Tekfirde haddi aşmanın en dip noktası, (haşa) Allah’ı tekfir etme

Tekfirde haddi aşmanın en dip noktası, (haşa) Allah’ı tekfir etme

Mart 25, 2020 1 Yazar: admin

 

Yüce Allah (cc), Kur’an’ı apaçık bir şekilde indirmiş, iman edenlerin, bulundukları toplumlar içerisinde nasıl hareket edecekleri, şirk ve küfür ehli ile ilişkilerinin nasıl olacağı ve Kur’ani hükümleri nasıl uygulanacakları konusunda rasullerini en güzel olarak göndermiştir.
Kur’an’da kimi rasullerin çocukluk dönemleri, sosyal hayatları ve Tevhidi mücadelede izledikleri yol ve yöntemleri en ince detayına kadar anlatılır. Yüce Allah (cc), bu anlatımlarla iman edenlerin, içerisinde bulundukları şirk ve küfür toplumları ile ilişkilerinin ne olacağını, nasıl hareket edeceklerini açıklığa kavuşturmakta, bunların örnek olduklarını bildirmektedir.
“Rasullerin haberlerinden sana her şeyi anlatıyoruz; onda, senin kalbini sağlamlaştıracak şeyler vardır. Sana, bunun içerisinde Hak, nasihat ve Mü’minler için öğüt/zikir geldi.” (Hud, 120)
Rasullerin hayatlarının her aşamasının anlatılması Mü’minlerin, içerisinde bulundukları şirk ve küfür toplumlarında verilen bu örnekliklere göre hareket edebilmeleri ve kalplerinin sağlamlaştırılması içindir. Rab’lerine gerçekten iman edenler, rasullerin ayrıntılı olarak verilen örnekliklerini esas alarak hareket edecekler, böylece hidayete erip rahmete ulaşacaklardır.
“Gerçekten onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır; (bu), uydurulacak bir söz değildir velakin kendinden öncekilerin doğrulanması ve her şeyin ayrıntılı açıklaması ve bir hidayet ve rahmettir iman eden topluluklar için.” (Yusuf, 111)
Yüce Allah (cc), gönderdiği dinin nasıl yaşanması gerektiği, iman edenlerin, şirk ve küfür toplumları içerisindeki konumlarının nasıl olacağı konusunda Risalet önderlerinin hayatlarını örnek olarak vermiş, ancak onların örnekliklerini alanların gerçekten Kendisini razı edebileceklerini ve umduklarına ulaşacaklarını iman eden kimselere bildirmiştir.
Kur’ani bu apaçık hükümlere rağmen tekfircilikte sınır tanımayıp haddi aşanlar, kendi sülfi arzularını tatmin etmek adına Kur’ani hiçbir delile dayanmadan her şeyi ve herkesi tekfir ediyorlar. Kur’ani hiçbir delile dayanmadan, tamamen arzuların tatmini adına her durumu ve herkesi tekfir etmek, gayri İslâmi bir durum, tedavisi mümkün olmayan bir ruh hastalığıdır.
Farklı bir söylem adına her durumu ve herkesi tekfir eden tekfirciler, Kur’ani ilimden mahrum oldukları için ağızlarından çıkan tekfir ile kimi ve neyi tekfir ettiklerini düşünmezler.
Tekfirciler, Kur’an ve Sünneti söylem bazında kabul ettiklerini iddia edip ifade etmelerine rağmen tekfirlerine Kur’an ve Sünnetten net deliller getirmek yerine işlerine gelen ayet ve hadislerin anlamlarını değiştirerek, kelimeleri yerlerinden kaydırarak uydurdukları yalanları tasdik ettirmeye kalkışmaktadırlar.
 Tekfiri bir yaşam haline getirenler, Kur’an’a bir bütün olarak iman etmek yerine işlerine gelen ayetleri, birçoğunun da anlamlarını kaydırarak tekfirlerine delil olarak verirler, ancak apaçık verilen ayetleri görmezden gelerek inkâr ederler.
Tekfirciler, Kur’an ve Sünneti değil geçmiş atalarını esas alırlar
Tekfircilerin Kur’an’a iman ettikleri iddiaları, ancak bazı ayetleri sapık fikirlerine destek olarak almaktan ibarettir. Kur’an’da olmayanları Kur’an’dan gösterip Kur’an’da apaçık bildirilen hükümleri inkâr etmelerinden anlaşıldığı kadarı ile tekfirciler, Kur’an’a değil, geçmiş atalarına tabi olmuşlardır.
Kıyamet gününde Mü’minler Kur’an’dan hesaba çekilecekler, atalarını Kur’an’ın önüne geçirenler de ataları ile beraber yüce Allah’ın üzerine iftira atan ve Allah’ın ayetlerinden yüzçeviren zalimler olarak hak ettikleri acıklı ve ebedi azaba gireceklerdir.
Tekfirciler, Kur’an ve Sünnetten hareket etmek yerine geçmiş atalarının Kur’an ve Sünnete aykırı iddialarını esas alarak Kur’ani hükümleri görmezden gelirler.
Tekfirciler, Kur’an’da apaçık bir şekilde emredilen ve Rasulullah (as)’ın hayatı boyunca kılıp kılınmasını tavsiye ve emrettiği gece Vitir namazının kendilerini bağlamadığını iddia ederek inkâr ettikleri gibi, Kur’an’da olmadığı apaçık bir şekilde bildirilen Kabir azabının varlığını ve Sakalın farz olduğunu, atalarına dayanarak iddia etmektedirler.
Gece Vitir namazı, bu konudaki Kur’ani tüm ayetlere, Rasulullah (as)’ın uygulamasına ve hadislerine bakıldığında farz bir ibadet olduğu apaçık bir şekilde görülmektedir. Gece Vitir namazının farziyeti ve çok geniş açıklaması konusunda “farziyeti inkâr edilen Kur’ani bir gerçek GECE (Vitir) NAMAZI” başlıklı www.mucahede.com sitemizdeki yazımıza ve Kur’ani Kavramlar kitabımıza bakılabilir.
Kabir azabının ve sakalın farz olmadığı konusunda da Kur’an ve Sünnetten delillerle yapılan geniş açıklama için www.mucahede.com sitemizde yayınlanan “KABİR ALEMİ (Azabı) VAR MIDIR! Varlığı İddia Edilen Üçüncü Hayat (*)” ve “Sakal bırakmanın ya da kesmenin hükmü” başlıklı yazılarımıza ya da bu konudaki videomuza bakılabilir.
Bu yazımızdaki konumuz, çocukların okula gönderilmesine küfür diyenlerin nasıl haddi aşarak yüce Allah’ı, bile (haşa) küfürle itham edişlerindeki densizliklerini açıklamaktır.
Tekfircilerin, çocukları okula gönderme konusunda haddi aşmaları hususu
Çocukların okula gönderilmesine küfür diyen, çocuklarını okula gönderen anne babaları küfürle itham eden tekfircilere, o görmezden geldikleri, küfürlerinde haddi aşıp yarısını alarak yarısını bıraktıkları Kur’an’daki apaçık delilleri açıklayacağız inşaAllah.
Tekfirciler, dilerlerse Kur’ani bu gerçeklere teslim olup yüce Allah’a iman ederler, dilerlerse bu gerçeklere sırt dönüp küfür ve azgınlıklarına, yüce Allah’ı itham ettikleri küfürlerine devam ederler.
“Şüphesiz bu bir öğüttür; artık dileyen kimse, Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)
Kur’an’da yüce Allah (cc) kimi rasullerin, çocukluk dönemlerini, çocukluk dönemlerini içerisinde yaşadıkları aileleri ve toplumları örnek olarak verir. Yüce Allah (cc), elbette hiçbir örneği boşa vermez, verdiği her örneklik kullarına yol gösterici birer kılavuzdur.
Kıyamete kadar gelecek kullarının, küfür ve şirk toplumları ile aynı ortamlarda yaşayacaklarını bilen yüce Allah (cc), iman eden kullarının, bu toplumlar içerisinde nasıl yaşayacaklarını, ilişkilerinde nasıl bir tutum takınacaklarını evrensel ve çağlarüstü Kitabı’nda, apaçık örnekler vererek açıklamış, iman eden kullarına yol göstermiştir.
Hz. Musa (as), küfür ve azgınlığın dip noktasında bulunan Fir’avn’ın sarayında
Günümüzde, okullarda küfür ideolojisi öğretiliyor diye çocuklarını okula gönderen anne babaları küfürle itham eden tekfirciler, Kur’ani bilgiden yoksun oldukları, atalarının görüşlerini Kur’ani gerçeklere tercih ettikleri, Kur’an’ın verdiği apaçık örnekleri görmekten mahrum oldukları için yüce Allah’ın, Kur’an’da apaçık verdiği Hz. Musa (as)’ın örnekliğini görmüyor, bu nedenle de yüce Allah’ı (haşa) küfürle itham ettikleri ifratlarında sınır tanımıyorlar.
Yüce Allah (cc), iman eden kulları için Hz. Musa (as)’ın hayatını bebekliğinden itibaren örnek olarak vererek Mü’minlerin, içerisinde bulundukları toplumlarda nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildirir.
Yüce Allah (cc), Fir’avn’ın azgınlığında sınır tanımadığını, kendisinin en büyük Rab ve ilah olduğunu bildiği halde Hz. Musa (as)’ı, daha bir bebek iken onun sarayına koyuyor.
“Ardından dedi ki: ‘Ben, sizin en yüce rabbinizim!” (Naziyat, 24)
“Fir’avn dedi ki: ‘Ey ileri gelenler, sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum, …” (Kasas, 38)
En büyük rab ve ilah olduğunu iddia edecek kadar küfür ve azgınlığında haddi aşan Fir’avn ve melesi, İsrailoğullarını kendilerine kullar edinmişlerdi.
“Sonra dediler ki: ‘Bizim benzerimiz iki beşere inanacak mıyız ve ikisinin kavmi bizim kullardır.” (Mü’minun, 47)
“(Musa) dedi ki: ‘Onu yaptığım zaman ben şaşkınlardandım; sizden korkunca hemen kaçtım, sonra Rabb’im bana hüküm ihsan etti ve beni gönderilenlerden kıldı. Bana karşı o cömertliğin, İsrailoğullarını gerçekten kendine köle edinmendi.” (Şuara, 20-22)
Yüce Allah (cc), Fir’avn’ın halkı üzerinde rablık ve ilahlık tasladığını, halkın da bunu kabul ettiğini bildiği halde Rasulü olacak Hz. Musa (as)’ı Fir’avn’ın sarayına yerleştirmiştir.
Hz. Musa (as), en büyük Rab ve ilah olduğunu iddia eden Fir’avn’ın sarayında
Yüce Allah (cc) Hz. Musa (as)’ı, apaçık bir şekilde kendisinin en büyük rab ve ilah olduğunu söyleyecek kadar küfür ve azgınlığında haddi aşan Fir’avn’ın sarayına, daha bir bebek iken koymuş ve bunu, sonradan gelecek nesillere, Kur’an’da apaçık bir şekilde bildirmiştir.
“Şüphesiz Fir’avn, yeryüzünde ululandı, …” (Kasas, 4)
Tarihin en azgın diktatörü Fir’avn, ülkesinde yaşayan halkına kendisinin en büyük rab ve ilah olduğunu söyleyip kabul ettirmiş, insanları kendisine kul edinmiş, onlar da ona zillet içerisinde boyun bükmüşlerdi.
“Böylece kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler, şüphesiz onlar, fasık olan bir kavimdi.” (Zuhruf, 54)
Şimdi bu apaçık ayetler de gösteriyor ki yüce Allah (cc), Fir’avn’ın bu durumunu apaçık bilmesine rağmen Hz. Musa (as)’ı daha bebek iken, ilahlık ve rablık taslayan Fir’avn’ın sarayına koymuş, güçlü çağına varıncaya kadar onun sarayında ve eğitiminde kalmasına izin vermiştir.
“Ne zamanki, onun kuvveti sağlam bir seviyeye ulaşınca ona hüküm ve ilim verdik; güzel davrananları, işte böyle mükâfatlandırırız.” (Kasas, 14)
Yüce Allah (cc), sonradan gelen Müslümanlara, onların içerisinde yaşadıkları şirk ve küfür toplumlarında nasıl hareket edecekleri ile ilgili olarak küfrün merkezine yerleştirdiği iki Rasul’den örnekler veriyor. Hz. Yusuf (as) ve Hz. Musa (as).
Hz. Musa (as), bebekliğinde, çocukluğunda ve gençliğinde halkı üzerinde kendisini en büyük rab ve ilah gören Fir’avn’ın sarayında bulunmuş, orada verilen eğitimle yetişmiştir.
“(Fir’avn) dedi ki: ‘Bir çocukken içimizde seni yetiştirmedik mi? Ömründe nice seneler aramızda kalmadın mı? Ve yaptığın işi de yaptın, sen nankörlerdensin.’ (Musa) dedi ki: ‘Onu yaptığım zaman ben şaşkınlardandım.” (Şuara, 18-20)
Hz. Musa (as), Fir’avn’ın sarayında, onun, kendisini en büyük rab ve ilah olarak empoze ettiği eğitimle yetişmiştir. Nitekim birisini kaza ile öldürmesinden sonra Fir’avn’ın, kendisini öldüreceği korkusu ile Mısır’dan kaçmış, 8-10 Hac döneminde Medyen’de salih bir kulun yanında kalmış, onun bir kızı ile evlenmiştir.
“Bunun üzerine korkuyla gözetleyerek oradan çıktı, dedi ki: ‘Rabb’im, zalimler toplumundan beni kurtar.’ Ne zaman ki Medyen tarafına yöneldi, dedi ki: ‘Umarım Rabb’im beni gerçekten dosdoğru yola iletir.” (Kasas, 21-22)
“(Babaları) dedi ki: ‘Doğrusu ben, bu iki kızımdan birini sana gerçekten nikâhlamak istiyorum; böylece sekiz hac bana ücretli ol diye! Artık şayet on’a tamamlarsan, işte o senin tarafındandır. Ben, gerçekten sana zorluk çıkarmak istemem, inşaAllah beni, salihlerden bulacaksın.” (Kasas, 27)
“Ne zaman ki Musa, süreyi tamamladı ve ailesiyle yola çıktı, Tur’un yan tarafında bir ateş fark etti; ailesine dedi ki: ‘Bekleyin, gerçekten bana bir ateş aşina oldu, umulur ki ondan, size bir haber yahut ateşten bir kor getiririm, böylece ısınırsınız.” (Kasas, 29)
Hz. Musa (as), Medyen’de 8-10 Hac dönemi kaldıktan sonra Mısır’a geri dönmek isterken yolda yüce Allah’ın hitabına mazhar olmuş, Risalet’le görevlendirilmiştir.
“Ne zaman ki ona geldiğinde ‘Ey Musa!’ diye seslenildi; şüphesiz Ben, Ben senin Rabb’inim! Şimdi ayakkabılarını çıkar; şüphesiz sen mukaddes vadide Tuva’dasın ve Ben seni seçtim, şimdi vahyedilen şeyleri dinle; gerçekten Ben, Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur, öyleyse bana kulluk et ve bana ibadet etmek için namaz kıl.” (Taha, 11-14)
Yüce Allah’ın Hz. Musa (as)’a ilk hitapları, Hz. Musa (as)’ın bilgi dağarcığına Fir’avn ile ilgili yerleştirilen rab ve ilah konusundaki bilgileri kökten değiştiriyor ve ona gerçek Rab ve İlah’ın kendisi olduğunu bildiriyordu.
“Ey Musa!’ diye seslenildi, ‘Şüphesiz Ben, Ben senin Rabb’inim!” (Taha, 11)
“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur, öyleyse bana kulluk et ve bana ibadet etmek için namaz kıl.” (Taha, 14)
Bu ilahi bildirime rağmen Hz. Musa (as)’da Fir’avn korkusu hâlâ devam etmekte olduğu yüce Allah (cc) ile aralarında geçen diyalogdan apaçık bir şekilde hissedilmektedir.
“Bir zaman Rabb’in Musa’ya seslendi: ‘O zalimlerin toplumuna git, Fir’avn’ın kavmine, korunmayacaklar mı.’ Dedi ki; ‘Rabb’im, doğrusu ben, beni yalanlayacaklar diye korkuyorum.” (Şuara, 10-12)
‘Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin ve bana itaatte gevşeklik etmeyin, ikiniz gidin Fir’avn’e, gerçekten o tuğyan etti, bu yüzden ona yumuşak söz söyleyin, ta ki o, öğüt alsın yahut korksun.’
Dediler ki: ‘Rabb’imiz, gerçekten biz korkuyoruz, bize aşırı davranır yahut iyice azar diye.’ Dedi ki: ‘Korkmayın, şüphesiz ben ikinizle beraberim, işitir ve görürüm.” (Taha, 42-46)
“Onlara karşı üzerimde bir suç var, bu yüzden korkuyorum beni öldürecekler diye.’ (Rabb’in) dedi ki: ‘Hayır, şimdi ikiniz ayetlerimizle gidin, muhakkak Biz sizinle beraberiz, dinliyoruz.” (Şuara, 14-15)
(Musa) dedi ki: ‘Rabb’im, doğrusu ben, onlardan bir nefsi öldürmüştüm, bu nedenle korkuyorum beni öldürecekler diye.’ (Rabb’in): ‘Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size yetki vereceğiz, ayetlerimiz sayesinde size asla erişemeyecekler; ikiniz ve size uyanlar galip geleceksiniz!” (Kasas, 33, 35)
“Dedik ki: ‘Korkma, şüphesiz üstün gelecek sensin sen!” (Taha, 68)
Hz. Musa (as) bebekliğini, çocukluğunu ve gençlik yıllarını, kendisini en büyük rab ve ilah olarak gören Fir’van’ın sarayında geçirmiş ve hiç kuşkusuzdur ki, saraydaki herkes gibi o da, -Rabb’i ona sağlam ve güçlük çağına erişinceye, kendisine hüküm ve ilim verilinceye kadar- Fir’avn’ı, en büyük rab ve ilah olarak görmüş olacak ki, yukarıdaki diyalogda görüldüğü üzere Fir’avn’dan korktuğunu itiraf etmektedir.
Hz. Musa (as)’, vahiyle görevlendirildiğinde Fir’avn’e gitmekten korktuğunu yüce Allah’a itiraf etmesinin temelinde Fir’avn’ı, en büyük rab ve ilah olarak görmesinden başka ne olabilir! Şayet Hz. Musa (as), Fir’avn’ın en büyük rab ve ilah olarak görmeseydi, ona gitmemek konusunda bu denli diretmezdi.
Hz. Musa (as) gibi Mısır’da Fir’avn’dan korkan başka iman eden kimseler de vardı. Bunlar da Fir’avn’ın azgınlığından etkilenmişlerdi.
“Nihayet Fir’avn ve onların ileri gelenlerinden korkmaları üzerine kavminden genç bir kuşaktan başka Musa’ya iman eden olmadı; şüphesiz onlar etkilenmişlerdi ve doğrusu Fir’avn, yeryüzünde ululanmıştı ve şüphesiz o, müsriflerdendi.” (Yunus, 83)
Yüce Allah (cc) iman edenlerin, içerisinde bulundukları şirk ve küfür toplumlarındaki durumlarının ve konumlarının nasıl olması gerektiği ile ilgili rasullerinin aynı durumdaki hayatlarını verdiği halde tekfircilikte azgınlıklarının en dip derekesine düşmüş tekfirciler, bu ilahi bildirimlere, Hz. Nuh (as)’ın inkârcı kavmi gibi Hakkı kabul etmemek için kulaklarını kapatarak başlarına örtülerini çekmişlerdir.
Azgınlıklarında sınır tanımayan tekfirciler, çocuklarını tağuti sistemlerin okullarına gönderen anne babaları küfür ile suçlarken Kendi kulu ve Rasulü’nü güçlü yetişkin çağına kadar Fir’avn’ın sarayında, Fir’avn’ın, azgınlığında sınır tanımayan eğitiminde bırakan yüce Allah’ı da (haşa) küfür ile suçladıklarını akletmeyecek kadar akıldan yoksundurlar.
Tekfircilerin çıkmazı
Kendilerine Allah’ın ayetleri ile deliller verildiğinde işlerine gelmeyen ayet ve hadisleri çok rahat bir şekilde kabul etmeyip reddeden tekfirciler, Hz. Musa (as)’ın örnekliği verildiğinde de o konuda “Yüce Allah’ı sorgulayamayız” gibi gülünç bir ifade kullanmaktadırlar. Oysa o konuyu esas almak, yüce Allah’ı haşa sorgulamak değil, bildirdiği ayetlere iman edip uymaktır.
Kur’an ayetlerinden anlaşıldığı kadarı ile Fir’avn, azgınlık, küfür ve isyanında tarihin hiçbir dönemi ile ve doğal olarak günümüzle kıyaslanamayacak kadar haddi aşmıştır. Bunu biz Mü’minlere bildiren yüce Allah (cc), buna rağmen Hz. Musa (as)’ı onun sarayına koyuyor, annesini de ona mürebbi kılıyor.
Kendi çocuklarına Hak ile batılı -oğlu Hz. Musa (as)’a Fir’avn’ın sarayında öğreten annesi gibi- öğreterek çocuklarını yetiştirecek yerde bunu yapmaktan aciz tekfirciler, yüce Allah’ı bile tekfir ettiklerini düşünemeyecek kadar ağızlarından çıkan sözden bihaberdirler.
Tekfirciler, ağızlarından çıkanın ne büyük söz olduğunu düşünmüyorlar
Çocuklarını okula gönderen anne ve babaların kâfir oldukları saçmalığını ileri süren tekfirciler, Hz. Musa (as)’ı daha kundakta iken, kendisini en büyük rab ve ilah olarak gören Fir’van’ın sarayına yerleştiren yüce Allah’ı (hâşâ) küfürle suçladıklarını idrak etmiyorlar.
Çocukların okula gönderilmesini, ellerinde Kur’ani hiçbir delil olmadan, Kur’ani delillere rağmen dillerini eğip bükerek küfür olarak addeden kimselerin, kibir ve enaniyetten beyinleri öyle durmuş, dimağları öyle körelmiştir ki, ağızlarından çıkan sözün ne anlama geldiğini anlamayacak kadar zavallıdırlar. Onlara öğüt için gönderilen ayetleri hatırlatıldığında da Kur’an’dan kaçarlar.
“… Doğrusu siz, büyük bir söz söylüyorsunuz! Andolsun bu Kur’an’ı, öğüt almaları için gönderdik ve (bu) onların kaçışlarından başkasını artırmıyor.” (İsra, 40-41)
Tekfirciler, yarım yamalak bilgileriyle yüce Allah’ı (hâşâ) küfürle suçladıklarını düşünmeyecek kadar düşünceden yoksundurlar. Bunlar, tevbe edip Rab’lerine gereğince iman ederek Kur’ani esaslara tam teslim olmadıkça Müslüman olamazlar ve yüce Allah’ın acıklı ve ebedi azabından kurtulamazlar. Bu iftira ve yalanları ile tekfirciler, yüce Allah üzerine attıkları iftiralardan dolayı O’nun lanetine maruz kalanlar olurlar.
Ve Hz. Yusuf (as)
Çocukların okula gönderilip kâfirlerin ideolojisinden etkilenecek endişesi ile gönderilmelerini küfür addeden tekfircilere verilecek bir başka örnek ise Hz. Yusuf (as)’ın, Mısır Azizi’nin sarayına daha çocuk iken yerleştirilmesidir.
Yüce Allah (cc), Hz. Yusuf (as)’ı, daha oyun çağında bir çocuk iken Mısır Aziz’inin sarayına yerleştirmiştir. Hz. Yusuf (as), Mısır Aziz’inin sarayında yetişip büyümüştür.
Hz. Musa (as) ve Hz. Yusuf (as)’ın örneklikleri de apaçık bir şekilde gösteriyor ki, tağuti sistemlerde çocuklar okula gönderilebilirler. Yüce Allah (cc), özellikle her iki Rasul’ün çocukluk dönemi hayatlarını en ince detayına kadar iman edenlere veriyor ki Mü’minler, yaşadıkları küfür beldelerinde ona göre hareket edip bu konularda hiçbir sıkıntı duymasınlar.
Tekfirciler, Kur’an ayetlerinin anlamlarını değiştirirler
Tekfirciler, Kur’an ayetlerine iman edip teslim olmak yerine kelimeleri yerlerinden kaydırarak ve anlamlarını değiştirerek inkârlarına delil getirmeye çalışırlar. Onlar, işlerine gelmeyen ayetlerin anlamlarını değiştirerek sapıklıklarına delil göstermeye çalışırlar.
Kendilerine Allah’ın ayetleri ulaşan ve bu ayetleri inkâr edip alay edenlerle ilgili olan ayetleri, hiçbir ilgisi bulunmadığı halde çocukların okula gönderilmesine delil getiriyorlar. Ayetlerin siyak ve sibakına bakıldığında bu ayetlerin, tekfircilerin iddia ettikleri okul konusu ile uzaktan yakından bir ilgisinin bulunmadığı apaçık bir şekilde görülmektedir.
“Bak, nasıl ayetleri etraflıca açıklıyoruz, ta ki anlasınlar! Kavmin onu yalanladı ve o Haktır; de ki: ‘Ben, üzerinize vekil değilim, her haber kararlaştırılmış ve yakında bileceksiniz.’ Ayetlerimiz hakkında mücadele eden kimseleri gördüğün zaman onlar, başka bir söze girinceye kadar onlardan yüzçevir ve şayet şeytan sana unutturursa, o halde hatırladıktan sonra zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am, 65-68)
Ayetlerden anlaşıldığı üzere kâfirler, kendilerine apaçık bir şekilde gönderilen ayetlerle alay etmektedirler. Bunun üzerine yüce Allah (cc), Rasulü’ne yukarıdaki ayetlerle takınacağı tavır konusunda yol göstermektedir. Oysa tağutun okullarına ne ayetleri götüren bir kimse vardır ne de onlar, kendilerine gönderilen ayetlerle alay etmektedirler.
Tağuti sistemin okullarında, Fir’avn’ın azgınlığı ile kıyaslanamayacak kadar daha az küfür işlenmektedir ki yüce Allah (cc), bu konuda Hz. Musa (as)’ın örnekliğini vermektedir.
Tekfirciler, Kur’ani bilgiden mahrum, apayrı bir dine mensupturlar
Her konu ve durumda atalarını önceleyen tekfirciler, Kur’ani bilgiden mahrum oldukları için Kur’an’daki apaçık hükümleri inkâr etmekte ve hükümlere aykırı iddiaları İslâm diye kabul edip anlatmaktadırlar. Tekfircilerin inkâr ve uydurmalarına bakıldığında bunların, İslâm’dan başka bir dine mensup oldukları görülmektedir.
Kur’an’da bulunmayan kabir azabının olduğunu, sakalın farz kılındığını, Kur’an’da sürekli olduğu bildirilen cehennemin geçici olduğunu, yüce Allah’ın tamamladığını bildirdiği ve koruması altında bulunan Kur’an’ın haşa eksikliğini iddia edercesine vahyi gayri metluvun olduğunu iddia eden tekfirciler, Kur’an’da bildirilen önceki Şeriatı da inkâr etmektedirler.
Kur’ani bilgiden, onu anlamaktan mahrum tekfirciler, atalarının uydurdukları yalanlarla Kur’an’da olan bir hükmü inkâr ederlerken Kur’an’da olmayan şeyleri de Allah’ın üzerine iftira atarak Kur’an’danmış gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Bunlara iki örnek verilecek olursa.
Hz. Musa (as)’ın iki kız kardeşi aynı anda nikâhladığı yalanlarını Kur’an şu apaçık hükmü ile suratlarına çarpıyor.
“(Babaları) dedi ki: ‘Doğrusu ben, bu iki kızımdan birini sana gerçekten nikâhlamak istiyorum; bununla birlikte sekiz hac bana ücretli ol diye! Artık şayet on’a tamamlarsan, işte o senin tarafındandır. Ben, gerçekten sana zorluk çıkarmak istemem, inşaAllah beni, salihlerden bulacaksın.” (Kasas, 27)
Önceki rasullerin şeriatından sorumlu olmadıkları iddiasına da yine Kur’an, tekfircilere okkalı bir tokat atmaktadır.
“Nuh’a, onunla tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya onunla tavsiye ettiği şeyleri, dinde sizin için şeriat yaptı. Muhakkak dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin; kendisine onları davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi, Allah, dileyen kimseyi ona seçer ve kim yönelirse ona hidayet eder.” (Şura, 13)
“Deyin ki: ‘Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa ve İsa’ya verilene ve Rab’lerinden nebilere verilene, iman ettik, onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz O’na teslim olanlarız.” (Bakara, 136)
“Rasul, kendisine indirilen şeye iman etti, Mü’minler de! Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve rasullerine iman etti; biz, O’nun rasullerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve dediler ki: ‘İşittik ve itaat ettik, Rabb’imiz (bizi) sen bağışla, dönüş sanadır.” (Bakara, 285)
Tahrim suresi, 6. ayet, ayetin öncesinden ve ayetin kendisinden de açıkça anlaşılacağı üzere, helal olan bir şeyin haram kılınması ile ilgilidir. Ayetin sonundaki “Allah’ın emrettiği şeylere karşı çıkmayan melekler vardır; onlar, emrolundukları şeyleri yaparlar” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, Allah’ın bildirdiği bir hükme karşı çıkılmadan teslim olunması gerektiği anlatılmaktadır. Bunun çocukların okula gönderilmesi ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmadığı halde tekfirciler, ağızlarını eğip bükerek bu ayeti okul için örnek vermektedirler.
“Ey iman eden kimseler, nefsinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz ki onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Onun üzerinde çok sert, şiddetli, Allah’ın emrettiği şeylere karşı çıkmayan melekler vardır; onlar, emrolundukları şeyleri yaparlar.” (Tahrim, 6)
Tekfirciler, Kur’an’da olmayan kabir azabının ve sakalın farz olduğu ve Kur’an’da apaçık bir şekilde emredilen, Rasulullah (as)’ın hayatı boyunca kıldığı ve iman edenlere tavsiye ve emrettiği gece namazının kendilerine farz olmadığı iddiaları da Kur’an gerçeğinden ne denli uzak ve gafil olduklarını göstermektedir.
Bütün bu ayetler de gösteriyor ki tekfirci müfteriler, Kur’an gerçeğinden oldukça uzak, atalarını ölçü ve ilah edinmişlerdir. Görülen ve anlaşılan o ki, tekfirciler, atalarının uydurdukları adına kıyas ve icma dedikleri yalanlarla ve Rasulullah (as) üzerine attıkları iftiralardan müteşekkil yalanlarla beyinlerini doldurdukları için beyinlerinde Kur’an’a yer kalmamıştır.
Tekfirciler, gerçekte tağutu reddetmiyorlar
Çocukların tağutun okula gönderilmesini küfür, gönderen anne babaların kâfir olarak olduğunu iddia eden tekfircilerin kendileri, gerçekten tağutu reddetmiyorlar. Tağuti sistemin izni ile açtıkları vakıf ve dernek gibi şirk ve küfür yuvalarında bulunan, bu şirk ve küfür yuvalarını meşru gören tekfirciler, tağuti sistemin kutladığı 15 Temmuz küfür nöbetine katılmış, tağutlar arasında, ehvenişer diyerek tağutun bir tarafı ile beraber olmuşlardır.
Tağuttan izin alarak İslâmi(!) dergi kitap çıkaran tekfirciler, Allah’ın ayetlerini kullanarak çıkardıkları bu dergi ve kitapları da bir ücret karşılığında satarak yüce Allah’ın lanetlediği kimselerdir. İşte yüce Allah’ın bunlar hakkındaki hükmü!
“Şüphesiz, Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen kimseler ve onu az bir değere satanlar, işte onların yedikleri, karınları içindeki ancak ateştir. Allah, Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları temizlemez; onlar için acıklı bir azap vardır.
İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı, mağfirete karşılık azap satın alan kimselerdir; artık ateşe karşı ne kadar sabredebilirler.” (Bakara, 174-175)
Bu apaçık hükme rağmen riya ve gösterişte sınır tanımayan tekfirciler, sırf gösteriş olsun diye şartları haiz olmayan Cuma namazını kılmakta, insanların dini duygularını böylece istismar etmektedirler.
Mü’minlerin ölçüsü Kur’an ve Sünnettir

Kur’an’da verilen Rasul örnekleri, elbette yüce Allah’a hakkıyla iman eden kimseler için geçerlidir, hevalarını ve tabi olup tapındıkları atalarını ve Samiri soylu bel’amları ilah edinenler için Kur’ani örnekliklerin hiçbir etkisi olmayacaktır. Çünkü onların ölçüsü ve ilahları hevaları ve tapınıp kayıtsız şartsız itaat ettikleri ataları bel’amlardır.

İman edenlerin ölçüsü Kur’an ve Sünnettir; bunun dışında bir yol izleyenler, apaçık bir sapıklık içerisindedirler.
“Mü’min erkek ve Mü’min kadın için mümkün değildir ki Allah ve Rasulü, bir işe hüküm verdiğinde onlar, o işi kendilerine göre seçmiş olsunlar, kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse artık gerçekten apaçık bir sapıklıkla dalalete düşmüştür.” (Ahzab, 36)
Allah ve Rasulü’nün koydukları Kur’ani esasları bırakıp kendi hevalarına ve önder edindiklerine tabi olanlar, o hesap gününde Kur’an’dan hesaba çekildiklerinde yalancılar olarak acıklı bir azaba gireceklerdir.
“Her ümmeti diz çökmüş görürsün; her ümmet, kendi Kitabına çağırılır: ‘Bugün yapmış olduğunuz şeylerin karşılığını göreceksiniz!’ İşte Kitabımız, size karşı Hakkı açıkça konuşuyor, muhakkak Biz, yapmış olduğunuz şeylerin nüshasını alıyorduk.” (Casiye, 28-29)
“Öyleyse sen, o sana vahyedilene sımsıkı tutun, şüphesiz sen doğru yol üzerindesin ve şüphesiz o, sana ve kavmine bir Zikirdir ve yakında sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43-44)
O hesap gününde yüce Allah’ın ayetlerini görmezden gelip atalarına tabi olan yalancılar ile Kur’an ve Sünnete tabi olan sadıklar ortaya konulacaktır.
“O’nun kullarından bir kısmını, O’nun cüzü kıldılar, gerçekten insan apaçık bir nankördür.” (Zuhruf, 15)
Ayetlerin anlamlarını değiştiren, inkâr edenler zalimlerin ta kendileridirler
“Allah’ın üzerine iftira atan yahut O’nun ayetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kimdir! Şüphesiz zalimler, kurtuluşa ermezler.” (En’am, 21)
“Artık yalan söyleyip Allah’ın üzerine iftira atan yahut O’nun ayetlerini yalanlayan kimseden daha zalim kimdir; şüphesiz o günahkârlar iflah olmazlar.” (Yunus, 17)
O halde diyoruz ki ey sapık tekfirciler,
“Ne oldu size, nasıl hüküm veriyorsunuz! Artık düşünmez misiniz, yoksa sizin açık bir deliliniz mi var; o halde getirin kitabınızı gerçekten doğrulardan iseniz.” (Saffat, 154-157)
Selam, Hidayete tabi olan vahyi esas alan ve Rasulü en güzel örnek edinenlerin üzerine olsun.

Ramazan Yılmaz: 2019.09.27