Yüce Allah (cc), insanların yeryüzündeki hayatlarını düzenlemek için her şeyi apaçık bir şekilde açıklayan, tamamlanmış bir kitap göndermiştir. Kur’an, dünya ve ahirette insanları ilgilendiren her konuyu apaçık bir şekilde en ince detayına kadar açıklamış, bunları, İslâm dininin kuralları olarak belirlemiş ve bundan razı olduğunu bildirmiştir.
“…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum…” (Maide, 3)
İslâm dinini belirleyen esasların dünya hayatında nasıl yaşanacağı, İslâm ile ilgili nelerin söylenip yapılacağı konusunda rasullerini ve son Rasulü’nü en güzel örnek olarak vermiş, ancak onları örnek edinmekle insanların Kendisini razı edip ahirette umdukları karşılığı alabileceklerini bildirmiştir.
“Andolsun, sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için, en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Müslüman olmak, yüce Allah’ın bildirdiği Kur’ani esaslara, hiçbir ayırım yapmadan ve hiçbirinden sıkıntı duymadan teslim olmak, teslim olunan Kur’ani esasları, Müslümanlar için en güzel örnek olarak verilen Rasulullah (as)’ın örnekliğini esas alarak yaşamaktır. Bunun dışındaki her türlü görüş, düşünce söz ve hareket sapıklıktan başka bir şey değildir. Yüce Allah (cc), Kur’an ve Sünnet dışında kendi görüşleri ile hareket edenlerin sapıklık içerisinde bulunduklarını bildirmiştir.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)
Allah ve Rasulü’nün hüküm verdiği konular, Kur’an’da apaçık bir şekilde belirtilmiş, iman edenlerin bu esaslara aynen uymaları, bunun dışında hareket etmemeleri istenmiştir.
Yüce Allah (cc), Kendisine ve Rasulü’ne itaati esas almış, Kendisine itaatin Rasulü’ne itaatten geçtiğini belirtmiş, Rasul’e itaat etmeyenlerin, kâfirler olduğunu bildirmiştir.
“Kim Rasul'e itaat ederse muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir ve kim de yüzçevirirse, biz seni onlar üzerine muhafız göndermedik.” (Nisa, 80)
“De ki: ‘Allah'a ve Rasul’e itaat edin!’ eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 32)
Allah ve Rasulü’ne itaat, Müslümanlar için imanın esaslarındandır ve bunda en küçük bir sapma kişinin küfre ve şirke girmesine nedendir.
Kur’an, evrensel ve çağlarüstü bir niteliğe sahiptir ve yüce Allah (cc), bu Kitabın son Kitap ve Rasulü’nün de son Nebi olduğunu bildirmiştir. Buna göre Kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için Kur’an, insanları ilgilendiren her konuyu detaylı olarak açıklamış, iman edenleri bunlardan sorumlu tutmuştur.
Hangi çağda olursa olsun, insanların İslâm adına bir şey söyleyip yapmaları, Rasulullah (as)’ın diliyle bid’at, her bid’at sapıklık ve her sapıklık cehennemdedir. Rasulullah (as)’ın bu ifadesi, Ahzab 36. ayetinde yüce Allah’ın bildirdiği esası açıklamaktadır.
Kur’an ve Sünnet dışında yüce Allah (cc), Rasulullah ve İslâm adına herhangi bir görüş ileri sürmek Kur’an’ı (hâşâ) yetersiz görmek, yüce Allah’a dini öğretmeye kalkışmak, İslâm dininin esaslarını bozmaya teşebbüs etmek, haddi aşmak, bid’at ve hurafeler üreterek sapıklık içerisinde cehenneme, acıklı azabı tatmak üzere girmektir.
İslâm dini tamamlanmıştır; kim olursa olsun, dinin sahibi yüce Allah’ın tamamlamış olduğu bu dini (hâşâ) eksikmiş gibi gösterircesine Kur’an ve Sünnette olmayan iddiaları ileri sürmesi, yüce Allah’a karşı savaştır. Hangi gerekçe ile olursa olsun, bu yüce dine bir şey ilave etmek, bu din hakkında Kur’an ve Sünnette delili olmayan iddialarda bulunmak yüce Allah’ın üzerine iftira atmaktır ki bu, apaçık sapıklık ve küfürdür.
Tüm rasullerin mesajı aynıdır
Risalet tarihi boyunca gönderilen tüm rasullerin ortak mesajı hep aynıdır; yüce Allah’ın kendilerine bildirdiği Tevhidi esasları, bir şey ilave etmeden, aynen aktarmaktı ki, tüm rasuller, kendilerinden en ufak bir katkı yapmadan bunu aynen uygulamışlardır.
“Ey Rasul, Rabb’inden sana indirilen şeyi tebliğ et ve eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur, muhakkak ki Allah, kâfirler toplumuna hidayet vermez.” (Maide, 67)
İndirdiği esasların aynen insanlara ulaştırılması konusunda hassasiyet gösteren yüce Allah (cc), rasulleri dahi olsa, bildirdiği esaslara, en küçük bir ilave yapmayı düşünmelerine bile fırsat vermemiş, en ağır şekilde onları uyarmıştır.
“Gerçekten neredeyse seni, sana vahyettiğimizden ayırıp ondan başkasını üstümüze iftira atman için kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni gerçekten sağlamlaştırmamış olsaydık, neredeyse onlara biraz yanaşacaktın, o zaman sana hayatın iki kat ve ölümün iki katını tattırırdık, sonra bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 73-75)
Bu nedenle bütün rasuller, kendilerine ne bildirilmişse onu insanlara duyurmuşlar, hiçbir nedenle bu ilahi mesaja herhangi bir ekleme yapmamışlardır. Dinin sahibi yüce Allah (cc), en mükemmel şekilde dinini bildirmiş, onda herhangi bir eksiklik yapmamıştır. Ona ilave yapmak, (hâşâ) yüce Allah’ın hükümlerinde eksiklik aramaktır ki bu, büyük bir sorumluluktur.
