Yüce Allah'a imanın en temel esası, hiç kuşkusuzdur ki Tevhidi esaslara iman etmektir. Bu esas olmadan yapılan her iman, her iş ve hareket şirktir. Yüce Allah (cc), şirksiz bir şekilde kendisine iman edilmesi için kendi dışındaki tüm ilahların reddedilmesini istemektedir. Bu nedenle Zatına iman etmenin temel şartının, kendisine isyan edip ilahlık taslayan tağutun reddedilmesi olduğunu bildirir.
“Dinde zorlama yoktur; doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allâh hidayet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Kelime-i Tevhidin ilk sözü olan “La ilahe” yüce Allah'tan başka tüm ilahların yani otorite sahibi güçlerin reddedilmesidir. İman edecek birey, öncelikle, kendi nefsi başta olmak üzere, kendisi üzerine söz sahibi olan bütün otoriteleri reddetmeli, yegâne söz sahibi olarak yalnızca yüce Allah'ı otorite kabul etmelidir. İşte bu, Tevhiddir.
TEVHİD: Yüce Allah'ın, kişinin düşünce söz ve davranışları üzerinde tek ve yegâne ilah, rab ve hâkim, üstün ve sınırsız otorite ve söz sahibi olmasıdır. İşte ancak bu durumda yüce Allah (cc) tek ilah olarak kabul edilmiş, O’nun dışındaki ilahlar reddedilmiştir.
Tevhid inancına sahip olan bir kimse, hiçbir konuda ve hiçbir şekilde iman ettiği esasların dışında düşünmez, konuşmaz, hareket etmez/edemez. Aksi halde Tevhid inancını zedeler ve şirke düşer.
Düşünce, söz ve davranışı üzerinde başkalarına söz hakkı vermek apaçık şirktir. Kişi, hayatını İslam dışı kurallara göre düzenliyorsa ameli şirktedir, Tevhidi esasları önceleyip anlatmıyor, başka sistem ve ideolojileri övüp anlatıyorsa sözel şirktedir, Tevhidi esaslar doğrultusunda mücadele etmeyi düşünmüyor, düşünce planında başka kişi ve ideolojiler yer veriyorsa düşünsel şirktedir demektir.
Bugün düşünce planında birçok kimse Tevhidi esasları kabul etmiş, sözel olarak kavramış, kısmi de olsa eylemsel olarak ortaya koymuştur. Ancak davranış olarak ortaya konulanlar, yüce Allah'ın istediği şekilde ve seviyede olmadığı için Tevhidi kavradıklarını söyleyen kimseler, yüce Allah'a karşı büyük bir sorumluluk altındadırlar.
Yüce Allah (cc), Tevhidi esaslara iman edenlerin, Kendi rızasını kazanmaları için takip edecekleri yolu onlara bildirmiş ve ancak böyle yapanlardan razı olacağını ve ancak o kimseleri seveceğini kendilerine bildirmiştir.
Zatına imandan sonra iman edenlerin yapacakları görevleri yüce Allah (cc) apaçık bir şekilde bildirmiş, bunlara uyulmaması halinde nelerle karşılaşacaklarını kendilerine haber vermiştir.
Tevhidi esaslara imandan sonra Müslüman bireylerin, bireysel ibadetlerinden hemen sonra bulundukları çevrede insanlara, Tevhidi esasları ulaştırmaya çalışmak, iyiliği emredip kötülükten nehyetmektir.
“Her ümmetin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayır işlerine koşun; nerede olsanız, Allâh sizi bir araya getirir, kuşkusuz Allâh, her şeyi yapabilir.” (Bakara, 148)
Hayra çağırmak, insanlık için kurtuluş olan Tevhidi esaslara davet etmek, iyilik ve güzellik olan ilahi mesaja yönelmek, şer ve kötülüğün kaynağı olan, insanlara kötülükten başka bir şey vermeyen beşeri sistemlere uymaktan menetmektir.
Dünyevi bir çıkar, mevki ve makam düşünmeden, heva ve hevesi tatmine yönelik düşünceler taşımadan hayra davet edilmesi durumunda yüce Allah (cc), rızasına uygun bu görevi sürdürenleri mutlaka bir araya getirecektir. Bu, yüce Allah'ın vaadidir ve O (cc), vaadinden caymaz.
CEMAATLEŞME FARZDIR
Müslümanların bir araya gelip cemaatleşmeleri, farz olan imani bir zorunluluktur. Yüce Allah (cc), Tevhidi esaslara iman eden Müslümanların, mutlaka birleşmelerini, İslâmi kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturmalarını emretmekte ve kurtuluşun ancak bunda olduğunu bildirmektedir.
İslâm, hem ibadetler, hem davet, hem de İslâmi esasların sosyal hayata uygulanması açısından mutlak manada cemaatleşmeye önem verir ve bunu zorunlu bir farz olarak emreder. Bunun yapılmamasının dünyevi ve uhrevi sonuçlarının ne olacağını bildirir. Bu gerçeği bilen Rasulullah (as), ümmetini şöyle uyarmıştır.
“Ve her kim boynunda bir biat olmadığı halde (bir halifeye biat etmeden) ölürse, cahiliyle ölümü ile ölür.” (Müslim, İmare, 58)
“Her kim de (Ulû'l-emr'e) bey'at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür” (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-İmâre, 58,1851)
Ulû'l-emr'in gerekli ve zorunlu olduğu, Kur'an'da da belirtilmekte ve emir sahiplerinin varlığından söz etmektedir. Allah ve Rasulünden sonra Ulû'l-emr'e itaat farzdır. Bu, hem Müslümanların onurlu ve güçlü bir şekilde mücadele etmeleri, hem de kıyamet günü herkes imam edindiği önderi ile hesap meydanına çıkacağı için bir zorunluluktur.
“Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasule ve sizden olan buyruk sahibine itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız -onu Allah'a ve Rasule götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa, 59)
“Her milleti, imamıyla çağırdığımız gün, kimlerin kitabı sağından verilirse işte onlar, kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.” (İsra, 71)
İslâm ümmetinin, topluca Allah'ın ipi olan Kur’an’a sarılarak, en güzel örnek olan Rasulullah (as)’ı örnek edinerek bir toplum oluşturmaları iman edenlere dünya ve ahiret saadetini getirecektir.
Cemaatleşme, yüce Allah'ın emri olan farz bir yapılanma ve bir organizasyondur. Soruların süratle çözümü, Tevhidi esasların insanlara sağlıklı bir şekilde ulaştırılması, toplumun Müslümanlara güvenmesi, ümmet arasında tefrikanın, fitne ve fücurun ortaya çıkmaması, istismarcı hiziplerin insanları kandırmaması, beşeri sistemlerin zulmü altında sömürülen, horlanan, yoksulluğa mahkûm edilen, aç bırakılan insanların korunması ancak İslâmi bir yapılanması ile mümkündür.
Ferdi ve fevri planda yapılan her hareket eksik, yetersiz ve etkisizdir. Oysa bir yapılanma içerisinde yapılan her hareket ve söylenen her söz, güven verici ve etkilidir. Bu nedenle Risalet önderleri, cemaatleşmeye önem verdikleri için, Tevhidi esasları insanlara ulaştırırlarken hemen arkasından insanlara şu çağrıda bulunmuşlardır.
“Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (Şuara, 108)
Yüce Allah'ın belirlediği esaslara, O’nun rızasına uygun birleşmemek, dünya ve ahirette Müslümanlara hüsran ve felaket getirecektir. Yüce Allah (cc), iman eden kullarını bu hüsran ve felaketten kurtarmak için onları uyarmakta ve topluca kendi ipine (Kur’an’a) sarılmaya davet etmektedir.
“Ve topluca Allâh'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allâh'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allâh) kalplerinizi uzlaştırdı. O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, (Allâh) sizi ondan kurtardı. Allâh size ayetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz.” (Al-i İmran, 103)
Ayeti kerimede belirtildiği üzere, İslâmi bir cemaat oluşturmamanın, birey kalmanın, tefrikaya düşüp parçalanmanın son durağı, hiç kuşkusuzdur ki cehennem olacaktır. Nitekim yüce Allah (cc) Tevhidi esasları bildikleri halde bu esaslar doğrultusunda yapılması gereken yapılanmayı oluşturmayıp Müslümanların bulundukları yoldan ayrılanların gideceklerin sonunu ne olacağını bildirmekte ve cehennemden sakınmaları için uyarmaktadır.
Dünya ve ahirette kurtuluşun tek yolu, İslami bir yapılanma içinde yer almak ve yüce Allah'ın bildirdiği esaslar doğrultusunda beraber bulunmaktır. Yüce Allah (cc), Müslümanlara toplum olarak seslenmekte, kurtuluşa erenleri bildirirken aynı şekilde çoğul bir ifade kullanmaktadır.
Bireysel yaşama ve ferdi hareket, hangi gerekçe ile olursa olsun, ateşten bir çukurun kenarında bulunmanın ve ateş çukuruna yuvarlanmanın nedenidir. Bu korkunç durumdan birey olan insan, ancak nimet olan Tevhidi esaslara ve ilahi mesaj olan Kur’an’a, diğer Müslümanlarla beraber sarılmakla kurtulabilir.
Kur’an okuyan her Müslüman bilir ki, yüce Allah (cc) insanlara birey ya da fert olarak değil, “Ey iman edenler,” şeklinde toplum olarak hitap ediyor. Buna göre birey olarak kalan kimseler, yüce Allah'ın hitabına mazhar olamayacaklardır. En önemlisi de yüce Allah (cc), cemaatleşmiş, günümüz deyimi ile örgütlenmiş insanları sevdiğini bildirmektedir.
“Allâh, kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf, 4)
Kendi yolunda kenetleşmiş bir şekilde, bir araya gelip kendi yolunda omuz omuza mücadele edenleri seven yüce Allah (cc) Müslümanlardan bunu gerçekleştirmelerini istemektedir. Müslümanlarla velayet hukukunu oluşturmak aynı zamanda yüce Allah'ı, Rasulünü da veli edinmektir.
“Sizin veliniz, ancak Allâh, Rasulü ve namazlarını kılan, zekâtlarını veren, rükû'a varan mü'minlerdir.” (Maide, 55)
Müslümanlarla velayet hukukunu oluşturmayanlar, yüce Allah'ın ve Rasulünün de velayetinden mahrum olacaklardır ki, bu durumda onların velisi ancak şeytan olacaktır.
Velayet hukukunu sağlamak, hem Allah yolunda sağlıklı bir şekilde cihad edip onun mükâfatına ulaşmaktır, hem de yüce Allah'ı, Rasulullah (as)’ ve mü’minleri sırdaş edinmektir.
“Yoksa siz, Allâh içinizden cihad eden Allah'tan, Rasulünden ve mü'minlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız? Allâh yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Tevbe, 16)
Cemaatleşmeyi emreden ayetler doğrultusunda kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturmamak konudaki ayetlerini inkâr etmek şeytana tabi olmak, yüce Allah'ın rahmetinden mahrum kalmak, dünyada zillet içerisinde yaşamak, ahirette ise hüsrana uğramaktır.
Yüce Allah (cc), İslâm ümmetinden olmayı bir kıstas olarak belirlemiş ve Peygamber (as)’ı da bu ümmete şahit yapmıştır. Yüce Allah (cc), İslâm ümmetini değişik şekillerde imtihan etmiş ve ümmetten ayrılanları, ökçeleri üzerine dönen kimseler olduklarını bildirmiştir.
“Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız; Rasul de size şahit olsun. Biz, Rasule uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kâbe’yi kıble yaptık. Bu, Allâh'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allâh sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allâh, insanlara şefkatli, merhametlidir.”
İslâm toplumu içindeki Müslümanların, öncelikle birbirlerini sevmeleri gerekir. Bu kardeşlik sayesinde Müslümanlar, aralarında iş bölümü yapacak ve topluma daha iyi bir şekilde Tevhidi esasları ulaştıracaklardır.
“Ve onların kalplerinin arasını uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın; fakat Allâh, onların arasını uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hâkimdir.” (Enfal, 63)
Yüce Allah'ın lütuf ve rahmeti dışında hiçbir güç insanların arasını kaynatılmış binalar misali uzlaştırmayacak ve hiçbir çıkar bu denli bir birlikteliği oluşturmayacaktır. Şu da bir gerçektir ki, heva ve hevesini her şeyin üstünde tutan, yüce Allah'ın rızası dışında başka çıkarlar peşinde koşan kimseler, hiçbir şekilde İslâm toplumu içerisinde yer almayacaktır.
Kendi hevasını ilah edinip Müslümanlardan ayrılan kimselerin gidecekleri yer de, Kur'an'da belirtildiği üzere cehennemden başka bir yer olmayacaktır. Çünkü o kimseler, İslâmi birlikteliğe girmeyerek şeytanın adımlarını takip etmişlerdir. Şeytanı takip edenlerin yeri de şeytanın gideceği yerden başka bir yer olmayacaktır.
“Ey iman edenler, hepiniz birlikte İslâm’a girin, şeytanın adımlarını izlemeyin, çünkü o size apaçık düşmandır.” (Bakara, 208)
Bireysel hareket, şeytanın istediği ve gittiği bir yoldur. Yalnız hareket şeytana tabi olmak ve onun adımlarını izleyerek onun yolundan gitmektir. Kullarının şeytana tabi olmasını ve bunun sonucunda cehenneme girmelerini istemeyen yüce Allah (cc) onları uyarmakta, kurtuluş yolunu onlara göstermektedir.
Toplum olarak yaşama, insan hayatı boyunca devam etmeli ve hayat, bu esas üzerinde iken son bulmalıdır.
“Ey iman edenler, Allah'tan, O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran, 102)
Müslümanlar dışında başka bir grup ya da topluluk içinde iken ölmek, elbette yüce Allah'ın hükmüne aykırı hareket etmek ve cahiliye ölümü ile ölmektir.
CEMAATLEŞME RAHMETTİR
Müslümanlar, ancak velayet hukukunu oluşturup cemaatleşmeleri halinde yüce Allah’ın rahmetinden yararlanabilirler. Aksi halde yüce Allah'ın rahmet ve sevgisinden mahrum kalacak ve Al-i İmran 103. ayetinde de belirtildiği gibi ateşten bir çukurun kenarında bulunacaklar ve tevbe etmeden ölmeleri halinde o kenarında bulundukları ateş çukura, içerisinde ebedi kalmak üzere yuvarlanacaklardır.
Müslümanların, rahmete ve yüce Allah'ın rızasına ulaşmaları için yapmaları gereken en önemli şey, diğer Müslümanlarla velayet hukukunu oluşturmak ve İslâmi bir yapılanma içerisinde yer almalıdırlar.
“Mü’min erkekler ve mü’mine kadınlar, birbirlerinin velisidirler; iyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allâh daima üstündür, hâkimdir.” (Tevbe, 71)
Yüce Allah'ın rahmetinden yararlanmak ancak Tevhidi esaslar doğrultusunda İslâmi bir yapılanma içerisinde yer almakla mümkündür. Çünkü Allah'ın rahmeti ancak cemaat üzerinedir. Cemaat içerisinde yer almayan kimseler, yüce Allah'ın rahmetinden yararlanamayacaklardır.
İslâmi yapılanma içerisinde yer almakla kişi, hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında yüce Allah'ın rahmetinden yararlanır. Dünya hayatında, İslâm devletinin oluşması ile toplumsal sıkıntılar ve sorunlar giderilecek ve insanlar huzur ve güvene kavuşacak, Ahiret hayatında ise, Rab’lerinin vadettiği mükâfatlara ve onlar için hazırlanan cennetlere kavuşacaklardır.
CEMAATLEŞME ÜSTÜNLÜK VESİLESİDİR
Şu bir gerçektir ki, örgütlenmiş bir topluluk daima örgütlenmemiş topluma hükmeder. Bugün Tevhidi esaslar doğrultusunda İslâmi bir yapılanma olmadığı için kendini İslâm'a nispet eden kimseler, beşeri sistemlerin zulmü altında yaşamakta ve her türlü baskıya maruz kalmaktadırlar. Yüce Allah (cc), gerçekten iman edenlerin en üstün olduklarını bildirmektedir.
“Kim Allâh'ı, Elçisini ve mü'minleri dost tutarsa (bilsin ki) galip gelecek olanlar, yalnız Allâh'ın taraftarlarıdır.” (Maide, 56)
“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz.” (Al-i İmran, 139)
Üstün olabilmenin yolu da hiç kuşkusuzdur ki, İslâmi bir yapılanmadan, Allah yolunda kenetlenmiş bir cemaatten geçmektedir. Cemaatleşmek, aynı zamanda İslâmi esasların insanlara daha sağlıklı olarak ulaşmasını sağlayacaktır. Müslümanların, bulundukları yerlerde birey olarak daha önce yaptıkları İslâmi davet, cemaatleşme ile daha organizeli bir şekilde yapılacak, böylece davet toplum üzerinde daha etkili olacaktır.
Rab’lerinin inayeti ile bir araya gelen Müslümanlar, içlerinden bir topluluğu hayra davet görevi ile görevlendireceklerdir. Çünkü Tevhidi esaslara olan davet görevi, hiçbir şekilde ve şartta durmaz, duramaz, her halükârda devam eder.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104)
Bu hayra çağırma görevini, Risalet tarihi boyunca Risalet önderleri yerine getirmiş, onların olmadıkları dönemlerde ise bu görev, Tevhid eri Müslümanlar tarafından ifa edilmiştir. Bugün davet görevini günümüz Müslümanları yapacaktır, ancak bu görev için Müslümanlar, öncelikle ve mutlaka toplum haline gelmeleri ve yüce Allah'ın ipi olan Kur’an’a sarılmaları gerekir. “İçinizden hayra çağıran,” ifadesi buyruğundan da anlaşılacağı üzere, Müslümanlar önce toplum haline gelecekler, sonra içlerinden bir grubu hayra davet ile görevlendirecekler.
Toplumun Müslümanlara ihtiyacı vardır; Müslümanlar, bu nedenle öncelikle insanları, içlerindeki Samiri soylu belamlar yüzünden bir türlü anlamadıkları Tevhidi gerçeklerden haberdar etmeli, onların içerisinde bulundukları şirk ve küfürden kurtulmalarına öncülük etmeli, fitne ve fücur sistemleri olan beşeri sistemleri yeryüzünden kaldırmalıdırlar. Çünkü Müslümanlar, insanlar için çıkartılmış hayırlı bir toplumdur.
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz; iyiliği emreder, kötülükten menedersiniz ve Allah'a inanırsınız. Eğer Kitap ehli, inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu. Onlardan inananlar da var, ama çokları yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran, 110)
Müslümanların nihai görevleri, yeryüzünden fitne olan beşeri zulüm sistemlerinin kaldırılarak yüce Allah'ın dinini egemen kılmalarıdır. Ancak bu durumda insanlar, beşeri sistemlerin baskı ve zulümlerinden kurtularak Tevhidi gerçeklere ulaşma imkânı bulabilirler. Bu ise ancak velayet hukukunun Müslümanlar arasında sağlanması ile mümkün olabilecektir.
“Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allâh'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer son verirlerse muhakkak ki Allâh, ne yaptıklarını görmektedir.” (Enfal, 39)
Fitne olan beşeri sistemlerin yeryüzünden kaldırılmaları, ancak büyük bir gücün varlığı ile mümkündür. Bu güç ise, topluca Allah'ın ipine sarılıp kardeşlik ve velayet hukukunu oluşturan Müslüman toplumdur. İşte “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz” ifadesi, insanların önünde Tevhidi esaslara yönelmelerini engelleyen tüm unsurların kaldırılmasını da içerisine almaktadır.
CEMAATLEŞİLMEDEN İSLÂMİ DAVET ETKİLİ OLMAZ
Şirk ve dalalet içerisinde yüzen insanlara Tevhidi esasları ulaştırmanın ve onların yüce Allah'ın rahmetine kavuşmalarının ilk ve en temel esası İslâmi bir yapılanma oluşturmaktır. Bu yapılmadan, küfre karşı kıyam etmek ve insanlara Tevhidi esasları ulaştırmak sağlıklı ve etkili olmaz. Yüce Allah bu konuda Ashabı Kehf’i örnek vermektedir.
“Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık. Kalplerinin üstüne metanet bağlamıştık. Kalktılar, dediler ki: "Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O'ndan başkasına Tanrı demeyiz. Yoksa saçma söylemiş oluruz.
“Şunlar, şu kavmimiz O'ndan başka ilahlar edindiler. Onların ilah olduğuna açık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? (Kehf, 13-16)
Müslümanların birlikteliğini öven ve cemaat olmalarından dolayı yüce Allah'ın kendilerine rahmet ettiğini bildiren Tevbe suresi 71. ayetinde de belirtildiği üzere, Müslümanlar ancak birbirlerinin velisi oldukları zaman iyiliği emreder, kötülükten nehyederler.
“Mü’min erkekler ve mü’mine kadınlar, birbirlerinin velisidirler; iyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allâh daima üstündür, hâkimdir.” (Tevbe, 71)
Birey olarak hareket eden bir kimse, yüce Allah'ın övgüsünden ve rahmetinden nasiplenmeyecektir. Yüce Allah (cc), velayet hukukunu oluşturan Müslümanların kalplerini birbirine bağlamış onları kardeşler yapmıştır. Çünkü İnsanlara Tevhidi esasları ulaştırmadan önce, Müslümanların, velayet hukukunu sağlamaları imani bir zorunluluktur.
CEMAATLEŞMEYEN KİMSELER FİTNENİN YAYILMASINA NEDEN OLURLAR
Bugün İslâm devletinin olmaması, Müslümanları bir arada tutan bir halifenin bulunmaması, kendisini İslâm’a nispet eden kimselerin, tıpkı İsrail oğullarının durumu gibi, zillet içerisinde bir yaşam sürmelerine neden olmaktadır. Fir’avn, tıpkı günümüz beşeri sistemlerin yaptığı gibi insanlar karşısında toplu hareket etmesinler diye onları fırkalara, partilere, mezhep ve ırklara ayırarak parçalamıştı.
“Fir'avn, orada ululandı, halkını çeşitli gruplara böldü; onlardan bir zümreyi eziyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardan idi.” (Kasas, 4)
Fir’avn vb. zorbaların benzeri olan günümüz beşeri tağuti sistemlerin zulmü altında kendilerini İslâm ümmetine nispet edenler, paramparça olmuş bir halde zillet ve meskenet içerisinde yaşamaktadır. Bu nedenle Tevhidi Müslümanlar, insanları bu zorba güçlerin ellerinden kurtarmak için onlara Tevhidi esasları anlatmalı, onurlu bir kimlik kazanmaları için çalışmalıdırlar.
Müslüman cemaat içerisinde yer almayan, bölünüp parçalanan, hevasını her şeyin üstünde tutup yalnız hareket eden kimseler, hem yüce Allah'ın rahmetinden ve sevgisinden uzaklaşmış, hem de yeryüzünde korku içerisinde yaşamaya mahkûm olmuş kimselerdir. Bu nedenle yüce Allah (cc), Müslümanların bölünüp parçalanmamalarını istemektedir.
“Allah'a ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkuya kapılırsınız, devletiniz gider. Sabredin, çünkü Allâh sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
Cemaatleşmeyen kimseler, yeryüzünde günümüzde görüldüğü üzere, fitne ve fesadın yeryüzüne yayılmasına seyirci kalmaktadırlar ki bundan sorumludurlar. Bu nedenle yüce Allah (cc) Müslümanlardan, mutlak anlamda velayet hukukunu oluşturmalarını ve böylece yeryüzünde fitne ve fesadın yayılmasını önlemelerini istemektedir.
