Abese Suresi, 17-42. ayetler, İnsan nankördür
İnsan nankördür
17-22- Canı çıkası insan, ne nankördür! Hangi şeyden onu yarattı; nutfeden onu yarattı, böylece ona takdir etti, sonra yolu ona kolaylaştırdı, sonra onun canını aldı, böylece onu kabre koydurdu, sonra dilediği zaman onu diriltir.
İnsan, kendi yaratılışını, kendisine verilen nimetleri düşünmeden kendisini yaratan Rabb’ine eş koşar, isyan eder ve nankörlük yapar. Yüce Allah’ın ihsan ettiği onca nimete, indirdiği Tevhidi esaslara rağmen ilahi mesaja gereğince iman etmemek, bu esasları hayat prensibi edinip ona uygun bir hayat yaşamamak en büyük nankörlük ve küfürdür.
Yüce Allah (cc) insanı belli belirsiz bir sudan yaratmış, onu en güzel bir biçimde şekillendirip ona, kendi sıfatlarından bazılarını vermiş, her biri ayrı bir görevi olan organları, düşünme, akletme, konuşma yetenekleriyle donatmıştır. En güzel şekilde yaratılan insana, dünya hayatında zevk alıp haz duyacağı mal, mülk, eş ve çocuklar nasip edilmiş, hiçbir ücret talep edilmeden su, hava, ay, güneş ve değişik nimetler onun emrine tahsis edilmiştir.
Yüce Allah (cc), insanlara verdiği fiziki ve dünyevi nimetlerden, manevi haz ve duygular yanında onlara şeref bahşeden Tevhidi esasları, onları beşerî sistemlerin karanlıklarından İslâmi nura ve aydınlığa çıkaran hidayet rehberi Kur’an’ı göndermiştir.
Kur’an, huzur, mutluluk, özgürlük, adalet, sevgi ve barışın kaynağıdır, onun insana verdiği huzur ve saadeti, beşerî hiçbir sistem veremez, bugüne kadar da verememiştir.
Yüce Allah (cc), Tevhidi esaslar doğrultusunda hareket etmesi halinde insana, Ahiret hayatında kurtuluşu, rahmeti, cennet ve sonsuz mükâfatları nasip edecektir. Ancak insan, Rabb’inin kendisine ikram ettiği bütün nimetleri görmezden gelerek nankörlük yapmış, Rabb’ine isyan etmiş, şirk koşmuştur.
“O, istediğiniz her şeyden size verdi ve şayet Allah´ın nimetini saysanız, onu hesaplayamazsınız; gerçekten insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 34)
Nankörlüğü yaşam tarzı olarak alanlar, şükür yerine nankörlüğü, imana karşı küfrü, aydınlığa karşı karanlığı seçmişler, köleliği kulluğa, esareti özgürlüğe, zulmü adalete, nefreti sevgiye, düşmanlığı dostluğa tercih etmişlerdir. İşte onlar, Ahiret hayatında mükâfat yerine cezayı, cennet yerine cehennemi, rahmet yerine azabı kendi iradeleri ile seçmişlerdir.
İnsanların nankörlük etmeleri, isyan edip şirk koşmaları büyük bir cehalet, büyük bir zulümdür. İnsanlar, gerçekten çok cahil ve zalimdirler ki, kendilerine verilen onca nimeti, ilahi hidayeti ve vahyi emaneti terk etmişlerdir.
“Şüphesiz Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; fakat onu yüklenmeyi kabul etmediler, ondan endişelendiler ve insan onu yüklendi; doğrusu o, çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab, 72)
Nasıl ve neden yaratıldığını, nasıl şekillenip biçimlendiğini düşünmeyen insan, kendisine verilen hidayeti, bahşedilen nimetleri de düşünmemiştir. İman etmeyenler, güneşin aydınlığını görmemek için gözlerini kapatan kimseler gibi, gerçekleri kabul etmemek için akıllarını devre dışı bırakarak düşünmemiş, duygu ve hevaları ile hareket etmişlerdir. İşte bu, büyük bir cehalet ve insanların kendilerine yaptıkları en büyük zulümdür.
Dünyevi tüm zevkleri bitiren ölümü düşünmeyenlerin aklı dumura uğramıştır
“Sonra onun canını aldı, böylece onu kabre koydurdu, sonra dilediği zaman onu diriltir.” hevasının isteklerine boyun eğip Rabb’ine nankörlük yaparak isyan eden insan, bir gün mutlaka ölecek ve yaptıklarının hesabını Rabb’ine verecektir. Ölüm, dünya hayatını ebedi sanıp amaç edinen kimse için çok önemli bir ibrettir. İnsanın, sahip olduğu her şeyden soyutlanıp yapayalnız bir şekilde toprağın altına, -beraberinde hiçbir şey götürmeden- girmesi üzerinde düşünülmesi gereken çok büyük bir olaydır.
Dünyada, ebedi yaşayacakmış gibi mal ve servet yığan, dünyalık peşinde koşan, bu yüzden Rabb’inden kendisine gönderilen Tevhidi esasları görmezden gelen kimse, ölümü düşünmek bile istemez. Çünkü ölümle bütün varlığını kaybedeceğini ve kendisine verilenlerin hesabının sorulacağını bilir.
“Bir belanın ona muhakkak yapılacağını anlar. İyi bilin ki (can), köprücük kemiklerine ulaştığı zaman. Ve denir ki: ‘Kim tedavi edecek?’ Ve gerçekten onun bir ayrılık olduğunu anlar.” (Kıyamet, 25-28)
Ölümün, büyük ibret olduğunu gereğince düşünüp akleden bir kimse, elbette kendisi açısından hayırlı olabilecek sonuçlara ulaşacaktır. Bu ise kişiyi, Rabb’ine iman etmeye sevk edecek, O’ndan kendisine gönderilen Tevhidi esaslara uygun hareket etmesini sağlayacaktır. Böylece insan, dünya hayatında Rabb’ini razı edebilecek fiiller işleyecek, kendisine verilen nimetleri nasıl kullanması gerektiğini bilecek ve Rabb’ine şükredecektir.
Ölümün bir ibret olduğunu düşünmeyenler, ölümden ibret almadıklarından hesap vermeye de iman etmeyecek, Rab’lerine karşı küfür ve azgınlıklarına devam edeceklerdir. Bunlar, Rab’lerinin bildirdiklerini yapmaz, isyan içerisinde hayatlarını sürdürürler. Bunun nedeni, kendilerine verilen nimetleri kendilerinden bilmeleri, kendilerini yeterli görmeleridir.