Tüm rasuller, şirk ve küfür toplumları içerisinde ortaya çıkmıştır
Hemen hemen tüm rasuller, şirk ve küfür toplumları içerisinde ortaya çıkmış, Rab’leri kendilerine ne bildirmişse onu insanlara açıklamışlardır. Bu açıklamalarına bakıldığında hemen hepsinin öncelikle Tevhidi esasları anlattıkları, insanları, o toplumlarda işlenen haramlardan sakındırdıkları görülmektedir.
Hiçbir Rasul, vahyin dışında kendileri bazı iddialar ileri sürerek helal ve haramlar koyarak insanları bunlardan sakındırmaya yeltenmemiştir. Ne Kur’an’da ne de son Rasul Hz. Muhammed (as)’ın söz ve fiillerinde insanların günlük yaşamlarında uygulayageldikleri ticari alışverişlerine, birbirleri ile olan diyaloglarına, çocuklarının kâfir ve müşrik çocuklarla birlikte oynamalarına, onların mahallelerine gitmelerine yasak getirilmemiştir.
Rasullerin içerisinde davetlerini ortaya koydukları toplumlar, putperest müşriklerin egemen olduğu, şirk ve küfür yasalarının uygulandığı, insanların ve çocukların bu kültürel ortamda yetiştikleri toplumlardı.
Son Rasul Hz. Muhammed (as) da dahil tüm rasuller, küfür ve şirke karşı Tevhidi esasları ortaya koyup hararetle savundukları bu toplumlarda, çocukları kâfir ve müşriklerin çocukları ile oynayıp onların küfür ve şirk kültürünü kapacak korkusuyla çocuklarını uyarmamış, uyardıklarına dair bir ayet gelmemiştir. Üstelik yüce Allah’ın, Kendi rızasının kazanılması için en güzel örnek olarak alınmasını bildirdiği Rasulullah (as) şöyle buyurmuştur.
“Üç kişiden kalem kaldırıldı; uyuyan, uyanıncaya kadar, deli akıllanıncaya kadar ve çocuk büyüyünceye, ihtilam oluncaya kadar (bunlara sorumluluk yoktur.)”
Rasulullah (as) bunu söylerken, çocuklardan kalem kaldırıldı, ancak ebeveyni, çocuklarını putperestlerin çocukları ile oynattığı için onlar sorumludur dememiştir. O, çocukların babalarının zaten kendi çocukları ile ilgilendiklerini, eve geldiklerinde de çocuklarına iyi ve kötü olanı anlattıklarını biliyordu; zaten olması gereken de budur. Babalar, çocukları küfür ve şirk kültürünü almasınlar diye onlarla sokağa çıkıp oynayacak değillerdi herhâlde. Böyle bir şeyi sağlıklı bir kimse düşünemez zaten.
Kur’ani hükümler dışında helal haramlar koymak yüce Allah’a iftira etmektir
Dini mükemmel bir şekilde tamamlayan, onda hiçbir eksiklik bırakmayan yüce Allah’ın hükümlerine rağmen din hakkında helâl ve haramlar koyanlar, yüce Allah’a iftira etmişlerdir. Yüce Allah (cc), Kur’an’da olmayan bir konu için helal ve haramlar koyanları şiddetle uyarmakta, bunların kurtulamayacaklarını bildirmektedir.
“De ki: ‘Allah’ın, rızıktan sizin için indirdiği şeyleri görüyor musunuz, ancak siz onun bir kısmını haram ve helal kıldınız. De ki: ‘Allah mı size izin verdi yahut Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus, 59)
“Dillerinize yalan vasfederek bir şey için: ‘Bu helaldir ve bu haramdır’ demeyin; yalan uydurup Allah’a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz, yalan uydurup Allah’a iftira edenler, kurtulamazlar.” (Nahl, 116)
Yüce Allah (cc), helal haramlar koyma hakkını Rasulü’ne bile vermemiş, Rasulullah (as)’ın, bir konuda kendisine helal olan bir nimeti haram kılışı üzerine onu uyarmıştır.
“Ey Nebi, niçin, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi, neden eşlerinin, hoşnutluğunu arzulayarak haram kılıyorsun! Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tahrim, 1)
Yüce Allah’ın izin vermediği, hakkında bir hüküm inzal etmediği bir konuda haramlar konulmasını kesinlikle haram kılmıştır ki bunları, büyük günahlardan saymıştır.
“De ki: ‘Rabb’im şunları kesinlikle haram kılmıştır; fuhşiyatı, onun açığını ve gizli olanını, günahı ve haksız yere isyanı, Allah’a şirk koşmayı, hakkında bir delil indirmediği şeyi ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi.” A’raf, 33)
Risalet önderlerinin örnek mücadeleleri ve Mü’minler için en güzel örnek son Rasul Hz. Muhammed (as)’ın sünneti apaçık ortada iken uydurdukları yalanlarla insanları, çocuklarını okullara gönderme konusunda “Şirk ve küfürdür” diyerek haramlar koyanlar, bu uyarıları dikkate almayarak ayetlere aykırı hareket etmiş, yüce Allah’ın üzerine iftira atmışlardır.
İslâm hakkında delilsiz konuşmak şeytana tabi olmaktır
Yüce Allah (cc), İslâm, Tevhidi esaslar ve rasuller hakkında konuşanlar, iddialarını mutlaka Kur’an ve Sünnetten delillendirmek zorundadırlar, aksi halde şeytana tabi olmuş, apaçık bir sapıklık içerisine düşmüş olurlar. Yüce Allah (cc), Kendi Zatı, razı olduğu dini, melekler ve rasulleri hakkında konuşanlardan delil istemektedir.
“Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz, yoksa sizin bir kitabınız var, ondan mı öğreniyorsunuz; gerçekten sizin onda tercih ettiğiniz mi var. Yoksa sizin için üzerimizde, kıyamete kadar sürecek yeminler mi var, mutlaka sizin hükmettiğiniz şey olacak! Sor onlara, onların hangisi buna kefildir, yoksa onların ortakları mı var, o halde ortaklarını getirsinler gerçekten doğrulardan iseler.” (Kalem, 36-41)
“Size ne oldu, nasıl hüküm veriyorsunuz! Artık düşünmüyor musunuz yoksa sizin açık bir deliliniz mi var; o halde getirin kitabınızı gerçekten doğrulardan iseniz.” (Saffat, 154-157)
Yüce Allah (cc), ellerinde hiçbir delil olmadan konuşanların, ağızlarına geldiği gibi helal ve haramlar koyanların şeytana tabi olduklarını ve apaçık bir sapıklık içerisine düştüklerini bildirmektedir.
“İnsanlardan kimi, Allah hakkında ilmi olmaksızın tartışır ve her azgın şeytana tabi olur.” (Hac, 3)
“İnsanlardan kimi, Allah hakkında, bilgisizce, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan tartışır.” (Hac, 8)
Yüce Allah (cc), kullarının ve özellikle iman edenlerin, her konuda delile dayalı konuşmalarını istemiş, delil indirmediği bir konuda konuşmayı kesinlikle haram kılmıştır.
Yüce Allah’ın bunca uyarılarına rağmen bu uyarıları görmezden gelerek ellerinde hiçbir delil bulunmadan helal ve haramlar koyanların amaçları kesinlikle Rab’lerini razı etmek değil, hevalarını tatmin etmek, gündemde kalmak ve göğüslerindeki kibri tatmin etmektir ki, bunlardan ancak yüce Allah’a sığınılmalıdır.
Yüce Allah’ın, delilsiz konuşulmaması hakkındaki uyarılarını görmezden gelerek içlerindeki kibri tatmin etmeye çalışanlara uymak, apaçık bir şekilde yüce Allah’ın uyarılarını dikkate almamak olduğundan küfürdür.
İmamı Şafii (r.aleyh)’in, Kur’an ve Sünnete dayanmayan iddialarda bulunanlar hakkındaki şu muhteşem uyarısı da delilsiz konuşmanın İslâmi olmadığını açıklamaktadır: “İslâm adına bir şey söyleyen kimse, Kur’an ve sünnetten delillendirmiyorsa o söz yanlıştır, hatalıdır, batıldır.”
Kur’an ve Sünnete dayanmadan, dillerini eğip bükerek temsiller getirenlerin, şu olursa şu da şöyle olur gibi ağız kıvıranların söylediklerinin İslâm nokta-i nazarında hiçbir değeri olmadığı gibi bunları ileri sürenler de yüce Allah’ın ve Rasulullah (as)’ın bildirdiği üzere sapıklık üzerinde bulunan kimselerdir. Çünkü din hakkındaki ölçüyü Şar’i olan yüce Allah koyar, Rasulullah (as) da söz ve fiilleri ile bunu insanlara açıklar. Hevalarını ilah edinenler, İslâm hakkında hüküm koyamazlar.
İslâm dininin hükümleri apaçıktır
Yüce Allah (cc), insanları ilgilendiren her konuyu en ince teferruatına kadar açıklamış, İslâm dinini bütün boyutları ile şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak tamamlamış, bundan razı olduğunu bildirmiştir.
“Andolsun bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali etraflıca açıkladık, insan ise, her şeyi çok tartışır oldu.” (Kehf, 54)
Her türlü misali etraflıca açıklayan yüce Allah (cc), insanların, neyi yapıp neyi yapmayacaklarını, eşleri ve çocukları ile ilgili durumlarını, onlara karşı nasıl bir tavır takınacaklarını çok net olarak bildirmiştir.
Yüce Allah’ın ayetlerine, uyarı ve tehditlerine rağmen Kur’ani bir delil getirmeden helal haramlar koyanlar, Allah’ın ayetleri yerine dillerini eğip bükerek geçmişte yaşamış, kendileri gibi hevalarını ölçü edinmiş kimselerin söylediklerini ileri sürüyorlar. Bunları yüce Allah (cc) düşünmeye davet ediyor.
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiği şeye tabi olun!’ dendiği zaman, derler ki: ‘Bilakis, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tabi oluruz,’ ataları bir şey akletmediyseler ve hidayeti bulamadıysalar!” (Bakara, 170)
Kıyas ve maslahat kavramlarını ileri sürerek geçmiş atalarının görüşlerini Kur’an’ın hükümlerine tercih edip onları ileri sürenler, yüce Allah’a değil atalarına tabi olmuşlardır. Geçmişte atalarından bazıları, imamlarının görüşleri ile yüce Allah’ın hükümleri çatıştığında imamlarının görüşlerini alacaklarını söyleyecek kadar haddi aşmış kimselerdir.
Allah’a dinlerini öğretmeye kalkışanlar
Özellikle son yıllarda ortaya çıkan kimi kişi ve gruplar, adeta yüce Allah’a dinlerini öğretmeye kalkışırcasına, ellerinde Kur’ani hiçbir delil bulunmadığı, üstelik Rasulullah (as)’dan rivayet edilen hadislere rağmen, çocukların okula gönderilmesinin küfür olduğunu iddia ederek hevalarından haramlar koymaktadırlar. Bu kimseler, yüce Allah’ın buyurduğu gibi yüce Allah’a dinlerini öğretmeye kalkışıyorlar.
“De ki: ‘Siz mi Allah’a dininizi öğreteceksiniz; Allah bilir, göklerde ve yerde olanları; Allah, her şeyi bilendir.” (Hucurat, 16)
Bu kimselerin, Kur’an ve Sünnetten bir delil getirmeden İslâm adına helal haram koyma tavırları yüce Allah’ın tamamlanmış olarak gönderdiği dinde (hâşâ) eksiklik varmış algısını oluşturma çabasından başka bir şey değildir.
“Rabb’inin kelimesi doğrulukça ve adaletçe tamamlanmıştır; O’nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.” (En’am, 115)
Yüce Allah (cc), bu gerçeği bildirmesine, Kitabı’nı ve razı olduğu dinini tamamlamasına rağmen bazı kimseler, tarihi rivayetleri Kur’an’ın önüne geçirerek hevalarından ileri sürdükleri saçma sapan iddialarını ispatlamak için dillerini eğip bükerek delil bulmaya çalışmaktadırlar.
“Şüphesiz onlardan bir fırka, dillerini Kitapla eğip bükerler, siz Kitap’tan sanasınız diye, oysa o Kitaptan değildir ve derler ki: ‘O, Allah katındandır’ o, Allah katından değildir. Allah’a karşı onlar, bilerek yalan söylerler.” (Al-i İmran, 78)
Bunlar, bu yaptıkları ile açıkça yüce Allah’ın dininde eksiklik arayarak O’nun üzerine iftira atmaktadırlar ki, kendi elleriyle kendilerini acıklı bir azaba sürüklemektedirler.
Rasul’ün örnekliği esas almayan hadis inkârcıları
Rasulullah (as), söz ve fiilleri ile yüce Allah’ı razı etmek isteyen Mü’minler için en güzel örnektir. O, ne yapmış, ne söylemişse ona tabi olmak yüce Allah’a tabi olmaktır. Bu nedenle Müslümanlar, Müslüman kalmak için Rasulü en güzel örnek olarak almakla mükelleftirler. Aksi halde sapmış kimseler olarak İslâm dininden çıkarlar.
Rasulullah (as), savaşta müşrikleri esir alınca onları öldürmemiş, onun yerine bazı müşrikleri, on kişiye okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmıştır. Bu gerçek güçlü rivayetlerle geldiği gibi yüce Allah’ın da, müşrikleri öldürmediği için Rasulullah (as)’ı uyarması Kur’an’da yer almıştır.
“Bir Nebi’ye, yeryüzünde güçleninceye kadar, onun esirlerinin olması mümkün değildir; siz, dünyada genişlik istiyorsunuz, Allah ise ahireti istiyor. Allah üstündür, hakimdir.” (Enfal 67)
Bedir esirleri konusunda Rasulullah (as), “Hz. Ebû Bekir’in teklifini üzerine esirlerin bir kısmını, malî durumlarına göre ödeyecekleri 1000-4000 dirhem fidye karşılığında, bazı esirleri karşılıksız, okuma yazma bilenler ise, on Müslümana okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bıraktı.”
Rasulullah (as), esirlerin müşrik olduklarını biliyor ve kendisine karşı da savaşmışlardı. Buna rağmen o, esirlerin on kişiye okuma yazma öğretmelerini istiyordu. Esirler müşrik ve Rasulullah (as)’ın düşmanları idiler, bu nedenle doğal olarak da müfredatlarında Tevhidden, İslâm’dan söz etmeyeceklerdi.
İlme değer veren, yüce Allah’tan ancak alimlerin hakkıyla çekindiği ayetini okuyan Rasulullah (as), ilim tahsil etmek için gerekirse Çin’e bile gidilebileceğini ifade etmiştir.
Enes (r.anh)’ten, Rasulullah (as): “Çin’de de olsa ilmi arayınız, çünkü ilim öğrenmek her Müslüman’a farzdır; melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler.” (Câmiü’s-Sağîr, 1/310, H. No: 640)
Müfteriler, işlerine gelmeyince bu hadisin uydurma olduğunu ileri sürüyorlar. İlginçtir, Müslümanlardan biri, Rasulullah (as)’a atfen uydurulan Kur’an ve Rasulullah (as)’ın örneklik vasfına aykırı olan kimi uydurmaları reddedince, onu hadis ve Sünnet inkârcısı diye suçlayan bu kimseler, Rasulullah (as)’ın fiilen yaptığı esirler konusunu ve ilmin, Çin’de de olsa alınmasını tavsiye eden hadisini, hiçbir ahlâki değer taşımadan kendileri rahatlıkla ya inkâr ediyor ya da ağızlarını eğip bükerek zayıf hadis olduğunu iddia ediyorlar.
Peki, hadisin uydurma ya da sahih olduğu, hadisin, Kur’an’a uygun olup olmadığına bakılarak anlaşılabilir. Esirler konusunu Kur’an bizzat konu edindiği için uydurma olması elbette mümkün değildir. İlmin, Çin’de de olsa alınmasını tavsiye eden hadisin ise, Rasulullah (as)’ın ilme verdiği değer nedeniyle sahih olduğu anlaşılmaktadır.
