Her çağın sorunu olan açlık konusu, günümüzde yeniden birinci plana alınmış görünmektedir. Emperyalizmin, insanların maddi ve manevi değerlerini sömürmesi sonucunda gelinen bu noktada, temel sorun göz ardı edilerek açlık konusu öncelikli sorun olarak ve çarpıtılarak insanlığa empoze edilmektedir.
Günümüzdeki sorunun temel sebebi, açlık konusu değildir; temel sorun, ülke kaynaklarını adil ve eşit bir şekilde dağıtacak adil bir yönetimin bulunmamasıdır. Adil bir yönetim ise ancak İslâmi esasların gereği gibi uygulandığı bir ülkede sözkonusu olabilir. Açlığın pençesinde kıvranan dünya halkları, Tevhidi esaslardan uzak oldukları, şirk ve küfür içerisinde bocaladıkları için, onurlu bir şekilde haklarına sahip çıkmamakta, haklarını ellerinden alan zorbalara zillet içerisinde boyun bükmektedirler.
Kur’an, diktatörlere zillet içerisinde boyun eğen insanların örneklerini verir ve bunların o zilletten nasıl kurtulduklarını bildirir. Yüce Allah (cc), Fir’avn’ın zulmüne zillet içerisinde boyun eğen İsrail oğullarının durumunu ve o zilletten nasıl kurtulduklarını, sonraki toplumlara örnek olması açısından, haber veriyor.
“Fir'avn, orada büyüklendi, halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi (İsrail oğullarını) eziyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardan idi.” (Kasas,4)
“Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler.” (Zuhruf, 54)
“Andolsun biz, İsrail oğullarını o küçültücü azaptan kurtardık.” (Duhan, 30)
“Hor görülüp ezilmekte olan milleti de içini bereketlerle donattığımız yerin, doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrail oğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Fir'avn'ın ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları da yıktık.”(A’raf, 137)
Yüce Allah (cc), Hz. Musa (as) vasıtasıyla İsrail oğullarına Tevhidi esasları göndermiş onları, içerisinde bulundukları zillet ve meskenetten kurtarmıştır. Bu durum, tarihi süreçte sürekli tekrarlanmış, ezilen insanlar, Tevhidi esaslara sarılarak zillet ve meskenetten kurtulmuşlardır. Yüce Allah (cc), Tevhidi esaslara sarılıp iman eden kullarını yeryüzünün hâkimleri kılacağını vaat etmiştir.
“Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara vaat etmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Ama kim(ler) bundan sonra da nankörlük ederse işte onlar, fasıklardır.” (Nur, 55)
“Onları yeryüzünde iktidara getirdiğimiz takdirde namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten menederler. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.” (Hac, 41)
Geçmiş dönemlerde toplumlar içerisindeki varlık sahiplerinin yaptıkları gasp ve sömürüyü günümüzde emperyalizm ve onu destekleyen ülkeler yapmaktadırlar. Bugün açlık sorununun temeline inildiğinde karşılaşılan durum oldukça düşündürücüdür. Açlık sorunu ile karşı karşıya gelen toplumlar ve insanlar aslında yoksul değil kendilerine ve gelecek nesillerine yetecek yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahiptirler. Ancak onların bu zenginliklerini kendileri değil emperyalizm ve emperyalizm adına yerli işbirlikçileri kullanmaktadır. Buna bir iki örnek verilecek olursa:
Birincisi, emperyalizmin, Güney Afrika ve Fildişi sahillerinin, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, beyaz adamlar vasıtasıyla yıllarca sömürmüş, oradaki zenginlikleri çalarak Batıya aktarmıştır. Bunun sonucunda Güney Afrika ve Fildişi sahillerinin yerli halkı yıllar boyunca açlık ve sefalet içerisinde kıvranmışlardır. Ancak kendi haklarına sahiplenmeleri ve Beyaz adamları ülkelerinden defetmeleri sonucunda o bölge halkları açlık ve yoksulluktan kurtulabilmişlerdir.
İkincisi, Arap toplumları üzerinde, emperyalizmin desteğiyle, yıllarca terör estirip zorbalıkla hüküm süren diktatörler, ülkelerini talan ederek sömürmüşler, kendileri, ataları Fir’avn gibi günden güne zenginleşip semirirlerken halkları açlık ve sefaletin pençesinde kıvranmışlardır. O halkların, kendi haklarına sahiplenmek üzere fırtınalar koparıp ayağa kalkmaları sonucunda o diktatörler ve sömürü düzenleri yerle bir olmuştur.
Üçüncüsü, bugün Somali’deki açlık sorunu, yine emperyalizmin sömürü çarkı nedeniyle ortaya çıkmıştır. Somali’deki petrol kaynaklarına çöreklenmek için orada bir iç savaş çıkartan emperyalist Amerika ve batılı işbirlikçileri ile Türkiye'deki kuklaları, bugün oradaki açlık sorununun baş sorumlularıdırlar. Somali’de emperyalizm ve işbirlikçileri eliyle iktidara oturtulan yönetim, kendi halkının çıkarlarını korumak yerine emperyalizmin çıkarlarını gözettiği için halk açlık ve sefaletin pençesinde kıvranıyor.
Tarihi süreçte hemen her dönemde, toplumlar üzerinde egemen olan güçler, insanların maddi ve manevi değerlerini sömürmüşler, onların haklarını gasp etmişler ve onların yoksullaşmalarına sebep olmuşlardır. Hakları zorbalıkla ellerinden alınan insanlar, kendi haklarını elde edecek maddi ve fiziki bir güce sahip olamadıkları ve sorunun temel kaynağına inemedikleri için açlık ve sefalet içerisinde sefil bir hayat sürmüşlerdir.
Yüce Allah (cc), her dönemde insanlara zillet ve meskenetten kurtuluşun yolunu, gönderdiği Rasullerin vasıtasıyla göstermiş, o gönderdiği Tevhidi esaslara sarılmaları halinde kurtulacaklarını bildirmiştir.
“…Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. Allah da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O'ndan başka koruyucuları da yoktur.” (Rad, 11)
“Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunan(güzel meziyet)i değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez. Allah işitendir, bilendir.” (Enfal, 53)
Toplumların zillet içerisindeki bir hayattan onurlu bir hayata yükselmeleri, ancak onların, kendilerine sunulan onurlu kurtuluş reçetesini uygulamaları ile mümkündür. Bunun için de öncelikle o toplumların, kendilerine kurtuluş yolunu gösteren Tevhidi esaslardan haberdar olmaları gerekir. Tevhidi esaslardan insanları haberdar etme görevi de, hiç kuşkusuzdur ki, iman ettiklerini iddia eden kimselerindir.
Açlık sorununun sorumluları
Bugünkü açlık ve sefaletin baş sorumluları, hiç kuşkusuzdur ki, birinci derecede İslamcılardır. Bu kimseler, insanlara Tevhidi esasları ulaştırmadıkları için o insanlar, içerisinde bulundukları zilletten kurtulamıyorlar.
“Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar.” (Hud, 116)
İslâm adına ortaya çıkmış bazı kimseler, yüce Allah yolundan saptıran bozguncu beşeri sistemlere karşı çıkıp insanları bu konuda uyaracakları yerde bunlardan bazıları, bozguncu putperest sistemin izin verdiği ve İslâm nokta-i nazarında şirk ve küfür olan vakıf, dernek ve parti tabelaları altında, Hakkı batıla karıştırıp zillet içerisinde günlerini gün etmeye çalışmaktadırlar.
Diğer bir kesim ise, Kur’an ayetlerinden bir kısmını kullanarak, adeta Karl Marks’ın ortaya koyduğu fakirlik edebiyatı ile Marksist felsefenin tezleri doğrultusunda konuyu fakirlik zenginlik çizgisine çekmektedirler. Bu kimseler, Tevhidi esasları ortaya koyup bozguncu düzenin zulüm ve küfrüne karşı çıkacak yerde, küfür sistemin izin verdiği alanlarda ve İslâm karşıtı televizyon kanallarında konuyu, fakirlik edebiyatı yaparak, zenginlik fakirlik tartışmasına indirgemektedirler. Oysa asıl sorunu üreten, insanların bir kısmını fakirleştirip diğer bir kısmını Karun misali zenginleştiren, ülkenin maddi değerlerini adil kullanmayan bozguncu tağuti sistemin ta kendisidir.
Bozguncu, putperest sisteme karşı darı yutmuş kargaya dönen soldan çarklı fakirlik edebiyatçıları, kendisi başlı başına en büyük sorun olan tağuti sisteme karşı en küçük bir harekette bulunmamakta, Tevhidi anlamda bir tebliğ yapmamaktadırlar. Bunların, Tevhidi esasları bilmedikleri söylenemez; çünkü infak ayetlerini okuyup araştıran kimselerin, o ayetlerin üstünde ya da altında bulunan Tevhid ayetlerini görmemeleri mümkün değildir.
Tevhidi esasları gündeme getirmek, elbette büyük bir özveriyi gerektirmektedir. Bu özveriyi göstermeyen kimselerin, Marksist bir söylemle fakirlik zenginlik konusunu işlemeleri bir art niyet değilse bile, hevalarını tatmin etme çabasıdır. Risalet tarihindeki Tevhid şirk mücadelesini görmezden gelen bu kimseler, tevhidin tebliğindeki onurlu yolda yürümeye cesaret edemedikleri için konuyu indirgedikleri çizgide bocalayıp durmaktadırlar.
Açlık ve sefaletin ikinci sorumluları, ellerinden alınan haklarına sahip çıkmayan, açlık ve sefaleti kendilerine hayat tarzı olarak alan kimselerdir. Kur’an, onurlu bir yaşam için mücadele etmeyen ve zilleti bir yaşam tarzı olarak kabul eden bu kimselerin yerlerinin cehennem olduğunu bildirmektedir.
“Nefislerine zulmedenlere, canlarını alırken melekler: ‘Ne işte idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz)?’ dediler. (Onlar): ‘Biz yeryüzünde aciz düşürülmüştük’ dediler. Melekler dediler ki: ‘Allah’ın yeri geniş değil miydi ki onda göç edeydiniz?’ İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa, 97)
Zilleti hayat tarzı seçen kimseler, onurlu bir duruş ortaya koyup kendilerine zulmeden, kendilerini aç ve sefil bırakan tağuti sistemlere karşı çıkacakları yerde, üstüne üstlük o zorba sistemleri desteklemekte, onları oyları ile yaşatmaktadırlar. Yüce Allah (cc) bu kimseleri şöyle tanımlamaktadır.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)
Sorunun üçüncü sorumluları, maddeyi ilahlaştırıp değer yargılarını ona göre belirleyen kapitalist İslamcılardır. Özellikle İslâm topraklarında yaşayan kapitalist İslamcılar, yüce Allah'ın kendilerin ihsan ettiği zenginlikleri, ataları Karun misali kendilerinden bilmişler, yoksulun yolda kalmışın haklarını gasp ederek vermemişlerdir. Her biri Karun’u ceplerinden çıkaracak bir zenginliğe sahip oldukları halde yüce Allah'a isyan ederek ve O’nun gönderdiği ayetleri adeta hiçe sayarak ihtiyaç sahiplerinin haklarını gasp etmişlerdir. Bu durum, yoksul insanların sefalet içerisinde kalmalarına neden olmuştur.
Yüce Allah (cc), Tevhidi esasları kabul eden insanlardan mutlak anlamda infak etmelerini istemektedir. İnfak edenleri Tevhidi esasları kabul ve tasdik ettiklerini, infak etmeyenlerin ise Tevhidi esasları inkâr ettiklerini bildiren yüce Allah (cc), bu kimseleri şiddetli bir azapla uyarmaktadır.
“Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel(söz)ü de yalanlarsa, ona da en zoru kolaylaştırırız.” (Leyl, 8-10)
Yüce Allah (cc), hem emirlerini tanımayıp kendisine karşı isyan eden, hem de insanların yoksullaşmalarına neden olan, yoksulların haklarını vermeyen kapitalist İslamcı zenginlerin, gerçekte iman etmediklerini, inatçı birer zorba olduklarını bildirmektedir. Bu kimseler için çok acı bir azap vardır.
“Hayır, çünkü o bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi. Onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.” (Müddessir, 16-17)
“Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları yalnız bırak ve onlara biraz mühlet ver. Doğrusu, bizim yanımızda bukağılar ve cehennem var. Boğazı tırmalayan bir yiyecek ve acı veren bir azap var.” (Müzzemmil, 11-13)
Çalıp çırpılarak, insanların hak ve emekleri gasp edilerek elde edilen mal, yalnızca çukura düşüldüğü zaman değil, o dehşetli kıyamet gününde ve acı azaba girildiğinde de sahibine hiçbir fayda sağlamayacaktır.
“Ne malı, ne de kazandığı onu kurtaramadı, o alevli bir ateşe girecektir.” (Mesed, 2-3)
Allah yolunda infak edilmeyen, hak sahibi kimselere verilmeyen mal, cehenneme girmeye neden olduğu gibi, aynı zamanda cehennemde de sahibini bırakmayacak ve orada azabının katlanmasına neden olacaktır.
“Ey iman edenler, âlimlerden ve ruhbanlardan birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele!
O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılır; bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır: ‘İşte nefisleriniz için yığdıklarınız, yığdıklarınızı tadın!’ (denilir).” )Tevbe, 34-35)
Mallarının Allah yolunda harcanması gerektiğini bildikleri halde harcamayanlar, insanların yoksullaşmalarına sebep olanlar, kıyamet gününde, haksız yere topladıkları mal ve sermayeleri ile azapları katlanacaktır.
Yüce Allah (cc), kapitalist İslamcı inkârcılara Müslümanların özenmemelerini bildirmektedir. Çünkü onların mal ve sermayeleri, ancak onların günah ve azaplarını artırmaktadır.
“Onların ne malları, ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azap etmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” (Tevbe, 55)
“Kâfirlerin, öyle şehirlerde gezip dolaşması seni aldatmasın. Bu, az bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer, cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!” (Al-i İmran, 196-197)
Mal ve sermayeleri ile kibirlenip böbürlenerek yeryüzünde inkârcılığı yaşam tarzı haline getiren ve mal ve sermayeyi ilah edinen kapitalist İslamcılar, bunun kendi hayırlarına olduğunu düşünmesinler. Onlar, dünyada rahat bir yaşam sürdürürlerken ansızın en zorlu yokuşa sürdürülecekler ve en acı azabı tadacaklardır.
Bu konuda son sorumlu ise, halkların maddi ve manevi değerlerini sömüren ve onları sefalete sürükleyen emperyalizm ve işbirlikçileridir. Emperyalizm, elbette kendisine düşen çirkin yüzünü ortaya koyacaktır. Bu, onun bozuk karakteridir ve bozuk karakterini her dönemde ortaya koyduğu gibi günümüzde de ortaya koyacak ve insanları sömürecektir.
Emperyalizmin yok edilmesi ve sömürüsünüz durdurulması için asıl görev Müslümanlara düşmektedir. Müslümanlar, öncelikle yaşadıkları İslâm topraklarındaki emperyalizmin yerli işbirlikçilerini yok etmeli ki, emperyalizmin İslâm topraklarındaki kolları ve sömürü hortumları kesilsin. Sömürü hortumları kesilen emperyalizmin ise yaşaması zaten mümkün olamaz.
Emperyalizmin yerli işbirlikçileri, İslâm topraklarındaki yeraltı ve yerüstü zenginliklerini emperyalizme peşkeş çekerek emperyalizmin daha çok semirip azmasına neden olmaktadırlar. Bu yerli işbirlikçilere ve emperyalizmin sömürüsüne ancak Tevhidi esaslar doğrultusunda yapılacak bir mücadele ile dur denilebilecektir.
Emperyalizmin sömürü hortumlarının kesilmesi için Müslümanların, bulundukları yerlerde öncelikle Tevhidi konuları işlemeleri ve insanları Tevhidi esaslara davet etmeleri gerekir. Bu davet, Sünnetullahtaki Tevhid şirk mücadelesinin günümüz halkasını oluşturacaktır. Tevhid şirk mücadelesi, Sünnetullahtaki aslına uygun bir şekilde ortaya konulduğu anda da yüce Allah'ın yardımı ve mağfireti Müslümanların üzerine olacaktır. Sonuç elbette muttakilerin olacaktır.
Ramazan Yılmaz: 2011.10.16
Bir yanıt yazın