“Kâfirler, birbirlerinin velisidirler; eğer siz (velayet hukuku)nu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur.” (Enfal, 73)
Bölünüp parçalanmışlık her zaman zillet içerisinde yaşamaya, meydanı kâfirlere bırakmaya ve kâfirlerin zulüm ve despotluk yapmalarına neden olur. İslâm ümmetinin bulunmaması; İslâm devletinin elden gitmesine, Müslümanların güç ve kuvvetten mahrum yaşamalarına ve kalplerinde kâfirlerin korkusunun yerleşmesine neden olmuştur.
Bugün Müslüman oldukları iddiasında olanlar, birbirlerini adeta düşman ilan edip parçalanırlarken, emperyalizm, Birleşik Devletler, Avrupa birliği, NATO ve benzeri yapılanmalarla bir araya gelerek aralarında velayet hukukunu oluşturmaktadırlar. Böylece emperyalistler, yeryüzüne fitne ve fücuru yaymakta, İslâm topraklarını işgal etmekte ve İslâm topraklarının yer altı ve yerüstü zenginliklerini sömürmektedirler.
Emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin yaptıkları tüm katliamlardan, sömürü ve talanlarında Tevhidi esaslar doğrultusunda velayet hukukunu oluşturmayan kimseler birinci derecede sorumludurlar.
CEMAATLEŞMEYEN KİMSELERİN DURUMU
Yüce Allah (cc), çok açık bir şekilde birlikte İslâm’a girilmesini, şeytanın adımlarının takip edilmemesini ve Müslümanlar olarak ölünmesini emretmiştir. Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, hevai bazı nedenlerle İslâmi birliktelik içinde yer almayan kimseler, Rasul (as)’a karşı gelmiş ve Müslümanların yolunu bırakarak şeytanın adımlarını izlemişlerdir. İşte bu kimselerin yöneldikleri yön cehennemden başka bir yön değildir.
“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasule karşı gelir ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa, 115)
Cehennemden kurtulmanın tek yolu, yüce Allah'ın belirlediği esaslara uygun bir şekilde Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğini kabul ederek Müslümanlarla beraber bulunmaktır. Kendilerine bildirilen ayetler doğrultusunda hareket etmeyenler, zalimler olarak yüce Allah'a karşı suçlu olacaklar ve bu suçlular cehenneme sürüleceklerdir.
“Kendisine Rabbinin ayetleriyle öğüt verildikten sonra onlardan yüz çevirenlerden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz, suçlulardan öç alıcıyız.” (Secde, 22)
Yüce Allah'ın bildirdiği esaslardan yüz çevirmek, dinlerinden döndükleri için yüce Allah (cc) onları zalimler olarak helak edecek ve onların yerine kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu sağlayan Müslümanları getirecektir.
“Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allâh, yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlar da O'nu severler. Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allâh yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allâh'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allâh'(ın lütfu) geniştir, (O), bilendir.” (Maide, 54)
Allah yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf durarak Tevhidi esasları ortaya koyan ve yeryüzünden fitneyi kaldırıp din yalnızca yüce Allah'ın dini oluncaya kadar mücadele eden Müslümanları yüce Allah (cc) övüyor ve onlara verilecek mükâfatları bildiriyor.
“Muhammed Allâh'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların, rükû' ve secde ederek Allâh'ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. Onların Tevrat’taki vasıfları ve İncil’deki vasıfları da şöyle bir ekin gibidir ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne dikildi, ekincilerin hoşuna gider, onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir bir duruma geldi. Allâh onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir.” (Fetih, 29)
Tevhidi esaslar etrafında, birleşip güçlenen ve gövdesi üstünde dikilen bir ağaç misali yükselen Müslümanlar, dünya hayatında kâfirlerin korkulu rüyası olurlarken ahiret hayatında Rab’lerinin vereceği mükâfatlarla ebedi mutluluğa ve kurtuluşa ulaşacaklardır. İşte en güzel sonuç onlaradır.
“Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
“Gerçekten büyük başarı ve mutluluk budur! Çalışanlar bunun için çalışsınlar.” (Saffat, 60-61)
Kurani Mücahede: 2012-02-11
Bir yanıt yazın