın görevini üstlenen namaz memurları da imam kabul edilip arkalarında namaz kılınmaz.

İnsanların yeryüzündeki hayatlarını düzenlemek için gönderilen İslâm dinini hayattan kaldırmaya çalışan Diyanet şebekesinin, dini vicdanlara hapsetme çabası yanında İslâm üzerine oynadığı başka melanetleri de vardır. İşte bunlardan birkaç tanesi,

Küfür, şirk ve putperestlik konularını gizlemesi, Tevhidi esasların temel amacı, küfür ve şirkin terk edilerek yüce Allah'a sadakatle iman edilmesidir. Diyanet şebekesi ve ona bağlı ajanları, ülkede işlenen küfür ve şirk konularını dile getirmemekte, putları kutsayan yöneticilerin yaptıklarının putperestlik, küfür ve şirk olduğunu insanlara açıklamamaktadırlar. Bu nedenle insanlar, çoğu zaman din adına bu putperest yöneticileri destekleyerek onların küfür, şirk ve putları kutsamalarına ortak olmakta ve şirke düşmektedirler.

Vakti girmeyen namazı kıldırması

Türkiye’de sabah namazını vaktinden önce kıldırıp namazı boşa çıkaran Diyanet şebekesi, yurt dışında da, özellikle de batı Avrupa ülkelerinde, yaz günlerinde, yatsı namazını, vakti girmeden ve ortalık daha aydınlık iken kıldırmakta, sahur vaktini, sabah aydınlığı ortaya çıktıktan ve sabah namazı vakti girdikten sonra bitirmektedir. Böylece insanlar, ikiyüzlü Diyanet şebekesi yüzünden, hem yatsı namazını kılmamış oluyorlar, hem de oruçlarını sakat ediyorlar.

Bayram günü oruç tutturması ya da arife günü bayram yaptırması

Fasık ve kâfirlerin cenaze namazlarını kıldırtarak Allah'ın ayetlerini inkâr etmesi, Kur’an’ı kerim, fasıkların cenaze namazlarının kılınmayacağını ve kabirleri başınla durulmayacağını açık bir şekilde emreder.

“Ve onlardan ölen birinin üzerine asla namaz kılma, onun kabri başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler.” (Tevbe, 84)

Bu açık hükmü hiçe sayan Diyanet şebekesi ve bağlı elemanları, aldıkları üç kuruşluk çıkarları ve iman ettikleri ateist laik sistemin isteği ile Allah'ı ve Rasulünü tanımayan kâfir, müşrik ve fasıkların, cenaze namazlarını kıldırarak insanların yüce Allah'ın bu hükmüne karşı hareket etmesine neden olmaktadırlar.

İslâm'da olmayan, bid’at olan namazlar ve kutsanmış geceler ihdas etmesi, Kur’an’da namazların vakitleri açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu nedenle Yatsı namazından sonra vitir diye kılınan namazın yatsıdan sonra kılınacağına dair Kur’ani ve Peygamberi hiçbir delil yoktur.

Vitir namazı, gece biraz uyuyup uyandıktan sonra kılınan ve Rasulullah (as)’ın da sürekli bir şekilde uyuyup uyandıktan sonra sabah namazına yakın vakitlerde kıldığı bir namazdır. Vitir namazının yatsıdan sonraya alınması, açık bir şekilde bid’attır ki, bu bid’atı işleyenler, Rasulullah (as)’ın ifadesi ile cehennemdedirler. Vitir namazının yatsı namazına eklenmesi, yüce Allah (cc) tarafından bildirildiği üzere, tamamlanmış olan dini bozmaktan başka bir şey değildir.

İslam'da kutsanmış ve Rasulullah (as tarafından kutlanmış hiçbir gece yoktur. Böyle geceler ihdas etmek, Hrıstiyanlığa özenmek, İslâm'ı bozmak, bid’at ve sapıklıktır. Diyanet şebekesinin, camilerde hararetle kutladığı bu bid’at gecelerine katılmak, şeytanın adımlarını takip ederek dini bozmaktır.

Diyanet şebekesi ve elemanları ateist, tağuti sistemin temsilcileridirler, İslâm düşmanı tağuti sistem adına çalışan Diyanet şebekesi ve ona bağlı elemanları, İslâm'ı ve Müslümanları temsil etme hakkına sahip değildirler. Yüce Allah (cc) adına çalışmayan bu belamlara uymak, şeytanın adımlarını takip etmek ve bu konudaki yüce Allah'ın emirlerine muhalefet etmektir.

Yüce Allah'a, iman eden Müslümanların görev ve sorumlulukları

Müslümanlara düşen görev ve sorumluluk, şeytanın adımlarını izleyen bu cinayet şebekesinin kiralık ajanları olan müftü ve vaizlerine inanmamak ve namaz memurlarının arkasında namaz kılmamaktır. Çünkü birincisi bunlar, tağutun temsilcileridir ve Müslüman değillerdir. Kendileri Müslüman olmayanların Müslümanlara öncülük yapmaları hiçbir şekilde mümkün değildir. İkincisi, bunlara inanmak, kişiyi şeytana tabi kılacağı ve onu yüce Allah indinde sorumluluk altına sokacağı gibi, namaz memurları arkasında kılınan namazlar da boşa gidecektir.

Diyanet şebekesinin kiralık ajanlarına inanıp onlara tabi olmak, kişiyi günaha sokacak, haram işler yapmalarına neden olacaktır. Çünkü Diyanet şebekesi, insanları sürekli kandırmakta ve onların haram işlemelerine, küfre ve şirke düşmelerine neden olmaktadır.

Diyanet şebekesine uymak, İslâm üzerine oynanan oyunlara ortak olmak, yüce Allah'a ve Rasulüne savaş açmaktır. Yüce Allah'a iman etmiş kimselerin, İslâm düşmanı laik ateist düzenin ve onun kurduğu Diyanet şebekesinin şirk ve küfür olan uygulamalarına karşı çıkmaları imani bir zorunluluktur.

Küfür sisteminin ve onun maşası Diyanet şebekesinin İslâm üzerine oynadığı oyunlara karşı çıkmayanlar ve yapılanlara seyirci kalanlar, tıpkı Hz. Lut (as) kavmindeki nemelazımcılar ve Cumartesi gününe saygısızlık edenleri uyarmayan kişiler gibi, onların küfürlerine ve onlara gelen azaba ortak olacaklardır.

İslâm, iman edenler için, canlarından, mallarından, eş ve çocuklarından daha değerlidir. Bu nedenle nasıl ki dünyevi değerlere, iffet ve namuslara, mal ve canlara yapılan bir saldırıya karşı çıkılıyorsa, İslâmi değerlere karşı sürdürülen sinsi ve açık saldırılara da karşı çıkılmalıdır. Müslümanlar, bütün güçleri ile bu din düşmanı saldırgan küfür sistemine ve onun maşası Diyanet şebekesine karşı tavır almalıdırlar.

Şu bir gerçektir ki bir kimse, kendisinin mal, can ve ırz düşmanı olan birinin daha güçlü olmasını, onun daha iyi olmasını istemez, hatta onun yok olması için elinden geleni yapar. Aynı şekilde İslâm düşmanı Batı hukukundan derlenmiş, Batı kültür ve felsefesini kabul etmiş, Anadolu'yu işgal ettiği günden bugüne kadar, bütün gücü ve kurumları ile İslâm'a ve Müslümanlara düşmanlık beslemiştir. O halde İslâmi değerlere savaş açmış, yüzlerce hatta binlerce Müslümanı katletmiş, darağacılarda sallandırmış olan Kemalist sistem de, ne İslâm lehine hayırlı bir karar alabilir, ne de İslâm'ın gelişmesini isteyebilir mi?

Elbette alamaz! Çünkü ateist laik sistem biliyor ki, İslâm'ın gelişmesi ve insanlar tarafından İslâm'ın net olarak bilinmesi kendi sonunu hazırlayacaktır. Bunu bilen Kemalist zorbalık Mümtaz Soysal’ın itiraf ettiği gibi,

“İslâm dini, din ile devlet işlerini ayırmak şöyle dursun, bunlarda tam bir kaynaşma getiriyor. Din, insanların iç dünyaları kadar, devlet konusundaki davranışları da kurallara bağlamak amacını gütmektedir. Bu alanda laikleşmeye doğru atılan her adım, eninde sonunda dinin kendisi ile çatışmaya kadar varıyor.” (Prof. Mümtaz Soysal, 100 soruda Anayasanın Anlamı, sh. 172)

Bu nedenle bu ateist zorba sistem, İslâm ile bu çatışmayı göze alamadığı için, bütün gücü ile İslâm'ın hayattan kaldırılması için çalışmış ve hâlâ da çalışmaktadır ve bunu da Diyanet şebekesi eliyle yapmaktadır. O halde Müslümanlar, İslâm düşmanı bu ateist sisteme ve onun maşası Diyanet şebekesine bütün güçleri ile karşı çıkmalı, onun bütün kararlarını ve maaşlı ajanları olan müftü, vaiz ve namaz memurlarını reddetmelidirler.

 

 

Ramazan Yılmaz: 2011.09.07

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir