Press ESC to close

BÜKEMEDİĞİN ELİ ÖPECEKSİN!

Bazen gerçekleri söyleyip yazmak oldukça zordur. İnsanlar, yazılıp söylenen gerçekleri anlamadan hemen tepki gösteriyor ve karalamaya başlıyorlar. 90’lı yıllarda, kitap ve dergilerimde yazdıklarımı anlamayan, verilen mesajı kavramayan -az da olsa- bazı okuyucularım ve bir kısım kitapçılar yazdıklarımı anlamadan beni vicdanlarında mahkum etmişler, kitap ve dergilerimi okumayı ve dağıtmayı engellemişlerdi.

Bazı kitapçılar, sisteme, bazıları geleneksel din anlayışına, bazıları parti, dernek ve vakıflara ya da ağabeylerine karşı olduğum, bazıları ise, “Kur’an’da Mü’min Şahsiyet” adlı kitabımda, sigaranın haram olduğunu yazdığım ya da “Kur’ani Kavramlar” adlı kitabımda gece (vitir) namazının farz olduğunu belirttiğim için kitap ve dergilerimi kitapçı dükkanlarına koymuyor ya da aldıkları kitap ve dergileri saklıyor, okuyucuların talep etmelerine rağmen vermiyorlardı.

Bu kitapçılardan en ilgi çekeni ise, Kırşehir’de bulunan bir kitapçıdır. Kendilerini yakından tanıdığım bu kitapçı gençler, yıllarca beraber olduğumuz ağabeylerine karşı bir konuda itiraz ettiğim için kitap ve dergilerimi almış, saklamış ve okuyucuların istemelerine rağmen vermemekte direnmişlerdi. Okuyucularım onlara, benim kitap ve dergilerimi saklayıp insanlara neden vermediklerini sorduklarında ise verdikleri cevap onlar açısından oldukça küçültücüydü; “Ramazan abi, (…) abimize karşı itirazda bulunmuş, ona mektup yazmış, bu nedenle onun kitap ve dergilerini satmıyoruz.” Bu zavallı gençler, ağabeylerine neden karşı çıkıp itiraz ettiğimi bilip dinlemeden, bir tarikatçı mantığı ile hareket ederek, kendi akıllarınca benim eserlerimin okuyucuya ulaşmasına engel oluyorlardı.

Bir seyahatim sırasında Kırşehir’e de uğramıştım; oradaki arkadaşlardan bazıları, ildeki kitapçının benim dergi ve kitaplarımı sakladığımı, isteyenlere vermediğini söylemişti. Akşam beni evimde misafir de eden kitapçıya, neden bunu yaptığını sordum. O, kendisinin değil de öbür ortağının benim kitap ve dergilerimi insanlara vermeyi yasakladığını söyledi.

Benim kitap ve dergilerime ambargo koyan bu kitapçıda, tasavvuf kitapları da dahil, her türlü kitap bulunmaktadır. Kitapevinin içinde bu ambargoyu konuşurken, İstanbul Boğaziçi Üniversitesinde okuyan bir genç, kitap ve dergilerimin hangisi olduğunu sorunca kendisine gösterdim. O genç, kitapların isimlerini görüp içindeki konuları sorup öğrenince şunları söyledi: “Yazık be, burada Allah ve Rasulüne küfür eden kitaplar bile satılırken sizin Tevhidi anlatan kitap ve dergilerinizi saklanması anlaşılır gibi değildir.”

Yazdığım bazı yazılarımın anlaşılmadan nasıl mahkum edildiği ile ilgili bir başka örneği de, 2000 yılında Ankara Çubuk cezaevinde Kemalist zorbalık tarafından, Kur’ani Mücahede Dergilerinde yazdığım yazılarda; “Halkı din ve sınıf farkına ayırıyor, Kemalist sisteme ve cumhuriyete düşman ve şeriat düzeni istediğim” iddiasıyla misafir edildiğim sırada karşılaşmıştım. Kendisini küçük dağların kralı gören cezaevi komutanı astsubayın, benim mahkumlara okumaları için dağıttığım dergilerini toplattığını duydum. Kendisine “neden benim dergilerimi toplatıyorsun” diye sorduğumda verdiği cevap bu kişinin ne kadar sığ düşündüğünü ortaya koyuyordu.

Astsubay bana; “Bir derginde ‘Yaşasın Apo’ diye yazmışsın” dedi. Kendisinne yazının içeriğini okuyup okumadığını sorduğumda okumadığını söyledi. Ben o dergide, Aponun neden asılmadığını ele alıyor, Apo’nun yaşaması için MHP başkanı Bahçeli de dahil bütün siyasetçilerin dua edercesine çırpındıklarını, Apo’nun neden asılmadığı ile ilgili güncel gerçekleri yazıyordum. Ancak cezaevinin zavallı komutanı, yazdıklarımı okuyup anlama kapasitesine sahip olmadığı için başlığı görür görmez, benim Apo’nun yaşaması için dua ettiğimi sanmış.

Görmüş geçirmiş, tecrübe sahibi olmuş olgun ataların, geleceğin nesline yol gösterici sözleri vardır; bunlardan biri de, “Bükemediğin Eli Öpeceksi” sözüdür. Bu söz, bugün yaşanılan sorunların çözümünde yol gösterecek en doğru ifadedir. Ülkede yaşanan ve birçok gencin bir hiç uğruna öldüğü terör ve savaşın bitirilmesinde bu sözün gereğinin yerine getirilmesi kaçınılmazdır.

Kemalist zorbalık, otuz yılı aşan bir zamandır, milyarlarca lira harcamasına, özel yetiştirdiği katiller eliyle katliamlar yapmasına, masum köylüleri, köylerinden çıkarıp sürgüne göndermesine rağmen, PKK’nin hakkından gelememiş, varlığına son verememiştir. Kemalist sistem, masum insanlara, PKK’ye yardım ediyorlar diye baskı ve zorbalık yapması neticesinde bu masum insanların PKK saflarına katılması ile PKK’nin daha da güçlenmesine neden olmuştur.

Terörün biritilmesi adına bugüne kadar sürdürülen savaşta harcanan paralarla Türkiye daha çok kalkınacak ve belki de dünyada kalkınmış sayılı birkaç ülke arasına girmiş olacak, tüm Anadolu halkı daha müreffeh bir hayat yaşayacaktı. Ancak Anadolu’yu işgal ettiği günden bugüne, kendi halkına düşman olmayı politikasının temeli olarak almış Kemalist zorbalık, kendi gayri meşru varlığını sürdürebilmek için, tıpkı Firavn’ın İsrailoğullarına yaptığı gibi, Anadolu halkının bir kısmını kendisine düşman ilan etmiş ve yüzyıllardır kardeşlik bağları ile birbirlerine bağlı olan Kürt ve Türk halklarını birbirinden ayırmaya çalışmıştır.

Kemalist zorbalık, bugüne kadar sürdürdüğü savaşta, onbinlerce vatan evladının pisi pisine ölümüne neden olduğu, insanların ocaklarına ateş düşürdüğü gibi, hurdalarından onlarca fabrikanın kurulacağı bomba ve mermileri Anadolu’nun doğu kesimine yağdırmıştır.

Kemalist zorbalığın Genelkurmayı, insanları aldatmak için ikide bir yayınladığı bildirilerle onlarca, yüzlerce PKK’li öldürdüğü yalanını söylemekte, ölen ve yaralanan askerlerin gerçek sayılarını halktan gizlemektedir. Barakadan yapılmış karakollarda, doğunun şiddetli soğuğunda birçok hastalığa yakalanan askerlerin yanında, PKK tarafında yapılan baskınlarla da her seferinde onlarca asker kaybedilmektedir. Peki sonuç, sıfır elde sıfır, iki taraftan da boşu boşuna ölen ya da öldürülen gençler cabası!

Bugüne kadar pisi pisine sürdürülen savaş ve katliamlarla hiçbir şey elde edilmemiştir. Bu başarısızlık ve beceriksizliklerini gören kemalist sistemin başbakanı, MİT müsteşarını ve diğer ajanlarını, defalarca gizli bir şekilde İmralı’ya Abdullah Öcalan’a göndermiş, savaşın bitirilmesi için ondan yardımcı olmasını istemiş, ancak Abdullah Öcalan’a gidenler, her seferinde elleri boş dönmüşlerdir. Öyle ya, Öcalan kendisi içerde tutsak iken dışarıda bir savaşın bitirilmesine hiç yardımcı olabilir mi?

Kemalist sistemin başbakanı, Avrupalı hükümetleri ve uşaklığını yaptığı Amerika’yı devreye sokup Oslo’da anlaşmalar yapmaya kalkışmış, ancak bunu da yüzüne gözüne bulaştırmıştır. Bu savaşın sona erdirilmesi konusunda Kemalist zorbalığın yapacağı hiçbir şey kalmamıştır. sistemin cumhurbaşkanı, başbakanı, parti başkanları beceriksizlikleri içerisinde bocalayıp durmakta, boşuboşuna genç insanların kanları akmaktadır.

Bu yazıdan amacım, küfür sisteminin yöneticilerine yol göstermek ya da akıl vermek veyahut da PKK ve Öcalan’ı övmek değildir. Beni tanıyan herkes ve özellikle de Kemalist zorbalığın idarecileri, yargı mensupları ve emniyet güçleri bilirler ki ben, dinime düşman olan Kemalist zorbalığa düşman olduğum gibi, aynı şekilde dinime düşman olan PKK’ye ve Öcalan’a da düşmanım. Her ikisi de benim dinime düşman, ateist ve dinsizdirler. Bu nedenle her ikisine de mesafem bellidir; ancak ülkede, Kürd’ü ve Türk’ü halk perişan olmakta, Kemalist zorbalığın, gayri meşru varlığını sürdürmesi ve PKK’nin ihtirasları uğruna genç yaşta insanlar boşu boşuna telef olup gitmektedir.

Kemalist zorbalığın ve PKK’nin estirdikleri terör yüzünden savaş alanına dönen Anadolu’da, boşu boşuna ölen genç çocuklar nedeniyle evlere düşen yangınlara, yüreği yanan anaların acılarına son verilmesi, akan kanlar nedeniyle kızıla dönen Fırat ve Dicle’in eski berrak rengine dönebilmesi için, Kemalist zorbalığın cumhurbaşkanı, başbakanı, bütün parti başkanları ve meclisi dolduran milletvekillerinin yapacakları tek bir şey kalmıştır. O da, atalarının sözüne sadık kalarak bükemedikleri eli öpmektir. O el de Abdullah Öcalan’ın elidir.

Evet, savaş ve her iki tarafın estirdikleri terörün bitirilebilmesi için zorba Kemalist sistemin cumhurbaşkanından başbakanına, parti başkanlarından millletvekillerine kadar hepsi, İmralı’ya gidip, otuz yılı aşkındır bükemedikleri Abdullah Öcalan’ın ellerini öpmeli, ondan özür dileyip onu cezaevinden çıkarmalı, talimatlarla görev yapan BDP’nin yöneticilerinin yerine onu BDP’nin başına geçirip meclise sokmalıdırlar. Her iki tarafın da estirdikleri terörün bitirilmesinin yolu bundan başka değildir.

Şimdi bazı kendini bilmez zavallılar, “Ülkenin cumhurbaşkanı ve başbakanı nasıl olur da eli kanlı, hatta çocuk katili Abdullah Öcalan’ın elini öpebilir” diyecekler. O zavallı kendini bilmezlere şunu söyleyeyim ki, Anadolu halkına düşman olan, Dersim’de, kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden binlerce insanı katleden, Çerkeş Ethem, Şeyh Said, İbrahim Çapaoğlu gibi vatan evlatlarını ve onların aile fertlerini öldüren, Atıf Hoca gibi binlerce Müslüman alimi astıran, halkın inançlarına düşman olan M. Kemal da eli kanlı bir katil olduğu halde bu sizin cumhurbaşkanı, başbakan dediğiniz kimseler, bakanlarınız, milletvekilleriniz her vesile ile gidip onun putunu kutsayıp önünde elpençe ibadete durmuyorlar mı?

Sözkonusu olan katillik ise, emperyalizmin yerli işbirlikçisi olan ve üstüne üstlük kendisine Atatürk ünvanı verilen M. Kemal adındaki adam daha şedid bir katildir. Onun putu önünde elpençe duran zorba sistemin idarecileri, canlı olan Abdullah Öcalan’ın önünde haydi haydi elpençe durmalıdırlar. Üstelik M. Kemal’in kuru putu önünde durmak, cehennem azabından başka dünyada kimseye hiçbir şey kazandırmıyor iken Abdullah Öcalan’ın önünde elpençe durulup elinin öpülmesi, sırada bekleyen binlerce gencin boşu boşuna ölmesini, sürdürülen terörün bitirilmesini sağlayacak, Anadolu insanlarının evlerine düşürülen ateşe son verilecektir.

Kemalist zorbalığın cumhurbaşkanı, başbakanı, parti başkanları, milletvekilleri ve Genelkurbay başkanı, gerçekten vatanı, milleti seviyor iseler, gerçekteAnadolu halkına saygıları varsa ve zerre kadar vicdan sahibi iseler, hiç vakit kaybetmeden gidip Öcalan’ın elini öpmeli, onu cezaevinden çıkarmalıdırlar. Şu gerçeği herkes bilsin ki, Öcalan cezaevinde tutulduğu sürece ne terör ve savaş biter, ne de ülkeye barış gelir. Lideri cezaevinde tutulan örgütün, Kemalist zorbalıkla bir barış yapması kesinlikle mümkün değildir.

Kemalist zorbalığın yöneticileri o putperest kafalarına şunu soksunlar ki, Avrupalı hükümetlere, Amerika’ya yalvarıp kapalı kapılar ardında pazarlıkların kurulmasıyla bu savaş bitmeyecek. Abdullah Öcalan içeride olduğu, bir türlü başedemediğiniz PKK varolduğu sürece sizin yalvarmalarınızın, göstermelik açılımlarınızın hiçbir faydası olmayacaktır. Gelin, atalarınızın sözünü dinleyin de bükemediğiniz eli gidip öpün de devam ettirilen terör ve savaş bitsin!

Ramazan Yılmaz: 2012.11.05

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir