Kur'ân'daki Rasul Hz. Muhammed (as)’a İman Edin

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

KUR’AN’A DAVET-3

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

Yüce Allah (cc), her konuda olduğu gibi rasullere ve son Rasul Hz. Muhammed (as)’a nasıl iman edileceğini çok açık bir şekilde Kur’an’da açıklayarak kullarına bildirmiştir. İman eden kimseler, Kur’an’ın belirttiği ölçüler içerisinde, peygamberlere iman etmekle mükelleftirler.

Hz. Adem (as)’dan Hz. Muhammed (as)’a kadar bütün Risalet önderi peygamberler, iman eden kimseler için vahyi esasları uygulamak ve Tevhidi ilkeleri insanlara ulaştırmak konusunda en güzel örnekliği ortaya koymuşlardır. Peygamberlerin örnek hayatları ve Tevhidi mücadeleleri, bugünkü mü’minler için şaşmaz birer ölçüdür.

“Rasul, Rabb’inden kendisine indirilene inandı, mü’minler de. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. ‘O’nun rasullerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz’ ve ‘İşittik, itâat ettik! Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş sanadır!’ dediler” (Bakara, 285)

“Deyin ki, Allah’a, bize indirilene, İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yakup’a ve sıbtlara indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya verilene ve (diğer) peygamberlere Rab’leri tarafından verilene iman ettik, onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz Müslümanlarız.” (Bakara, 136)

“Ve onlar ki Allah’a ve Rasullerine inandılar, onlar arasında ayırım yapmadılar. İşte yakında onlara mükâfâtları verilecektir. Allâh, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Nisa, 152)

İman eden bir kimse, peygamberler arasında ayırım yapmadan, hiçbirini diğerine üstün tutmadan hepsine iman etmekle mükelleftir. Bu mükellefiyet, o Risalet önderlerini örnek almayı gerektirir. Kur’an, hangi Rasulün, hangi konuda Müslümanlara örnek olduğunu çok açık bir şekilde belirterek iman edenlerin buna uymalarını istemiştir.

Çağlarüstü ve evrensel bir niteliğe sahip olan Kur’an’da yüce Allah (cc), kıyamete kadar gelecek toplumlardaki sorunların çeşitliliğini ve Tevhidi esaslara karşı çıkan zorba güçlerin, her dönemde değişik kılıklara büründüklerini bildiğinden, her Rasulün Tevhidi mücadelesinden örneklikler vererek, bunun iman edenlerce esas alınmasını bildirmiştir.

“Andolsun, onlarda sizin için, Allâh’ı ve ahireti umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse, Allâh zengin, hamd O’nadır.” (Mümtehine, 6)

Müslümanlar, Risalet önderlerinin sonuncusu olan Hz. Muhammed (as)’ın getirdiği şeriatın ve ilahi mesajın bütününden sorumlu oldukları gibi diğer peygamberlerin, Kur’an’da verilen örnek hayatlarından da sorumludurlar. Müslümanlar, karşılaştıkları sorunları, hangi peygamberin mücadele metoduna uyuyorsa o peygamberin örnekliğini esas alarak çözmelidirler. Örneğin, tağuti beşeri sistemlerin zindanlarına düşen bir Müslüman, Hz. Yusuf (as)’ı örnek almalıdırlar.

Hz. Muhammed (as)

Yüce Allah (cc), son Peygamber Hz. Muhammed (as)’a, nasıl iman edileceğini bütün açıklığı ile ortaya koymuş, sınırlarını çizmiş ve Müslümanlardan bu sınırlar dahilinde ona iman ve itaat edilmesini bildirmiştir. Hz. Muhammed (as)’a bu sınırların dışında iman etmek, onu ilahlaştırmak ya da onu hiçe sayıp küçümsemek küfür olarak bildirilmiştir.

Yüce Allah (cc), Hz. Muhammed (as)’ı küçümseyenleri uyardığı gibi, onu adeta ilahlaştıranları da uyarmış ve bunların ancak kendilerine zarar vereceklerini bildirmiştir.

“Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allâh, şükredenleri mükâfâtlandıracaktır.” (Al-i İmran, 144)

“De ki: ‘Ben kendime dahi, Allâh’ın dilediğinden başka ne zarar, ne de yarar verme gücüne sâhip değilim…” (Yunus, 49)

“De ki: ‘Ben size, Allâh’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ‘Ben meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.’ ‘Körle, gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?’ de.” (En’am, 50)

Sünnet (Örnek uygulama) Nedir?

Rasulün örnekliği, diğer bir ifade ile Sünnet’i, yüce Allah’ın bildirdiği esasların, insanlara ulaştırma ve onu uygulama biçimidir. Hz. Muhammed (as)’ın örnekliği, Kur’ani esasları en iyi şekilde ve zirve noktasında yaşamasıdır. Bu nedenle Sünnet, ne Kur’an’a bir ek, ne başlı başına bir hüküm ve ne de Kur’an üstü ya da Kur’an’a aykırı bir uygulamadır.

Sünnet, ilahi mesajın topluma ulaştırılmasında takip edilen yöntem ve metottur. Bu nedenle söylenen sözlerin ve yapılan davranışların Kur’an’a uygun olması gerekir. Sünnet, Kur’an içinde ve onunla beraber olan bir uygulama, bir yöntem ve pratik, tam ve mükemmel olan Kur’an’ın hükümlerini pratize etme şeklidir.

“…Sana da o Zikir’i indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ki düşünsünler.” (Nahl, 44)

Sünnet, beyandan yani açıklamaktan başka bir şey değildir. Bu da, Sünnetin çerçevesini çizmekte ve ne olduğunu açıklamaktadır. Bu nedenle Sünnet, ne Kur’an’dan ayrı bir kaynak, ne de bid’at ve hurafecilerin iddia ettikleri gibi, Kur’an’ın (hâşâ) eksik kaldığı konularda ya da Kur’an’da olmayan hükümlerin tamamlayıcısı olan bir başvuru kılavuzudur. Bu iddialar, yanlış ve sahiplerini sorumluluk altına sokan, Kur’an’ı eksik gören sapık hezeyanlardan başka bir şey değildirler.

Kur’an, bütünüyle bir hükümler manzumesidir; bu hükümlerin hayata geçirilmesi, uygulanır hale gelmesi, ancak örnek olarak verilen Sünnetle mümkündür. Şayet Kur’an hükümlerinin uygulanması, hayata geçirilmesi her ferdin kendi anlayışına bırakılmış olsaydı bu durumda, Kur’an’ın uygulanmasında birçok yöntem, bir çok uygulama biçimleri ortaya çıkardı ki, o zaman İslâm toplumunda vahdetin yerini tefrika, barışın yerini şiddet ve savaş alırdı. Böyle bir durum ise, Kur’an’ın (hâşâ) kendisiyle çelişmesi anlamına gelirdi. Oysa Kur’an, tefrikayı yermekte, Müslümanların vahdetini övmektedir. Bu nedenle Kur’an, Rasul (as)’ı en güzel örnek olarak verir ve ona uyulmasını emreder.

“Allâh ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü’min erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)

“Bilmediler mi ki kim Allah’a ve Rasulüne karşı koymağa kalkarsa onun için sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte, büyük rezillik budur.” (Tevbe, 63)

Hz. Muhammed (as), en güzel örnektir

Kur’an, yüce Allah (cc) tarafından, insanların yeryüzündeki hayatlarını, fıtrat ölçüleri içerisinde düzenlemek ve en ideal nizamı hakim kılmak üzere indirilen ve kendisinde hiçbir eksiklik bulunmayan vahiy zincirinin son halkasıdır. Tevhidi esasları en açık bir şekilde ortaya koyan Kur’an, insanları hayat, kâinat ve insan bütünlüğünü sağlamaya çağırırken, bunun nasıl yapılacağını en ince noktasına kadar açıklamıştır.

Kur’an, Tevhidi esasların insanlara nasıl ulaştırılacağını ve İslâmi hükümlerin nasıl uygulanacağını Hz. Muhammed (as)’ın örnekliğinde göstermiş ve iman edenlerden, bu örnekliği esas almalarını istemiş, yüce Allah’ı razı edebilmenin ve kurtuluşun ancak bu örneklikte olduğunu bildirmiştir.

“Andolsun Allâh’ın Rasulünde, sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmaya inanan ve Allâh’ı çok anan kimseler için, çok güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

Rasulullah (as)’ın örnekliği olan Sünnet’i yüce Allah’ın kontrolündedir.

Kur’an’daki birçok ayetten de anlaşılacağı üzere, Kur’an ve onun uygulama biçimi olan Sünnet, iman edenler için bir bütündür ve hiçbir şekilde parçalanamaz. Çünkü Kur’an ve Sünnet iki ayrı kaynak, iki ayrı teşri değildir. Sünnet, Kur’an’ın pratize edilişi olduğundan, sürekli bir şekilde yüce Allah’ın kontrolü altında idi. Bu nedenle örneklikte en küçük bir hatanın hasıl olması halinde, yüce Allah (cc), Peygamber (as)’ı anında uyararak o hatayı düzeltiyor ve doğru olanı yapmasını emrediyor.

Kur’an’ın pratize edilmesinde uygulanması gereken yöntemin, nasıl olması gerektiği konusunu yüce Allah (cc), bizzat kendisi kontrol etmekte idi. Örnekliğin korunması için en küçük bir hata anında düzeltiliyordu. Bu konuda yapılan uyarılar.

Rasulullah (as)’ın âmâ geldiğindeki tavrı

İslâmi davet, insan ayırımı yapılmadan herkese yapılması gerekir; bu konuda yapılan en küçük bir hata, yüce Allah (cc) tarafından anında düzeltilerek doğrusu bildiriliyordu.

“Yüz(ünü) astı ve döndü, ama geldi diye! Ne biliyorsun, belki o arınacak, ya da öğüt alacak ve öğüt fayda verecek. Müstağni olan ise, sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sana ne? Ancak sana koşarak ve korkarak  gelenle sen ilgilenmiyorsun.” (Abese, 1-10)

Rasulullah (as)’ın, bal şerbetini kendisine haram etmesi

Yüce Allah (cc), helal ve haram olan şeyleri belirtmiş ve herkesin buna uymasını istemiştir. Peygamber de olsa, yüce Allah’ın koyduğu hükümleri değiştirme yetkisine sahip değildir. Bal şerbetini kendisine haram kılan Rasulullah (as) anında uyarılmıştır.

“Ey peygamber niçin, Allâh’ın sana helâl kıldığı şeyi, eşlerinin, hatırı için harâm kılıyorsun? Allâh bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tahrim, 1)

“De ki: ‘Allâh’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim harâm etti? O, dünyâ hayâtında inananlarındır, kıyâmet günü de yalnız onlarındır.’ De. İşte biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (A’raf, 32)

Rasulullah (as), esirlerden ganimet alması.

Allah ve Rasulüne karşı savaşanların öldürülmeleri gerekir. Bedir’de esir düşen Mekkeli müşriklerden fidye alınması üzerine Peygamber (as) uyarılmış ve bir daha böyle yapmaması istenmiştir.

“Yeryüzünde ağır basıncaya kadar hiçbir peygambere esir sâhibi olmak yakışmaz. Siz, geçici dünyâ malını istiyorsunuz, Allâh ise (sizin için) âhireti istiyor. Allâh üstündür, hakimdir.

Eğer Allah’tan, bir yazı geçmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Artık aldığınız ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allâh, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enfal, 67-69)

Rasulullah (as)’ın, savaşmak istemeyen münafıklara izin vermesi

İslâm toplumunda yaşayan herkesin, İslâm devletinin nimetlerinden yararlandıkları gibi, varolan sorunları beraberce göğüslemeleri gerekir. Ancak münafıklar, sorunlar varolduğunda bu sorunları göğüslememek için yalanlar üreterek kaçarlar. Onlara izin veren Rasulullah (as) bu konuda da uyarılmıştır.

“Allâh seni affetsin; doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmezden önce niçin onlara izin verdin?” (Tevbe, 43)

Rasulullah (as)’ın, Tevhidi esasların insanlara ulaştırılmasında acele etmesi

Rasul (as), tebliğ görevini yaparken ancak kendisine bildirilen hükümleri açıklamakla mükelleftir. Bunun dışında Tevhidi esaslar konusunda istediği zaman istediği şeyi söyleyemez. Çünkü o (as), elçidir ve elçiler, kendilerine bildirilenleri söylemek zorundadırlar, elçilik bunu böyle yapmayı gerektirir. Yarın şunu yapacağım ya da söyleyeceğim diyen Rasul (as)’ı yüce Allah bu konuda da uyarmıştır.

“Hiçbir şey için ‘bunu yarın yapacağım’  deme! Ancak ‘Allâh dilerse’ (de). Unuttuğun zaman Rabb’ini an ve ‘Rabb’imin beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştıracağını umarım’ de.” (Kehf, 23-24)

Gerek Hz. Aişe’ye atılan çirkin iftira nedeniyle ve gerekse Hz. Zeyd (r.anh)’dan boşanan Hz. Zeynep (r.anha)’nın nikahlanması konusunda da yüce Allah (cc) Rasulullah (as)’ı uyarmış, ne yapması gerektiği konusunda kendisine yol göstermiştir.

Rasulullah (as), müşriklerin tekliflerine karşı kararlı hareket etmesi gerekir.

Hz. Muhammed (as), ilahi mesajı insanlara duyurma konusunda kararlı ve yüce Allah’ın bildirdiği esaslar dahilinde hareket etmekle mükelleftir. Çünkü elçilik görevi bunu böyle yapmayı gerektirir.

“Ey Rasul, Rabb’inden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O’nun mesajını duyurmamış olursun. Allâh seni insanlardan korur. Doğrusu Allâh, kâfirler toplumunu yola iletmez.” (Maide, 67)

Bu ilahi uyarıya rağmen Rasulullah (as), tebliğini ortaya koyarken karşılaştığı sorunlar ve arkadaşlarının uğradığı işkenceler karşısında kimi zaman sıkıntıya düşmüş, bu nedenle müşriklerin yaptıkları kimi tekliflerine karşı ne yapacağını düşünmüştür.

“Az daha onlar seni, sana vahyettiğimizden ayırarak ondan başkasını bize iftira etmen atman için kandıracaklardı. İşte o zaman seni dost edinirlerdi.

Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, onlara bir parça yanaşacaktın. O takdirde sana hayâtın da, ölümün de(azâbı) kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.” (İsra, 73-75)

“Ve işte biz onu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, artık seni Allah’tan kurtaracak ne bir veli ne de koruyucu olmaz.” (Rad, 37)

Rasul (as)’ın, ilahi mesajdan değil taviz vermek, onu ertelemek, müşriklerin tekliflerine karşılık en ufak bir duraklama göstermesine bile yüce Allah (cc) izin vermemiş ve onu şiddetli bir şekilde uyarmıştır. Hz. Muhammed (as), bütün gücü ve çabası ile kendisine bildirilen esaslar doğrultusunda yaşamaya çalışmış, bu ilahi mesaja aykırı en küçük bir harekete kalkışmamış, söz söylememiştir, söyleyemezdi de. Çünkü bu konuda yüce Allah (cc), onu şiddetli bir şekilde uyarıyor.

“Eğer o (Muhammed), bazı laflar uydurup bize iftirâ etseydi, elbette onun sağını alırdık. Sonra onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse buna engel olamazdı.” (Hakka, 44-47)

Bu ilahi uyarıya rağmen kendilerince bir peygamber profili ortaya koyan bazı kişiler, hadis diye uydurdukları yalanlarla Rasulullah (as)’ı adeta yüce Allah’a karşı çıkan, O’na neredeyse her konuda muhalefet eden bir duruma düşürmüşlerdir. Bununla da yetinmeyen, Kur’an gerçeğinden uzak ve mahrum üretici zihniyet, Rasulullah (as)’ı küçük düşürecek bir sürü yalanlar uydurmuşlardır. Ne gariptir ki, uydurdukları yalanlara inanmayanları da, yalan üretici bu kişiler, Rasul (as)’ı inkâr etmekle suçlamaktadırlar.

Hz. Muhammed (as), ilah değil, o (as), ancak bir beşerdir.

Hz. Muhammed (as), Tevhidi esasları insanlara bildiren bir Rasul, toplumunu idare eden bir yönetici, diğer insanlarla ilişkileri bulunan ve aile reisi olan bir beşerdir. Bu nedenle Hz. Muhammed (as)’ın yaşamında boyut ortaya çıkıyor.

1- İlahi mesajı insanlara duyuran bir Rasul,

2- Toplumunu yöneten ve devlet başkanı olan Emir-el mü’minin,

3- Aile hayatı olan ve insanlarla ilişkileri bulunan bir beşer.

1- Rasul Hz. Muhammed (as)’ın Sünnet’i bağlayıcı ve ona iman Allah’a imandır.

Hz. Muhammed (as)’ın Rasul oluşu ve Risaleti gereği olarak yaptığı hareketler, söylediği sözler ve takındığı tavırlar, iman edenleri kesinlikle bağlar. Risaleti gereği söylediği sözlerine, yaptığı hareketlere uymak iman etmenin gereği ve sonucudur.

“Kim Rasule itâat ederse Allah’a itâat etmiş olur, kim de yüz çevirirse (bil ki), biz seni onların üzerine bekçi göndermedik.” (Nisa, 80)

“De ki: ‘Allah’a ve Rasule itâat edin!’ Eğer dönerlerse muhakkak ki Allâh, kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 32)

Rasule itaat, yalnızca Rasulullah (as)’ın yaşadığı dönemle sınırlı değil, Kur’an varolduğu ve Kur’ani hükümler kabul edildiği sürece bütün zamanları içine alan bir itaat ve imandır. Sünnet, ilahi mesajın en güzel biçimde anlatılması ve uygulanmasıdır. Rasulullah (as)’ın Sünnet’i  dışındaki her uygulama sapıklık ve tefrikadır. Bu nedenle yüce Allah (cc), evrensel ve çağlarüstü Kitabında, uyarmakta, Rasule itaati, kendisine ve ahiret gününe iman etmektir buyurmaktadır.

“Ey iman edenler, Allah’a itâat edin, Rasule  ve sizden olan emir sâhibine itâat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız- onu Allah’a ve Rasule götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa, 59)

“Kesinlikle, Rabb’in hakkı için onlar aralarında çıkan sorunlarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar.” (Nisa, 65)

İman edenleri uyaran ayetler, Rasul (as)’dan sonra iman edenleri de içine alır. Rasul (as)’dan sonraki dönemlerde ortaya çıkan sorunların çözümü için müracaat mercii Sünnettir. Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu çözüm kesindir ve bunu sıkıntı duymadan kabullenmek de imandır. Sünnet dışındaki çözümlere başvurmak, Allah’a ve Rasulüne karşı savaş açmaktır ve ebediyen cehennemde kalma nedenidir.

“Allâh ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü’min ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)

“Bilmediler mi ki kim Allah’a ve Elçisine karşı koymağa kalkarsa onun için sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte, büyük rezillik budur.” (Tevbe, 63)

Rasulullah (as)’ın Sünnet’i, kıyamete kadar iman edenleri bağlayıcı bir etkinliğe sahiptir. Hangi çağda olursa olsun, iman eden kimseler, ilahi mesajın ortaya konulmasında, insanlara duyurulmasında, hayata uygulanmasında ve Müslümanlar arasında çıkan kimi sorunlarda başvuru kaynağı Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliği olan Sünnettir.

Sünnet’i terk etmek insanı, Kur’an’ı eksik anlamaya sevk edeceğinden, Müslüman olduğu iddiasında olan bir kimse, hiçbir şekilde ve şartta Sünnet dışında bir çözüme başvuramaz. Çünkü Kur’an’ın beyanı olan Sünnet’i terk etmek, Kur’an’ı terk etmek ve küfürdür.

2- Emir-el mü’minin olarak Rasulullah (as)’ın örnekliği.

Medine İslâm Devletinde mü’minlerin emiri ve aynı zamanda ordu komutanı olan Rasulullah (as)’ın örnekliği ve bu konudaki emir ve tavsiyeleri, yalnızca o dönemde yaşayan insanları bağlar. Rasulullah (as)’ın o günkü şartlarda verdiği emir ve tavsiyeler, sonradan iman eden ve değişik coğrafi ve teknolojik şartlarda yaşayan kimseleri bağlamaz. Çünkü Müslümanlar bugün artık ne Uhud’da, Bedir’de, Hendek’te savaşacaklar, ne de o günkü savaş malzemelerini kullanacaklar.

Rasulullah (as)’ın, Medine İslâm Devletini yönetirken toplumsal konularda ya da günlük ihtiyaçların karşılanmasında uyguladığı kimi yaptırımlarını, o günkü şartlara ve coğrafi duruma göre verdiği kararlarını bugünkü Müslümanların örnek alması zaten fiziki olarak mümkün değildir. Aynı şekilde İslâm ordusunun sevki sırasında ve savaşa hazırlanmasında uyguladığı taktiklerin de bugünkü Müslümanlarca örnek alınması yine mümkün değildir.

Medine İslâm Devletinin Emir-el Mü’mini ve ordu komutanı olarak Rasulullah (as)’ın, kişilere, konu ve olaylara karşı sergilediği tutum ve davranışlarından alınacak birçok dersler vardır. Ancak bunlar, imani yönden değil, siyasal ve taktiksel tecrübe edinilmesi noktasında faydalıdırlar. Bunları esas almayan bir kimse imandan çıkmaz, küfre girmez. Örneğin, Rasulullah (as)’ın ordu komutanlarını seçerken ortaya koyduğu hassasiyetini, kimlerle, nerede, nasıl savaşılacağı hususundaki gizlilik konusunu örnek almamak kişiyi imandan çıkarmaz.

3- Beşer olarak Hz. Muhammed (as).

Hz. Muhammed (as), bir baba, bir eş ve çevresindeki insanlarla belli beşeri ilişkileri bulunan bir insandır. Onun çevresiyle olan ilişkilerinden alınacak bir çok örnek elbette vardır. Ancak bu yönüyle onun örnek edinilmemesi kişiye herhangi bir sorumluluk getirmez. Hz. Muhammed (as)’ın ailesiyle eşleri ile ya da çevresiyle olan ilişkilerinin örnek alınması halinde bu örneklik, ibadet  ve sevap sınırları içerisinde ele alınmamalıdır.

Hz. Muhammed (as), beşeri ilişkilerinde insan olması nedeniyle bazı hatalar da yapmış ancak daha sonra bunları düzeltmiştir. Örneğin, hurma ağaçlarının tozlanması konusundaki tavsiyesi sonucunda o yıl hurma ağaçlarının ürün vermemesi kendisine haber verildiğinde Rasulullah (as), kendisinin o konuda uzman olmadığını söylemiştir. Aynı şekilde Bedir savaşında mevzilenme yeri ile ilgili görüşüne karşı yerin değiştirilmesi teklifi üzerine mevziiyi değiştirmiştir.

“Rasulullah (as)’ın her sözü ayettir” deyip Necm suresindeki ayeti çarpıtarak veren yalan üretici zihniyet yukarıda verilen örnekleri ne ile izah edecekler. İnsan düşünme ve akıl nimetinden mahrum olunca kendi mantığınca bir peygamber profili çizer ve onu ilah olarak görür. Oysa Kur’an’ın tarif ettiği Rasul profili, bu yalan üretici zihniyetin Rasul anlayışını reddetmektedir.

Hz, Muhammed (as)’ın, her sözünün, yüce Allah’ın sözü gibi, ayet olmadığını, kendisinin bir beşer olduğunu, bu nedenle de çevresindeki olaylardan ve kişilerden, bir beşer olarak etkilendiğini Kur’an, defaatle bildirmektedir. Bütün bu ilahi bildirimlere rağmen Kur’an’ın bu bildirimlerini anlamaktan mahrum malum üretici zihniyet, kendilerince ürettikleri Peygamberin her söz ve davranışının vahiy olduğunu iddia edebilmektedirler.

Hz. Muhammed (as)’ın beşeri oluşu nedeniyle kimi zaman yaptığı hataların yüce Allah (cc) tarafından anında düzeltildiği yukarıda ifade edilmişti. Bunlar, âmâ olan ibn Mektum’a karşı tavrı, eşlerinin hatırı için bal şerbetini kendisine haram kılması, bir işi yarın mutlaka yapacağım demesi, aldığı esirlerin serbest bırakılması nedeniyle aldığı ganimet (fidye), Savaşmak istemeyen münafıklara savaştan önce izin vermesi, kendisiyle bazı pazarlıklar yapan müşriklerin tekliflerine karşı düşünmesi ve kararlı hareket etmemesidir.

Kur’an, Hz. Muhammed (as)’ın beşer olduğunu defaatle bildirmiş, iman edenlerin de bu gerçeği bilmelerini istemiştir.

“De ki: ‘Ben de sizin gibi bir insanım; ilahınızın bir tek ilah olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabb’ine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve Rabb’ine (yaptığı) ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 110)

“De ki: ‘Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyediliyor. O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Şirk koşanların vay haline!” (Fussilet, 6)

Rasulullah (as), Tevhidi esasları bildirirken, bunun yanında kendisi de elbette vahiyden başka şeyler söylemiştir. Ancak onun söylediği bu sözlerin hiçbiri, tebliğ ettiği Tevhid ilkesine ve ahlak edindiği Kur’an’a aykırı değildir. Aksi halde o durumda en şiddetli bir şekilde yukarıda kendisine yapılan uyarıların sonucunu yaşardı.

Hz. Muhammed (as), mü’minlere canlarından ileridir.

Yukarıda bildirilen ilahi gerçeklerden de anlaşılacağı üzere, ilahi mesajı tebliği dışında kalan hayatında Hz. Muhammed (as)’ın diğer insanlardan hiçbir farkı yoktur. Zaten onu en güzel örnek ve tek önder yapan, değerli ve saygın kılan da onun bu yönüdür.

Hz. Muhammed (as), bir beşer olarak kendisine bildirilen ilahi mesajı, canını, zamanını ve bütün değerlerini ortaya koyarak tebliğ etmiş, kendisi de ilahi mesaj doğrultusunda taviz vermeden yaşamıştır. O, Tevhidi esasların gereğini yerine getirme, bu konuda hata yapmama çabasını verirken yüceliyor, yüceldikçe de iman edenlerin gönlünde taht kuruyor ve mü’minlere canlarından daha ileri bir konuma yükseliyor.

“Peygamber, mü’minlere canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir. Rahim sâhipleri da Allâh’ın Kitabında birbirlerine öteki mü’minlerden ve Muhâcirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız hariç. Bunlar Kitapta yazılmıştır.” (Ahzab, 6)

Hz. Muhammed (as), ilahi mesajı tebliğ etme ve hayatında yaşama konusunda çaba harcarken her insan gibi kimi zaman hata denilebilecek bazı yanlışlar yapabiliyordu. Ancak onun kimi küçük hatalar yapması, hiçbir zaman onu, hem Rabb’i yanında hem de kendisine mü’minler yanında küçük düşürmüyor, tam aksine onu daha saygın yapıyordu.

Hz. Muhammed (as)’ı sevmek, onun en güzel örnekliğini almak ve onun gibi Tevhidi esasları ortaya koymak, iman edenler için bir imandır. Rasulullah (as), mü’minler için bütün dünyevi değerler üstünde bir değere sahiptir. Bu nedenle ona karşı en küçük bir saygısızlık mü’minlere yapılabilecek en büyük hakarettir.

Hz. Muhammed (as)’ı reddetmek küfrü gerektirir.

Peygamberi örneklik ve Kur’ani uygulama olan Sünnet’i terk etmek, insanı Kur’an’ı eksik anlamaya sevk edeceğinden, iman eden her Müslüman, hiçbir şekilde ve şartta Sünnet’i terk edemez. Sünnet’i terk etmek, Kur’an’ın uygulama metodunu terk etmek ve bu konuda bildirilen ayetlere aykırı hareket etmek olduğundan küfürdür. Bu nedenle Müslümanlar, Kur’an’ı ve onun uygulaması olan Sünnet’i birlikte almakla mükelleftirler.

Yüce Allah cc), Hz. Muhammed (as)’ı kabul etmeyenlerin ve onun örnekliğini esas almayanların, kâfir olduklarını ve onların Rasulullah (as)’ı küçümsemelerinden dolayı onlar için alçaltıcı bir azap olduğunu bildirmiştir.

“Onlar ki Allâh’ı ve elçilerini inkâr ederler, Allâh ile elçilerinin arasını ayırmak isterler, ‘Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz’ derler; bu ikisinin arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır!” (Nisa, 150-151)

Hz. Muhammed (as)’ın örnekliğini esas almak ve ona itaat etmek, yalnızca Rasulün yaşadığı dönemi kapsamaz. Ona itaat ve örnekliğini esas almak, Kur’an varolduğu ve Tevhidi esaslar kabul edildiği sürece kıyamete kadar her dönemi kapsar. Çünkü ilahi hükmün en güzel uygulama biçimi Rasulün Sünnet’inde ortaya konulmuştur. Bu nedenle yüce Allah (cc) Rasulullah (as)’ın örnekliğini, kendisini razı etmenin ve ahirette bunun karşılığını almanın en güzel örneği olarak vermektedir.

Rasul (as)’ın örnekliği dışındaki her türlü uygulama sapıklıktan başka bir şey değildir. Rasul (as)’ın örnekliğini esas almak, yüce Allah’a itaat etmektir; bu örnekliği terk etmek küfürdür.

“De ki: ‘Allah’a ve Rasule itâat edin!’ Eğer dönerlerse muhakkak ki Allâh, kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 32)

“Kim Rasul’e itâat ederse Allah’a itâat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bil ki), biz seni onların üzerine bekçi göndermedik.” (Nisa, 80)

Kur’an’ı tek ölçü kabul ettiklerini iddia etmelerine rağmen, Kur’an’daki onlarca ayeti görmezden gelerek Rasul ya da diğer bir ifade ile Sünnet’i inkâr edenler, bazı iddialarla kendilerini savunmaktadırlar. Bu iddialar;

1- Kur’an, apaçık bir Kitap’tır, her şeyi açıkça belirtmiştir. Bu nedenle Sünnet’e ihtiyaç yoktur.

2- “Rasule itaat edin”, “İhtilaflarınızı Rasule götürün”, “Rasul sizin için en güzel örnektir”, “Rasulün hüküm vermesi” vb. ayetler, Rasul döneminde yaşayanları bağlar.

3- Rasul, kendisinden önce geçen rasullerin yaptıklarından başka bir şey yapmamıştır. Onun yaptığı her şey önceki şeraitlerde zaten yapılıyordu. Bu nedenle Kur’an’ı okuyup gereğini yapmak yeterlidir.

4- Rasul, Kur’an’da emredildiği kadarını yapmıştır; Kur’an’ın, “biraz yap” dediği bir konuda Rasul, daha fazlasını yapamaz.

Kur’an’ı anlamaktan yoksun olan bu talihsiz iddia sahiplerinin Kur’an’ı anlamadıkları çok açıktır. Kur’an’ı gerçekten anlayan bir kimse, hiçbir şekilde Kur’an’a aykırı olabilecek kimi iddialarda bulunamaz. Kur’an elbette apaçık bir kitaptır; Kur’an bu açıklığını, Rasulün beyanı ile belirginleştirmiştir.

“Sana da o Zikr’i indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.” (Nahl, 44)

Rasulün Kur’an’ı beyan etmesi, onun Kur’an’ı açıklaması ve fiili olarak yaşamasıdır. Onlarca ayette Rasule itaatten söz etmektedir. İtaat ise, yapılan bir hareketi aynen almak ve tatbik etmektir. Bu nakıs iddia sahiplerine diyoruz ki:

1- Yüce Allah (cc), (hâşâ) kendisinde bir eksiklik mi vardı ki, Ahzab, 36. ayetinde “Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman…” buyuruyordu?

2- “Rasule itaat edin” buyuran ayetlerini, “Rasulün dönemine aittir” diyerek Kur’an’ın bir bölümünü geçmişe mahkum etmek değil midir? Bu durumda, “Kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman: ‘Eskilerin masalları’ der.” (Kalem, 15) diyenlerden ne farkınız var?

3- “Rasul ile ilgili ayetlerin kendi çağındakileri bağlar” iddianız, Kur’an ayetlerinin bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakmak değil midir?

4- Yine yukarıdaki iddianıza göre Kur’an’da, size göre (hâşâ), beşeri küfür sistemleri gibi geçici maddeler mi var?

5- “Rasul, kendisinden önce geçen rasullerin yaptıklarından başka bir şey yapmamıştır.” iddianız, Kur’an’ın diğer ayetleriyle açıkça çelişmektedir. Oysa yüce Allah (cc) Kur’an’da çelişki bulunmadığını defaatle belirtmiştir. İşte o ayetlerden bazıları.

“Sonra seni de buyruktan bir şeriata koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin keyiflerine uyma.” (Casiye, 18)

“Sana da kendinden önceki Kitabı doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak Kitabı gerçekle indirdik. Artık onların aralarında Allâh’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma! Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allâh isteseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı, fakat size verdikleri içinde sizi sınamak istedi. Öyleyse hayır işlerine koşun, hepinizin dönüşü Allah’adır. O size ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.” (Maide, 48)

“Her ümmetin bir elçisi vardır. Elçileri gelince aralarında adâletle hüküm verilir, onlara hiç haksızlık edilmez.” (Yunus, 47)

“Her ümmetten bir şahit, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman nice olur?” (Nisa, 41)

6- Kur’an’ın bir bölümünü alan kişilerin iddia ettikleri gibi Hz. Muhammed (as), kendisinden önceki peygamberlerin uygulamalarından başka bir şey yapmamış olsa idi, bu durumda ilk Rasulün şeriatı kıyamete kadar gelecek insanlara yeterliydi. İndirdiği kitabı korumaya kadir olan yüce Allah (cc), ilk Rasulün kitabını bizlere ulaştırır, bizler de onu okur ve onunla amel ederdik.

Rasul inkârcılarının Hz. Muhammed (as)’ın örnekliğini reddetme nedenleri.

1- Kur’an’ı yeterince anlamamaları,

2- Kur’an’ın bir bölümünü görmezden gelmeleri,

3- Hadisler konusundaki uydurma yalanlara tepki göstermeleri,

4- Sünnet’i yaşamanın nefislerine ağır gelmesi,

5- Toplum içerisinde varlıklarını hissettirme düşüncesi,

6- Günden oluşturma gayretleri.

Sonuç olarak,

Kur’an’ı gereği gibi okuyup ona iman eden her akıl sahibi bilir ki Hz. Muhammed (as), kul ve Rasul olan beşer bir Peygamberdir. O (as), ne söz ve davranışları ile yüce  Allah’ın hükmüne karşı çıkan bir kişidir, ne de yalnızca kendi döneminde yaşayanlara örnek olan birisidir. Kur’an’da, iman edenlere hitaben, Rasulullah (as) en güzel örnek olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle iman edenler, “Allah’ı ve ahiret gününü umanların ve Allah’ı çok razı etmek isteyenler için” (Ahzab, 21) buyruğu nedeniyle onun bu en güzel örnekliğini almakla mükelleftirler.

Ahzab, 21. ayetinde geçen, “Allah’ı ve ahiret gününü umanların ve Allah’ı çok razı etmek isteyenler için” ifadesi genel bir ifade ve yalnız Rasul (as)’ın dönemindekiler için değil kıyamete kadar iman edenler içindir.

“Allâh ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü’min erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir s

Ramazan Yılmaz: 2011.01.13