MUTLU BİR HAYATIN İLKELERİ

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Hayat akıp giderken, zamanın yapraklarına bazen güneşli günler, bazen bulutlu, yağmurlu, fırtınalı günler takılır. Güneşli günlerde çiçekler açar, her yanda güzellikler yayılır, hayat neşe ile dolar. Her şey cıvıl cıvıldır; insan bu güzellikler içerisinde, daha verimli, daha üretken, daha mutlu ve daha hoşgörülüdür. Bu güzellikler içerisinde yer alan insan, hem kendisi mutludur, hem de çevresine çocuksu bir duygu ile neşe dağıtır.

Bulutlu, yağmurlu ve fırtınalı günlerde hayat, umutsuzluğu, sıkıntıyı, mutsuzluğu ortaya çıkarır. Böyle günlerde insanın üzerine kasavet çöker; insan, genellikle daha kararsız, daha sıkıntılı, mutsuz olur ve çevresine negatif enerji verir.

İnsan, kâinattaki varlıklar içerisinde hayatın bir parçasıdır; hayattaki her değişiklik onu da etkiler ve tıpkı hayat gibi değişimler gösterir, kimi zaman baharı andırır neşeli, coşkulu, kimi zaman yaz gibi sıcak ve samimi, kimi zaman sonbaharı andıran bir yüz yapısı ile bulutlu ve serin iken, kimi zaman da kış gibi soğuk, kasavetli ve sıkıntılıdır.

İnsanın, hayat içerisinde değişik tavırlar sergilemesi, onun yetişme ortamı ile doğrudan ilişkilidir. İnanç değerleri bakımından güçlü, kendisi ve çevresiyle barışık, uyumlu, kültürlü ve iyi bir aile yapısına, düzenli bir gelire sahip olan, akıllı ve görgülü kimseler, her zaman huzurlu, mutlu, neşelidirler. Bu kimseler, çevrelerine sürekli pozitif enerji dağıtırlar ve zaman zaman bahar havası gibi bulutlanıp gürleseler de bu halde bile başkalarını rahatsız etmez, çevrelerine pozitif enerji yayarlar.

Söz ve davranışları ile insanlara karşı sımsıcak bir duygu veren kişiler, yaz mevsimini andırırlar. Olgun ve güven verici bir kişiliğe sahip olan bu kimselerin yanında insan rahat eder. Tıpkı bir ağacın gölgesinde uzanıp hayatın tadını çıkaran birinin duyduğu huzur ve rahatlığı hisseder insan bu kimselerin yanında. Kuşatıcı bir kişiliğe, sağlam bir karaktere sahip olan bu kimseler, sürekli olarak çevrelerindeki insanları düşünürler, onların mutluluğu için çalışırlar.

Sonbahar mevsimi gibi biraz sonra nasıl bir tavır sergileyeceği bilinmeyen, her an bir başka kişilik sergileyen, ne yapacakları belli olmayan, çevrelerine güven vermeyen kimseler, çevrelerine karşı her zaman mesafeli dururlar. Başkaları ile dostluk kurmayan bu kimseler, zaman zaman tebessüm etseler de pek fazla gülmezler, asık suratlı ve mutsuz bir görüntü sergilerler. Bu kimseler, çevrelerindeki insanları incitmeyi, onların duygularını hiçe saymayı kişilik haline getirirler ve tıpkı sonbahar havası gibi hep saldırgan olurlar ve insanları sürekli kırarlar.

İnanç değerleri açısından yeterince güçlü, kendisiyle barışık olmayan, uyumlu bir aile yapısı yönünden şanssız, nezaket ve görgü kurallarından nasibi az olan kimseler, kendileriyle beraber çevrelerini de huzursuz eder ve sürekli negatif enerji yayarlar. Bunlar, kış mevsimi gibi çevrelerine karşı söz ve davranışları ile soğuk ve iticidirler.

Sonbahar ve kış mevsimini andıran kimseler, kendileriyle barışık olmadıkları için iç dünyalarında sürekli olarak huzursuzdurlar ve bu huzursuzluklarını zaman zaman dışarıya yansıtırlar, çevrelerindeki insanları, hatta kendilerine yakın olanları bile incitirler. Bahar ve yaz mevsimine benzeyen kimseler ise, kendileriyle barışık olurlar ve hem kendileri mutlu olurlar hem de başkalarına huzur ve mutluluk verirler.

İslâm, insanların sürekli olarak bahar ve yaz ayları gibi mutlu, sevinçli, güven verici, sıcak ve samimi olmalarını, diğer insanlara karşı pozitif hareket etmelerini ister ve bu konuda hükümler va’zeder. Barış ve sevgi dini olan İslâm, bu sevgi ve güzelliklerin insan hayatında var olması için insanları İslâmi esaslara davet eder. Kur’ani ölçüler içerisinde, Peygamberi bir yaşamı ilke edinen kimseler, kendi iç dünyalarında huzurlu ve mutlu olan, kendileriyle barışık bir hayat süren kimselerdir. İç dünyalarında huzurlu, kendileriyle barışık olan kimselerin çevreleriyle diyalogları daha kolay olmakta ve onlar, insanlarla daha içten dostlukların oluşmasını sağlayabilmektedirler.

İnsanların huy, karakter ve kişilikleri kurdukları aile yuvalarına da yansır ve bu nedenle kurulan aile yuvaları de tıpkı mevsimler gibi, her aile yuvasında ayrı bir hava eser, ayrı bir mevsim yaşanır. İnsanlardan kimi isteyerek, kimi zorunluluklar nedeniyle, kimi çevre ve akrabalar zoruyla, kimi de kendince istediği amaca ulaşmak için kurdukları aile yuvalarında yaşamak durumunda kalır.

Aile yuvasını ayakta tutan üç temel bağ

Bir aile yuvasında, yuvayı oluşturan bireylerin, ortaya koyacakları tavır ve davranışlar, ya yuvanın sürekliliğini, huzur ve mutluluğunu ya da o yuvanın eşlere ıstırap ve acı veren bir yuva haline gelmesini ve daha sonra yıkılıp gitmesini sağlar. Aile yuvasını ayakta tutan, eşleri birbirlerine bağlayan, o yuvanın sürekliliğini sağlayan, aile yuvasında huzurlu ve mutluluğun olmasına neden olan çok önemli bazı temel ölçüler vardır. Daha başka bir ifade ile aile yuvası üç temel direk üzerine bina edilir. Eşleri birbirlerine bağlayıp kaynaştıran bağlar ya da yuvayı üzerinde taşıyan bu üç temel direk; sevgi, saygı ve güvendir.

Aile yuvası için mutlak anlamda varolması gereken bu üç temel direk ya da eşleri birbirlerine bağlayan bu bağlar, aile yapısında aynı oranda, aynı ölçüde eşit olarak varolmalı ve hiçbir şekilde biri diğerinden az ya da fazla olmamalıdır. Hele hele bu üç temel direkten ya da bağdan biri ya da ikisi hiçbir şekilde yok olmamalıdır. Tabiiki bu bağlardan çok daha önemlisi, eşlerin birer kişilik sahibi olduklarını unutmamalarıdır. Çünkü eşler, karşı cinsin kişilik sahibi olduğunu bildikleri sürece aralarındaki bağlar bir anlam ifade eder; aksi halde bu bağlar kuru bir iddiadan başka bir şey değildir.

Eşler arasındaki bağlardan ya da aile yuvasının üzerine bina edildiği temel direklerinden olan sevgi, saygı ve güven duygularından birisinin eksikliği halinde aile yuvasında huzursuzluk başgösterirken, bunlardan hiç birisinin olmaması aile yuvasının yıkılmasına neden olur.

Sevgi, saygı ve güven duygusu, aile yuvasında tıpkı bir evi bütünleyen temel, duvar ve çatı gibidir. Güven duygusu evin temeli, saygı evin duvarları ve sevgi evin çatısı gibidir. Bir evde bu unsurlardan birisinin zayıf olması, nasıl o evde oturanların sürekli huzursuz olmalarına sebebiyet veriyorsa, aynı şekilde evlilik yuvasında da bu unsurlardan birisinin zayıf olması, o yuvada sürekli bir kuşkunun, bir rahatsızlığın varlığına sebebiyet verecektir.

Sevgi, aile yuvasının süsü, coşkusu, aşk ve heyecanı olduğundan eşlerin birbirlerine bağlanmalarını, birbirleriyle kaynaşmalarını sağlar. Sevgi varolan bir yuvada eşler, bahar coşkusu, neşesi ve güzelliği içerisinde bir hayat sürerler. Bu yuvada doğan çocuklar, bahara renk katan çiçekler, tomurcuklar gibi evdeki heyecan ve güzelliği artırırlar.

Saygı, sevginin güzelleştirdiği aile yuvasında eşlerin birbirlerine karşı duyarlı olmalarını, birbirlerinin haklarını gözetmelerini, kusurlarını örtmelerini, küçük hata ve kusurlarını bağışlamalarını sağlar. Aralarında saygı bağı güçlü olan eşler, birbirlerine karşı daha çok hoşgörülü olurlar.

Saygı, sevgiyi artıran bir unsurdur; birbirlerine karşı saygılı olan eşler arasında sevgi bağı günden güne daha güçlü bir şekilde kendisini hissettirir ve eşleri birbirine bağlar. Saygı, Güven duygusunun da temelidir ve güven duygusunun pekişmesini sağlar.

Eşler arasında varolan güven duygusu nedeniyle yuvada huzur ve mutluluk eksik olmaz. Eşinin kendisine bağlı olduğuna, ihanet etmeyeceğine inanan, kimsenin eşine karşı hem saygısı artar hem de sevgisi. Güven duygusu eşleri birbirlerine bağlayan sağlam bir bağ, güçlü bir rabıtadır.

İslâm dini, bir aile yuvasında varolması gereken üç temel bağ konusunda çok açık hükümler indirmiş, evli eşlerin bu hükümler doğrultusunda hareket etmelerini istemiştir.

Yüce Allah (cc), ailede eşler arasında sevginin çok önemli olduğunu bildiği için eşler arasına sevgi koymuş, bu vesile ile aile yuvasında mutluluğun, coşkunun varolmasını ve her zaman baharın yaşanılmasını sağlamıştır.

“O’nun âyetlerinden biri de, size nefislerinizden, sâkinleşeceğiniz eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.”  (Rum, 21)

Yüce Allah (cc) eşlerin birbirleri üzerinde hakları bulunduğunu bildirerek birbirine saygı göstermelerini istemiştir. Yüce Allah (cc), her iki eşin de kişilik sahibi bireyler olduklarını, bu nedenle belirli hakları bulunduğunu eşlere hatırlatmıştır.

“…Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin, kadınlar üzerinde(ki hakları), bir derece fazladır. Allâh azizdir, hakimdir.” (Bakara, 228)

Eşler arasıda en önemli bağ güven duygusudur; güven duygusu, aile yuvasının üzerine oturtulduğu en önemli temeldir. Bu duygunun çürük olması, yuvayı temelinden yıkar. Bu nedenle yüce Allah buna dikkat çekerek eşleri duyarlı olmaya çağırır.

“Allâh, insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harca(yıp kadınların geçimini sağla)dıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Bundan dolayı iyi kadınlar itâatkâr olup, Allâh’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi korurlar (kocalarına ihânet etmezler)…” (Nisa, 34)

Kişilik, huy ve karakter olarak birbirleriyle uyumlu, birbirlerinin kişiliğine ve hakkına saygılı, aralarında sevgi bağı güçlü olan, aynı inanç değerlerine sahip bulunan, fikir ve düşüncede çok önemli bir farklılık göstermeyen kadın ve erkek, evlilik süreçlerinin her devresinde baharı yaşarlar. Kurdukları aile yuvalarında, evlilik bağını, üç temel bağ ile sağlam bir yapı üzerine kuran eşlerden meydana gelen çocuklar, hem kişilik ve karakter olarak daha güçlü ve sağlam, hem de aile yuvasının neşe kaynağı ve süsü olurlar.

Bahar havası hakim olan bir yuvada, eşler arasında bir tartışma sözkonusu olsa bile bu, yıkıcı ve incitici bir tartışa olmaz. Tartışma durumunda, eşlerden biri kırılsa bile, aralarında varolan ve aile yuvasının temel bağı olan sevgi, saygı ve güven duygusu nedeniyle kırılan eş, kırıldığını nazik bir şekilde dile getirir, kin tutmaz; araları düzeldikten sonra ikide bir bunu dile getirmez ve eşine karşı daha bağışlayıcı ve hoşgörülü olur. Bundan da daha önemlisi eşler, aralarındaki bu tartışmayı büyütmezler ve mümkün olduğunca kısa keserler. Tartışmalarını kalp kırmak, intikam almak, sözümona kendini ezdirmemek için değil, aralarındaki anlaşmazlığı gidermek, birbirlerini, birbirlerinin hem kişiliklerini hem beklentilerini daha iyi anlamak için yaparlar. Tartışmayı kavga etmek olarak algılamamalılar.

Müslüman aile yapısında eşler, birbirlerine karşı hiçbir şekilde küfür ve aşağılayıcı sözler sarf etmezler, hakaret etmezler. İnsan, tabi ki tartışabilir, hatta kavga edip küsebilir, fakat bu, karşılıklı hakaret etmeyi gerektirmez. İnsan akşam aynı yastığa başkoyacağı eşine ağza alınmayacak sözler sarfediyorsa, bu onun kendi seviyesini de gösterir aynı zamanda. Ayrıca eşler, sarf edecekleri her kötü sözün çocukları tarafından hemen alınacağını bilmelidirler. Bu nedenle eşler, hem birbirlerine karşı olan sevgi, saygı ve güven duygularından, hem de yetiştirdikleri çocuklarının daha iyi bir aile ortamında yetişmesi bakımından birbirlerine güzel sözlerle hitap eder ve kibar olurlar.

Sevgi, saygı ve güven duygusuna sahip eşler arasındaki kimi tartışmalar, tıpkı bahar mevsiminde ortaya çıkan bulutlar gibi, kısa bir süre sonra dağılır gider. Eşler, aralarında başgösteren kimi tartışmalar nedeniyle hayatı kendilerine zehir etmezler, kendilerini birbirine bağlayan sevgi, saygı ve güven duygusunun gücü ile içlerindeki güzellikleri hemen ortaya çıkarır, yuvalarında bahar havası estirirler.

Evlilik süreçleri sırasında, aralarındaki güven bağı zayıflayan, birbirlerine güveni çok az olan eşlerin aile yuvalarında huzur olmaz. Bu tür ailelerde varolan güvensizlik kuşkusu, aile bireylerini içten içe kemirir durur. Eşler arasında sürekli bir tartışma, sürekli bir huzursuzluk başgösterir ve eşler birbirlerine karşı mesafeli ve soğuk olurlar. Eşler, en küçük ve önemsiz bir konuda bile birbirlerine saldırırlar ve kırıcı ifadelerle birbirlerini tahkir ederler. Böyle bir ailede, tıpkı sonbahar havası gibi biraz sonra nasıl bir havanın olacağı, nasıl bir rüzgarın ya da fırtınanın kopacağı belli olmaz.

Anne babanın birbirlerine güven duymadığı bir yuvada yetişen çocuklar, topluma karşı soğuk, mesafeli olur ve insanlara güven duymazlar. Bu aile ortamında sıcak bir sevgiden mahrum olan çocuk, ya içine kapanır, ailesine karşı soğuk olur ya da sevgiyi ve sıcaklığı dışarıda, sokakta arar. Birçok çocuk, bu nedenle evlerini terk eder, ancak sokakta aradığı sıcaklığı ve sevgiyi bulamaz ve bunun sonucunda insanlardan nefret eder, kötü yollara düşer.

Güvensiz bir ortamda yetişen çocuklar, evlendiklerinde eşlerine karşı güvensiz ve mesafeli olurlar. Bu kimseler, her şeye ve herkese kuşku ile bakar, kimseye güven duymazlar. Yetiştikleri aile yuvasında, anne babasının birbirine karşı olan güvensiz tavırlarından etkilenen çocuklar, kendi kurdukları yuvada sürekli olarak huzursuzluk içerisinde yaşarlar ve eşlerine karşı sürekli olarak sorun çıkarırlar.

Eşlerin birbirlerine saygı duymadığı, birbirlerine güvenmedikleri bir aile yuvasında eşlerin birbirlerine karşı sevgisi de olmaz. İşte böyle bir aile ortamında yetişen çocuklar, kendileri de evlendiklerinde aynı duruma düşeceklerinden korktukları için kolay kolay evlenmek istemezler.

Huzursuz bir aile ortamında yetişen çocuklar, eşlerine karşı saygısız olurlar, gerçek sevgiyi hiçbir zaman tadamazlar, içlerinde sürekli bir huzursuzluk taşır, evlendiklerinde de eşlerine hayatı zindan ederler. Bunlardan bir çoğu, başka seçenekleri olmadığı için zorunlu olarak ve eşlerinin tahammül sınırlarına kadar evliliklerini sürdürürler, ancak böyle bir eşe karşı tahammül sınırını aşan kimseler ne bahasına olursa olsun, evliliklerini bitirirler.

Güvensiz, saygısız ve sevgisiz aile ortamı hep soğuk, serin ve bulutludur. Bu aile ortamında kimi zaman güzellikler ortaya çıksa da bunlar, kış ayında ortaya çıkan güneş gibi genellikle geçici ve aldatıcıdır.

Kurulduktan belli bir süre sonra ailelerin yıkılmasının nedeni, genelde eşlerden birinin sevgisiz, saygısız ve güvensiz bir aile ortamında yetişmesidir. Bu nedenle İslâm, öncelikle eşler arasındaki sevgi ve saygının oluşmasına öncelik verir ve çocukların da anne babaya karşı saygılı olmalarını ve onlara “öf” bile dememelerini emreder.

İslâm’ın bir hayat nizamı olarak yaşandığı ailelerde eşler, birbirlerine karşı saygılı oldukları ve birbirlerine güvendikleri için Müslüman aile yuvaları daha sağlıklı bir şekilde devam etmekte, çocuklar, anne babaya karşı sorumluluklarını yerine getirdikleri için de aile yuvalarındaki huzur ve mutluluk aile bireylerini sarmaktadır. İşte bu nedenle de Müslüman ailelerde eşlerin boşanma oranları hiç yok denecek kadar azdır ya da hiç yoktur.

Daha önceki aile hayatlarında İslâmi olmayan bir ortamda yetişen kimseler, İslâmi prensipleri bir hayat düsturu kabul ettikten sonra eski edindikleri yaşantılarını tamamen bırakır, yeni bir kişiliğe bürünürler. İslâmi bir kişiliğe ve İslâmi bir kimliğe kavuşan birey, aile hayatlarını da kendi kimliklerine göre oluştururlar.

Hayat ancak İslâm ile güzelleşir,  aileler ancak İslâm ile huzur ve mutluluğa ererler, insanlar ancak ve ancak İslâm ile kurtulabilirler dünya hayatının sıkıntı ve huzursuzluğundan. Ne mutlu İslâm’ı hayat nizamı olarak yaşayanlara ve ne mutlu aile yuvalarını İslâmi prensipler ile düzenleyenlere ve çocuklarını İslâmi prensipler doğrultusunda yetiştirenlere.

 

Ramazan Yılmaz: 2009 08 10