Yüce Allah (cc) Kur’an’da ilim ehlinin gerçekten Allah’tan çekindikleri, ayetler arasında ayırım yapmadan bütününe teslim olduklarını bildirmektedir. Çünkü ilim ehli yaratılışın muazzam yapısını, kâinattaki harika oluşumların hikmetini, yüce Allah’ın, vahyin dışındaki kâinattaki ayetlerini çok iyi bilmekte ve yüce Allah’ı hakkıyla tanımaktadırlar. Kur’an dışında kalan dünyevi ilimler de ancak okullarda elde edilebilecektir.
İlmin, Çin’de de olsa alınmasını tavsiye eden Rasulullah (as), Çin’de Tevhidin öğretilmeyeceğini de biliyordu, buna rağmen böyle bir tavsiyede bulunmuştu. Çin ile günümüz okullarının hiçbir farkı yoktur. Okullarda kâinat bilimlerin, beşeri ilimlerin verilmesi yanında elbette her beşeri sistem kendi ideolojisini de verdiği inkâr edilemez bir gerçektir.
Çocukların, okulda öğrendikleri bilgilerin hangisinin iyi ya da kötü, hangisinin şirk ve küfür olduğunu çocuklara anne babaları anlatarak onlara doğru olan bilginin ne olduğunu öğreteceklerdir. Böylece çocuklar, anne babalarından öğrendikleri ile okulda öğrendiklerini kıyaslayarak doğruya ulaşacaktır.
Müslüman anne babaların görevi, çocuklarına Hakkı anlatmak, çocukların sokakta, okulda, çarşı pazarda duydukları gayri İslâmi bilgilerin doğrusunu anlatarak çocuklarını bilgilendirip duyarlı hale getirmektir.
Küfrün egemen olduğu ülkelerde yalnız okullarda değil, basında, sokakta, çarşı pazarda velhasıl her alanda küfür içerikli bilgiler veriliyor. O halde çocuklar sokağa çıkarılmayacak mı, bu elbette ki mümkün değildir. Risalet önderlerinin hiçbiri çocuklarını, putperest müşrik çocuklarla beraber oynamasın diye hapsettiklerine dair bir bilgi, ne Kur’an’da ne de Rasulullah (as)’ın hadislerinde vardır.
Tağuti sistemlerin okullarından yalnızca demokrat kâfirler mi çıkıyor
Çocukların okula gönderilmesinin küfür olduğunu, o okullardan ancak demokrat kâfirlerin çıkacağını ileri sürenlerin kendileri, hiç okula gitmemişler mi, gitmişlerse ya onlar da birer demokrat kâfirdirler ya da gerçekten Tevhidi düşündüklerini iddia ediyorlarsa bu durumda onlar, aslında kendi kendilerini tekzip ediyorlar. Demek ki okula giden her çocuk birer demokrat kâfir olarak çıkmıyor.
Diğer taraftan günümüzde birçok Müslümanın bizzat şahit oldukları üzere, Tevhidi düşünen kimi Müslümanlar, çocuklarını okula göndermiş, lise ve üniversitelerden mezun olmuşlar, ancak hamdolsun çocukları, birer Tevhid eri olarak bugün Tevhidi mücadelede yerlerini almışlardır.
Kur’ani verilerden konuya bakılacak olunursa, kâfir putperest bir babanın yanında ve küfrün saraylarında yetişen Hz. İbrahim (as) ve Hz. Musa (as)’ın örneklikleri görülmektedir. Ayrıca Ashab-ı Kehf, Kentlilere gelen davetçiler ve Ashab-ı Uhdud’a giden davetçiler de Tevhid okullarında yetişmediler. Elbette ki yüce Allah (cc) rasullerini seçti, ancak günümüzde de küfrün okullarında da Tevhidi Müslümanların yetişecekleri örnekleri bulunmaktadır.
Çocukların küfrün okullarına gitmesi durumunda demokrat kâfir çıkacağını iddia edenlere bir cevap da, günümüzde Avrupa’da yaşayan birçok inanan insanın, çocuklarını gönderecek okul bulamadıkları ya da oturdukları semte yakın bir okul bulunmadığı için çocuklarını Katolik kilisesinin ya da inançsızların okuluna göndermeleridir. Mezun olanların hiçbiri papaz ya da rahibe olmadığı gibi kız çocukları başörtülü okumakta ve o okullarda birçok genç okul döneminde de mezun olduktan sonra da namazlarını kılmaktadırlar.
Tevhidi mücadele, ancak Kur’an ve Sünnetin belirlediği esaslara göre yapılır
Tevhidi mücadelenin nasıl yapılacağını ve yapıldığını yüce Allah (cc), apaçık bir şekilde bildirmiş, iman edenlerin, bunları en güzel örnek olarak alınmasını emretmiş, iman edenlerin, bu örneklikleri almaları halinde hidayete ve rahmete ulaşacaklarını bildirmiştir.
“Andolsun onların kıssalarında akıl sâhipleri için ibret vardır; bu, uydurulacak bir söz değildir; velakin kendinden öncekilerin doğrulanması ve her şeyin açıklaması; iman eden topluluk için bir hidayet ve rahmettir.” (Yusuf, 110)
Sünnetullahta Risalet önderi tüm rasuller ve onların izlerini takip eden Tevhid erleri, idaresi altında yaşamak durumunda bulundukları tağuti sistemlerden izin almadıkları gibi onlara en küçük bir taviz de vermemişler, onlara açıkça meydan okumuşlardır. İşte en güzel örneklerden biri olan Hz. İbrahim (as) ve beraberindekilerin tavizsiz Tevhidi mücadeleleri.
“Muhakkak ki İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; o zaman kavimlerine ‘Elbette biz, sizden ve Allah’tan başka itaat ettiklerinizden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret ortaya çıkmıştır’ demişlerdi.” (Mümtehine, 4)
Rab’lerine iman ettikten sonra O’nun hükmünü her şeyin üzerinde tutan Ashab-ı Kehf’in onurlu ve şanlı Tevhidi haykırışlarını yüce Allah (cc), sonradan gelecek Tevhid erlerine vererek iman edenlerin, onlar gibi hareket etmelerini, idaresi altında bulundukları tağuti sisteme karşı onurlu bir duruş sergilemelerini istemiştir.
“Biz sana onların haberlerini hakkıyla anlatıyoruz; şüphesiz onlar, Rab’lerine iman etmiş gençlerdi; Biz de onların hidayetlerini artırmıştık; onların kalplerini bağlamıştık; kıyam ettiler, peşinden dediler ki: ‘Rabb’imiz, göklerin ve yerin Rabb’idir, biz O’ndan başka ilaha davet edemeyiz, çünkü o zaman saçmalamış oluruz. Bunlar bizim kavmimiz, O’ndan başka ilahlar edindiler; onların, apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir!” (Kehf, 13-15)
Tağutun idaresi altında onun hakimiyetini kabul edip onun yasalarına göre vakıf ve dernek kurarak İslâm’ı anlatmaya kalkışmak, tağutu Melik ve İlah olarak kabul etmek, Rububiyeti tağuta tahsis etmektir. İşte bu gerçeği bilen Risalet önderleri ve Tevhid erleri, idaresi altında bulundukları tağuti sistemlere ve taraftarlarına açıkça meydan okumuşlar, onların ilah edindiklerini kabul edemeyeceklerini, onların yüzlerine haykırmışlardır.
“Şehrin uzak yerinden bir adam, koşarak geldi, dedi ki: ‘Ey kavmim, tabi olun bu gönderilen elçilere; sizden bir ücret istemeyenlere tabi olun, onlar, hidayete ermişlerdir. Ben, neden beni yaratana kulluk etmeyeyim ve siz, O’na döndürüleceksiniz. O’ndan başka ilahlar edinir miyim, eğer Rahman, bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar. O takdirde gerçekten ben, apaçık bir dalalet içerisinde olurum. Doğrusu ben, sizin Rabb’inize iman ettim, beni dinleyin.” (Yasin, 20-25)
Bütün bu ilahi gerçeklere kulaklarını tıkayıp tağuti sistemin küfür ve şirk yasaları altında tağuttan izin alarak davet yaptıklarını iddia edenlerin yaptıkları mücadele Tevhidi bir mücadele değil, yüce Allah’ın üzerine iftira atarak, küfür ve şirklerini gizleme mücadelesidir.
Çocukların okula gönderilmesine karşı olanlar, gerçekten Tevhidi mi düşünüyorlar
Çocukların okula gönderilmesinin şirk ve küfür olduğunu ileri sürenlerin, gerçekten Tevhidi bildiklerine ve Tevhidi gaye ile bunu söylediklerine bakıldığında bunların, Tevhid ile sloganik söylemlerinden başka uzaktan yakından ilgilerinin bulunmadığı görülmektedir. Bu söylemleri, Rabb’imizin de bildirdiği üzere, sırf göğüslerindeki kibirlerini tatminden ibarettir.
“Şüphesiz, kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar, onların, göğüslerinde erişemeyecekleri yalnızca bir kibir vardır, o halde sen Allah’a sığın, muhakkak ki işiten, gören O’dur.” (Mü’min, 56)
Okul konusunda sloganik ifadeden ileri gitmeyen Tevhidi söylemlerini, Kur’ani hiçbir delilleri olmadan, üstelik Rasulullah (as)’ın, örnek Sünnetini ve hadisini inkâr ederek küfür şirk olduğu iddialarını tekrarlayıp duran bu Tevhidden nasipsiz Sünnet ve hadis inkârcılarının durumlarına bakıldığında bunların, sözde inkâr ettikleri tağutla içli dışlı oldukları görülür.
Bunlar, yüce Allah’ın, Zatına iman edilmesi için reddedilmesi gerektiğini bildirdiği tağutu, sözel söylem dışında reddetmedikleri, hali hazırda bulundukları tağuttan izinli vakıf ve dernekler içinde bulunmalarından anlaşılmaktadır.
Zillet içerisinde şirk ve küfür olan vakıf ve derneklerde yuvalanan, insanlara tağutun reddedilmesini söyleyip kendileri tağutun kirli tabelaları altından oturan bu kimseler, Kur’an’ın bildirdiği üzere ikiyüzlü bir tavır sergilemektedirler. Bunlar, tağut tarafından sorgulanınca tağutun izni ile kurdukları vakıflarda bulunduklarını söyleyip tağutu razı ederlerken arkalarında topladıkları zavallı insanlara da tağutun reddedilmesi gerektiğini söylemektedirler.
“İman edenlerle karşılaştıkları zaman; ‘İman ettik’ derler, fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında; ‘Şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz sadece alay edicileriz’ derler.” (Bakara, 14)
Tağutla beraber bulunduklarını ve ondan yana olduklarını da, küfür dedikleri demokrasi şölenlerinde, demokrasi nöbeti tutmaları ile göstermişler, bunu da hiçbir ahlâki değer taşımadan sanal alemde yayınlamışlardır.
Münafıklığın âlâsını gösteren, boğazlarına kadar şirk ve küfür içerisinde bulunan bu kimseler, yaptıkları ve tağutla beraber bulunmaları ile Tevhidin savunucusu değil, tağutun safında olduklarını göstermişlerdir. Üstelik bu küfür ve şirk durumlarından tevbe etmedikleri gibi, her zaman yaptıkları gibi seviyesizce kelimeleri yerlerinden kaydırarak tağutla birlikteliklerini savunmuşlardır.
Bu ikiyüzlü sloganik Tevhid savunucuları, Tevhidi, bir inanç ve iman ilkesi olarak değil, insanları kandırmak için sadece dergi ve derneklerinde isim olarak kullanıyorlar. Oysa Tevhid, şirk ve küfür yuvalarının, küfür ve şirklerini gizlemek için tabelalarda ya da dergilerde isim olarak değil, bir iman ilkesi ve iman mücadelesidir.
Tevhidi mücadelenin nasıl yapıldığı, Sünnetullahta Tevhid şirk mücadelesinde Risalet önderleri rasuller ve Tevhid erleri tarafından açıkça ortaya konulmuştur. Onların hiçbirisi, tağutun verdiği izinle şirk ve küfür tabelaları altında tağutun kucağında otururlarken, tağut ile birlikteliklerini göstermek için küfür şölenlerine katılarak sloganik olarak Tevhidi savunmamış, Tevhidi, küfür ve şirklerini gizlemek için isim olarak kullanmamış, hayatlarını ortaya koyarak Tevhidi mücadeleyi vermişlerdir.
Sözde okula karşı olan ancak gerçek yaşamlarında tağutun kucağında oyuncak olan bu ikiyüzlü kimselerin, Tevhidi savunmaları için öncelikle tağutla birlikteliklerine son vermeli, şirk ve küfür yuvaları olan vakıf ve dernekleri kapatmalı, sonra yüce Allah’ın üzerine attıkları iftiralardan dolayı tevbe ederek arkalarında sürükledikleri bilinçsiz kişilerden helallik istemeli, daha önce şirk ve küfür içerisinde bulunduklarını itiraf etmelidirler.
Bu kimseler, Tevhidi esasların ne olduğunu çok iyi öğrenip ona hakkıyla iman etmeli, daha sonra Risalet tarihinde Tevhidi mücadelenin nasıl yapıldığını öğrenip o doğrultuda hareket etmelidirler. Ancak bu durumda Tevhid ve şirk söylemlerinde samimi ve gerçekçi olabilirler. Aksi halde içerisinde bulundukları küfür, şirk ve münafıklıkları ile acıklı azabı tatmak üzere ebediyen kalacakları cehenneme sürüleceklerdir.
Çocukları okula göndermenin fayda ve zararları
Çocukları okula göndermenin elbette sıkıntıları vardır, ifade ettiğim üzere anne babalara, bu sıkıntıları giderme konusunda görevler düşmektedir ki, zaten ebeveyn olmak da bunu gerektirir. ancak okula göndermenin de birçok faydaları vardır, bunlar.
Yüce Allah’ın, ayetlerde sık sık dikkatleri çektiği Kâinat ayetleri, öğretmenler Allah’ın ayetlerini öğretmiyoruz deseler de, okullarda verilmektedir. Bu nedenle çocukları okula göndermemek onların, Kur’an’da Rabb’imizin dikkatleri üzerine çektiği Kâinat ayetlerini öğrenmelerine engel olmaktır ki bu küfürdür.
Yüce Allah (cc), Kur’an ayetlerinde Kendisine kulluğun esaslarını açıklarken, aynı zamanda sıklıkla insanın yaratılış sürecini ve oluşumunu, Kâinat ayetlerini, yıldızların durumunu, güneş ve ayın hareketlerini, uzayın derinliklerini, denizlerin durumunu, bulutların akışını ve yağmur sularını taşımalarını, yerden nebatın bitirilmesini konu edinmektedir. Bütün bunlar da birer bilim dalıdırlar ve bu bilimin incelikleri eğitim kurumlarında verilmektedir.
Okulda verilecek eğitimin aynısını dışarıda çocuklarına verebilecek aileler varsa elbette bu daha güzel ve takdire şayan olacaktır. Ancak hem çocuklarını okula göndermeyip hem de onlara kâinat ayetlerini öğretmemek çocukların, yüce Allah'ı hakkıyla tanımalarına engel olmaktır.
Çocukları okula göndermeyip onların kâinat ayetlerini öğrenmelerini sağlamayanlar, gerçekleri görmemek için kafaları kuma sokanlardır. Bunlar, çocuklarının Kâinat ayetlerinin öğrenilmesine engel olmuş, onları muazzam Kâinatın ayetlerini öğrenmekten alıkoymuşlardır.
Çocuklarının kâinat ayetlerini öğrenmelerine engel olanların durumu, Mekke müşriklerinin Kur’an’ın anlaşılmasına engel olmalarının değişik bir şeklidir. Mekke müşrikleri, Kur’an’daki ayetlerin anlaşılmasına engel oluyorlardı, günümüz geleneksel sapıklar, geleneksel atalarını ilah edinmiş müşrikler de yüce Allah’ın, Kâinat ayetlerinin anlaşılmasına engel olmaktadırlar.
Geleceğin bilim insanlarının, doktorların, mimarların, her türlü teknik ve teknoloji mühendislerinin, kâinat ayetlerinin hikmetini kavrayacak ilim ehlinin yetişmesi için çocukların, okula mutlaka gönderilmeleri gerekir. Çünkü çocuklar okulda, diğer ilimlerle beraber Kâinat ayetlerini de öğreneceklerdir.
Çocukları okula göndermemek her şeyi, inançsızların kontrolünde ve tasarrufunda bırakmaktır ki bu durumda, Müslüman olduklarını iddia edenler, işleri düştüğünde, hasta olduklarında o inançsız ateist, demokrat dedikleri kişilerin önünde süklüm büklüm durarak onlardan medet umacaklar.
Çocukların okula gönderilmesine karşı çıkanlar, şayet İslâm düşmanlarının ajanları değillerse ya gerçekten ahmak ya da gerçekten İslâm’dan bihaber kara cahillerdir. Çünkü başka türlü aklı başında ve iman eden bir Müslüman, bu kadar ahmakça bir iddiada bulunmaz. Bunların amacı tağutu inkâr değil, şayet öyle olsaydı, tağutla kol kola demokratik küfür şölenlerine katılmazlardır. Bunlar, kişiliksiz, yalancı ikiyüzlü ahmaklardır.
Çocukların okullara gönderilmesine karşı çıkanlar, başörtüleri, kâfir kadınlar yanında çıkarılmayacak olan kadınlarını, demokrat ateist kadın doktorlara muayene ettirecekler, onlar da, gerektiği zaman bu sloganik Tevhidi savunucularının kadınların en mahrem yerlerini bile muayene edecektir.
Müslüman anne babalar, okula çocuklarını gönderirlerken dikkat edecekleri husus, çocukların, tağutun yemin merasimlerine katılmalarını önlemek, çocuklarının bu konuda duyarlı olmasını sağlamaktır. Bunun dışında müfredatta küfür ve şirk konusu işlendiğinde bu konuda çocuklara Hakkı anlatmak, doğrunun ne olduğunu öğretmektir. Çocuklar zaten sokakta, basında çarşıda da birçok küfür ve şirk olan hususları duyup görüyorlar.
Bir okul yönetimi zorla çocukları yemin törenlerine sokması durumunda bu çocukları sorumluluk altına sokmaz, çünkü çocuktan kalem kaldırılmıştır. Çocuğun orada zorla tutulması, anne babalarını değil, okul yönetimini sorumluluk altına sokar.
Çocukların okulda öğrendiklerinden anne babayı sorumlu tutmak, Yahovacıların mantığıdır. Onlar, Hz. Adem (as)’ın işlediği suçun günahını biz evlatlarının çektiğini iddia ediyorlar. Anne baba çocuklarına gereken bilgiyi ve duyarlılığı kazandırdıktan sonra çocukların okulda yanlış bilgi almalarının sorumluluğunu anne babalara yükleyenler, Hz. Nuh (as)’ı, oğlunun işlediği günahtan sorumlu tutmaktır ki, yüce Allah (cc), Hz. Nuh (as)’ı, oğlunu müşriklerin içine gönderdi de küfre girdi diye sorumlu tutmamıştır.
Çocukların okul durumu, tıpkı bir markete gönderilmeleri gibidir, markete gönderilen çocuk, anne babasının söylediği helal şeyleri alacaktır, tezgâhlardaki haram şeylere gözü ilişmesi, onun haram işlediği anlamına gelmez. Okula giden çocuklar da anne babalarının duyarlılığı ile kendilerine lazım olan bilgileri alacaklar, diğerlerini duymakla kalacaklar ki, onları duymaları şirk ve küfür değildir.
Şirk ve küfür olan sözleri kabul edip söylemek şirktir ki, çocuklar zaten bir bilgiyi kabullenip savunacak durumda ve sorumlulukta değillerdir. Onlar, duydukları şeyleri anne babaları ile konuşarak doğru ya da yanlış olduğunu öğrenebilirler.
Küfür ve şirk sözlerini duymak, küfür ve şirk değildir, öyle olsaydı, hemen herkes hayatında binlerce küfür ve şirk sözlerini duymaktadır ki bunların müşrik ve kâfir olmaları gerekir. Risalet tarihinde de rasullerin çocukları da dahil tüm çocuklar, arkadaşlarından, yetiştikleri çevreden birçok küfür ve şirk sözü ve hareketi görmüşler, ancak onlar hakkında ne ayet gelmiş ne de Rasulullah (as) bu konuda bir şey söylemiştir.
Çocuklardan kalem kaldırılmıştır, ancak Rab’lerine gerçekten iman etmiş nesillerin ve geleceğin Tevhid erlerinin yetiştirilmesi için anne babalar, çocuklarına Hakkı anlatıp onları duyarlı hale getirmeli ve bunda sürekli ve duyarlı olmaları ile görevlerini yapmış olacaklardır.
Daha önce ve günümüzde birçok Müslüman, çocuklarını tağutun okullarına göndermiş, çocukları üzerinde hassasiyetle durarak onların öğrendikleri yanlışların doğrusunu onlara anlatmış, mezun olan çocuklar, hamdolsun birer Tevhid eri olarak yerlerini almışlardır.
Müslümanlar ve imani konuda yeni yeni bir şeyler öğrenmek isteyen kimseler, kendileri boğazlarına kadar şirk ve küfür içerisinde bulunan, tağutla omuz omuza demokratik küfür şölenlerine katılan, tağutun verdiği izin ile şirk ve küfür yuvalarında yuvalanıp sırtları pek bir halde Tevhidi slogandan öte savunmayan ikiyüzlü münafıkları dinlememeli, çocukları üzerinde duyarlı ve hassasiyetle durarak onları yetiştirmeye çalışmalıdırlar.
“Elbette bu bir öğüttür; artık dileyen kimse, Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)
Ramazan Yılmaz: 2017.09.23
Bir yanıt yazın